19 Mart 2018 Pazartesi

ÜRETİCİYLE TÜKETİCİ ARASINDAKİ ÇELİŞKİ

Büyüdüğüm körfezde, köy ve kasaba çelişkilerinin insanlara nasıl yansıdığına çok net tanık oldum...


Mesela Değirmendere ve Gölcük böyleydi. 

Gölcük'te askeriye garnizon ve tersane vardı orası çoktan sanayi üretimine entegre olmuştu oysa Değirmendere köydü halen...

Fındık kiraz üreticileri ve balıkçılıkla geçinen köylüler vardı.
Üretici-tüketici çelişkileri, gelenekleren kopuş süreci ve iki farklı dünyanın aynı potada erime çabasıyla ben hem Değirmendereli hem Gölcüklü, bazen ise ne Değirmendereli ne Gölcüklü oluyordum.


Evimize daha yakın diye annemler beni Değirmendere Ortaokulu'na yazdırmışlardı. Orada köylülerin çocuklarıydı arkadaşlarımız. Biz arada tek tüktük Gölcük'teki asker kökenli insanların çocukları olarak. Ve şimdi anlayabiliyoruz ki oradaki çocuklarla olan dostluğumuz çok daha dürüstmüş. Kavgalar anlaşmazlıklar ve bir sürü itiş kakış. O yüzden hala görüşürüz.
Bu arada Gölcük ve Değirmendere'nin arası sadece 3 km. idi yürüyerek giderdik. Sahilden askeriyeyi geçip, B kapısından çıktık mı Gölcük’e varmış olurduk...



Karamürsel Değirmendere’ye göre daha büyük bir alanı kaplıyordu. Ve oradaki köylüler artık üretmemeye başlamışlardı. Bu yüzden de yobazlık orada almış başını gitmişti.

Yoksul kesim gelenekleriyle yaşamaya devam ederken zenginler onları bir takım şeyleri yapmaya mecbur bırakıyorlardu "adettendir" diye... Gölcük'te maaşlı çalışan ama Değirmendere'de oturan insanlar köylülerle dostluklar kurmuşlardı. Kendileri onlara bi bok vermedikleri halde bağbozumunda köylünün kendilerine "göz hakkı" vermesini isterlerdi meselâ "adettendir" diye.

Oysa göz hakkı öyle bir şey değildi ki.

Diyelim ki beş bin ton bağ bozulmuş ikişer üçer kilo verse ne olur ki? Hiç birşey... Ama bunu yapmak da bir imece gerektiriyor normalde. Bilirsiniz bağ tek başına bozulmaz. konu komşu yardım eder buna imece denir. Bugün benim bağımı bozarız yarın seninkini... O zaman da herkes birbirine kendi bağının mahsülünden tattırır.. Ama üretmeden yaşayan bazı parazitikler, yardıma falan gitmedikleri halde köylüden göz hakkı isterlerdi. İstemek değil de sözle ima etmek diyelim...

Çocukluğumda bu çelişkileri gördüm, yaşadım. Ayrıca bağ bozumuna da defalarca gittim. Tüm komşularımıza köylü olmadığımız halde annem gider ve yanında bizi de götürürdü ırgat gibi çalışır ürün toplardık günlerce. sonra da tepsi tepsi mahsül verirlerdi bize. Ve annem köylü dostlarına tembih ederdi.

"Yardıma gelmeyenlere vermeyin sizi bu şekilde kullanmalarına müsaade etmeyin" derdi.


Mesela Değirmendere'de bir yatır vardı Sultan Baba Hazretleri...

Köylüler oraya giderler ama hiç öyle öcü gibi örtünmezlerdi. Orada iğretiden iki rekat namaz kılınırdı köy işi yemenilerle filan... Benim de kılmışlığım vakidir. Saygıyla hem de. Çünkü öylesine sade bir yerdi Sultan Baba. Sultan babaya adaklar adarlardı. kimi ev kimi koca kimi çocuk kimi şu kimi bu. Orada bir de dilek ağacımız vardı. Üzerine asılmış çaputlarıyla rengârenk... Adağı gerçekleşenler gelir orada hayvan keser ve fakire fukaraya dağıtırlardı. Köyde kimler fakir gayet iyi bilinirdi. Aslında uçurum da yoktu pek. Fakir derken nispeten fakir..


Sonra bu Sultan Baba köyün üretim geleneklerinden kopmuş olan kasabalılar tarafından istilaya uğradı.

Oradaki basitlik sadelik bir anda kayboldu öcü gibi başını örterek gelip saatlerce namaz kılanlar, kestiği hayvanı "kendi fakirlerine" götürmek için alıp götürenler türedi. Anlayacağınız Sultan Baba'nın boku çıktı. Tam bir Türk geleneği Türk kültü olan Dilek Ağacımız oradaki Türk köylüsüne din dersi geçenler tarafından dini vecibelere uygun düşmediği gerekçesiyle üzerine çaput bağlamanın "yasak" olduğu söylenerek tahkir ve yok edildi.

Demek ki üretimin bittiği yerde geleneklerin boku çıkıyor.


Jale ALTUNEL 

19 Mart. 2018


17 Mart 2018 Cumartesi

THE GUARDIAN'IN İŞGÜZARLIĞI

İngiliz'in oyunu yüzyıllardır hiç değişmeden sürüyor dostlar. Bu İngiliz düzenbazları, Afrin ile ilgili sözde farklı bir bakış açısıyla haber yapmışlar. Kurdish Afrin yani kürt Afrini olarak bahsettikleri bölgeyi, dünya kamuoyuna kafadan daha kürtlerinmiş gibi göstermekle işe başlamışlar kocaman döşendikleri makalede...

Aman efendim bu kürtler nasıl medeniymiş, nasıl kadınları cinsel devrim yapıyormuş, kadın erkek nasıl eşitmiş nasıl eşitmiş Owen Jones denen züppe anlata anlata bitiremiyor. Kürt kadınları kendilerini özgürleştiriyorlarmış, erkeklerin yanında en ufak bir gerginlik hissetmiyorlarmış, mış mış da mış...

