20 Eylül 2014 Cumartesi

kanatsız çırpınırken

dağlar dökülmüş 
ağızda saklanan sudan.
gezginde açtı masal
masalda yalkıdı semah
semahta erdi ateş
ateşte közlendi yangın,
seyrederken yorgun argın,
gök rengine büründü ses!
üstelik;
kanatsız çırpınmayı kavuşturdu kaç kez
kora kesmiş soluk seliyle öz.

insan peşine düştü toprak
yeşil kara gri mavi gözlerinden kan
sızdı.
yeşil kara gri mavi tenine can-
sızdı,
kör tohumlar misali yüz bin dolara…

biz,
gökte bir yıldız kümesiyken
yalın ve çoğul,
toprak kara gözlerinden
al mehmetlere boğulur
bağrını avlak ettiler yavruma yurdun, 
savul!
pusuya düşmesin artık
tek bir oğul…

“kanatsız çırpınırken”
j.ak
20.Eylül.2014




17 Eylül 2014 Çarşamba

Türk Sanatı katliamı


Türkiye'de "Geçer akçe sanat";

Filmlerin konuları,
Dizilerin temaları,
Şarkıların sözleri,
Resimlerin renkleri,
Heykellerin isimleri...

Türk değilse yolu açıktır.

"Geçer akçe sanatçı";

Türk düşmanı olsun kâfi 
Hem ağlak, hem afilli
Biraz da duygu varsa,
Köşeyi kapar abi!

Koro...
Sol sanat sol!
Haydi özgür ol!
Sol sanat sol!
Her attığım gol!
...

Ne "Yol"lardan geçildi,
Ne isimler seçildi.
Özgürlük diye diye
Şebeklik öğretildi
Halk istiyor diye diye
Kültürüm katledildi.

Ezildi halk dediler
Liboş-sol'a erdiler
Halk ezmesi besiniyle
Bin kere semirdiler.

"Türk Sanatı katliamı"
j.ak
17.Eylül.2014


12 Eylül 2014 Cuma

THEIR BOYS

Tarih anlatılırken sebepler ve sonuçlar sıralanır. Bunlar bunlar oldu sonra bir öğrenci veliahtı vurdu savaş başladı. Ya da bir gazeteci ilk kurşunu sıktı direniş başladı şeklinde.

Oysa savaşları ya da direnişleri başlatan olayların iktisadi, siyasi ve sosyolojik sebepleri zamana yayılmıştır ve bundan sonra bu olmuştur gibi kestirme cevaplar vermeyi de pek mümkün kılmaz. İşte bu sebepledir ki tarih çarpıtılmaya en müsait bilimdir. Belgeler, o günün şartları göz önüne alınarak incelenir. O zamanın şartları da yalnızca o coğrafyaya kuş bakışı bakmakla değil, dünyadaki siyasi iktisadi askeri ve sosyolojik gidiş doğrultusunda, ülkelerin bağlı oldukları anlaşmalara, bağlı oldukları ittifaklara ve paktlara bakılarak yorumlanır. 

Bizim coğrafyaya bu şekilde bakıldığında "borç batağına batık" bir ülke görürüz. Bu yüzden biraz daha dikkatli bakmayı gerektirir çoğu kez...

Küçük resimlerde, birilerinin kurtuluş olarak gördüğünü birilerinin yıkım olarak yorumlaması, birilerinin direniş olarak gördüğünü birilerinin isyan olarak yorumlaması normal(!)leştirilir… Bu yorumlardaki göreceliklerde yalan söyleyenleri ve tarihi çarpıtanları, hatta bunu özellikle yapanları nasıl ayırt edebiliriz sorusunun cevabı büyük resimdedir. Büyük resim derken, dünya küçüktür aslında ve örneklerle doludur. Perdeyi bir parça aralamak kâfi gelecektir ki perdeyi tamamen kaldırmanın da hiçbir sakıncası yoktur. İçeride “çetrefilli işler” çevirmiyorsanız tabi.

1980 Darbesi’nin gerçek hedefi Türk Devleti'ydi ve Türkiye Cumhuriyeti’ydi diyebilir miyiz? Bence dolaylı olarak deriz. Yine sondan başladım. O halde şöyle çevirelim;

Türk Devletleri’ne baktığımızda ve tabii ki kurucu devlet adamlarımıza, ne görürsünüz? Büyük bir “ordu” ve dahiyane zekâya sahip bir “başkomutan”. Bu biz Türklerin de devlet kurma geleneğinin temel taşı. Dünya’nın diğer devletlerine bakıyoruz, bir iki örnek dışında durum  aynı.

