Kim bilir kaç binde birlik bir tesadüfün sonucu dünyaya geliyoruz. Kimimiz iyi ya da kötü ebeveynlerin kucağına, kimimiz kötü tesadüfler sonucu bir akraba yanına, ya da bir yetiştirme yurduna.
Hayat ilk nefesi aldığımız an itibarıyla farklı bir yaşam döngüsünde farklı yollarda seyir aldırır. Yüzlerce fyort ve arasını dolduran bitimsiz dalgaların ulaşmaya çabaladığı zirvelere çarpıp çarpıp geri dönüşüdür sonunda sığınma dürtüsüyle yanaşılan o “kader” denen dingin liman… Ve insan sürüsü dalgalar, med-cezirler boyu sürdürür ayinsel törenlerini. Amin, çok şükür, inşallah, maşallah!
Fyortlar hayat bulur dalgaların ayinsel hizmetlerinden, ki onlar doldurmakla dolmayacak efendileridir denizlerin, kimine göre durumdan memnuniyetsiz bir gözyaşı olur dalgalar benliklerinde, kimine göre erişir dalgalar fyortların zirvesine günün birinde…
Sanatın bazı dalları benim gibiler için sığınılacak liman olma ayrıcalığını belki de bu yüzden koruyor hâlâ. Bir bakıma seçim.
“Sığınmak zordur gözler kapalıyken, duyduklarına sığınır çaresizlikler”
Gözler açıksa, çare vardır ve öğrenilmiş çaresizliklere geçit vermez…
* Aristo(M.Ö.384-322) ruhu tutkulardan arındırmaktan bahsederken şiir ve müziğin sanatların en yükseği olduğundan bahseder, erdemliğe hitaben “Yunanlılar yalnız senin için, senin güzelliğin için ölümü hor görürler, sonsuz, korkunç çalışmalara dayanabilirler” der.
* M.Ö 354’de doğmuş olan Aristoxen “Ahenk Unsurları ve Ritmik Unsurlar” adlı eserinde müziğe dair bilgilerini felsefe ve psikolojiye uygulamış. Müzik ve ahengin, ses tonlarının ilişkilerinden doğduğunu savunmuş.
* Babilli Diyojen ise (M.Ö II.yy)“Musikiye Dair” adlı eserinde, tutkuların yatıştırılmasında ve insanları birleştirmekte müziğin olumlu yönlerini anlatmış…
(*Estetik-Cemil Sena)
* * *
TÜKETİM-TERCİH-BELİRLEYİCİLİK;
Bir düşünelim kendimizi nelerle arıtıyoruz? Gerçekte arındığımızı zannederken kendimize neler yapıyoruz.
Tüm eşit olmayan koşullara rağmen herkesin okula gitmeye başladığı andan itibaren bir veya daha fazla hedefi vardır. Bu hedeflerin başında iyi bir meslek sahibi olmak yer alır. Düşünün bir bizler iyi bir meslek sahibi olmayı neden isteyelim ki? Bir şeyler yapıp, yapılan o şeyde çok iyi olmayı kim istemez?
Bilgelik her zaman erdemliliği de beraberinde getiren bir durum mudur? Bunu sorgulamamız gerekiyor bence.
Kapitalist sistem daima insanları eşit olmayan koşullarda bir sınıf atlama mücadelesi içinde çırpınmaya zorlar. Satın almak, ihtiyacı gidermenin çok dışında bir faaliyet olmuştur zira. Çok kazanmak için çok çalışmak, kazanılan parayla herhangi bir aktiviteye ya da gelişime katkı sağlayacak yönelimlere zaman kalmadığı için de alış-veriş etmek gibi bir dürtü icat olunmuştur ki şiddetli bir biçimde dayatılır. Kimse hayır demez. Diyemez, o kadar cazip bir hale getirilir ki diyemez işte. Teknoloji son model olmalı, hani şu eski model tv.’ların da modası geçmiştir plazma olmalıdır. Ya araba? Cep telefonu, bilgisayar? Hepsi en yenisinden en güzelinden olmalıdır. O kadar çalışılıyordur ya bu bir “hak ediştir…”
Bu yüzden ebeveynlerin çocuklarına salık verdiği ve okula gitmeye başladığı andan itibaren öğrettiği ilk şey, çok para kazanmaları gerektiği bilgisidir. Saf-arı bilgi ve catharsis’e (arıtmaya) yönelik bir donanım tamamen gereksiz bir ayrıntı olmaya mahkum kalır. Gelişim neredeyse erdem yoksunu o med-cezirde seyir eden ahenksiz dalgaları olur gencecik insanların zirveler zirvesi sarp fyortlara o ulaşılmaz hayatlara çarpıp çarpıp geri dönen…
İnsanı eşyalaştıran bu sistemde bilgiyi erdemleştirmeye asla fırsat verilmez. Bilgi ancak alınıp satılabilen bir durumdadır. Kendini doğuran ve var eden eklemleri “zaman” kavramıyla kopartılıp sizden alınır çünkü.
Zamansızlıklara ve bu sisteme çaredir erdemliğin en önemli limanıymış gibi gösterilmeye çalışılan “din olgusu.”
Oysa ki değildir!
Gerçekte bir kandırmaca ve bir hedef saptırmadır “din!”
Kapitalizm koskoca bir yılın sadece iki ya da üç haftasında tatil yapmanıza izin verir. Nedir o? Tatildir işte. Canınızın istediğini yapabileceğiniz şahane ötesi mükemmel dinlence günleri. Ancak o da ne? Gazeteler televizyonlar tatile çıkış dönemlerinizde size kaç paraya hangi otelde kalabileceğinizi söyleyen bilgilerle doludur. Reklamın özendiriciliği dayanılmazdır. Evet tatiliniz beş yıldızlı bir otelde “tam pansiyon” olmalıdır. O kadar paranız var mı peki? Yok… Olsun, varsın olmasın canım, kredi kartına on iki ay taksit yapılıyordur nasıl olsa! Siz gazetelerin tatil reklamı sayfalarında “kendinizin seçtiği(!)” bir otele kapağı atarsınız ya oh ne âlâ… Eğlenemiyor musunuz öyle “ha deyince?”… Boş verin orada sizi eğlendirecek animatörler falan da vardır. Hem zaten bu yüzden dert edinmeye hiç gerek de yoktur, beyniniz eğlenmek ve dinlendiğini zannetmek için öylesine şartlanmıştır ki; Hem eğlenir, hemi de dinlenirsiniz…
İnsanlar erdem üzerine kafa yormaya başlayabilirlerse günün birinde, hep beraber dalgalanır ve birkaç çarpışıyla yerle bir ederler tüm zirveleri. Ben bir tusunami hayali kuruyorum…
Yüzlerce, yüzlerce yıl önceye selam olsun, sanat ve erdem üzerine söylenmiş tüm sözcüklere kurulmuş tüm cümlelere, yazılmış tüm eserlere…