Bir kere şunu hatırlatmak lazım bu Owen'a. (Anlaşıldığı üzere kendisi eşcinsel)

Bak Owen bacı,

Bu kürt aşiretlerinde söz söyleme öncelik sırası, ilk şeyhe, sonra ağaya sonra erkeklere sonra oğullara en son da eğer erkek evlat doğurabilmişse evli kadına düşer.

Yani gelenekleri genetik kodlanmışlıkları bundan öte değildir. Owen bacı ikinci olarak Türkiye'de kadına karşı şiddet, berdel, töre cinayetleri, çocuk gelin zırvalığı gibi bir yığın insanlık dışı pislik de banko güneydoğu anadolu bölgemizde, yani kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerdedir... Owen bacım sen en iyisi bildiğin konuları yaz. İngilizim nasılolsa yerler deme hiç. Zira hem yemiyoruz hem de sen komik durumlara düşüyorsun.

Bu arada biz Türkler kürt kadınlarının nasıl "özgürleştiğini" Abdullah Öcalan'ın yoğunlaştırma evlerinden biliyoruz. Biliyoruz o nasıl bir özgürleşme. Beleşe fahişelik ettirmek ancak pezevenkliği ön asya'da meslek haline dönüştüren kürt erkeklerinin işidir. 

Bu tabii konunun komedi tarafıydı. Kim nerede okusa Owen bacının kürtleri yere göğe sığdıramadığı bu satırlara kahkahalarla güler.

Bir de makalenin trajedi kısmı var ki sormayın gitsin.

Türkiye'nin ışid'le el nusra'yla içinde el kaide ve benzeri cihatçıların bulunduğu ösoyla iş tuttuğunu yazıyor. Bunu gayet ağdalı ve sarkastik bir üslupla don lastiği gibi de uzatıyor.

Kürtleri medeni, Avrupalı LGBT'liler ile dostane ve sıcak ilişkileri olan, sosyalist ve cinsel devrimin dünyadaki baş savunucuları olarak gösterirken Türkleri dinci yobaz, faşist ve işgalci olarak gösteriyor!

Dünya Kamuoyu'na karşı sıkılan bu palavraların gerçeklik boyutunun altını ise malesef şu anki iktidar dolduruyor. Ama The Guardiyan'ın yazdığı makale hepimizin boynuna idam ipi gibi giydiriliyor. Düştüğümüz durum içler acısı.

Hint-Avrupa soy kökenli kürtleri, Avrupalısı Yahudisi ve aslında gerçek anlamda faşist olan LGBT'li arkadaşları cinsel devrim konusunda eğitimlerle ve tedrisatlarla donatıyorlarmış, onlara arka çıkıyorlarmış. Ay yesinler bunların Hint-Avrupalı arian soy köklerini. Türk Milleti'yle eşitleme çabaları vardı şimdiye kadar. Ama şimdi görüyoruz ki Türk Milleti'ni ezip yerin dibine sokarken bunları bulunmaz "hint" kumaşı gibi göklere çıkaracaklar artık. Tuzlayayım da kokmayın.

Ve son olarak ben homofobik değilimdir. Bir eşcinsele de asla ibne demem. İçimden bile diyemem. Çünkü ibne başka bir şey. Ama bu Guardian yazarı Owen varya Owen, hem eşcinsel hem de ibnedir!


Jale ALTUNEL
17 Mart.2018

12 Mart 2018 Pazartesi

cin figürlü miğferler

Maskeli kavramlar geçidinde
Midas’ın taburu en önde
Giydirilmiş cin figürlü miğferler
Yalanların üzerine.
Oysa Sirinks dile gelmişti
Yalnızca duymayı bilenlere
Boş ses çıkarırken çok teneke
Ya da çok ses çıkarırken,
Her neyse…


Üzülmedim desem yalan olur
Öldü sonunda Korku
Ceset günlerce her yerde durdu
Öyle uzun durdu ki,
Onu gömmeyi herkes unuttu
Ve sindi sonunda tüm şehre,
Leş kokusu.
Teşvikiye’den kaldıralım
Ve Zincirlikuyu’ya defnedelim dedik
Merhumu.
Çünkü Korku,
Bu coğrafyada çok meşhurdu.

Sevindim desem yalan olmaz öldüğüne
Arka sıralardan baktım
Geçidin cin figürlü miğferlilerine
Bir daha dinledim
Bizim çoban için
Tek laf ediyorlar mı diye,
Yok.
Aklıma ilk gelen,
Hayatta kalma içgüdüme
Ölene dek duyacağım özlem oldu.
Neyse ki Sirinks,
O gün bugündür hep bizimle
Devrim türküleri çalacağız aşkla,
Hep birlikte
Kime ne?

“cin figürlü miğferler”
j.ak
12. Mart 2018






8 Mart 2018 Perşembe

8 Mart

Yollamayın bana dostlar
Cicili bicili
Sekiz Mart tebrikleri
Unutamıyorum çünkü
Şehitlerimizin annelerini
Uçup gitti uçmağa
Yirmi yıllık EMEKLERİ...
"8 Mart"
j.ak
8 Mart, 2018

3 Mart 2018 Cumartesi

körfez çocukları

yokmuş gibiydi memleketin derdi
biz küçükken
ve güneş ışıklarına bakardık
markasız bisküvilerin deliklerinden
kurumuş çamura üç çakı atıp
çiviyle çizdiğimiz üçgenler
daha önemliydi siyasetten.
sonra apar topar
Kıbrıs'a gitti babam
o zamanlar onun sandığım
denizaltısıyla,
ve gizli gizli burnunu çekiyordu anam
sirenler çalarken garnizonda.
biz küçükken
sakınmazdı bizi büyüklerimiz
büyüklerden
mini etek hâlâ masum
öyle kalmış aklımda
yetmişlerin Türk Filmleri'nden.
sandaldan denize salınmış
ve körfez kokusu sinmiş düşlerimiz,
daha önemliydi
ciddi meselelerden
aynı topraktan çıkan çiçekler
konuşmadan anlaşır
konuşmadan küserler bazen
ve konuşmadan barışır
gülüşürler bazen.

