21 Aralık 2017 Perşembe

emek gardiyanları

kavramlar parsellenmiş bir kınama mektubu yollamış ozanlara mecaz-i mürsel sanatı. kaptırdık bu çağda yine ikinci anlamları çıkıp gidiyor herkes işe diye sabahları anlamak git gide sıradanlaşıyor post-modern sanatı. gölgeler nasıl öldürüyorsa koskoca aşkları doğurabilir de demek kanlı bıçaklı düşmanları kapıyı kilitlemeyi kasten unutuyor artık emek gardiyanları… ve güdüler parsellenmiş ön görüler, mesailer, eskidikçe tarih zorlaştı tarif. eskinin gereklilikleri şimdinin fantezileri olmuş türban ve jartiyer gibi.

"emek gardiyanları"
j.ak
Nartugan/2017



11 Aralık 2017 Pazartesi

YEL DEĞİRMENLERİNİ EJDERHA SANMAK...


Wall-e filminde beni en çok etkileyen sahne, finale yaklaşılırken uzay gemisindeki, tembellikten obez olmuş yerinden kalkmaya takat bulamayan insanların beceriksiz halleri olmuştu.

Amerikan halkının şu anki halini o filmde uzay gemisinin içinde “güven içinde” yaşayan ama tüm becerilerini kaybetmiş insanlara benzetiyorum. Kendilerini yöneten “üst akıl” dünyanın her yerinde canlarının istediği terör eylemlerini türetip, istedikleri yerde de küçük ve orta çaplı savaşlar çıkararak gelirlerinin önemli bir yüzdesini oluşturan silah ticaretlerini yine tüm dünyanın gözünün içine bakarak sürdürüyorlar.

İnternet teknolojisinin gözetim teknolojisiyle iyice iç-içe girdiği günümüz dünyasında “modern insan” sanal dünya üzerinden oluşturulan simülasyonla (benzetimle) her geçen gün biraz daha gerçeklikten koparılmakta ve eşzamanlı olarak daha da yalnızlaşmaktadır.

Oysa elektriğin kesildiği anda ne teknoloji vardır ne de onun devmiş gibi görünen “silahları”… Yani bu kadar basit, bu kadar zor bir durum. Teknolojinin insanı kullanarak insanı aradan kaldırmaya çalışmasının diyalektiğinde boğulma ön çalışmaları yapıyoruz tüm dünya insanları olarak. Nefes almadan yaşamaya alışmanın sancılı solungaçları bedenimizin bir parçası olmuş da ona adapte olmaya çalışıyormuşuz gibi. Toplu taşıma araçlarında göz-göze gelen insanların birbirlerine attığı tanıdık bakışlar, aynı benzetimin ifadelenmiş hali olsa da, “büyük güce” karşı hiçbir şey yapamıyor olmanın, hatta bir sonraki nesillere aktarılabilecek –ki asıl tehlike de budur – bedbinlikteki yansıması haline geliyor.

“Onlar büyük, biz küçüğüz”
“Biz hiçbir şey yapamayız”
“Bunu da kendileri yapmıştır”
“Onlar dünyayı yönetiyor”
“Planları çoktur, bir b-c-d planları var”
“Zeitgeist’i izledin mi? Çok güçlüler!”
Vs. vs…

Oysa hiç de öyle değildir gerçek. Zeitgeist gibi bir Hoollywood simülasyonu tam da bunun için özenle çekilmiş bir filmdir. Diğer tüm Hoollywood filmleri (benzetimleri) gibi. Bu gerçek dışı sanrıları tüm dünyanın sömürü altında yaşamaya çalışan toplumlarına yutturmak, yedirmek için.

Karşımızdaki bir ejderha değil. Sadece bir yel değirmenidir.

Jale ALTUNEL

11. Aralık. 2017

6 Kasım 2017 Pazartesi

SİYASET PANAYIRI

Yeni Dünya düzeninde siyaset, ekonomik açmazların ve sınıfsal çelişkilerin yüze çıkmasını engellemek üzerine kurulmuş bir gaz alma aktivitesi haline dönüşmüştür.

