27 Şubat 2015 Cuma

eşitməmiş kimsə



kölgələr gizli əsassız konuşturulan
rəngləri al, divarlarda
rəngləri içtiniz soluğunuzla
sənət səcdəyə indi gördüm
inqilabın cənazə namazında.


bir elm-fantastikanın ortasında itdi,
ana, qardaş, bacı, vətən
kölgələrin əlləri soyuq
könülləri isti-qəbulunluğu bir tutam
pençelerinize bulaşdı o qan
və bir fantastikanın ortasında diksindi
xariciləşdirməyi efektiyle humanist vegan


ağrını görən oldu mu?
bi-rəy görmüşlər qayın kökü sökərkən
Kam ağlamış, eşitməmiş kimsə
şəhərin səs-küyündən.


çarxın dişlileri kanattı kölgələri
ağrını duyan oldu mu?
ağızındakı qanı fırçalar durur yalan
qoxusu heç kaybolmayan.


çarxın dişləri çürük
və şərqindən mırldayan namedir
bir oğru çarıq!
təvəkkül indi;
məğrur çiyinlərində ağrının,
ağır və qırıq dökük...


"eşitməmiş kimsə"
j.ak
27.Şubat.2015


(Çeviri: Vuqar Imanov)



duymamış kimse

gölgeler saklı asılsız konuşturulan
renkleri al, duvarlarda
renkleri içtiniz soluğunuzla
sanat secdeye indi gördüm
devrimin cenaze namazında.

bir bilim-kurgunun ortasında kayboldu,
ana, kardaş, bacı, vatan
gölgelerin elleri soğuk
gönülleri sıcak-algınlığı bir tutam
pençelerinize bulaştı o kan
ve bir kurgunun ortasında irkildi
yabancılaştırma efektiyle hümanist vegan

acıyı gören oldu mu?
bi-rey görmüşler kayın kökü sökerken
Kam ağlamış, duymamış kimse
şehrin gürültüsünden.

çarkın dişlileri kanattı gölgeleri
acıyı duyan oldu mu?
ağzındaki kanı fırçalar durur yalan
kokusu hiç kaybolmayan.
çarkın dişleri çürük
ve şarkında mırldayan namedir
bir  hırsız çarık!
tevekkül şimdi;
mağrur omuzlarında acının,
vakur ve kırık dökük…

“duymamış kimse”
j.ak

27.Şubat.2015









23 Şubat 2015 Pazartesi

CİĞERİMDE KALDI KÖKÜN









ne güzeldir bizim çocuklarımız
gözleri ışıklı kanlarında çetin külek
yüreğinde vatan aşkı, rengi parıldayan gök!
mavisi bile kıskanır denizin,  
mahcupça düzlenerek,
düşmanında yoktur yavrum
sendeki bu koca yürek!

gül yüzlere  bezelenmiş masumdur hayalleri
fotoğraflardan bile duyulur o tatlı gülüşleri
öpmeye kıyamazken güne dönmüş yüzlerini
kopardı karanlıklar, ciğerimizde kaldı kökleri!

kıydılar efendiler güzel yavrularımıza
acıttılar milleti, vatan pazarlığında
Süleyman Şah Ulu Türk,
toprağımın kucağında
bırakıldı öylece, itine kopuğuna!

ne güzeldir o çocuklar, Tanrı Dağın uçmağında
kır çiçekleri gibi saf, ana yurdun bucağında
rahmetle yeşerirken şehadetin nuruyla
çiğnemem sizi kuzum seçime giden o yolda!

üstünüze bastılar diktatör efendiler
oyuna hep dahildi şu sözde muhalifler
partiler ve vekiller milletin değildiler
Türk’ü düşman belleyip Türkçe küfür ettiler!

ne güzeldir çocuklarımız, yüzleri Türk’ün yüzü
ne güzeldir onlar ah, seyri Atatürk’ün izi!
bitmez düşmanların kini, koskocadır dertleri,
biri din bezirgânıdır, bölmek ister diğeri!