"körfez çocukları"
j.ak
3. Mart.2018

2 Mart 2018 Cuma

Biz Ölürken

Çanakkale'de
Yoktu bazen postallarımız,
Yoktu hatta yiyecek bir lokma aşımız.
Eğlence ancak,
İşgal altındaki şehirlerin
Azınlık meyhanelerinde,
Düşman askerlerine.
Ve Anadolu'nun bağrındaki yangın,
Gözlerimizde ateşten kale
Geç geçebilirsen gözlerimin içine!
Geç geçebilirsen Çanakkale içine!
Oysa Afrin'de,
Postallarımız ve aşımız tam
Azınlık meyhaneleri artık
Tv.lere taşındı.
Ekmeğimizi yiyip,
Suyumuzu içip,
Hislerimizi biçip,
Eğleniyor cayır cayır
İçimizdeki düşman.
Ve biçilen hisleriyle bu millet,
Öyle bir histeriyle bu millet,
Kendi davasına yaban.
Seyrediyor olup biteni
Başkasının ağzından.
"biz ölürken"
j.ak
2. Mart. 2018


4 Şubat 2018 Pazar

DEVRİM

muhalifler taşıyorsa diktatör tahtını,
memurlar olmuşsa halkın düşmanı
rüşvete bağlamışsa vatan bahtını
gelmiştir ay dost devrim zamanı...

j.ak




21 Ocak 2018 Pazar

ZEYTİN DALI HAREKATI

Bu harekatı günlük siyasete alet etmek, ya da sırf hükümete karşı siyaset üretmek adına kötülemek yanlış bir tutum olacaktır.

Aşağımızda bir kürt koridorunun oluşmasını ve Akdeniz'e açılmasını engellemek, üstelik emperyalizmin hizmetinde olan ayrılıkçı kürt hareketinin "sırası geldiğinde" Türkiye'deki emellerini gerçekleştirmesine de engel olmak için, Türk Ordusu'nun bölgeyi terör unsurundan temizleme girişimi uluslararası anlaşmalar uyarınca hukuka uygun, anamızın ak sütü gibi de hakkımız olandır.

Feveran eden bazı köşe yazarları rusya-suriye-iran "ittifakı"ndan dem vurup, o ne der bu ne der, abd ne der tarzı felaket tellallığı kokan bir takım mesnetsiz ve çirkin propogandalara soyunmakla kalmamışlar, bunun bir ortadoğu faciasına çevrilebileceği konusunda hep olduğu gibi, Türkiye ve TSK karşıtı veryansınlara başlamışlardır!

TSK da salaktı çünkü değil mi? Onların düşündüklerini düşünemedi, hatta neredeyse "hükümetin onu sürüklediği bataklığa" gözü kapalı gidiyor.

Herkesin dilinde rusya ne yapar, iran ne yapar sorusu. Rusya her şeyden önce gün be gün düşen petrol fiyatlarının onu soktuğu buhranı düşünsün. İran ise, Prenses Diba'nın oğlunun mollalar yerine getirilmek istendiği son halk kalkışmalarını. Ola ki bu mevzu bizde pkk suriye'de pyd ise, iran'da da pjak boyutunda bir küresel girişimin tomurcuklanmış memesidir. o memeyi emperyalizmin ağzına öyle sanıyorum ki İran da vermek istemiyordur...

Gelelim yüzyılın simulasyonu abd ye... Yeni dönem savaşlarında abd kendi askerini kullanmaktan nasıl imtina ediyor hepimizin malumudur. Taşeron terör örgütleriyle "iş görme" peşinde olan amerika, bu sevdadan vaz geçmek zorunda kalacaktır. Zira artık taşıma suyla değirmen döndüremeyeceği gayet aşikardır.

Son olarak,

Sırf Türkiye hakkını hukukunu arıyor, memleketinden kimselere bir karış bile toprak vermeyecek diye, aman diyeyim ortadoğu bir cehenneme dönecekmişmiş de, kıyametler kopacakmışmış da, büyüüük bir savaş kopacakmış'çılara diyeceklerim var:

Savaşın değil büyüğü, orta ölçeklisi bile bir Suriye gerçeğinde görüldüğü üzere akın akın mülteci anlamına gelir.

Evet kabul edelim ki, Avrupa'nın mültecilere olan yaklaşımı belli bir orana kadar hep, "istemem yan cebime koy" minvalinde olmuştur. Çünkü kendini artık yarı tanrı zanneden batı, kendi çalışmadan taşak kebabı yaparken ülkesine gelen mültecilere çok az para karşılığında bütün bokunu yığıştırtmayı alışkanlık haline getirmiştir.

Ama, Türkiye 80 milyonluk, İran 70 milyonluk ülkeler iken, o kendini yarı tanrı sanan zevat bile bunca insanı batı'da istemeyecektir. E bu riski göze alamıyorlarsa da kırıp dizlerini ortadoğu bataklığına çomak sokmayacaklar. Efendi efendi izleyecekler, bizler burada kendi işimizi göreceğiz...

İşte bu yüzden ben Harekat'ın adını çok sevdim. Gayet düşünülerek konulmuş bir ad bu.

ZEYTİN DALI... MEHMETÇİĞİMİZİN YANINDAYIZ!

Jale ALTUNEL 
21. Ocak, 2018







21 Aralık 2017 Perşembe

emek gardiyanları

kavramlar parsellenmiş bir kınama mektubu yollamış ozanlara mecaz-i mürsel sanatı. kaptırdık bu çağda yine ikinci anlamları çıkıp gidiyor herkes işe diye sabahları anlamak git gide sıradanlaşıyor post-modern sanatı. gölgeler nasıl öldürüyorsa koskoca aşkları doğurabilir de demek kanlı bıçaklı düşmanları kapıyı kilitlemeyi kasten unutuyor artık emek gardiyanları… ve güdüler parsellenmiş ön görüler, mesailer, eskidikçe tarih zorlaştı tarif. eskinin gereklilikleri şimdinin fantezileri olmuş türban ve jartiyer gibi.

