31 Temmuz 2016 Pazar

GELENEKTEN RACONA, KABADAYILIKTAN MAFYACILIĞA...


1972'den beri örgütlenmekte olan Fetullah Gülen cemaati Türkiye'den olduğu kadar yurt dışından da rağbet görmüştür. Gördüğü bu rağbetin temelinde Osmanlı'dan kalma tarikatçılık geleneği vardır. Bu ezoterik ve belli bir entelektüel birikimi gerektiren öğretiler İmparatorluğun daima ayrıcalıklı bir unsuru olmuştu.

Geleneğin dayanak noktası budur. Çünkü gelenek dinin kullanım dışında kalmış şeklinin davranışlarla yaşatılmasıdır ki geleneksel bir konu da kültürün bir parçası haline dönüşür.

Ancak...

O gelenekçi insanlar köylerinden ve kasabalarından 1960'lı yıllarda göçmen işçi olarak bu coğrafyadan kopup Almanya, Hollanda, İsviçre, Norveç, İsveç, Fransa gibi ülkelere gittiler. Oluşturdukları gettolarda gelenekleri bir racon haline gelmeye başlamıştı artık. O bir tür dildi kendi aralarındaki. Kendi gelenekleri, kendi ahlaki kuralları daha da katılaşmak, kemikleşmek zorundaydı ki geleneklerin yaşama şansı olsun... Bu arada Türkiye'de 1960'lı yıllar, iç göç dalgasının da iyice arttığı bir dönemdi ve aynı yurt dışında olduğu gibi gettolaşma ve gelenekleri yaşatma refleksi aynı güdülerle Türkiye'de de belirmeye başlamıştı... Tarikatçı "sızıntı" için kolayca yürünebilecek bir menzildi bu. Ahlak ve namus olgusu üzerine geleneksel bir örtü gibi giydirildi bu "ezoterik öğreti"... Zira Osmanlı'da entelektüellere ait olanın, şimdi şehre ve dış ülkeye giderek ekonomik olmasa da kültürel anlamda "sınıf atlamış" gettolara aktarılmasının zamanı gelmişti.

Ve "yeni kabadayılık" sektörü Osmanlı'daki "mahallenin namusu bizden sorulur" külhanbeyi raconuyla Cumhuriyet döneminin getto kültürüne aktarılmış oldu...

İşte 1960'lardan beri Cumhuriyet Tarihi'ndeki mafyöz oluşum bizde bu yollardan geçerek kendi yarattığı kanaldan böyle yürüdü. Aynı örneklere dünyanın çeşitli ülkelerinden örnekler vermek mümkün. Mesela Sicilyalı kendi coğrafyasında mafya falan değildi. Gelenekleri zaten onunlaydı. Ama Amerika'ya gitti, Sicilya mafyasını oluşturdu. Çinli de aynı şekilde kendi gettosunu ve mafyasını... Ve bunlar devletler tarafından öyle ya da böyle kullanıldı. Bizde de kullanıldı. Osmanlı'da Külhanbeyleri, Efeler kullanılıyordu. Ve Atatürk de Kurtuluş Mücadelesi'nde önemli yardımlar almıştı onlardan...

Öyle sanıyorum ki, şimdi sokakta gördüğümüz kabadayılık ve algılarımıza sunulan "Atatürkçülük"ün alt metnini bu benzerlik üzerinden oluşturma çabasındalar. Ancak tarihsel farkları göz önüne alırsak bu tamamen tersine döndürülmüş durumu daha net anlarız.

Akp ve cemaat, aynı temelden çıkış yapmalarına karşın birinin hedef hitap kitlesi kabadayı jargonuyla küçük burjuva esnafı, birinin hedef hitap kitlesi mafyöz bir oluşumla ordu ve iri burjuva olmuştur. Çelişkileri adeta sınıfsaldır yani.

Bu durumda şu an sadece Türkiye’de değil, Dünya’nın birçok ülkesinde kopartılan küçük kıyametlerin sebeplerini bu çelişkilerde aramak gerekiyor. Çok uluslu şirketler ulus devletleri adeta birer imza mercii ve kendi çıkar ilişkilerinin bir tür amortisörü olarak görmek istiyorlar. Bu doğrultuda ele geçirdikleri önemli kurumlardan biri de işçi sendikaları oluyor. Şu an cemaatin hangi sendikaları ele geçirdiğinin belgeleri yayınlanmakta. Bu hacmin büyüklüğüne bakarsak durumu kavramamız kolaylaşır.