Kayıt dışılığın tüm dünyada nasıl bir artış göstermiş olduğuna dair veriler siyaseten nasıl bir aldatmacanın içinde olduğumuzu açıkça gösteriyor ama onun doğru okunması ve değerlendirilmesi, süre giden bu dinamikler çerçevesinde pek de mümkün gözükmüyor.

Sizce tüm dünyada ve Türkiye’de de yükselen bir “trend” haline gelen vatanseverlik, acaba hangi sınıfın çıkarlarını korumakta hiç düşündünüz mü? Ya da bu ikide birde dile dolanacak bir cümle olabilir mi normal şartlarda? Öz vatanını sevmeyen bırakın geçtim insanı herhangi bir canlı var mı? Normal şartlarda bu zaten var olan, hatta güdüsel bir reflekstir.

Şimdi kendini hem yeni, hem de vatansever olarak pazarlayan pek çok oluşum mevcut. Gerek parti bazında gerekse çeşitli örgütler olarak.

1980 darbesinin, Türkiye’de de diğer Ön Asya ülkelerinde planlandığı üzere, etniksel ve mezhepsel bölünmeye çanak tutan bir Amerikan projesi olduğunu artık sağır sultan bile biliyor öyle değil mi? Hal böyle olunca artı değerin üretiminde katkı sağlayan sınıfın bilincini köreltmek iğdiş etmek üzerine bir dizi oyunla karşı karşıya kalınmıştır. Nedir bu bir dizi oyun?

Elbette o oyun sol bilinci ortadan kaldırmak üzerine kuruldu. Kuruldu da, sol bilinci benimsemekle hür iradesini kullanmaya haiz artı değer üreticisi sınıf kayıp mı oldu yani? Buhar olup uçmadı ya bu kitle? Buhar olup uçmadıysa da ülkeye dayatılan ekonomi politikaları yüzünden üretimin yavaşlatılmasına, hatta engellenmesine varan anlaşmalar dayatıldı. Evet, artı değeri üreten kitlemizde korkunç boyutlara varan bir azalmayı yaşadık. Sermayedar, yani burjuva dediğimiz sınıf, hani şu fabrika bacaları tüten logosu olanlar ne yaptılar peki? Anında o tütmekte olan fabrika bacalarını logolarından kaldırmakla işe başladılar. Artı değer üretiminin yavaşladığı ya da bittiği yerde kayıt dışılık başlar diyebilir miyiz? Kısmen deriz. O dönem için kısmen dediğimiz kayıt dışılık şimdi artık ciddi bir kitlenin görmezden gelinmesine sebep oluyor. Hem de göz göre göre.

Sol nereye kayboldu? Ya da soruyu değiştirelim. Sol neye evrildi?

Lafla peynir ekmek gemisinin yürüdüğü Türkiye coğrafyasında bir ezilen sınıf siyaseti yine bu darbeden sonra dillere sıkça pelesenk olmuş bir görüngüdür. İşte bu “ezilen sınıf” üzerine özellikle 80 sonrası o kadar fazla film, müzik, yağlı boya tablo ve roman dalında sanat eseri icra edildi ki, sanırsınız ki memleket kurtuluyor. Ama o da nesi? Bu “ezilmiş sınıf” bir de baktık ki hep Doğu ve Güney Doğu Anadolumuz’un kürt halkıymış. Yani Trakya’da, Ege’de, İç Anadolu’da, hatta büyük şehirlerimizde herkes kestane kebabı patlatıyor ve refah içinde yaşıyor, oralarda kimsecikler ezilmiyor, sadece kürt halkı eziliyormuş gibi, tatlı bir meltem küleği estiriliyor.