"emek gardiyanları"
j.ak
Nartugan/2017



11 Aralık 2017 Pazartesi

YEL DEĞİRMENLERİNİ EJDERHA SANMAK...


Wall-e filminde beni en çok etkileyen sahne, finale yaklaşılırken uzay gemisindeki, tembellikten obez olmuş yerinden kalkmaya takat bulamayan insanların beceriksiz halleri olmuştu.

Amerikan halkının şu anki halini o filmde uzay gemisinin içinde “güven içinde” yaşayan ama tüm becerilerini kaybetmiş insanlara benzetiyorum. Kendilerini yöneten “üst akıl” dünyanın her yerinde canlarının istediği terör eylemlerini türetip, istedikleri yerde de küçük ve orta çaplı savaşlar çıkararak gelirlerinin önemli bir yüzdesini oluşturan silah ticaretlerini yine tüm dünyanın gözünün içine bakarak sürdürüyorlar.

İnternet teknolojisinin gözetim teknolojisiyle iyice iç-içe girdiği günümüz dünyasında “modern insan” sanal dünya üzerinden oluşturulan simülasyonla (benzetimle) her geçen gün biraz daha gerçeklikten koparılmakta ve eşzamanlı olarak daha da yalnızlaşmaktadır.

Oysa elektriğin kesildiği anda ne teknoloji vardır ne de onun devmiş gibi görünen “silahları”… Yani bu kadar basit, bu kadar zor bir durum. Teknolojinin insanı kullanarak insanı aradan kaldırmaya çalışmasının diyalektiğinde boğulma ön çalışmaları yapıyoruz tüm dünya insanları olarak. Nefes almadan yaşamaya alışmanın sancılı solungaçları bedenimizin bir parçası olmuş da ona adapte olmaya çalışıyormuşuz gibi. Toplu taşıma araçlarında göz-göze gelen insanların birbirlerine attığı tanıdık bakışlar, aynı benzetimin ifadelenmiş hali olsa da, “büyük güce” karşı hiçbir şey yapamıyor olmanın, hatta bir sonraki nesillere aktarılabilecek –ki asıl tehlike de budur – bedbinlikteki yansıması haline geliyor.

“Onlar büyük, biz küçüğüz”
“Biz hiçbir şey yapamayız”
“Bunu da kendileri yapmıştır”
“Onlar dünyayı yönetiyor”
“Planları çoktur, bir b-c-d planları var”
“Zeitgeist’i izledin mi? Çok güçlüler!”
Vs. vs…

Oysa hiç de öyle değildir gerçek. Zeitgeist gibi bir Hoollywood simülasyonu tam da bunun için özenle çekilmiş bir filmdir. Diğer tüm Hoollywood filmleri (benzetimleri) gibi. Bu gerçek dışı sanrıları tüm dünyanın sömürü altında yaşamaya çalışan toplumlarına yutturmak, yedirmek için.

Karşımızdaki bir ejderha değil. Sadece bir yel değirmenidir.

Jale ALTUNEL

11. Aralık. 2017

6 Kasım 2017 Pazartesi

SİYASET PANAYIRI

Yeni Dünya düzeninde siyaset, ekonomik açmazların ve sınıfsal çelişkilerin yüze çıkmasını engellemek üzerine kurulmuş bir gaz alma aktivitesi haline dönüşmüştür.

Kayıt dışılığın tüm dünyada nasıl bir artış göstermiş olduğuna dair veriler siyaseten nasıl bir aldatmacanın içinde olduğumuzu açıkça gösteriyor ama onun doğru okunması ve değerlendirilmesi, süre giden bu dinamikler çerçevesinde pek de mümkün gözükmüyor.

Sizce tüm dünyada ve Türkiye’de de yükselen bir “trend” haline gelen vatanseverlik, acaba hangi sınıfın çıkarlarını korumakta hiç düşündünüz mü? Ya da bu ikide birde dile dolanacak bir cümle olabilir mi normal şartlarda? Öz vatanını sevmeyen bırakın geçtim insanı herhangi bir canlı var mı? Normal şartlarda bu zaten var olan, hatta güdüsel bir reflekstir.

Şimdi kendini hem yeni, hem de vatansever olarak pazarlayan pek çok oluşum mevcut. Gerek parti bazında gerekse çeşitli örgütler olarak.

1980 darbesinin, Türkiye’de de diğer Ön Asya ülkelerinde planlandığı üzere, etniksel ve mezhepsel bölünmeye çanak tutan bir Amerikan projesi olduğunu artık sağır sultan bile biliyor öyle değil mi? Hal böyle olunca artı değerin üretiminde katkı sağlayan sınıfın bilincini köreltmek iğdiş etmek üzerine bir dizi oyunla karşı karşıya kalınmıştır. Nedir bu bir dizi oyun?

Elbette o oyun sol bilinci ortadan kaldırmak üzerine kuruldu. Kuruldu da, sol bilinci benimsemekle hür iradesini kullanmaya haiz artı değer üreticisi sınıf kayıp mı oldu yani? Buhar olup uçmadı ya bu kitle? Buhar olup uçmadıysa da ülkeye dayatılan ekonomi politikaları yüzünden üretimin yavaşlatılmasına, hatta engellenmesine varan anlaşmalar dayatıldı. Evet, artı değeri üreten kitlemizde korkunç boyutlara varan bir azalmayı yaşadık. Sermayedar, yani burjuva dediğimiz sınıf, hani şu fabrika bacaları tüten logosu olanlar ne yaptılar peki? Anında o tütmekte olan fabrika bacalarını logolarından kaldırmakla işe başladılar. Artı değer üretiminin yavaşladığı ya da bittiği yerde kayıt dışılık başlar diyebilir miyiz? Kısmen deriz. O dönem için kısmen dediğimiz kayıt dışılık şimdi artık ciddi bir kitlenin görmezden gelinmesine sebep oluyor. Hem de göz göre göre.

Sol nereye kayboldu? Ya da soruyu değiştirelim. Sol neye evrildi?