“ciğerimde kaldı kökün”
j.ak
22.Şubat.2015

14 Şubat 2015 Cumartesi

BİZİ BİZDEN ALIKOYANLAR

“İki lokma bir hırka” islam dininin en güzel öğretilerinden biri bence.
Ama bu söz öbeği birileri para içinde yüzerken diğerlerinin kıta kanaat etmesi anlamına gelmiyor olsa gerek…
Burada kimsenin inancını inançsızlığını ya da vicdanını sorgulayacak değilim. Ola ki son derece mahrem ve boyu aşan bir konu olması yanında saygı gerektirmektedir.
Ancak ne var ki geçen günkü yazımda gayet yozlaştırılmış bir seyirde, toplumun yarısını oluşturan kadın nüfusunun eve kapatılarak atıl hale getirilmesiyle ilgili birkaç satır yazmıştım.
Coğrafi zenginlikleri olan ülkeler potansiyel mazlum ülkelerdir. Sebebi sömürüye açık olmalarıdır. Afrika ve ön Asya dahil orta Asya ve hatta Avustralya açıklarındaki (denizinde petrol olan) ada ülkesinde bile 1950’li yıllardan beri etnik ayrıştırmalar yapılıyorsa varın bu işin büyüklüğünü siz düşünün. Ayrıştırmalar din-mezhep tabanında ya da etnik olarak her yerde karşımıza çıkıyor ve emperyalizmin ulus devletleri parçalayarak emellerine ulaşması yolunda herkese hazırladığı uyguladığı tuzak aynıdır.
Türkiye’de durum bu bakımdan içinden çıkılamaz boyutlara tırmandırılmıştır. Çünkü hem etnik, hem din-mezhep ayrımcılığı coğrafya üzerinde tarihsel öneme sahip.
Sağ ve sol bu ülkede bitti deniliyor. Böyle denme sebebi, sağı ve solu bakış açısı değil ideoloji olarak göstermek ve bu bakış açılarının Türk siyasetinde kimler tarafından nerelere saptırıldığını ört-bas etmektir.
Atatürk’ün ilkelerini bilmeyenimiz yoktur. Ezbere bilir takır takır sayarız değil mi? Ama içerikleri üzerinde durup düşünmek gerek. Halkçılık ve Milliyetçilik birbirinden ayrılmaz iki temel parçadır kanımca. Sol dediğimiz bakış açısı Halkçılıkla, Milliyetçiliği, birbirinden ayırdı. Birbirinden kopardı. Milliyetçiliği sağ bakış açısı gibi gösterdiler. Sağ görüş sermayeden yana olan görüştür. Türkiye’nin bugünkü şartlarında hangi milliyetçi sermayeden yana tavır alabilir bana söyler misiniz? Sermayenin ve halkın olduğu her dönem sağ ve sol olacaktır önce bunu iyice bilmek ve anlamak gerek.
Milliyetçiliğin içine Türk islam sentezi sokularak milliyetçilik deforme edilmiştir. Halkçılığın içine de etnik bölücülük sokularak halkçılık deforme edilmiştir. Bakın memlekette aydınlar katlediliyor. Bahriye Üçok’u, Necip Hablemitoğlu’nu katlederek milliyetçi kanadımız, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’yı katlederek Halkçı kanadımız kırıldı… Uçamaz olduk!.. Bu aydınlar bizim. Hepsi değerli, hepsi önemli şeyler söylediler.