Şimdi çıkmış birileri diyor ki, CHP fabrika ayarlarına geri döner “inşallah” da, uç sol oylarını da kendi bünyesine katar. Marjinal (uç) derken hdp’yi kast ediyor yani. Peki, hdp (bölgedeki) sol oyları mı topladı? Yoğ hayır, sol oyları falan toplamadı. Söylemi nedir? Sola dair tek bir söylemini göremediğimiz gibi, bilakis son derece etnik milliyetçi söylemleri olan bir partiyi sol olarak tanımlamak neyin kafasıdır bunu anlamak çok zor. Çünkü hdp’li vekiller de tıpkı diğer vekillerimiz gibi, hatta tüm dünyadaki siyaset esnafları gibi, paralı pullu, kalantor, ensesi kalın toprak ağaları ve kendi şahsi çıkarlarına da yeni gelin güveyini tutar gibi sımsıkı sarılmış, kimselere de bırakmak niyetinde olmayan insanlardan oluşmaktadır. Hiç kimse algı dünyamızda bu ağalar için bir Engels efekti oluşturmaya kalkışmasın çünkü yemiyoruz bunları.

    1)   Üretim bitirilmiş bir durumdaysa
   2)   Kayıt dışılık artmış ve kayıt dışı işçilik almış başını göçmenler ve mülteciler üzerinden yürüyor ve yerli halka da sirayet etmişse,
   3)   Solu temsil ediyormuş görünümündeki partilerin biri etnik milliyetçiliğin, diğeri de sermayenin meraklarına haiz söylemlerdeyse,

Demek ki solun bir yere gittiği yok, sadece hedef hitap kitlesi değişmiş. Solun bugünün koşullarındaki hedef hitap kitlesi artı değeri üreten kayıt dışı işçilerdir. Ama kayıt dışı ekonomiyi sımsıkı tutmuş olan burjuvaya şirin gözükerek, siyasi hâkimiyetlerini devam ettirmek durumunda olan siyasiler asla ama asla bu kitleyi görmeyeceklerdir. Sol ne olmuş bu durumda farkında mısınız? Buhar olup uçmamış da sadece “görünmez” olmuş.

Yeni kurulan parti için de pek çok aynı soruyu sorabiliriz. Mesela aklıma ilk gelen acaba bu adamlar vatanlarını mı kendi çıkarlarını mı seviyorlar?

Siyaset bir panayır, anlatılanlarsa hep masal masal masal…


Jale ALTUNEL
6. Kasım.2017


26 Eylül 2017 Salı

Kerkük Manileri - 2

Hey gidi koca Kerkük, 
Türk'ün beşiği Kerkük 
Ayak direyen kız gibi, 

Üç pula satılan Kerkük.

Baharım var yazım var, 
Küskün alın yazım var,
Kerkük ellerin değil, 

Türkmenime sözüm var.

j.ak
25. Eylül.2017

23 Eylül 2017 Cumartesi

KERKÜK MANİLERİ...

Tuzaklara ihanete
Boynu bükük kalmasın
Hırsız bedevilere
Kerkük'üm yâr olmasın


Kerkük destan yazmalı
Acılarım yuyacak
Gelin kızlar al yazmalı
Türküsünü yakacak


Ozanımın sazına
Türkülerin sözüne
Yiğitlerim baş koydu 

Kerküğümün yoluna

Er gibi çık meydana
Sürdün canlarım yâda
Gitmemek yana yana
Sınırdan da o yana


Gök mavidir Kerküğüm
Canlarını sevdiğim
Kiliminin motifine
Acısını gömdüğüm


Gün ola ay dolana, 
Kerkük'te semah döne
Ahali Cem'e vara, 

Can sızım şene döne

İlimin Taşköprü'sü 
Ne bitmez can yarası
Kale içinden ay dost 

Türk hoyratı manisi

Yıktılar köprümüzü
Kırdılar kalemizi
Kerkük'te Türk'e ait
Biter mi hiç kalem izi.