Lafla peynir ekmek gemisinin yürüdüğü Türkiye coğrafyasında bir ezilen sınıf siyaseti yine bu darbeden sonra dillere sıkça pelesenk olmuş bir görüngüdür. İşte bu “ezilen sınıf” üzerine özellikle 80 sonrası o kadar fazla film, müzik, yağlı boya tablo ve roman dalında sanat eseri icra edildi ki, sanırsınız ki memleket kurtuluyor. Ama o da nesi? Bu “ezilmiş sınıf” bir de baktık ki hep Doğu ve Güney Doğu Anadolumuz’un kürt halkıymış. Yani Trakya’da, Ege’de, İç Anadolu’da, hatta büyük şehirlerimizde herkes kestane kebabı patlatıyor ve refah içinde yaşıyor, oralarda kimsecikler ezilmiyor, sadece kürt halkı eziliyormuş gibi, tatlı bir meltem küleği estiriliyor.

Şimdi çıkmış birileri diyor ki, CHP fabrika ayarlarına geri döner “inşallah” da, uç sol oylarını da kendi bünyesine katar. Marjinal (uç) derken hdp’yi kast ediyor yani. Peki, hdp (bölgedeki) sol oyları mı topladı? Yoğ hayır, sol oyları falan toplamadı. Söylemi nedir? Sola dair tek bir söylemini göremediğimiz gibi, bilakis son derece etnik milliyetçi söylemleri olan bir partiyi sol olarak tanımlamak neyin kafasıdır bunu anlamak çok zor. Çünkü hdp’li vekiller de tıpkı diğer vekillerimiz gibi, hatta tüm dünyadaki siyaset esnafları gibi, paralı pullu, kalantor, ensesi kalın toprak ağaları ve kendi şahsi çıkarlarına da yeni gelin güveyini tutar gibi sımsıkı sarılmış, kimselere de bırakmak niyetinde olmayan insanlardan oluşmaktadır. Hiç kimse algı dünyamızda bu ağalar için bir Engels efekti oluşturmaya kalkışmasın çünkü yemiyoruz bunları.

    1)   Üretim bitirilmiş bir durumdaysa
   2)   Kayıt dışılık artmış ve kayıt dışı işçilik almış başını göçmenler ve mülteciler üzerinden yürüyor ve yerli halka da sirayet etmişse,
   3)   Solu temsil ediyormuş görünümündeki partilerin biri etnik milliyetçiliğin, diğeri de sermayenin meraklarına haiz söylemlerdeyse,

Demek ki solun bir yere gittiği yok, sadece hedef hitap kitlesi değişmiş. Solun bugünün koşullarındaki hedef hitap kitlesi artı değeri üreten kayıt dışı işçilerdir. Ama kayıt dışı ekonomiyi sımsıkı tutmuş olan burjuvaya şirin gözükerek, siyasi hâkimiyetlerini devam ettirmek durumunda olan siyasiler asla ama asla bu kitleyi görmeyeceklerdir. Sol ne olmuş bu durumda farkında mısınız? Buhar olup uçmamış da sadece “görünmez” olmuş.

Yeni kurulan parti için de pek çok aynı soruyu sorabiliriz. Mesela aklıma ilk gelen acaba bu adamlar vatanlarını mı kendi çıkarlarını mı seviyorlar?

Siyaset bir panayır, anlatılanlarsa hep masal masal masal…


Jale ALTUNEL
6. Kasım.2017


26 Eylül 2017 Salı

Kerkük Manileri - 2

Hey gidi koca Kerkük, 
Türk'ün beşiği Kerkük 
Ayak direyen kız gibi, 

Üç pula satılan Kerkük.

Baharım var yazım var, 
Küskün alın yazım var,
Kerkük ellerin değil, 

Türkmenime sözüm var.

j.ak
25. Eylül.2017

23 Eylül 2017 Cumartesi

KERKÜK MANİLERİ...

Tuzaklara ihanete
Boynu bükük kalmasın
Hırsız bedevilere
Kerkük'üm yâr olmasın


Kerkük destan yazmalı
Acılarım yuyacak
Gelin kızlar al yazmalı
Türküsünü yakacak


Ozanımın sazına
Türkülerin sözüne
Yiğitlerim baş koydu 

Kerküğümün yoluna

Er gibi çık meydana
Sürdün canlarım yâda
Gitmemek yana yana
Sınırdan da o yana


Gök mavidir Kerküğüm
Canlarını sevdiğim
Kiliminin motifine
Acısını gömdüğüm


Gün ola ay dolana, 
Kerkük'te semah döne
Ahali Cem'e vara, 

Can sızım şene döne

İlimin Taşköprü'sü 
Ne bitmez can yarası
Kale içinden ay dost 

Türk hoyratı manisi

Yıktılar köprümüzü
Kırdılar kalemizi
Kerkük'te Türk'e ait
Biter mi hiç kalem izi.



"Kerkük Manileri"
j.ak
23. Eylül.2017



21 Eylül 2017 Perşembe

DİNCİLEŞMEYE EKONOMİK YAKLAŞIM

Türkiye'deki liberal ekonomiye geçiş süreci kayıt dışılığı da beraberinde getirdi. 
Göçmen işçiler işte bu kayıt dışılığın amortisörü oldu. 


En çok Türkistan'dan gelmektedir bu kayıt dışı işçiler ve kullanılmaktadır.
Peki Türkistan'daki eğitim dinci bir eğitim mi yoksa laik bir eğitim mi? Yüzde yüz laik. 


Türkiye'deki dinci eğitimle beraber yürütülen karşı devrim sonucu oluşacak olan dincileşmeye Türkistan'dan ve Gürcistan'dan gelen göçmen işçiler ayak uydurabilir mi? Hayır asla. Zaten pek çoğu da Türkiye'deki işvereninden daha eğitimli! 


Biliyoruz ki Amerika'nın Afganistan'a girme planları var. Hala hazırda Türkiye'de var olan Suriyeli (müslüman din kardeşleri/miz) arapların yanı-sıra Afganistan'dan da Türkiye'deki dincileşmeye gayet rahat ayak uydurabilecek olan Afgan mülteciler geleceklerdir.