Ancak ne var ki yorumlar yapılırken ne zaman kendi coğrafyanızdan, ne zaman evrensel olarak bakacağınızı kestiremezsiniz. Ya da böyle demeyelim, bu ayrımı yapabilme öngörünüz tırpanlanır.

Zamanlamayı doğru yapabilmek, önce insanın kendi ülkesinde yaşadığı olayın “öznesi” olmasıyla mümkündür. Evrensel olarak baktığınızda bir Fransız kendi etrafında dönen olaylara asla evrensel bakmayacaktır. Yerel bakar, yani ÖZNE'sidir olayın. Bir Rus, bir Amerikalı, bir İtalyan, bir Alman… Herkes kendisidir. Sanatçısıyla, bilim adamıyla, siyasetçisiyle, iktisatçısıyla, işçisi ve memuruyla. 

Ama gelin görün ki bizde durum böyle işlemez. İnsanımız sürekli kendisi de içinde olduğu halkı aşağılayıp, sanki Danimarkalı  ya da Hollandalıymış gibi memlekete yapılanların, bize reva görülenin asla öznesi olmaz. Türkler diye başlar bakışlarını hayıflandırarak, "size müstehak der" sonra gözlerini yukarlara belerterek. Aşağılık kompleksiyle harman olmuş bir öznefret sarmalında esrir…

Darbe ve devlet diyordum.

Binlerce yıllık Türk tarihini öyle çarpık öyle yalan, öyle büyük yanılgılarla dolu dinlemiştir ki falancadan, öz nefreti, Türk Ordusu’na karşı oluşturulacak kin ve nefrette 80 Darbesi'ne dolgu malzemesi olacaktı. Oysa kan durdu diye sevinmişti herkes. Meselâ Zerrin Özer'in bile açıklaması var yazılı olarak. Ama durdu zannettiğimiz kan, kapalı kapılar ardında akıtılmaya devam ediyordu. Hem de oluk oluk. Kan daha önce insani bir biçimde durdurulamaz mıydı? Karşı grupların ellerine tutuşturulmuş silâhlar neredeyse küçük bir ülke ordusunun elindeki silahlar kadar fazlalaşınca mı “their boys” oldu kendi ordumuz?

Kimler getirtti silâhları?
Dipten - derinden kimler verdi o ana kuzularının eline onları?
Tüm bu acayiplik olup biterken Kenan Paşa uyuyor muydu?
Yoksa karşısında düşman askerleri varmış gibi "do it" komutunu beklerken mi plânladı “Bayrak Harekâtı”nı?

Kinin ve nefretin tohumları organikti!  Adı bölücülüktü ve Gericilik de gübresiydi. İhmâl edilmedi, bolca serpildi. Bölücülüğün köklerine iyice kaynadı gübre. Birlikte elele piç otlarla beraber azgınca üreyecekler, filizleneceklerdi!..

Öyle de oldu.

Kenan Evren’in nizamperver bir Nato Jandarması olarak kraldan çok kralcı haliyle, bugünleri görebildiğinden kuşkuluyum. Kendini imhâ ediyordu zira. Türk Ordusu’nu, Devletini ve Rejimini yok etme plânının bir parçası edilmişti.
Kendi elleriyle ektiği tohumlar, beş adam boyu ağaçlara evrildi. Kin ve nefret tohumları öyle gür  göverdiler ki, meselâ sevgi tohumu bire bir, ya da hiç verirken, kin ve nefret, bire on verdi. Hektarlarca yeşeren bu azgın ürün “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeş(!)çesine” satacaktı günün birinde bu devleti! Eh öyle oldu…

Gelin görün ki ;

12 Eylül’ün Devleti bitirme ve rejimi değiştirme yönünde açmış olduğu delik saatte bilmemkaç yüz km. hızla giden bir jetin gövdesinde açılmış bir delik gibidir. O jet güvenle yere indirilmezse parçalanır. Aşağıdaki nefret ormanına düşer ve büyük bir kısmını da beraberinde yakıp kül eder!

Geriye kalan ağaçlar ne mi olur?
Küresel çete HASAT ZAMANI onların tamamını kesecektir.
Tarihleri boyunca hep ama hep böyle yapmışlardır. Bilmez misiniz?

Bizler el birliğiyle delik deşik edilmiş memleketimi,
Güvenle yere indireceğiz bir gün.
Bundan asla kuşku duymuyorum!.. 