"Kerkük Manileri"
j.ak
23. Eylül.2017



21 Eylül 2017 Perşembe

DİNCİLEŞMEYE EKONOMİK YAKLAŞIM

Türkiye'deki liberal ekonomiye geçiş süreci kayıt dışılığı da beraberinde getirdi. 
Göçmen işçiler işte bu kayıt dışılığın amortisörü oldu. 


En çok Türkistan'dan gelmektedir bu kayıt dışı işçiler ve kullanılmaktadır.
Peki Türkistan'daki eğitim dinci bir eğitim mi yoksa laik bir eğitim mi? Yüzde yüz laik. 


Türkiye'deki dinci eğitimle beraber yürütülen karşı devrim sonucu oluşacak olan dincileşmeye Türkistan'dan ve Gürcistan'dan gelen göçmen işçiler ayak uydurabilir mi? Hayır asla. Zaten pek çoğu da Türkiye'deki işvereninden daha eğitimli! 


Biliyoruz ki Amerika'nın Afganistan'a girme planları var. Hala hazırda Türkiye'de var olan Suriyeli (müslüman din kardeşleri/miz) arapların yanı-sıra Afganistan'dan da Türkiye'deki dincileşmeye gayet rahat ayak uydurabilecek olan Afgan mülteciler geleceklerdir.


Peki Türkistan'dan (Orta Asya'dan) gelen göçmenler nereye kaçacak? Tabii ki Rusya'ya...


Zaten bu durum hem Türkiye'nin Türkleşmekte olmasından rahatsızlık duyan etnik azınlıkların ve Türkiye yönetiminin, hem siyasal islamlaşmamızı isteyen Amerika'nın, hem de Orta Asya'yı hala daha arka bahçesi olarak gören Rusya'nın işine gelen bir durumdur.


***

Türkiye'deki dincileşme sürecinden en çok etkilenecek olanlar, kuşkusuz Azerbaycan'dan gelen göçmen işçiler olacaktır. Mezhep farklılığı gözetilecek çünkü.

Ama gelin görün ki laik eğitim almış Orta Asyalı göçmen işçilerin ve Azerbaycanlı göçmenlerin yapabildiği işleri ne suriyeliler, ne afganlılar ne de bangladeşliler yapabilir...

Hal böyleyken bir bakalım bu soydaş göçmenler hangi sektörleri ayakta tutuyor hatta kalkınmalarında kaldıraç vazifesi görüyor...

1- Tekstil
2- Tarım (Fındık-zeytin)
3- Dericilik
4- Hizmet.

Rusya'da "kendi tekstilini giy" şeklindeki söylem artık neredeyse sloganlaşmış bir cümle. Demek ki Rusya'nın tekstili elimizden çalma ihtimali yükseliyor.

Tarım deseniz Karadeniz'deki fındık üreticisinin vaziyeti ortada. Zeytinden ise bahsetmek dahi istemiyorum. Ağaçlarımız katlediliyor gün be gün... 

Hizmet sektöründe de şöyle diyeyim, bir suriyeli'ye sipariş verecekseniz sabah erkenden kalkıp siparişinizi öyle verin derim. Öğle ya da ikindi civarı verdiğiniz siparişi getirebilir... Ehlen ve sehlen yani.

Dericilikte ise pahalı işgücü devreye girmek zorunda kalacağı için yerli üreticinin dış pazarla rekabet gücü bitecektir. Bol bol deri giyiniriz artık iç pazarda destek vermek için...

İşte böyle...

Dincileşmek öyle kolay iş değilmiş aslında değil mi?

Ya da yeni Türkiye merdiven altı üretimden merdiven altı tüketime geçer ve olanla idare ederiz... 

Bak farkındaysan devrim mevrim demedim.
Zira neyleyim turuncusunu?