1980 sonrasında gelişen teknolojiyle fabrikalarda işçi yoğunluğu azalmış, makineler artmıştır. Bu durum işçilerin daha kalifiye olmalarını talep etmiştir. Sayıları azalan işçilerin maaşları artmış ve onlar klasik işçi sınıfı vasfını kaybederek beyaz yakalı durumuna geçmişlerdir. Türkiye’de henüz bazı iş gruplarına mensup işçiler hariç olsa da. Yani kısaca belirtmeliyiz ki şu an tüm Dünya’da artı değer göçmen işçiler ve mülteciler tarafından merdiven altı tabir edilen küçük ölçekli atölyelerde üretilmektedir. Onların da kendilerine ait sendikaları yoktur. Her tür siyasal örgüt ve cemaatlerin kullanımına açık haldedirler. Son yirmi yıldır Türkiye’ye Orta Asya’dan gelen Türk göçmen işçilerin yanı-sıra Suriye’den alınan üç milyona yakın mülteciyi de bu gelenekten mafyacılığa sürüklenen yolda tahlil etmek için hiç erken değildir. Çünkü cemaat Orta Asya’da özellikle Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan Azerbaycan gibi ülkelerde uzun yıllardan beri faaliyet göstermiş, buraya gelen göçmenleri de avucunun içine almıştı. Şimdi fetöcü oluşuma bunların üzerinden el çektirilecek. Bu aşamada nasıl Suriyeliler’e vatandaşlık hakkı veriliyorsa sayıları en az onlar kadar olan, Türkçe konuşup Türkçe düşünebilen Orta Asyalı soydaşlarımıza da aynı hakları talep edebilmeliyiz… Çünkü küçük burjuva esnafıyla Türk göçmen işçilerin ittifakından yanayız.

Bu arada, Türkiye'ye yurt dışından geri dönen işçilerimiz, büyük şehirlerdeki gettoların raconuna asla yabancı değildirler. İşte Fetullah Gülen vb. örgütler bu nesnel sürece kanalize olmuşlar ve zaten hazır bulunuşlulukta olan kitlelerin üzerinde kendi planlarını kurabilmişlerdir. Böylece hemşehricilik ve küçük burjuva esnaflığı kendi dilini oluşturmuştur ve artık çok önemli bir sosyal katmandır. Gericilerin ve bölücülerin aynı sosyal katmanda kol-kola girmeleri tesadüfi değildir. Geleneklerin nasıl racona, oradan kabadayılığa ve mafyöz bir işleyişe dönüştüğünü bir de bu açıdan değerlendirdim.

Jale ALTUNEL
29.Temmuz.2016






12 Temmuz 2016 Salı

BİZ VE MARMARA

o bölümünü hızlı akıttınız hayatımızın
körfezin tuzlu kıyılarına
ve mahallenin toz toprak yollarına
sarıldık.
devrim öncüleriydi oysa
ayaklarımız ve saçlarımız,
barıştırmakla meşgulken günlük gazeteler
yitik adrenalin boşluğumuzla,
ona nişan almış içgüdü mermilerimizi.
çok ararsınız demişti hacı teyze
bu günlerinizi…
Marmara’nın öte kıyısında
takıntıya kürek çektik,
çocuktuk çiçektik!
diyorum ya, o bölümü
çok hızlı geçtik.

hızla geçen bir yerine
saklanmış olmalıydınız o yılların.
siz hiç bulmak için tanış olmadıklarınızı
aradınız mı geçmişte
belli gün ve haftalarınızı?
ben hiç!
tuzlu akıntılarında körfezin
akar şimdi mütemadiyen gözlerim…
ve ruhumu kuruturken
memleket talanı kör cahilliğin,
sevişmek yalan, yaşamak yalan gelir.
suçluluk duygumun ardına
gizlenmeyin!

“biz ve Marmara”
j.ak

12. Temmuz.2016









11 Temmuz 2016 Pazartesi

Bİ-LİNÇ

Bİ-LİNÇ
Bir insan vardı burada,
güzelliği ışırdı yazdıklarına
bir kadın vardı, bir ana
gidişi umurumda.
Ölüm ölümdür canım
gerçek de olsa sanal da,
linç ederek yaktılar seni
yobaz bir kalleş hücumla...
ölüm ölümdür canım
özlem duyulur olmayana
şimdi daha çok acır içim
bir Türk'ün taşlanmasına
şimdi daha çok acır içim
Araplaşan burjuvaya!..
"bi-linç"
j.ak
11.Temmuz.2016