26 Aralık 2014 Cuma

toprağımın gözleri kara

eksilmeye dönmüşken yüzünü karanlık
içimde büyüdü yine o anlık saşkınlık.
dün de bir, yarın da.
örtü olsun istedim düşüm
ahenksiz ruhuma.
zamanı öldürmüştüm bir kez
ki ölümsüzmüş meğer
bir yanım umutsuz
bir yanım beklemeye değer.
dün tarifini sordum
bir büyükada vapuruna
o anlattı gözlerini toprağımın

bana...

tatlı bir gülümseme var yüzümde,
buz olup eridim bu gece
karanlığın ham maddesinde
karıştım ısınıp ay haresine.


acı eşiği, bilir hep gelmeyeceğini
özünde gündüzün toz pembesi
kafamda insan kokusu sinmiş bir sigara izi
ki durmadan söndür-düğüm.

"
toprağımın gözleri kara"
j.ak
23-26/12/014

23 Aralık 2014 Salı

BEDAVAYA...

Dün gece güzide spor kulübümüz Beşiktaş’ın maçı vardı. Tottenham Hotsbur’la…
Endüstriyel furbola karşıyız desek de, bu şekliyle; spor emekçilerinin göstermelik bir sarı sendika değil, “faal” bir sendikaları olması dileklerimiz sürüp gidecek.
Dün akşam, internet platformlarından birine hem yabancı maç olması nedeniyle, hem de sakatlanan oyuncuların bu önemli maçta görevlerini yapamayacak olmalarından dert yanar bir şekilde maçın başlamasına dakikalar kala;
“Dembaba’nın ayak parmağı kırık üç hafta yok,
Mustafa Pektemek burun kemiği ve elmacık kemikleri kırık, üç ay yok,
Attiba cezalı,
Veli Kavlak adelesinde 1. Derecede yırtık var, sakat.
Sivok sakat,
Gökhan Töre sakat,
Oğuzhan, sakat,
Kaleci Cenk Gönen sakat…
Bence zor bir maç olacak. Bunlar ilk on birde forma giyenler ve rakip kuvvetli. BJK yenerse grup liderliğine oturacak. Allahtan üst turu garantiledik. Ama ülke puanı bakımından kazanmak da önemli, zira Yunanistan ensemizde. Bu akşam Beşiktaş’la Trabzon’a çok iş düşüyor. Hayırlısı bakalım…”
Diye yazmıştım. Beşiktaş’lı mıyım? Hayır. Hiçbir takımlı değilim, her takımlıyım. Yerine göre Mersin İdman Yurdu’luyum, Yerine göre 3. Ligden Maltepesporlu, yerine göre Altay’lı. Çünkü Spor Akademi’liyim. Refleks takipler bunlar. Hele konu dış maçlar olunca.
Neyse maçın başında koskoca Arena Olimpiyat Stadı’nın (AOS) elektrikleri kesildi. Avrupa’nın bir çok ülkesinin naklen izlediği bir maçın öncesinde  “New Turkey”, bu rezaleti yaşıyordu. Sonra maçın ortalarında bir yerinde yine elektrikler kesildi, yine jeneratörlerin devreye girmesi beklendi, stat ışıkları patlamasın diye yine yavaş yavaş aydınlatıldı ortalık. Bu kepazeliği tüm Avrupa izledi, izledi…
Yıl 2014 ve bizim ülkemizde hâlâ daha elektrik kesintileri yaşanmakta. Hele şu son 7-8 aydır, durum iyice arttı bilmem farkında mısınız?
Belli saatlerde huy haline gelmiş kesintileri yaşları tutan nesil iyi bilir. Bunun nedeni tam olarak ülkenin enerji tasarrufu için kesinti yoluna gidilmesidir. Memleketin içinde bulunduğu fukaralığa bakınca kesintilerin nedenini yalnızca buna bağlayabilir miyiz? Eh bağlarız elbette. Ama siz bu işgâl hükümetinin şimdiye kadar hiç tek taşla tek kuş vurduğuna tanık oldunuz mu? Ben olmadım.
Ve açıkçası hükümet; koskoca AOS’nda Avrupa’ya ve tüm Dünya’ya dün yapmış olduğu “Memleketi rezil rüsva etme gösterisi”ni bilmem kaçıncı kez yine yeniden sahneye koydu. Rezil olan bizleriz dostlar. Memleketçe, Türk Halkı olarak her birimiz tek tek rezil oluyoruz. Kimse kendini İsviçre vatandaşı falan sanmasın. Kabuğumuz belli, yurdumuz belli…
Elektrik kesintilerini tıpkı AOS’nda dün gece yaşanan kepazelik gibi başka dev organizasyonlarda da göreceğiz. Bunlar konserler, uluslar arası kongreler falan olacaktır örneğin. Ve önümüzdeki aylarda memlekette bir “enerji yetmiyor” söylentisi-algısı yaratılacaktır. Ola ki son dönemde büyük şehirlerde yapılan devasa yeni binaları görüyorsunuz. Yani bizim ağaçlardan oluşan ormanlarımız, canımız ciğerimiz katledilerek onların yerine ektikleri beton ormanları… görüyorsunuz!
İşte bu adına kentsel dönüşüm dedikleri devasa projeler için doğru düzgün alt yapıyı da yapmıyorlar. Sizce bu teknoloji bizde olmadığı için mi? Bence değil… Bence altyapılar özellikle yapılmıyordu son 5-6 yıldır. Sebebi; elektrik kesintilerini bilinçli olarak artırarak NÜKLEER SANTRAL konusunda halkı daha rahat ikna edebilmenin algısının yaratılıyor olmasıdır…
Yani yine ölümle korkutup sıtmaya razı edileceğiz. Rezil rüsva olarak, tüm dünyanın alay konusu olarak. İçimiz acıyarak ve utanç içinde!
Sonra gelsin Osmanlıca, gitsin fıkralar espiriler…
Bir arkadaşım hayıflanarak bahsetmişti reis-i cumhur’umuzun yaptırdığı şu üzerinde çok konuşulan saray hakkında ejnebiler alaysı bir program yapmış. Bizim yüksek IQ’lu İsviçre vatandaşı olduğunu sanan Türk’ümüz de bu videoyu sosyal ağlarda paylaşarak buna gülüyor, bununla eğleniyormuş…
Ya hu arkadaşım adamlar reis-i cumhur nezdinde hepimizle alay ediyor bunu farkedemiyorsan 180 IQ’n ne işine yarayacak? Eyvallah çok zekisin, espiritüelsin de onu anladık! Ama sen o adamın baktığı pencereden Türksün. Ne eksik ne fazlasın.
Kendini bu halktan ayrı (elit, farklı) görenlerin sıkıntısının, aslında psikoloji biliminde bir adı varmış. Ben de az önce anlattığım malûm videodan bahseden arkadaşımdan öğrendim:
ETNO-MAZOŞİZM miş bu illetin hastalığın adı…
Etnomazoşizm: kısaca kendi gibi olanlara karşı öznefret geliştirmek olarak tanımlanıyormuş. Ve kendini bu memleket kozasındandan çıkmış bir kelebek sananların adı da ETNOMAZOŞİST’miş.
Bu arkadaşlara tavsiyem olaylara Türkiye’de ne yaşadıklarının ve kendilerine ne yaşatıldığının farkında olarak bakabilmeyi öğrenmeleridir.
Sporla başladık, sporla bitirelim madem. Aynı takımın oyuncularıyız işte. Sevseniz de sevmeseniz de. Beğenseniz de beğenmeseniz de. Dün gece Cenk bir gol attı! Aynı takımda oynayan arkadaşı ona tam topla buluşma anında çelme takar mıydı sizce? Ya da tersten soralım Cenk gol atamasaydı, o pozisyonu değerlendiremeseydi takım arkadaşları ondan ömür boyu nefret mi edeceklerdi?
Türk takımındayız arkadaşlar. Peki siz hangi takımda oynuyorsunuz?
Yabancı takıma transfer mi oldunuz yoksa?
Kaç paraya oynuyorsunuz peki?
Söylemeyin, durun tahmin edeyim:
Bedavaya!
Bedavaya!!!