Jale ALTUNEL
21 EYLÜL.2017


8 Eylül 2017 Cuma

söyleme mecburiyeti

Bu ülkenin laik ve Atatürkçü kesimi, 
hep centilmen, hep kibar ve hep naifti. 
Kimsenin kutsalına ilişmedi. 
Zira adı üstünde kutsalın dokunulmazlığı vardı.
Önceleri hafif bir meltem gibi esti 
siyasal islam.
Kimse bir şey demedi.
Sonra soğuk soğuk yeldirdi,
saçlarım dağılmasın dedi bazıları ve türban örttü...
Sonra bir fırtına koptu, uçtu fırlandı esnafın parası...
Toplayıp saçılanları,
yerine koymak isteyenlerin sosyal çevresi oldu cuma namazları.
Aman dedik kutsaldır dokunmayın.
Ar ettik, çekindik.
Arsızlaşırken bazıları
Bıraktık meydanları, çekildik,
Sesleri yükseliyordu.
Sert kasırgalar uçurmasın diye küçük dünyalarını,
söylüyorlardı topyekün aynı şarkıyı...
Ve susuyordu laik, Atatürkçüleri ülkemin
Sürerken bu sinsi karşı devrim.
Atatürk kitaplardan çıkartıldı en son
Gülüyordu başarısına mason!
Sürüyordu topyekün ve tek sesli
hayırlı Cumalar teranesi
Çünkü dostum faşizm,
bir söyleme mecburiyeti!

"söyleme mecburiyeti"
j.ak
8 Eylül, 2017




7 Eylül 2017 Perşembe

BAKI-TİFLİS-KARS DEMİRYOLU!

Demiryolu projemizi çok özledik artık. Yeni İpek Yolumuzu hasretle beklerken sabırsızlanıyoruz. İçimiz titriyor, bir aksilik olmasın, bir an önce ve sağlıklı bir şekilde hayata geçsin diye...
Ama el oğlu boş durmuyor işte!
Biz ne kadar heyecanlanıyor ve istekle bekliyorsak, Yeni İpek Yolumuz'u istemeyip, sinsi sinsi bu projenin hayata geçmesine engel olmak isteyen bir karşı grup var. Kimdir bu karşı grup dediklerimiz? Ermeni terör ülkesi başta olmak üzere, kürt terör örgütü pkk ve bu terör gruplarını besleyen soros ve onun kuyrukçuları...
Bu unsurlar, Azerbaycan'ı ve Türkiye'yi yönetenleri dünya kamuoyu karşısında çürük ve kötü bir duruma düşürerek, bizi yönetenleri en ağır biçimde aşağılarlar sürekli olarak. Bu kahpeliği yaparken de Türkiye ve Azerbaycan kamuoylarının bir tür desteğini almanın peşine düşerler...
Nedir mesela?
Türkiye 1915'te soykırım yapmışmış, ya da Azerbaycan Devlet başkanı Aliyev Avrupalı bürokratları 3 milyar euro'ya satın almışmış... E kardeşim bu tilkinin hiç mi kuyruğu yokmuş peki? Avrupalı bürokrat eşşekse üzerine semerini de vururlar boynuna yularını da takarlar! Bir eleştiri yapılıyorsa bunun ucunu bucağını tartacaksın önce!
Biz biliyoruz ki bu hikayelerin ardında ermeni terör ülkesi ve ermeni terör diyasporası var! Kimlerin beslemesi bunlar peki? Onlara o terör ülkesini kurduranların beslemesi, köpeği!
Bu Soroslar bu emperyalikler neden hep bizi kurcalar ki? Bir Almanya'ya bir Fransa'ya soros dadansın hiç duydunuz mu böyle bir şey? Şimdi diyeceksiniz ki, aman Jale onlarda siyaset de hukuk da çok pürüzsüz onlar her boklarını halletmişler, orada açık yara yok ki mikroplar dadansın... Eh bu bir bakıma doğru bir saptama olabilir. Ki hiç de pürüzsüz değiller ve eminim onlarda da rüşvet ve yolsuzluk var! Ama kimse karşıdan laf etmeyecek. Eleştiri gerektiği zaman bizler belki de en ağır şekilde bu eleştiriyi yaparız. Ama başka ülkelerin bunu yapmasına asla müsade etmemeliyiz.
Ama,
Az önce konu hakkında konuşurken aklıma çok ilginç bir örnek geldi. İran'daki şeriat yönetimini düşündüm. Ve sonra o kopkoyu şeriatla yönetilen, mollaların hükmettiği ülkede o şeriat kurallarının zenginlere karşı hiç işletilmediği geldi aklıma. O zengin molla veletlerinin bikinili mayolu şortlu havuz kenarı görüntüleri vs... O zengin veletler var ya, onlar o ağır şeriyat kurallarını koyanların çocukları... Ha demek ki neymiş? Nasıl ki zenginlere kimsecikler gelip dadanmıyorsa, bu durum ülkeler için de aynı.
Emperyalizm ancak parası ve gücü olmayan ülkelere kan kusturabiliyor. Kuralları kendileri koyuyor google'lar vikipediler kendileri tarafından bilgi çöplüğüne getirilmiş bir internet ormanında kendileri çalıp kendileri söylüyorlar!
Zengin patronlar işçilerini nasıl birbirine düşürüp kendilerine karşı örgütlenmelerini engelliyorsa, emperyalizm de fakir ülkeler arasında daima sahte düşmanlıklar yaratır ve araya nifak sokar!
Azerbaycan ve Türkiye'ye artık bunu yapamayacaklarını anladıkları için de çift taraflı bir idareciler üzerinden ülkeleri aşağılama kampanyası başlatmış durumdalar!
Bunu da bizim yeni İpek Yolumuz'u baltalamak için yapıyorlar şimdi! Valla impiryilikçiğim sırısçığım YEMEZLER be canım!
Siz apırsanız da köpürseniz de, 