Bize yapılmak istenen açıkça şudur: Sanki halkını düşünen, halkçı olan milliyetçi olamaz, ya da milliyetçi olan, halktan yana tavır alamazmış gibi. Oysa dünya üzerinde hiçbir sol yoktur ki milliyetçi olmasın. Milliyetçilik öncelikle ülke kaynaklarını ve zenginliğini kendi halkının paylaşması demektir. Sömürgecilere, “buyur ben yemiyorum sen ye” demek değil.
Şimdiye bakınca eski milliyetçilerin ”türk islam” sentezi ve (sermayeden yana) sağ görüş tuzaklarından uzaklaşmakta olduklarını, halkçıların da etnikçi siyaset güden tuzaktan uzaklaşarak bu önemli iki grubun birbirleriyle bütünleşmekte olduklarını görüyoruz. Ama sağ ve sol orada duruyor. Yani sermayedar büyük patronlar ve halk…
Atatürk, ilkeleriyle dimdik durmakta. Söylediklerini dosdoğru anlamak bize düşüyor.
Maocu olduk, Stalinist, Leninist, Marksist… Açık pazarlar kuruldu liberal ekonomi modelleri sosyal demokratlık şu bu. Hepsi de ithal malı uygulamalar, düşünce sistemleri. Eh bunlar yapılırken bir de bu memlekette Türkler, yani bizler yaşamıyor muşuz gibi bir hava yaratıldı.
Çünkü bu coğrafyada da, ön Asya’da da, orta Asya’da da emperyalizm için en büyük tehlike Türk unsurudur. Ve dikkat ederseniz kullandıkları yol ve taktik her daim Türk’ü  Türk’e kırdırmak olmuştur, hâlâ aynı taktik devam etmektedir. Ve din, elbette ideolojiler üstü bir boyutta ve önemde olduğu için kullanım araçlarından en önemli olanıdır.
kam
Din ekseninde de ideolojide olduğu gibi uçlar yaratılıyor. Ya radikal dindar ya da tam karşıtı ateist olacaksınız… ya nefret duygularıyla beslenmiş bir Türk ya da etnikçi liberal bir sol düşüncede olacaksınız. İşte şu an bütün Türki Cumhuriyetlerde aynı film sahnelenmekte. Üstelik Gök-tengricilik ve Kam yok sayılarak Şamanizm ve Şaman sanki Türk kültüne ait unsurlarmış gibi önemli bir dezenformasyon da yapılarak. Bu dezenformasyon daha çok Türkleri ateizme çekmek isteyen Ruslar tarafından yapılmakta. Bu konuda da ciddi çalışmaları var. Çünkü Göktengricilik ve İslamın örtüşen yanlarının coğrafyadaki Türk çoğunluk tarafından ayrıştırıcı değil, birleştirici bir unsur olduğu, unutturulmak, yozlaştırılmak ve gözlerden kaçırılmak isteniyor. Ki yeni-Avrasyacılığın temelini de bu yönde oluşturmanın peşindeler.
kam dansı
Bir yanda abd ve israil güdümündeki yeni osmanlıcılık, bir yanda rusya güdümündeki yeni avrasyacılık, bir yanda da bizim olan bizden olan ve düşünce sistemi dünya üzerindeki tüm ezilmiş mazlum Türkleri kapsayan Atatürk var yani.
Bizler eleştiriyoruz. Nefret duygularıyla bezenmiş Türkçüleri eleştireceğiz. Tıpkı etnikçi solcuları eleştirdiğimiz gibi. Etnikçi zırvalardan arınmış halkçılarız çünkü ve merhamet duygusu yok edilemeyecek olan Türkleriz. Bu yüzden derdimiz bizi biz olmaktan uzaklaştırmaya çalışanlarla olacak hep.
Sağlıkla…