16 Aralık 2014 Salı

gökyüzünde hapis

umutlar, işgal altında
işgal altında kaygılar
zamanlar eğildi zamansızlığa
kör tohumlar ekildi kafalara,
feryatlar kondu onay rampasına. 
kapıyı kilitledi atıl yalnızlara
ve kilitler yetmedi kale gibi konaklara,
yabancılaştık. 
ve renklerimiz yıkandı, 
renkli sokaklarda...

sararmış çoktan arsadaki maç
yanar döner imansız borsadaki hac
aşk; terketmiş gözü kulağı
idam etti hesli ırmak gölü otağı, 
dostluk işgal edildi ve sabırlar,
gökyüzüne hapsedildi yağmurlar.

"gökyüzünde hapis"
j.ak
16.Aralık.2014




sokak çağrısı

buharlı ütüyle kıvrımları ütülenmiş
düz beyinler üzerine
"gel vatandaş gel" yazabilmişler tek.
sokağa canlı davetiye basmışlar güderek
şuursuz ve eserek.

"(tkp'den) sokak çağrısı"
j.ak
16. Aralık.2014




25 Kasım 2014 Salı

harfleriniz ve siz

I-
kömür tozları sindi yaşlara
sildikçe bulaştı 
altmış sekiz yıllık eski yanağımıza
eksildikçe eksildik, yüzümüz kapkara
ve bir yüz aradık durduk yakınımızda,
binlerce harf döküldü ağızlarımızdan
yan yana.
ve yana yana içerken utancı, 
saklıyordum kendimi; 
uyku, üç günlük firarcı
alkole beni yudumlatırken o gün o acı,
harfleriniz çökmüştü yüreğimdeki madene, 
harfleriniz ve siz...

II-

barut tozları sindi canım ateşli, sinsi
uzun yalnızlığımıza yeni kurşunlar indi 
tüm dünya izlerken kıyımımı ve katlimi
Arap'larda bayraklar yarıya inmedi
yüz yüze yudumlarken utancı,
kaldırdım evdeki aynaları
alkole beni yudumlatırken siz,
gizleriniz çökmüştü 
dizlerimin bağına
dizelerim ve siz...

III-

ve bir bayram sabahıydı...
yeni demlenmiş çayın kokusu 
karışmışken baba ocağımdaki 
pamuk yorganların ve
babamın kokusuna;
son kez karışmışım meğer o gece
sohbetine ve göğsündeki sıcaklığa...
yana yana yaşarken; hakkında 
dili geçmiş zaman eki kullanma utancı,
uyku kim bilir kaç gündür firarcı.
babamı yudumlatırken bana acı, 
harfleriniz aktı, 
göz kapaklarımı hafifleten 
mütemadiyen.
göz kapaklarım ve siz...

"harfleriniz ve siz"

j.ak
11-25.Kasım.2014



26 Ekim 2014 Pazar

ait

Elinde şarap şişesi.
Belediye, 
bedava şarap dağıtıyor sanki
Edebiyatın fukaralıkla imtihanında şarabî mağdur(!) 