10 Eylül 2014 Çarşamba

DEVLET

Kaba bir tanım yaparsak; Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan teşkilâtlanmış yapıya devlet deriz. Var olan kaynakların adil bir biçimde kullanımını sağlayan, kendi toprak sınırları içinde adaleti tesis edebilen bir yapı.

Biraz açarsak, klasik ve (adalet, diplomasi, iç güvenlik, dışa karşı savunma) iktisadi temelleri olduğunu görürüz. (istikrar, gelir ve kaynak dağılımında adalet, gelişme kalkınma)

Devlet konusunda Aristotales’e ve Platon’a çıkmazsa olmaz bu mevzunun ucu. Ama derdim bu filozofların ne dedikleri, devlet adamlarının ne yaptıkları değil. Yalnızca devleti parçalama ve yok etme yolunda oluşturulan algı işleyişine dikkat çekmek istiyorum. Bölücü ağızların oluşturduğu algı kısaca şöyle;  

Devlet eğitim hakkı vermiyor, sağlık hizmeti vermiyor, onca askeri besiyor ama bir sürü insan açlıktan ölüyor, okul yapmıyor, hastane yapmıyor, onu yapmıyor, bunu yapmıyor. O zaman kahrolsun devlet. Onu yıkmamız lâzım. Yani bu öyle boyutlara vardırılıyor ki. İyisi mi devlet olmasın! Savunma (asker), iç savunma (polis) olmasın. Eee sonra ne olsun peki? Işid ve ydg-h olsun, sokaklarda kapışsınlar, hatta ydg ışid’li bir militanı öldürsün! Ki herkes ydg’yi alkışlasın. Ya da Türkmenlerin canını Türk Ordusu değil de ABD, PKK terör örgütü ve Irak falan kurtarsın. Bölücüler de şunları desin sonra: 

“Sizin devletiniz ve ordunuz ne yaptı Türkmenler için? Biz orada Türkmenler'in canını koruyabilmek için çarpıştık!”    
"Buraların Abdurrahman Çelebisi biz olduk!"

PKK terör örgütü, ABD ve Irak ordularıyla birlikte: 
“bôz îttîfôk ôlmüşôk!” desinler! 
Bu şekilde bize oynatılan tiyatro nedir?

Devlet'e karşın hükümet odaklı düşünebilirsiniz. Yani tüm bunları aslında yapıp eden hükümetlerdir. Ya da yapmayan etmeyen. Pratikte haklısınızdır. Ama tüketilmeye çalışılan Türk Ordusu üzerinden Devlettir ve amaç da zaten eleştirmek, muhalefet etmek değil, dediğim gibi önce tüketmek ve ardından da talan etmektir... Ya devlet başa, ya kuzgun leşe desek ne değişir bilemiyorum...

Neyse yukarıdaki soruya geri dönelim. Devlet konusunda asırlardır oluşturulmuş olan düşünceler etrafında zorunlu bir döngüye girilir. Düşüncenin dikenli bahçelerinde bir döngü elbette. Platon’un ütopya devletinden başlar, sonra farklı amaçların kurgularında seyrini sürdürür. Kimi yayılmacı, kimi kaynak sömürücü, kimi kültür sömürücü, kimi dini cihatlarla tebliğ götürücü, kimi iç otoriteyi sağlamak için her eziyeti yapmayı mübah sayan.. diye devam eder gider örnekler... Ve bu oluşturulmuşluklar üzerinden yeni bir ütopyayı barındırır ve besler kafadaki "yenisi" doğal olarak. Kaçınılmazdır bu. Peki hangi kurgunun plânlandığını, yani devleti yok etme gayretinde olanların yıktıklarının yerinene koymayı plânladıkları modele bir bakıyorsunuz, ekseriyetle işin o bölümü tamamen polemiğin sarp yokuşlarında kendini imha ediyor. Çünkü ütopyanın kurgulanışında gidiş yolları farklı, algılar farklı, kullanılan dil farklı, zaman zaman sistemin adı bile farklı. Kurgulanmış ütopyalar üzerinden bugünün koşullarında asla hayatta kalamayacak ezberler tekrar ediliyor. Oysa onlar için uzun zaman öncesinden "kurgulanmışı" vardır. Halbuki sosyalist bir devlet kuracaklardır ya, neyse... "Bir tatlı şifadır aldanmak" demiş üstad.

Esasen pek mühim değil. Çünkü onlar kolkola girdikleri çetenin ipinde ipe sabitlenmiş bir şekilde cambazlık yapıyorlar. Yakın zamanda destekler kesilecek. Trafik tıkanacak. Şah görünümlü filler, at görünümlü piyonlar gerçekle yüzleşecekler.