Jale Altunel

7 Şubat 2015 Cumartesi

KADIN TÜRKÜSÜ ÇALDILAR BOYDAN BOYA


Hiç düşündünüz mü; bu coğrafyada neden “kadın” üzerinden döner siyaset? Kadın üzerinden sinsi bir şekilde algı operasyonları yapılır? Farklı farklı kadın kimlikleri oluşturulmaya çalışılır?

Bu sorunun yanıtını feminizm üzerinden vermeyeceğim. Zira feminizmin de sadece bir tezin antitezi olduğu gerçeği bir yerlerde duruyor. Başka bir yazının konusu olarak.


Türk Kadını’na dayatılan rol modellere bakınca;
Ya Arap kültürüne bezenmiş çarşaflı, sadece gözleri (ya da yüzü) görünen kadın, ya Kürt aşiret kültürüne bezenmiş kadın, ya da batılı, yani “çağdaş” kadın çıkıyor karşımıza.

Bu arada çağdaş’ın sözcük anlamı: Aynı çağda yaşayan, çağcıl demektir.

Rol modeller arasında Türk Kadını’na rastlayamıyoruz. Neden mi? İşte bunun nedeni üzerinedir bu minik anımsatma yazısı.

Her zaman Türk kültünden bahsederken şunu derim, eğer ben Türk olarak doğmayıp bambaşka bir milletten biri olarak doğmuş olsaydım, yine de Türkler’e büyük bir hayranlık duyardım. Çünkü tarihte bilinen ilk ANAERKİL toplum Türk toplumudur.

Toplumları sosyolojik olarak güçsüz kılmanın iki belirgin yolu vardır. Birincisi yarı-yarıya bir popülasyonu oluşturan kadını yok saymak, ikincisi kadının algılarına ataerkilliği sokarak çocuklarını o şekilde yetiştirmesini sağlamak. Geriye ekonomik olarak güçsüz kılmak kalıyor ki dünya tröstleri ve tefecileriyle yapılagelenler zaten ortadadır. Bu şekilde güçsüzleştirilen toplumlar emperyalistler tarafıdan çok daha kolay lokmalar haline dönüştürülürler. Ön Asya coğrafyasında din üzerinden güdülen kadın siyasetinin temelini oluşturan idea da, dünyanın coğrafi zenginlikleri barındıran bölgelerine sunulan ve dayatılan din misyonerliğinin sebebi de aynıdır. Mesela doğalgaz zengini Türkmenistan’ın da aynı tehlikeyle burun buruna olduğunu söyleyebiliriz. İslam orada da bir sömürü aracı olarak kullanılacak, bunun izdüşümünde kadını yine yok sayan sinsi plan devreye sokulacaktır.

1980 darbe sonrası için bir yazımda kürt aşiret kültüründen dem vurmuş ve;

 İbrahim Tatlıses’in beraber olduğu kadınları dövdüğü ve bu kadınların buna rağmen ondan vazgeçmeyip nasıl da kulu kölesi olduğunun bütün boyalı basın ve paparaziler tarafından “aşk” adı altında pazarlandığını yaşı tutan herkes acı bir tebessümle anımsar... “Aşk” adı altında pazarlanan, aşiret düzeninde kadına biçilen değerin meşrulaştırılmasıydı oysa. “Tamam da kardeşim bunun aşkla falan alakası yok” diye başlayan sözleriniz hep ağzınıza tıkılır ve “aşktan anlamayan” ya da “asla yeterince sevemeyecek olan taş kalpli biri” damgası yapıştırılırdı üzerinize. Yine o dönemde birilerinin(!) sanatçı diye üzerimize saldığı zevat aracı edilerek, cehalet kutsanmıştı. Demiştim.

Ya Arap kadınıyız ya kürt, ya da batılı “çağdaş” kadınız yani… Bize her şey dayatıldı. Femen grubu memelerini açtı. Arap kadını camdan baktı, kürt o sırada bacısına yengesine yavşadı, olay duyulmasın diye zavallı kadını öldürdü sonra da. Cezası mı? Yok ceza falan almadı namus cinayeti, töre cinayeti dediler. Yengesi “kuyruk” sallamış.mış…

Orta Asya’da Türk Kadını’nı anlatan yazılı metinleri okuyorum. İnternette bol bulamaç var. Ama işin ilginç tarafı memlekette bir proje partisi olarak peydahlanan partilerin sözde Türkçüleri tarafından Türk islam sentezine kurban gitmiş bir kadındır oralarda anlatılanların bir çoğu. Sadece iffet-namus tabanında işlenmemelidir Türk Kadını. Bu, överek göklere çıkarmanın ardında Araplaşmaya göz kırpan bir kadın olgusu yaratmanın temelini atmak anlamına gelir ki buna karşıyım.