Gazdan çok önce, 
yirmi metrekarede açlığa direnen 
onun için hayali bir karakter ki; 
üzerine yazaroğlu yazar...

Sorsan aç da kalmıştır –görece-
Belki bir kaç günlüğüne! çok dokunaklı.
En azından yemeğini sokak kedisiyle paylaşmak: 
vapurdan martıya simit atmak ve
sokakta yaşayan bir garibanın yanına oturup 
muhabbet bağına girmekle, 
eşdeğer romantizmde.

“İnsanlık öldü mü be?”
#direninsanlık!

Onaylanmak önemli zahir!
Onay, 
aidiyeti yanında taşır. 
Ki sorsan hiçbir 'şey’e ait  değil.  
Ki-bir yazıda patlayacak. 
Egoya iyilik. Fanzinhar!

ve parasızlık pornografik, 
parasızlık pornografik!
Yokluksa şiirsel.

"ait"
j.ak
29.Eylül.2013



2 Ekim 2014 Perşembe

Son Çıkış

Süt vermeyen ineği keserler…

Bir arkadaşımla 2010 senesinde yaptığımız bir sohbette işgâl kuvvetlerinin topraklarımızı “postallarıyla çiğneme” tehlikesi var, bölünme ancak o şekilde gerçekleşebilir demiştim. O da bana buna hiç gerek olmadığını, istediklerini nasıl olsa aldıklarını, bizi sağmal inek gibi sağdıklarını, sözünü ettiğim şeye ihtiyaçları olmadığını söylemişti.

Kapitalizm üretmeyen bir toplumda işlerliğini yitirir. Şu an gelinen durum sömürülmekten verilebilecek hiçbir şeyin kalmaması ve sıranın toprak vermeye gelmiş olduğunu işaret ediyor. Kürt realitesi bahane, deli gömleği şahanedir. Yukarıdaki sözü ettiğimde memleket sıcak para bağımlısı haline çoktan gelmişti ve üretime dayalı bütün enstrumanlarımız işlerliğini aynı şekilde kaybetmişti.

AKP hükümetiyle yaşanan II.Lâle Devri’nin son demlerini yaşıyoruz. Saltanatını sürdürmek isteyenlerin memleket üzerine oynadığı oyunun son perdesidir TESKERE.

Bir çok belirsizliği içinde barındıran ve memleketi postallarıyla çiğneyecek askerlerin hangi yabancı ülke/ler’e ait olduğu bile açıklığa kavuşmamış, içinde PKK, HPG ve YPG ile ilgili hiçbir tanımın yapılmadığı, bir ülkenin meclisi önüne asla konamayacak derecede niteliksiz bir belgeye ne hakla ve neye istinaden onay verilebileceği tartışmalı hatta şaibeli, şikelidir. Şikeyi yapan kasti foulleri de görmez nasıl olsa değil mi?

Neler olup bittiğini artık hepimiz görebiliyoruz, en kaba perspektiften en ince detaya. Kimlerin torunları Türk Milleti adına kararlar veriyor, uygulayabiliyor, demokrasi ve özgürlük diye gırtlağı patlayanların gerçek amaçları nedir? Demokrasi tramvayına ne zaman binilir ne zaman inilir –hatta çoktan inildi bile- açık kart oynanıyor her biri artık…

Sorun şimdi ve sonrasında neler olabileceğini görebilmemize dairdir. Borçlandırılma yüzünden elimizden çıkmak durumunda kalan Makedon topraklarında yaşanan sürecin az farklarla aynını yaşamaktayız. Orada da İngilizler Osmanlı’yı borçlandırdıktan sonra çetecileri kışkırtmış, silahlandırmış ve Osmanlı ordusunun bölgeye asker ve mühimmat desteği yapmasına duyun-u umumiye kararlarıyla engel olmuştu. Mühimmatsız ve desteksiz bırakılan Osmanlı Paşaları’nın yaşadıkları, tarihimizde büyük trajedilere sahne olmuştur.

Bugünlerde memleket bir çok tehlikeyle burun buruna. 

Meselâ geçenlerde elime bir broşür geçti. Yahudiliği tebliğ ediyor bu eflâtun renkli minik broşür. Hem de ne zaman yapılıyor bu tebliğ? IŞİD sayesinde(!) İslâm’a karşı başlatılmış olan büyük bir uluslar arası kampanya ile, insanlar gün be gün islâm dininden soğutulurken, uzaklaştırılırken. Broşürde insanlara rahat bir yaşam vaad ediliyor. Ufak örnekler vermek gerekirse, “Tanrı dünyamızı nasıl daha iyi bir hale getirecek?” sorusunun altına “özdeyişler 2:21, 22 ve DANİEL 2:44” referans olarak verilmiş… Örnekleri çoğaltmayacağım. Çünkü her dine saygım var, inançlar üzerine yargıda bulunacak falan da değilim. Ama? Aması var işte.

Karşımızda II. Dünya Savaşı’ndan Aşkenaz Türklerini katlettirerek büyük mağduriyeti yaratmış ve İsrail’i ülke olarak kapatmış bir insan topluluğu var. Şimdi yapılan tebliğin bir parça altını kazıdığımda din değiştirenlere on bin (10.000) TL. verileceği vaatleri de yer alıyormuş. Biz son 12 yılda garibanı fazlasıyla artmış bir ülkeyiz. Memleketin yarısından çoğu açlık sınırında yaşıyor ve bu vaatler karşısında Yehova’ya inanan(!) sayısında ciddi bir artış olacağı aşikârdır. 