Peki Türkistan'dan (Orta Asya'dan) gelen göçmenler nereye kaçacak? Tabii ki Rusya'ya...


Zaten bu durum hem Türkiye'nin Türkleşmekte olmasından rahatsızlık duyan etnik azınlıkların ve Türkiye yönetiminin, hem siyasal islamlaşmamızı isteyen Amerika'nın, hem de Orta Asya'yı hala daha arka bahçesi olarak gören Rusya'nın işine gelen bir durumdur.


***

Türkiye'deki dincileşme sürecinden en çok etkilenecek olanlar, kuşkusuz Azerbaycan'dan gelen göçmen işçiler olacaktır. Mezhep farklılığı gözetilecek çünkü.

Ama gelin görün ki laik eğitim almış Orta Asyalı göçmen işçilerin ve Azerbaycanlı göçmenlerin yapabildiği işleri ne suriyeliler, ne afganlılar ne de bangladeşliler yapabilir...

Hal böyleyken bir bakalım bu soydaş göçmenler hangi sektörleri ayakta tutuyor hatta kalkınmalarında kaldıraç vazifesi görüyor...

1- Tekstil
2- Tarım (Fındık-zeytin)
3- Dericilik
4- Hizmet.

Rusya'da "kendi tekstilini giy" şeklindeki söylem artık neredeyse sloganlaşmış bir cümle. Demek ki Rusya'nın tekstili elimizden çalma ihtimali yükseliyor.

Tarım deseniz Karadeniz'deki fındık üreticisinin vaziyeti ortada. Zeytinden ise bahsetmek dahi istemiyorum. Ağaçlarımız katlediliyor gün be gün... 

Hizmet sektöründe de şöyle diyeyim, bir suriyeli'ye sipariş verecekseniz sabah erkenden kalkıp siparişinizi öyle verin derim. Öğle ya da ikindi civarı verdiğiniz siparişi getirebilir... Ehlen ve sehlen yani.

Dericilikte ise pahalı işgücü devreye girmek zorunda kalacağı için yerli üreticinin dış pazarla rekabet gücü bitecektir. Bol bol deri giyiniriz artık iç pazarda destek vermek için...

İşte böyle...

Dincileşmek öyle kolay iş değilmiş aslında değil mi?

Ya da yeni Türkiye merdiven altı üretimden merdiven altı tüketime geçer ve olanla idare ederiz... 

Bak farkındaysan devrim mevrim demedim.
Zira neyleyim turuncusunu?


Jale ALTUNEL
21 EYLÜL.2017


8 Eylül 2017 Cuma

söyleme mecburiyeti

Bu ülkenin laik ve Atatürkçü kesimi, 
hep centilmen, hep kibar ve hep naifti. 
Kimsenin kutsalına ilişmedi. 
Zira adı üstünde kutsalın dokunulmazlığı vardı.
Önceleri hafif bir meltem gibi esti 
siyasal islam.
Kimse bir şey demedi.
Sonra soğuk soğuk yeldirdi,
saçlarım dağılmasın dedi bazıları ve türban örttü...
Sonra bir fırtına koptu, uçtu fırlandı esnafın parası...
Toplayıp saçılanları,
yerine koymak isteyenlerin sosyal çevresi oldu cuma namazları.
Aman dedik kutsaldır dokunmayın.
Ar ettik, çekindik.
Arsızlaşırken bazıları
Bıraktık meydanları, çekildik,
Sesleri yükseliyordu.
Sert kasırgalar uçurmasın diye küçük dünyalarını,
söylüyorlardı topyekün aynı şarkıyı...
Ve susuyordu laik, Atatürkçüleri ülkemin
Sürerken bu sinsi karşı devrim.
Atatürk kitaplardan çıkartıldı en son
Gülüyordu başarısına mason!
Sürüyordu topyekün ve tek sesli
hayırlı Cumalar teranesi
Çünkü dostum faşizm,
bir söyleme mecburiyeti!

"söyleme mecburiyeti"
j.ak
8 Eylül, 2017




7 Eylül 2017 Perşembe

BAKI-TİFLİS-KARS DEMİRYOLU!