Ben de sağlık hizmeti alamıyorum bu arada, eğitimde fırsat eşitliğinden falan çocuklarım faydalanamıyor. İçinden hukuk çıkarılmış ve bir kefesi ağır çeken adalet terazisi benim de hiçbir işime yaramıyor! Üstelik zarar gören yoksul kesimin olduğu bir taraftayım, doğal olarak eleştirinin ağababasını yaparım, da devlete değil… İçini boşaltanlara! Tırpanlayanlara, kemire kemire yok etmeye çalışanlara yaparım!

Kurumların içlerini dolduranlar nasıl ki insanlarsa, Atatürk'ün ardından deli gibi devleti yıpratıp kanunları delik deşik edenler, halkın gözünden düşürenler de yine  niyeti bozmuş, (ya da tam tersi niyetini yerine getirme telaşında) ahrarcı artığı kuklalar olmuştur. Ceplerini doldurmak, dünyalıklarını yapabilmek esasıyla davranan bu siyaset esnafları, her daim hınçla, nefretle, kinle ve intikam alabilme ihtirasıyla yaptılar yapacaklarını.

Kavramların bu kadar iç içe girdiği bir coğrafyada devletle zoru olanların gerçek sıkıntısı üzerini kedi gibi örttükleri Cumhuriyet rejimidir elbette. Çünkü devletin geleneksel(klasik) ve iktisadi(modern) politikalarını belirlemede aslolan, rejimin ta kendisidir. Kahrolsun devlet’in ardından 2002’lerden sonra bölücü ağızlara “kahrolsun tece, işgalci tece” kalıbının  söyletilmesi de hiç tesadüf değildir.

Monarşi rejimi yerine anayasamızla inşa edilen ve 29 Ekim 1923’te yürürlüğe giren “egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur” tanımı alt üst olalı yıllar oluyor. Seçim sistemimizdeki “millet vekillerini yalnızca parti başkanı aday gösterebilir” kuralı, seçimlerde demokrasinin asla işlemediğinin apaçık göstergesidir.

Ama vatandaş her seçimde “vatandaşlık görevimi yapıyorum” şiarıyla koca bir kandırmacanın içinde olduğundan bîhaber gibi, gider “tıpış tıpış” oyunu kullanır. 

Kafasına göre bir aday çıkmadı mı? O zaman olanların içinden seçeyim bari der… Cb seçimlerinde en acayip şekliyle yaşamadık mı bunu? Hatta tam dokuz köyden kovulup da onuncu köylere gelen şeffaf habercilerimiz, muhalif(!) tv kanallarından tavuklarını yemler gibi yemlemediler mi koskoca halkı? Sonra oy kullanmayanları da vatan haini ilân etmediler mi?  

Halkın katılım oranı bir seçimi meşru kılma konusunda en belirleyici faktördür. Bu yüzden oyunu kullanmayacak olanlar için para cezası türü uygulamalarla korkuturlar ve hep de tutar bu taktik. Sihirli sözcük: vatandaşlık görevi'dir. Yeterli katılım oranının sağlanmış olmasına kendi aralarında verdikleri isim: Demokrasi Şöleni’dir hatta… Her seçim sonrası dönemin reis-i cumhuru kim ise, o çıkartılır tv’ye ve: “Bugün halkın büyük bir çoğunluğunun katılımıyla bir demokrasi şöleni yaşanmıştır, vatana millete hayırlı olsun!” der.

Oysa içlerinden geçen şudur: 

“Bu sefer de yediler!”






4 Eylül 2014 Perşembe

ÖZGÜRLÜKLE KANDIRIP HEDEFE GİTMEK

"Aaa bak bugün de şeriat gelmedi? hihohihih"

"Ne sanıyorsunuz İran mı olacağız sanıyorsunuz gegegee?"

"ekieki eki, abartmayın yahu özgür irade diye bişi var, biz özgürlükçüyüz, herkes özgürdür."


Bu lafları 99'dan beri, yani AKP iktidara gelmezden 3 yıl öncesinden beri belki bin kez duydum. Zira o gün bugündür gerek sözlü olarak gerek şiirlerimde, ve yazılarımda uyarılarımı duyurma çabasında oldum:

Zamanını bekliyorlar, güçlenecekler, Demokrasiyi, Gazi Paşa'nın bizlere bıraktığı mücevher değerindeki bu yönetim biçimini, insanların vicdan ve merhamet duygularını kullana kullana gelecekler ve memleketi kendi karanlıklarına sürükleme rüyalarını gerçekleştirecekler dedim, diyenlerin, görenlerin yanında durdum.