Acaba bu islâmdan dönen Türk Yahudiler IŞİD için yeni birer hedef tahtası oluşturuyor olabilirler mi? Şeklindeki sorumu da usülen sormuş olayım bu durumda. Bence olabilir. Almanya’da katledilen insanlar da Hazar Türkleri’ydi sonuçta. Dinleri yahudilikti. Ama biz Hazar Türkleri katledildi diye bağırmadık hiç. Ama Yahudiler katledildi diyerek İsrail’e göz dikenler dünya çapında ağlıyor ve istediklerini de alıyorlardı.

Başından beri BOP’un Kürdistan’la bir ilgisi olmadığını, bunun büyük İsrail ve Ermenistan projesi olduğunu söylemiyor muyuz ve hedefin de Türkiye’nin sadece Doğu ve Güneydoğusu değil, tamamı olduğunu? AKP’nin islâm diniyle alakasının olmadığını, bunların tamamının yapılmak istenenlere birer örtü ve kılıf görevi gördüğünü…

Sanırım dünya üzerindeki en tuhaf din para. Çünkü en inançsızını bile birden bire imana getiriveriyor. Para yeşil sermayeyle AKP yandaşlarının eline geçerek el değiştirdiğinden beri, zengin koca bulmak için türban kuşananlarla doldu memleket. Evlilik programlarına çıkan kadınlardan birini izlemiştim yazın, “evlenince örtünebilirim” diyordu. İlginç.

Işid de tıpkı diğer islâmi terör örgütleri gibi acımasız katillerle dolu bir örgüt. Sureler hakkında “bakara makara” diye alay ederek konuşan AKP’liler bir yandan, sahtece örtünenler, gayet kalbî bir konuyu paraya endeksleyen din esnafları bir yandan ve daha önemlisi eli kanlı terör örgütleri de diğer yandan. 

Tanıdığım insanların en maneviyatı yüksek olanlarında bile bir tiksinti uyandırmış durumdadır bu unsurların tamamı. Bu sadece benim gözlemim tabii. Ama bugünlerde aklımıza mantığımıza ve inançlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor her şeye inat! Eşimizi dostumuzu, komşumuzu bu türden tebliğler konusunda bilgilendirmeliyiz, uyarmalıyız. İsrail bizim topraklarımız üzerinde söz sahibi olabilmek için bir yahudi mağduriyet plânının hazırlığına kalkışmış olabilir ve Türkiye’deki Yahudiler’i katlediyorlar diye dövünebilir yakında.

Yine olabilirlikler üzerinden yürümek istiyorum. Teskere MHP evet derse çıkacak. Ki der diyorum. Bu durumda TSK kendisine denileni mi yapacaktır yoksa kendi halkının yanında mı olacaktır? İşte bu sorunun yanıtı da Bülent Arınç’ın geçenlerde “askeri yargıda idam cezası halen yürürlüktedir” demesinde gizlenmiştir diye düşünüyorum. Arınç’ın bu sözleri Hükümetin TSK’dan ötürü tedirginliğini ortaya koyan önemli bir beyandır bana göre. Kendileri TSK’nın üst rütbeli askerlerden ibaret olmadığının farkındadırlar. Bu sözleriyle Arınç TSK’ya aba altından sopa göstermiştir. Teskere çıkarsa ve TSK içindeki askerlerden hükümet kanadından gelecek emirlerin dışına çıkan olursa idam cezasına çarptırılabileceğini belirtmiştir üstü kapalı.

Ancak yazımın başında da söylediğim gibi borçlandırılmakla elimizdeki tüm işler üretim araçlarımız en önemlisi de yıkıcı kanunlarla tarım ve hayvancılığımız bitirilmiştir. 

En zayıf ve en eli kolu bağlı olduğumuz dönemleri yaşıyoruz bu sancılı yıllarda. Uğur Mumcu nur içinde yatsın, bir kitabı vardı sancılı yıllar diye. Şu yaşadıklarımızı görse nasıl tanımlar nasıl ifade ederdi bu yılları bilmiyorum. 

Memleket niçin bu şekilde üretimsiz bir hale dönüştürülür, neden adeta süt vermez bir inek haline getirilir, cevabı çok açıktır. El koyabilmek için tabii… ve teskere çıkarsa bu milletin tek şansı II. Kurtuluş Savaşı’nı yine yeniden yedi düvele karşı kazanmaktır.

Teskere çıkması olasılığı köprüden önce son çıkış levhasıdır!





1 Ekim 2014 Çarşamba

can yangını

yağmura karışır yakında
o son model telefonun
taksitlerini düşünen adımlar.
adımlarla arşınlanır, çaresiz iş yolları,
ve güz çıkmazında  düş pişirir aş yorgunları.

göz göze gelmeme gayretiyle eğreti,
yağmur değmeyen metrolarında İstanbul’un
üst üste karşılanacak soğuklar yine  
kış güvertesinde, bir Eminönü vapurunun.

kış hiç gitmemişçesine geldi bu yıl, inatçı kara!
ve kapkara ölmüştük Mayıs’tan  Ağustos’a
Kömür olup Soma’da
Cehennem olup Telafer  Kerkük  ve Musul’da!

sınırdaki çirkefi yutkunamamışken daha
kara bir yazı yazdılar ki kapkara,
güz telâşı yeni bir kapı araladı okul masraflarına
dişi olarak bakarmış  mollalar, kız çocuklarımıza!

kendisine değmeyince bu işlerin ucu
hep başkalarına attı kimisi suçu.
kimi sustu, kimi uçtu, kimi uç’tu, uzak,
kimi farketti özgürlük-demokrasi dedikleri  birer tuzak
kana kana içerken kanmanın bedelini,
kimileri öderken anlayacak can yangınıyla bağırarak!..