BU DEMİRYOLU A-ÇI-LA-CAK!!!



Jale ALTUNEL 

7 Eylül, 2017



8 Ağustos 2017 Salı

derken buluyorum kendimi

hiç nostaljik hüzünlere kapılmazdım
gençliğime dair.
ama,
nasıl delip geçtiyse
bıçaklar kemiklerimizi,
hey gidi eski Türkiye
derken buluyorum kendimi
hatta o kayıp seksenlerimizi
yorgo iliyadis'in sesleri kaydettiği
siyah beyaz Türk filmlerini.

"derken buluyorum kendimi"
j.ak
8 Ağustos, 2017

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Saydam Sınıf

yüzünü döndürmeye korktuğun yerde,
yeni insanlar var. yüzünü döndürmeye korktuğun yerde, darmadağın kalıplar var. yeni devran, yeni düzen, yeni geçim, yeni seçim. böyle buyurdu patron, en ucuz üretim için. yollar, yolcular, bol sohbetli molalar bavullara sığdırılmış gezgin ve zor hayatlar. dünyayı arşınlayıp kapkara kargolarda, sistemin bütün işi güçlü omuzlarında. tam orada duruyorlar rüzgarın bittiği yerde, topyekün tüketmeye alıştığımız o yerde. şehrin sapa semtlerinde yeni insanlar var artık ve bilmediğin yerlerinde yepyeni gettolar var. sendikalı değil dostum alargada o sınıf, Asyalı can soydaşım yelkensiz ve rüzgarsız. yüzünü döndürmeye korktuğun yerde, O, kaos diline vakıf bakışlarsa görmez geçer saydamdır hep o sınıf... "saydam sınıf" j.ak 31 Temmuz 2017








18 Haziran 2017 Pazar

ADALET'İN BEDELİ

Memleketin şu halinde kim desteklemez ki Adalet için çıkılan yolları?

Misal ben desteklerim. Adaletin yüzü suyu hürmetine yüz sürerim o yollara hatta.

Ama işte... Ama! 