İffet ve namus elbette erkek ve kadın için önemli birer özelliktir. Ancak bir erkeği tanımlarken ilk aklınıza gelen nasıl ki iffet ve namus olmuyorsa, bir toplumun diğer yarısını oluşturan fertleri (kadınları) tanımlarken de konuya buradan girilmesi tuhaftır. Zaten olması gereken özellikler, özellikmiş gibi sayılmazlar çünkü. Ama yozlaşma o kadar ileri bir boyuta taşınmıştır ki yalan söylemiyor olmak bile bir meziyet, özellik haline gelmiştir.

Türk kadını güçlü ve kuvvetlidir. Tek başına kararlar alır, uygular. Sözünü sakınmaz. Erkeğe ne yapması gerektiğini söyler. Savaşırken onun yanında yer alır. İyi ata biner. Çocuklarını en iyi şekilde yetiştirir. İşte bunlar birer özelliktir. Meziyettir. Batılı kadın köle gibi alınıp satılırken, hiç söz söyleme yetkisi yokken, ortaçağ karanlığında sadece kızıl saçlı ve yeşil gözlü diye cadı olarak ilan edilip öldürülürken Türk Kadını bunları yapıyordu. Eşinin yanında savaşıyor, paranın üzerine kağanın önünde katun (hatun) resmi basılıyordu…

                 



Bizler anlamak ve bilmek zorundayız. Bize neden başka kadınlar rol model olarak dayatılıyor?
Neden ya Arap ya da Batılı sözde çağdaş kadın olmamız isteniyor?
Bizler Türk Kadını olmaktan neden alıkonuluyoruz?
Bu soruların tek bir cevabı var. Çünkü güçlü bir toplum olmamız istenmiyor!
Türk kadını silkin ve özüne dön sen olmazsan bu toplum hiçbir varlık gösteremez!



sadece gelmişim, bilmeden
adını ben koymadım attığım çığlıklarımın
büyürken ellerim, saçlarım, yüreğim,
küçüldükçe küçüldü adları,
tüm değerlilerin
ki ben koymadım.
namusun, darağaçlarının, ar ağaçlarının
törelerin, yörelerin, katliamların, savaşların
adlarını ben koymadım.
özgürlüğü özledim durdum,
ve hep peşinden koştum ama
adı vardı yalnızca kitaplarda o da,
ben koymadım.
kaç ağacın hamuruyla
kondu ki benim adım?
bilmiyorum sayamadım,
ki her bir yaprağın kokusunda
kayboldu sözde karanlıklarım.
bir yosun tanıdım, bir deniz, bir gökyüzü,
her bir yaprak,
yakınlaştırırken bana ölümü...
bir zaman tanıdım sonra,
bir de güneş ki, adını ben koymadım.
ben geldiğimde, vardı her biri
gideceğim yeri tarif eder durur kimileri
adını ben koymadım.
kurallar oldum ve kadın
ve anne ve bir çift meme
adını ben koymadım.
oluk oluk din oldu heryer,
kin oldu, öfke, nefret...
adını ben koymadım,
ben koymadım adını!
yürek çarpıntıları oldu sonra içimde
ürkek.
kırıldı can evimdeki
cam, çerçeve,
ağaçların ve yaprakların yalancısıyım
adını ben koymadım aşkın.
ben sadece
bende alıkoydum
en yüce sevdanın adını
dakikada altmış kez
devrim atan bu yüreğe
topyekün doğdum, 
memleket diye...

"adım"
j.ak
11.Nisan.2011

   
KADIN TÜRKÜSÜ ÇALDILAR BOYDAN BOYA /Jale Altunel 06 Şubat.2015