“can yangını”
j.ak
25.Eylül.2014







20 Eylül 2014 Cumartesi

kanatsız çırpınırken

dağlar dökülmüş 
ağızda saklanan sudan.
gezginde açtı masal
masalda yalkıdı semah
semahta erdi ateş
ateşte közlendi yangın,
seyrederken yorgun argın,
gök rengine büründü ses!
üstelik;
kanatsız çırpınmayı kavuşturdu kaç kez
kora kesmiş soluk seliyle öz.

insan peşine düştü toprak
yeşil kara gri mavi gözlerinden kan
sızdı.
yeşil kara gri mavi tenine can-
sızdı,
kör tohumlar misali yüz bin dolara…

biz,
gökte bir yıldız kümesiyken
yalın ve çoğul,
toprak kara gözlerinden
al mehmetlere boğulur
bağrını avlak ettiler yavruma yurdun, 
savul!
pusuya düşmesin artık
tek bir oğul…

“kanatsız çırpınırken”
j.ak
20.Eylül.2014




17 Eylül 2014 Çarşamba

Türk Sanatı katliamı


Türkiye'de "Geçer akçe sanat";

Filmlerin konuları,
Dizilerin temaları,
Şarkıların sözleri,
Resimlerin renkleri,
Heykellerin isimleri...

Türk değilse yolu açıktır.

"Geçer akçe sanatçı";

Türk düşmanı olsun kâfi 
Hem ağlak, hem afilli
Biraz da duygu varsa,
Köşeyi kapar abi!

Koro...
Sol sanat sol!
Haydi özgür ol!
Sol sanat sol!
Her attığım gol!
...

Ne "Yol"lardan geçildi,
Ne isimler seçildi.
Özgürlük diye diye
Şebeklik öğretildi
Halk istiyor diye diye
Kültürüm katledildi.

Ezildi halk dediler
Liboş-sol'a erdiler
Halk ezmesi besiniyle
Bin kere semirdiler.

"Türk Sanatı katliamı"
j.ak
17.Eylül.2014


12 Eylül 2014 Cuma

THEIR BOYS

Tarih anlatılırken sebepler ve sonuçlar sıralanır. Bunlar bunlar oldu sonra bir öğrenci veliahtı vurdu savaş başladı. Ya da bir gazeteci ilk kurşunu sıktı direniş başladı şeklinde.

Oysa savaşları ya da direnişleri başlatan olayların iktisadi, siyasi ve sosyolojik sebepleri zamana yayılmıştır ve bundan sonra bu olmuştur gibi kestirme cevaplar vermeyi de pek mümkün kılmaz. İşte bu sebepledir ki tarih çarpıtılmaya en müsait bilimdir. Belgeler, o günün şartları göz önüne alınarak incelenir. O zamanın şartları da yalnızca o coğrafyaya kuş bakışı bakmakla değil, dünyadaki siyasi iktisadi askeri ve sosyolojik gidiş doğrultusunda, ülkelerin bağlı oldukları anlaşmalara, bağlı oldukları ittifaklara ve paktlara bakılarak yorumlanır. 

Bizim coğrafyaya bu şekilde bakıldığında "borç batağına batık" bir ülke görürüz. Bu yüzden biraz daha dikkatli bakmayı gerektirir çoğu kez...

Küçük resimlerde, birilerinin kurtuluş olarak gördüğünü birilerinin yıkım olarak yorumlaması, birilerinin direniş olarak gördüğünü birilerinin isyan olarak yorumlaması normal(!)leştirilir… Bu yorumlardaki göreceliklerde yalan söyleyenleri ve tarihi çarpıtanları, hatta bunu özellikle yapanları nasıl ayırt edebiliriz sorusunun cevabı büyük resimdedir. Büyük resim derken, dünya küçüktür aslında ve örneklerle doludur. Perdeyi bir parça aralamak kâfi gelecektir ki perdeyi tamamen kaldırmanın da hiçbir sakıncası yoktur. İçeride “çetrefilli işler” çevirmiyorsanız tabi.

1980 Darbesi’nin gerçek hedefi Türk Devleti'ydi ve Türkiye Cumhuriyeti’ydi diyebilir miyiz? Bence dolaylı olarak deriz. Yine sondan başladım. O halde şöyle çevirelim;

Türk Devletleri’ne baktığımızda ve tabii ki kurucu devlet adamlarımıza, ne görürsünüz? Büyük bir “ordu” ve dahiyane zekâya sahip bir “başkomutan”. Bu biz Türklerin de devlet kurma geleneğinin temel taşı. Dünya’nın diğer devletlerine bakıyoruz, bir iki örnek dışında durum  aynı.

Ancak ne var ki yorumlar yapılırken ne zaman kendi coğrafyanızdan, ne zaman evrensel olarak bakacağınızı kestiremezsiniz. Ya da böyle demeyelim, bu ayrımı yapabilme öngörünüz tırpanlanır.

Zamanlamayı doğru yapabilmek, önce insanın kendi ülkesinde yaşadığı olayın “öznesi” olmasıyla mümkündür. Evrensel olarak baktığınızda bir Fransız kendi etrafında dönen olaylara asla evrensel bakmayacaktır. Yerel bakar, yani ÖZNE'sidir olayın. Bir Rus, bir Amerikalı, bir İtalyan, bir Alman… Herkes kendisidir. Sanatçısıyla, bilim adamıyla, siyasetçisiyle, iktisatçısıyla, işçisi ve memuruyla. 