Benim içim fesat. Olur olmaz birleştiriyorum "muhalif" tv kanallarında çıkıp "özü sözü bir bitirim muhaliflerin" ettiği lafları... Ne diyordu Yılmaz Özdil Halk Arenası'nda? "Akp Mısır'daki darbeden sonra ne kadar yanlış yolda olduğunu fark etmedi, aynı yanlışları sürdürdü." Nirengi noktası olarak Mısır darbesini işaret etmesi manidardır. Hatta Yine "muhalif" kanal Halk Tv'de emekli bir Paşa çıkıp, "Efendim darbe durup dururken yapılmaz, darbe için koşullar hazır hale gelmiştir." diyor.

Ön Asya'da olup bitenlere bakınca Akp'nin Katar kararıyla Trump'a karşı kendi oyununu kurduğu ve İran'ın da bu "yeni oyun"da Erdoğan'ın yanında yer aldığı aşikardır. Yani bu iki ülke liderleri savaşmak istemediklerini dünya kamuoyuna gösterdiler. Katar'a konulan ambargo günü Erdoğan'ın Katar'a asker yollayacağımızı açıklaması ve bunun üzerine İran Dış İşleri Bakanı'nın derhal gerçekleştirmiş olduğu Ankara ziyaretinde neler konuşulmuş olabileceği üzerine, aynı gün yazmış olduğum 13 maddelik bir yazıda iyimser davranıp "iki ülke savaşmamak üzerine karar almış olabilirler mi?diye sormuştum. 4 gün önce başlayan "ADALET YÜRÜYÜŞÜ"ne bakınca, bu düşüncemde haklı olabilme ihtimalim kuvvetlenmiş oldu...

Çünkü amerika B planını devreye sokarak, Türkiye'de de İran'da da, savaş kararı alabilecek liderleri iş başına getirme hazırlığı içine girmiş gibi görünüyor.

Y-chp Türkiye'de darbe şartlarını hazırlayabilecek çapta bir kitleyi yanına çekebilirse - ki vaziyet bunu gösteriyor - silahlı çatışmalara ve hatta çok sayıda yitkilere sebep olabilecek hadiselerle rahatça provoke edilebilir bu "kutlu yürüyüş". 

Sahipler ve Kanaat Önderleri III- adlı 2013'te yazdığım yazımda "Akp'nin gitmesi ve başka bir partinin iş başına gelmesi çözüm müdür?" diye sormuştum. Ve bunun tek başına çözüm olamayacağını eklemiştim!


Demem o ki sivildi kontrollüydü fetöydü derken, şimdi gerçek bir darbe olasılığı son derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceği gibi, Türk Milleti'nin bu tehlikeyi görememesi için gerçekten tüm şartlar olgunlaşmıştır. Akp Siyasal İslamcılık ve başkanlık dayatmalarıyla, referandum sonuçlarında yansıtılmadığı halde görüldüğü gibi hatırı sayılır bir çoğunluğun sevgisine ve onayına mazhar olamamıştır. Toplumun her kesimiyle kavgalı, her meslek grubuyla davalı bir duruma sürüklenmiştir. Günün birinde Akp'yi koruyan bir yazı yazacağımı söyleselerdi... Neyse.

Ne diyordum? Akp savaşmama kararı aldı. Amerika'ysa Ön Asya'yı kana bulamak, BOP'u hayata geçirmek, enerji kaynaklarına nezarette aslan payını götürmek ve SAVAŞ TİCARETİ'ni canlandırarak kendi krizini atlatabilmek için, bölgenin iki güçlü ülkesi Türkiye ve İran'ın kapışmasını istemektedir. 

Türkiye'nin içinde bizleri neler bekler? 