Demiryolu projemizi çok özledik artık. Yeni İpek Yolumuzu hasretle beklerken sabırsızlanıyoruz. İçimiz titriyor, bir aksilik olmasın, bir an önce ve sağlıklı bir şekilde hayata geçsin diye...
Ama el oğlu boş durmuyor işte!
Biz ne kadar heyecanlanıyor ve istekle bekliyorsak, Yeni İpek Yolumuz'u istemeyip, sinsi sinsi bu projenin hayata geçmesine engel olmak isteyen bir karşı grup var. Kimdir bu karşı grup dediklerimiz? Ermeni terör ülkesi başta olmak üzere, kürt terör örgütü pkk ve bu terör gruplarını besleyen soros ve onun kuyrukçuları...
Bu unsurlar, Azerbaycan'ı ve Türkiye'yi yönetenleri dünya kamuoyu karşısında çürük ve kötü bir duruma düşürerek, bizi yönetenleri en ağır biçimde aşağılarlar sürekli olarak. Bu kahpeliği yaparken de Türkiye ve Azerbaycan kamuoylarının bir tür desteğini almanın peşine düşerler...
Nedir mesela?
Türkiye 1915'te soykırım yapmışmış, ya da Azerbaycan Devlet başkanı Aliyev Avrupalı bürokratları 3 milyar euro'ya satın almışmış... E kardeşim bu tilkinin hiç mi kuyruğu yokmuş peki? Avrupalı bürokrat eşşekse üzerine semerini de vururlar boynuna yularını da takarlar! Bir eleştiri yapılıyorsa bunun ucunu bucağını tartacaksın önce!
Biz biliyoruz ki bu hikayelerin ardında ermeni terör ülkesi ve ermeni terör diyasporası var! Kimlerin beslemesi bunlar peki? Onlara o terör ülkesini kurduranların beslemesi, köpeği!
Bu Soroslar bu emperyalikler neden hep bizi kurcalar ki? Bir Almanya'ya bir Fransa'ya soros dadansın hiç duydunuz mu böyle bir şey? Şimdi diyeceksiniz ki, aman Jale onlarda siyaset de hukuk da çok pürüzsüz onlar her boklarını halletmişler, orada açık yara yok ki mikroplar dadansın... Eh bu bir bakıma doğru bir saptama olabilir. Ki hiç de pürüzsüz değiller ve eminim onlarda da rüşvet ve yolsuzluk var! Ama kimse karşıdan laf etmeyecek. Eleştiri gerektiği zaman bizler belki de en ağır şekilde bu eleştiriyi yaparız. Ama başka ülkelerin bunu yapmasına asla müsade etmemeliyiz.
Ama,
Az önce konu hakkında konuşurken aklıma çok ilginç bir örnek geldi. İran'daki şeriat yönetimini düşündüm. Ve sonra o kopkoyu şeriatla yönetilen, mollaların hükmettiği ülkede o şeriat kurallarının zenginlere karşı hiç işletilmediği geldi aklıma. O zengin molla veletlerinin bikinili mayolu şortlu havuz kenarı görüntüleri vs... O zengin veletler var ya, onlar o ağır şeriyat kurallarını koyanların çocukları... Ha demek ki neymiş? Nasıl ki zenginlere kimsecikler gelip dadanmıyorsa, bu durum ülkeler için de aynı.
Emperyalizm ancak parası ve gücü olmayan ülkelere kan kusturabiliyor. Kuralları kendileri koyuyor google'lar vikipediler kendileri tarafından bilgi çöplüğüne getirilmiş bir internet ormanında kendileri çalıp kendileri söylüyorlar!
Zengin patronlar işçilerini nasıl birbirine düşürüp kendilerine karşı örgütlenmelerini engelliyorsa, emperyalizm de fakir ülkeler arasında daima sahte düşmanlıklar yaratır ve araya nifak sokar!
Azerbaycan ve Türkiye'ye artık bunu yapamayacaklarını anladıkları için de çift taraflı bir idareciler üzerinden ülkeleri aşağılama kampanyası başlatmış durumdalar!
Bunu da bizim yeni İpek Yolumuz'u baltalamak için yapıyorlar şimdi! Valla impiryilikçiğim sırısçığım YEMEZLER be canım!
Siz apırsanız da köpürseniz de, 

BU DEMİRYOLU A-ÇI-LA-CAK!!!



Jale ALTUNEL 

7 Eylül, 2017



8 Ağustos 2017 Salı

derken buluyorum kendimi

hiç nostaljik hüzünlere kapılmazdım
gençliğime dair.
ama,
nasıl delip geçtiyse
bıçaklar kemiklerimizi,
hey gidi eski Türkiye
derken buluyorum kendimi
hatta o kayıp seksenlerimizi
yorgo iliyadis'in sesleri kaydettiği
siyah beyaz Türk filmlerini.

"derken buluyorum kendimi"
j.ak
8 Ağustos, 2017

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Saydam Sınıf

yüzünü döndürmeye korktuğun yerde,
yeni insanlar var. yüzünü döndürmeye korktuğun yerde, darmadağın kalıplar var. yeni devran, yeni düzen, yeni geçim, yeni seçim. böyle buyurdu patron, en ucuz üretim için. yollar, yolcular, bol sohbetli molalar bavullara sığdırılmış gezgin ve zor hayatlar. dünyayı arşınlayıp kapkara kargolarda, sistemin bütün işi güçlü omuzlarında. tam orada duruyorlar rüzgarın bittiği yerde, topyekün tüketmeye alıştığımız o yerde. şehrin sapa semtlerinde yeni insanlar var artık ve bilmediğin yerlerinde yepyeni gettolar var. sendikalı değil dostum alargada o sınıf, Asyalı can soydaşım yelkensiz ve rüzgarsız. yüzünü döndürmeye korktuğun yerde, O, kaos diline vakıf bakışlarsa görmez geçer saydamdır hep o sınıf... "saydam sınıf" j.ak 31 Temmuz 2017








18 Haziran 2017 Pazar

ADALET'İN BEDELİ

Memleketin şu halinde kim desteklemez ki Adalet için çıkılan yolları?

Misal ben desteklerim. Adaletin yüzü suyu hürmetine yüz sürerim o yollara hatta.

Ama işte... Ama! 

Benim içim fesat. Olur olmaz birleştiriyorum "muhalif" tv kanallarında çıkıp "özü sözü bir bitirim muhaliflerin" ettiği lafları... Ne diyordu Yılmaz Özdil Halk Arenası'nda? "Akp Mısır'daki darbeden sonra ne kadar yanlış yolda olduğunu fark etmedi, aynı yanlışları sürdürdü." Nirengi noktası olarak Mısır darbesini işaret etmesi manidardır. Hatta Yine "muhalif" kanal Halk Tv'de emekli bir Paşa çıkıp, "Efendim darbe durup dururken yapılmaz, darbe için koşullar hazır hale gelmiştir." diyor.

Ön Asya'da olup bitenlere bakınca Akp'nin Katar kararıyla Trump'a karşı kendi oyununu kurduğu ve İran'ın da bu "yeni oyun"da Erdoğan'ın yanında yer aldığı aşikardır. Yani bu iki ülke liderleri savaşmak istemediklerini dünya kamuoyuna gösterdiler. Katar'a konulan ambargo günü Erdoğan'ın Katar'a asker yollayacağımızı açıklaması ve bunun üzerine İran Dış İşleri Bakanı'nın derhal gerçekleştirmiş olduğu Ankara ziyaretinde neler konuşulmuş olabileceği üzerine, aynı gün yazmış olduğum 13 maddelik bir yazıda iyimser davranıp "iki ülke savaşmamak üzerine karar almış olabilirler mi?diye sormuştum. 4 gün önce başlayan "ADALET YÜRÜYÜŞÜ"ne bakınca, bu düşüncemde haklı olabilme ihtimalim kuvvetlenmiş oldu...