Ama gelin görün ki bizde durum böyle işlemez. İnsanımız sürekli kendisi de içinde olduğu halkı aşağılayıp, sanki Danimarkalı  ya da Hollandalıymış gibi memlekete yapılanların, bize reva görülenin asla öznesi olmaz. Türkler diye başlar bakışlarını hayıflandırarak, "size müstehak der" sonra gözlerini yukarlara belerterek. Aşağılık kompleksiyle harman olmuş bir öznefret sarmalında esrir…

Darbe ve devlet diyordum.

Binlerce yıllık Türk tarihini öyle çarpık öyle yalan, öyle büyük yanılgılarla dolu dinlemiştir ki falancadan, öz nefreti, Türk Ordusu’na karşı oluşturulacak kin ve nefrette 80 Darbesi'ne dolgu malzemesi olacaktı. Oysa kan durdu diye sevinmişti herkes. Meselâ Zerrin Özer'in bile açıklaması var yazılı olarak. Ama durdu zannettiğimiz kan, kapalı kapılar ardında akıtılmaya devam ediyordu. Hem de oluk oluk. Kan daha önce insani bir biçimde durdurulamaz mıydı? Karşı grupların ellerine tutuşturulmuş silâhlar neredeyse küçük bir ülke ordusunun elindeki silahlar kadar fazlalaşınca mı “their boys” oldu kendi ordumuz?

Kimler getirtti silâhları?
Dipten - derinden kimler verdi o ana kuzularının eline onları?
Tüm bu acayiplik olup biterken Kenan Paşa uyuyor muydu?
Yoksa karşısında düşman askerleri varmış gibi "do it" komutunu beklerken mi plânladı “Bayrak Harekâtı”nı?

Kinin ve nefretin tohumları organikti!  Adı bölücülüktü ve Gericilik de gübresiydi. İhmâl edilmedi, bolca serpildi. Bölücülüğün köklerine iyice kaynadı gübre. Birlikte elele piç otlarla beraber azgınca üreyecekler, filizleneceklerdi!..

Öyle de oldu.

Kenan Evren’in nizamperver bir Nato Jandarması olarak kraldan çok kralcı haliyle, bugünleri görebildiğinden kuşkuluyum. Kendini imhâ ediyordu zira. Türk Ordusu’nu, Devletini ve Rejimini yok etme plânının bir parçası edilmişti.
Kendi elleriyle ektiği tohumlar, beş adam boyu ağaçlara evrildi. Kin ve nefret tohumları öyle gür  göverdiler ki, meselâ sevgi tohumu bire bir, ya da hiç verirken, kin ve nefret, bire on verdi. Hektarlarca yeşeren bu azgın ürün “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeş(!)çesine” satacaktı günün birinde bu devleti! Eh öyle oldu…

Gelin görün ki ;

12 Eylül’ün Devleti bitirme ve rejimi değiştirme yönünde açmış olduğu delik saatte bilmemkaç yüz km. hızla giden bir jetin gövdesinde açılmış bir delik gibidir. O jet güvenle yere indirilmezse parçalanır. Aşağıdaki nefret ormanına düşer ve büyük bir kısmını da beraberinde yakıp kül eder!

Geriye kalan ağaçlar ne mi olur?
Küresel çete HASAT ZAMANI onların tamamını kesecektir.
Tarihleri boyunca hep ama hep böyle yapmışlardır. Bilmez misiniz?

Bizler el birliğiyle delik deşik edilmiş memleketimi,
Güvenle yere indireceğiz bir gün.
Bundan asla kuşku duymuyorum!.. 

10 Eylül 2014 Çarşamba

DEVLET

Kaba bir tanım yaparsak; Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan teşkilâtlanmış yapıya devlet deriz. Var olan kaynakların adil bir biçimde kullanımını sağlayan, kendi toprak sınırları içinde adaleti tesis edebilen bir yapı.

Biraz açarsak, klasik ve (adalet, diplomasi, iç güvenlik, dışa karşı savunma) iktisadi temelleri olduğunu görürüz. (istikrar, gelir ve kaynak dağılımında adalet, gelişme kalkınma)

Devlet konusunda Aristotales’e ve Platon’a çıkmazsa olmaz bu mevzunun ucu. Ama derdim bu filozofların ne dedikleri, devlet adamlarının ne yaptıkları değil. Yalnızca devleti parçalama ve yok etme yolunda oluşturulan algı işleyişine dikkat çekmek istiyorum. Bölücü ağızların oluşturduğu algı kısaca şöyle;  

Devlet eğitim hakkı vermiyor, sağlık hizmeti vermiyor, onca askeri besiyor ama bir sürü insan açlıktan ölüyor, okul yapmıyor, hastane yapmıyor, onu yapmıyor, bunu yapmıyor. O zaman kahrolsun devlet. Onu yıkmamız lâzım. Yani bu öyle boyutlara vardırılıyor ki. İyisi mi devlet olmasın! Savunma (asker), iç savunma (polis) olmasın. Eee sonra ne olsun peki? Işid ve ydg-h olsun, sokaklarda kapışsınlar, hatta ydg ışid’li bir militanı öldürsün! Ki herkes ydg’yi alkışlasın. Ya da Türkmenlerin canını Türk Ordusu değil de ABD, PKK terör örgütü ve Irak falan kurtarsın. Bölücüler de şunları desin sonra: 

“Sizin devletiniz ve ordunuz ne yaptı Türkmenler için? Biz orada Türkmenler'in canını koruyabilmek için çarpıştık!”    
"Buraların Abdurrahman Çelebisi biz olduk!"

PKK terör örgütü, ABD ve Irak ordularıyla birlikte: 
“bôz îttîfôk ôlmüşôk!” desinler! 
Bu şekilde bize oynatılan tiyatro nedir?