Memleket keskin virajları dönerken ödümüz patladı. Referandum en önemli yol ayrımlarından biriydi. "Yetmez ama evet" dediler.. Antimilitarizm rüzgarları esiyordu. Vicdani retler, darbelerle hesaplaşmalar konuşuluyordu sivillerin yapageldiği onlarca siyasi darbe göz ardı edilip. 

Ama şimdi Selahattin Demirtaş "Türkiye PKK'ya silah yardımı yapsın" der oldu! 

Onlar her daim güçlüydüler. Çünkü güçlü olanların kuklaları onlar. Küresel çete neo-sevr'i uygulatabileceği yönetimi seçerken, eş zamanlı olarak bu halkın başına "Ilımlı İslam" çorabını da giydirmeyi planlıyordu. 

Bunun içindir ki "Mütareke Zamanı" hainlerinin ve işbirlikçilerinin torunları iktidara getirildiler.. 

Kültürel yozlaşmanın dilde başladığını onlar en iyi bilirler. 80 sonrası memlekette pub cafe hede hödö ne kadar dükkan bakkal çakkal varsa isimler İngilizce Fransızca Almanca kondu hep. İşin garibi insanlar da oraları tercih eder olmuşlardı. Recaizade Mahmut'un Araba Sevdası romanındaki aptal karakterlere döndü koskoca halk... Döndürüldü. Dönüştürüldü... Bu dönüşümde başat enstrumanlar, televizyon ve sanat dünyası(!) olmuştur. Amerikanvari ya da Avrupai olunca daha "karizmatik(!)" oldular. Ki hâlâ öyle olduğunu sananlarla doludur memleket. 

Bir ülke cahil bırakılmışlığın yanında kültürel olarak yozlaşmaya da başlamışsa işte o zaman durum kötüdür. Çünkü nereye çekseniz kuzu kuzu oraya gider. 

Dil yozlaşmışsa, kavramlarla da gayet kolay oynanır. Çünkü elma artık elma değildir. O kadar fazla insan o elma'ya armut demektedir ki; Bir ısırık alırsınız elmadan ve 

"Oğğ armut bi harika dostum!" dersiniz..

Artık herkes emellerine ulaşma konusunda eş zamanlı olarak tüm virajları almış ve yokuş aşağı bir son düzlüğe gelinmiştir. 


Herkes derken; 

1-Küresellerin neosevr'ini, yani parçalama planlarını,  
2-İktidardaki gericilerin islâm cumhuriyeti'ni kast ediyorum. 


Aklınıza bölücüler takılıyor biliyorum. Eee onlar? Diyeceksiniz, demeyin. 


Çünkü onlar her daim olduğu gibi kâğıt mendildi. Kullanıldılar. Ve sümkürüldükten sonra çöpe atılacaklar.

Yani bölücü tayfayla kolkola omuz omuza olan; barış kardeşlik ve "özgürlük",  sloganları atan ve çoğu kez de uzaktan kumandayla vicdan ve merhamet duyguları işletilen insanlarımız: KULLANILDINIZ! 

Bu arada bu yazı İmam hatiplerde Türkçe'nin yasaklanmasıyla ilgiliydi. 

Yasaklarlar efendim yasaklarlar! 

Çocuğunuzu yolladığınız devlet okullarını zorla imam hatiplere çevirenler "türbana özgürlük" naraları atılırken koluna girip, omuz  ve el verdikleriniz değil miydi?

Onların mağdur türbanlı bacıları için hep beraber gözyaşı dökmediniz mi okuyamıyorlar doktor olamıyorlar diye? E oldular olmasına. Doktor da oldular ama sana bana olmadılar işte. Çünkü Hipokrat yeminini bile etmiyorlar? 

Büyük kullanıldınız büyük!

Aynalara bakarken bir kez daha düşünün. 

Düşünmekten zarar gelmez...


2 Eylül 2014 Salı

kendi kalemiz


I-

Gol atmaya gelirken hızlı forvetimiz kendi kalemize,

Savunmaya koştum "lan n'oluyo" diye!


Kaval kemiğime tekmeyi basıp geçti kasti faulle,


Gol attım diye sevindi üstüne şaşkın divane... 



"kendi kalemiz"



II-

İşi zor, çok zor

kendi kalemizin,

ucunu sivriltmeli

kalemlerimizin!

"kale'm"


j.ak

2.09.2014