Çünkü amerika B planını devreye sokarak, Türkiye'de de İran'da da, savaş kararı alabilecek liderleri iş başına getirme hazırlığı içine girmiş gibi görünüyor.

Y-chp Türkiye'de darbe şartlarını hazırlayabilecek çapta bir kitleyi yanına çekebilirse - ki vaziyet bunu gösteriyor - silahlı çatışmalara ve hatta çok sayıda yitkilere sebep olabilecek hadiselerle rahatça provoke edilebilir bu "kutlu yürüyüş". 

Sahipler ve Kanaat Önderleri III- adlı 2013'te yazdığım yazımda "Akp'nin gitmesi ve başka bir partinin iş başına gelmesi çözüm müdür?" diye sormuştum. Ve bunun tek başına çözüm olamayacağını eklemiştim!


Demem o ki sivildi kontrollüydü fetöydü derken, şimdi gerçek bir darbe olasılığı son derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceği gibi, Türk Milleti'nin bu tehlikeyi görememesi için gerçekten tüm şartlar olgunlaşmıştır. Akp Siyasal İslamcılık ve başkanlık dayatmalarıyla, referandum sonuçlarında yansıtılmadığı halde görüldüğü gibi hatırı sayılır bir çoğunluğun sevgisine ve onayına mazhar olamamıştır. Toplumun her kesimiyle kavgalı, her meslek grubuyla davalı bir duruma sürüklenmiştir. Günün birinde Akp'yi koruyan bir yazı yazacağımı söyleselerdi... Neyse.

Ne diyordum? Akp savaşmama kararı aldı. Amerika'ysa Ön Asya'yı kana bulamak, BOP'u hayata geçirmek, enerji kaynaklarına nezarette aslan payını götürmek ve SAVAŞ TİCARETİ'ni canlandırarak kendi krizini atlatabilmek için, bölgenin iki güçlü ülkesi Türkiye ve İran'ın kapışmasını istemektedir. 

Türkiye'nin içinde bizleri neler bekler? 

Sürekli gelen şehit haberleriyle her gün bizler de ölmekteyiz ya hani? Şehit haberleri bitecektir. Çünkü Amerika, BOP yolunda pkk'yı değil Türkiye'yi kullanmak istemektedir. Verdiği "ağır silahları" kullanabilecek bir devlete ve adam akıllı bir orduya ihtiyacı vardır daha ziyade. Pkk'ya  değil.  Darbeyle beraber Amerika'nın pkk'ya ihtiyacı kalmayacaktır yani ve pkk bitirilecektir. İşi biten örgütleri bir anda imha ediverir çünkü Amerika. Düşledikleri büyük kürdistan'ı da kürtlere bağışlamak ve "al buyur bak cici. Burası artık senin vatanın" demeyecekleri de beş yaş zekada bir çocuğun bile anlayabileceği netliktedir zaten...

Peki Türk Milleti? Halk darbeyi nasıl karşılar?

Akp gitti diye sevinç çığlıkları atılacaktır. Çoğunluk, "haketmişlerdi" diyerek aklamaya çalışacak darbeyi. Laik, "tam bağımsız" bir Türkiye ile "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganları atılacak yine çoğunluk tarafından! Birçok gazete manşetleri güya darbeyi desteklemiyormuş gibi, "istemez yan cebime koy" minvalinde manşetler atacaklardır! Üstelik millet olarak askerimizi severiz biz... Bizim sandığımız askerimizi! 

Çoğunluktan biri olduğum için statukoyu oldukça geç sayılabilecek yaşlarımda fark edebilmiştim. Doksanların başlarıydı. Benim "gibi" olmayan birinin uğradığı haksızlığı hiç bir şey olmamışçasına bir fütursuzlukla yok saymış, akşam eve döndüğümdeyse düşünmekten uyuyamamıştım. Kaşınarak ve tuvalete taşınarak sabahı sabah edip, çoğunluk demokrasisi ne demek, çoğulcu demokrasi nedir, o zaman anlam verebilmiştim, neyse...

Hep bir iç karışıklık çıkartılabileceği ve bunun sonucu olarak BM güçlerinin Türkiye'yi işgal edebileceğini düşünürdüm. Oysa Kuzey Atlantik Paktı müttefiki bir orduyla, bu güçlerin girip 100 yıl önceki tarihi karelerde olduğu gibi bizi işgal etmesine pek de ihtiyacımız olmamıştır 47'den beri...

Şimdi tekrar ediyorum ADALET herkese lazım da Kemal Bey, yürüdüğünüz o yollarda taban sıcaklığınız bize ne pişiriyor, neleri hazırlıyor? 

Adalet için yürüyüşü destekliyorum ama her şeye rağmen değil.

Ayrıca askerimi de çok severim. Ama düşünebiliyor musunuz nasıl bir ikilemdeyiz? Ya yola Akp ile devam edip siyasal İslam diktatörlüğünde boğulacağız, ya Laik Cumhuriyet'le Ön Asya'yı cehenneme çevirecek olan Amerika'nın koç başı edileceğiz.

Söz konusu Akp'den kurtulmak bile olsa DARBEYE HAYIR!
ADALET'in bedeli darbe olmamalı!


Jale ALTUNEL
18 Haziran, 2017










7 Haziran 2017 Çarşamba

SICAK SAVAŞ

Zeytin ekmek yerken ağladım.
Sonra şişenin dibinde kalmış
Zeytinyağına baktım,
Zeytinyağı gibi üste çıkmıştı biri
O sırada...
Harici bir memleketin
Alçak basınçlı semalarından,
Tahrip gücü yüksek, bombalar sallıyordu
Yükseklerden.
BE-DEL-1982 yazıyordu üzerinde bombanın
Ağırdır koşulu bazen insan olmanın
Bir kuşku-savar imha etti onu havada
Ve konuçlanıyorduk önünde topyekün
Zeytin ağaçlarının
Ve siperliyorduk göğsümüzü
Orta yerinde,
Bu sıcak savaşın!
Şimdi bedeli ölümdür belki buralarda,
Vatan savunmanın.

"sıcak savaş"
j.ak
7.Haziran.2017