Devlet'e karşın hükümet odaklı düşünebilirsiniz. Yani tüm bunları aslında yapıp eden hükümetlerdir. Ya da yapmayan etmeyen. Pratikte haklısınızdır. Ama tüketilmeye çalışılan Türk Ordusu üzerinden Devlettir ve amaç da zaten eleştirmek, muhalefet etmek değil, dediğim gibi önce tüketmek ve ardından da talan etmektir... Ya devlet başa, ya kuzgun leşe desek ne değişir bilemiyorum...

Neyse yukarıdaki soruya geri dönelim. Devlet konusunda asırlardır oluşturulmuş olan düşünceler etrafında zorunlu bir döngüye girilir. Düşüncenin dikenli bahçelerinde bir döngü elbette. Platon’un ütopya devletinden başlar, sonra farklı amaçların kurgularında seyrini sürdürür. Kimi yayılmacı, kimi kaynak sömürücü, kimi kültür sömürücü, kimi dini cihatlarla tebliğ götürücü, kimi iç otoriteyi sağlamak için her eziyeti yapmayı mübah sayan.. diye devam eder gider örnekler... Ve bu oluşturulmuşluklar üzerinden yeni bir ütopyayı barındırır ve besler kafadaki "yenisi" doğal olarak. Kaçınılmazdır bu. Peki hangi kurgunun plânlandığını, yani devleti yok etme gayretinde olanların yıktıklarının yerinene koymayı plânladıkları modele bir bakıyorsunuz, ekseriyetle işin o bölümü tamamen polemiğin sarp yokuşlarında kendini imha ediyor. Çünkü ütopyanın kurgulanışında gidiş yolları farklı, algılar farklı, kullanılan dil farklı, zaman zaman sistemin adı bile farklı. Kurgulanmış ütopyalar üzerinden bugünün koşullarında asla hayatta kalamayacak ezberler tekrar ediliyor. Oysa onlar için uzun zaman öncesinden "kurgulanmışı" vardır. Halbuki sosyalist bir devlet kuracaklardır ya, neyse... "Bir tatlı şifadır aldanmak" demiş üstad.

Esasen pek mühim değil. Çünkü onlar kolkola girdikleri çetenin ipinde ipe sabitlenmiş bir şekilde cambazlık yapıyorlar. Yakın zamanda destekler kesilecek. Trafik tıkanacak. Şah görünümlü filler, at görünümlü piyonlar gerçekle yüzleşecekler.

Ben de sağlık hizmeti alamıyorum bu arada, eğitimde fırsat eşitliğinden falan çocuklarım faydalanamıyor. İçinden hukuk çıkarılmış ve bir kefesi ağır çeken adalet terazisi benim de hiçbir işime yaramıyor! Üstelik zarar gören yoksul kesimin olduğu bir taraftayım, doğal olarak eleştirinin ağababasını yaparım, da devlete değil… İçini boşaltanlara! Tırpanlayanlara, kemire kemire yok etmeye çalışanlara yaparım!

Kurumların içlerini dolduranlar nasıl ki insanlarsa, Atatürk'ün ardından deli gibi devleti yıpratıp kanunları delik deşik edenler, halkın gözünden düşürenler de yine  niyeti bozmuş, (ya da tam tersi niyetini yerine getirme telaşında) ahrarcı artığı kuklalar olmuştur. Ceplerini doldurmak, dünyalıklarını yapabilmek esasıyla davranan bu siyaset esnafları, her daim hınçla, nefretle, kinle ve intikam alabilme ihtirasıyla yaptılar yapacaklarını.

Kavramların bu kadar iç içe girdiği bir coğrafyada devletle zoru olanların gerçek sıkıntısı üzerini kedi gibi örttükleri Cumhuriyet rejimidir elbette. Çünkü devletin geleneksel(klasik) ve iktisadi(modern) politikalarını belirlemede aslolan, rejimin ta kendisidir. Kahrolsun devlet’in ardından 2002’lerden sonra bölücü ağızlara “kahrolsun tece, işgalci tece” kalıbının  söyletilmesi de hiç tesadüf değildir.

Monarşi rejimi yerine anayasamızla inşa edilen ve 29 Ekim 1923’te yürürlüğe giren “egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur” tanımı alt üst olalı yıllar oluyor. Seçim sistemimizdeki “millet vekillerini yalnızca parti başkanı aday gösterebilir” kuralı, seçimlerde demokrasinin asla işlemediğinin apaçık göstergesidir.

Ama vatandaş her seçimde “vatandaşlık görevimi yapıyorum” şiarıyla koca bir kandırmacanın içinde olduğundan bîhaber gibi, gider “tıpış tıpış” oyunu kullanır. 

Kafasına göre bir aday çıkmadı mı? O zaman olanların içinden seçeyim bari der… Cb seçimlerinde en acayip şekliyle yaşamadık mı bunu? Hatta tam dokuz köyden kovulup da onuncu köylere gelen şeffaf habercilerimiz, muhalif(!) tv kanallarından tavuklarını yemler gibi yemlemediler mi koskoca halkı? Sonra oy kullanmayanları da vatan haini ilân etmediler mi?  

Halkın katılım oranı bir seçimi meşru kılma konusunda en belirleyici faktördür. Bu yüzden oyunu kullanmayacak olanlar için para cezası türü uygulamalarla korkuturlar ve hep de tutar bu taktik. Sihirli sözcük: vatandaşlık görevi'dir. Yeterli katılım oranının sağlanmış olmasına kendi aralarında verdikleri isim: Demokrasi Şöleni’dir hatta… Her seçim sonrası dönemin reis-i cumhuru kim ise, o çıkartılır tv’ye ve: “Bugün halkın büyük bir çoğunluğunun katılımıyla bir demokrasi şöleni yaşanmıştır, vatana millete hayırlı olsun!” der.

Oysa içlerinden geçen şudur: 

“Bu sefer de yediler!”






4 Eylül 2014 Perşembe

ÖZGÜRLÜKLE KANDIRIP HEDEFE GİTMEK

"Aaa bak bugün de şeriat gelmedi? hihohihih"

"Ne sanıyorsunuz İran mı olacağız sanıyorsunuz gegegee?"

"ekieki eki, abartmayın yahu özgür irade diye bişi var, biz özgürlükçüyüz, herkes özgürdür."


Bu lafları 99'dan beri, yani AKP iktidara gelmezden 3 yıl öncesinden beri belki bin kez duydum. Zira o gün bugündür gerek sözlü olarak gerek şiirlerimde, ve yazılarımda uyarılarımı duyurma çabasında oldum:

Zamanını bekliyorlar, güçlenecekler, Demokrasiyi, Gazi Paşa'nın bizlere bıraktığı mücevher değerindeki bu yönetim biçimini, insanların vicdan ve merhamet duygularını kullana kullana gelecekler ve memleketi kendi karanlıklarına sürükleme rüyalarını gerçekleştirecekler dedim, diyenlerin, görenlerin yanında durdum.

Memleket keskin virajları dönerken ödümüz patladı. Referandum en önemli yol ayrımlarından biriydi. "Yetmez ama evet" dediler.. Antimilitarizm rüzgarları esiyordu. Vicdani retler, darbelerle hesaplaşmalar konuşuluyordu sivillerin yapageldiği onlarca siyasi darbe göz ardı edilip. 

Ama şimdi Selahattin Demirtaş "Türkiye PKK'ya silah yardımı yapsın" der oldu! 

Onlar her daim güçlüydüler. Çünkü güçlü olanların kuklaları onlar. Küresel çete neo-sevr'i uygulatabileceği yönetimi seçerken, eş zamanlı olarak bu halkın başına "Ilımlı İslam" çorabını da giydirmeyi planlıyordu. 

Bunun içindir ki "Mütareke Zamanı" hainlerinin ve işbirlikçilerinin torunları iktidara getirildiler.. 

Kültürel yozlaşmanın dilde başladığını onlar en iyi bilirler. 80 sonrası memlekette pub cafe hede hödö ne kadar dükkan bakkal çakkal varsa isimler İngilizce Fransızca Almanca kondu hep. İşin garibi insanlar da oraları tercih eder olmuşlardı. Recaizade Mahmut'un Araba Sevdası romanındaki aptal karakterlere döndü koskoca halk... Döndürüldü. Dönüştürüldü... Bu dönüşümde başat enstrumanlar, televizyon ve sanat dünyası(!) olmuştur. Amerikanvari ya da Avrupai olunca daha "karizmatik(!)" oldular. Ki hâlâ öyle olduğunu sananlarla doludur memleket. 

Bir ülke cahil bırakılmışlığın yanında kültürel olarak yozlaşmaya da başlamışsa işte o zaman durum kötüdür. Çünkü nereye çekseniz kuzu kuzu oraya gider. 

Dil yozlaşmışsa, kavramlarla da gayet kolay oynanır. Çünkü elma artık elma değildir. O kadar fazla insan o elma'ya armut demektedir ki; Bir ısırık alırsınız elmadan ve 

"Oğğ armut bi harika dostum!" dersiniz..

Artık herkes emellerine ulaşma konusunda eş zamanlı olarak tüm virajları almış ve yokuş aşağı bir son düzlüğe gelinmiştir. 


Herkes derken; 

1-Küresellerin neosevr'ini, yani parçalama planlarını,  
2-İktidardaki gericilerin islâm cumhuriyeti'ni kast ediyorum. 


Aklınıza bölücüler takılıyor biliyorum. Eee onlar? Diyeceksiniz, demeyin. 


Çünkü onlar her daim olduğu gibi kâğıt mendildi. Kullanıldılar. Ve sümkürüldükten sonra çöpe atılacaklar.

Yani bölücü tayfayla kolkola omuz omuza olan; barış kardeşlik ve "özgürlük",  sloganları atan ve çoğu kez de uzaktan kumandayla vicdan ve merhamet duyguları işletilen insanlarımız: KULLANILDINIZ! 

Bu arada bu yazı İmam hatiplerde Türkçe'nin yasaklanmasıyla ilgiliydi. 

Yasaklarlar efendim yasaklarlar! 

Çocuğunuzu yolladığınız devlet okullarını zorla imam hatiplere çevirenler "türbana özgürlük" naraları atılırken koluna girip, omuz  ve el verdikleriniz değil miydi?

Onların mağdur türbanlı bacıları için hep beraber gözyaşı dökmediniz mi okuyamıyorlar doktor olamıyorlar diye? E oldular olmasına. Doktor da oldular ama sana bana olmadılar işte. Çünkü Hipokrat yeminini bile etmiyorlar? 

Büyük kullanıldınız büyük!

Aynalara bakarken bir kez daha düşünün. 

Düşünmekten zarar gelmez...


2 Eylül 2014 Salı

kendi kalemiz


I-

Gol atmaya gelirken hızlı forvetimiz kendi kalemize,

Savunmaya koştum "lan n'oluyo" diye!


Kaval kemiğime tekmeyi basıp geçti kasti faulle,


Gol attım diye sevindi üstüne şaşkın divane... 



"kendi kalemiz"



II-

İşi zor, çok zor

kendi kalemizin,

ucunu sivriltmeli

kalemlerimizin!

"kale'm"


j.ak

2.09.2014