Sürekli gelen şehit haberleriyle her gün bizler de ölmekteyiz ya hani? Şehit haberleri bitecektir. Çünkü Amerika, BOP yolunda pkk'yı değil Türkiye'yi kullanmak istemektedir. Verdiği "ağır silahları" kullanabilecek bir devlete ve adam akıllı bir orduya ihtiyacı vardır daha ziyade. Pkk'ya  değil.  Darbeyle beraber Amerika'nın pkk'ya ihtiyacı kalmayacaktır yani ve pkk bitirilecektir. İşi biten örgütleri bir anda imha ediverir çünkü Amerika. Düşledikleri büyük kürdistan'ı da kürtlere bağışlamak ve "al buyur bak cici. Burası artık senin vatanın" demeyecekleri de beş yaş zekada bir çocuğun bile anlayabileceği netliktedir zaten...

Peki Türk Milleti? Halk darbeyi nasıl karşılar?

Akp gitti diye sevinç çığlıkları atılacaktır. Çoğunluk, "haketmişlerdi" diyerek aklamaya çalışacak darbeyi. Laik, "tam bağımsız" bir Türkiye ile "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganları atılacak yine çoğunluk tarafından! Birçok gazete manşetleri güya darbeyi desteklemiyormuş gibi, "istemez yan cebime koy" minvalinde manşetler atacaklardır! Üstelik millet olarak askerimizi severiz biz... Bizim sandığımız askerimizi! 

Çoğunluktan biri olduğum için statukoyu oldukça geç sayılabilecek yaşlarımda fark edebilmiştim. Doksanların başlarıydı. Benim "gibi" olmayan birinin uğradığı haksızlığı hiç bir şey olmamışçasına bir fütursuzlukla yok saymış, akşam eve döndüğümdeyse düşünmekten uyuyamamıştım. Kaşınarak ve tuvalete taşınarak sabahı sabah edip, çoğunluk demokrasisi ne demek, çoğulcu demokrasi nedir, o zaman anlam verebilmiştim, neyse...

Hep bir iç karışıklık çıkartılabileceği ve bunun sonucu olarak BM güçlerinin Türkiye'yi işgal edebileceğini düşünürdüm. Oysa Kuzey Atlantik Paktı müttefiki bir orduyla, bu güçlerin girip 100 yıl önceki tarihi karelerde olduğu gibi bizi işgal etmesine pek de ihtiyacımız olmamıştır 47'den beri...

Şimdi tekrar ediyorum ADALET herkese lazım da Kemal Bey, yürüdüğünüz o yollarda taban sıcaklığınız bize ne pişiriyor, neleri hazırlıyor? 

Adalet için yürüyüşü destekliyorum ama her şeye rağmen değil.

Ayrıca askerimi de çok severim. Ama düşünebiliyor musunuz nasıl bir ikilemdeyiz? Ya yola Akp ile devam edip siyasal İslam diktatörlüğünde boğulacağız, ya Laik Cumhuriyet'le Ön Asya'yı cehenneme çevirecek olan Amerika'nın koç başı edileceğiz.

Söz konusu Akp'den kurtulmak bile olsa DARBEYE HAYIR!
ADALET'in bedeli darbe olmamalı!


Jale ALTUNEL
18 Haziran, 2017










7 Haziran 2017 Çarşamba

SICAK SAVAŞ

Zeytin ekmek yerken ağladım.
Sonra şişenin dibinde kalmış
Zeytinyağına baktım,
Zeytinyağı gibi üste çıkmıştı biri
O sırada...
Harici bir memleketin
Alçak basınçlı semalarından,
Tahrip gücü yüksek, bombalar sallıyordu
Yükseklerden.
BE-DEL-1982 yazıyordu üzerinde bombanın
Ağırdır koşulu bazen insan olmanın
Bir kuşku-savar imha etti onu havada
Ve konuçlanıyorduk önünde topyekün
Zeytin ağaçlarının
Ve siperliyorduk göğsümüzü
Orta yerinde,
Bu sıcak savaşın!
Şimdi bedeli ölümdür belki buralarda,
Vatan savunmanın.

"sıcak savaş"
j.ak
7.Haziran.2017



29 Mayıs 2017 Pazartesi

ürkek ve nemliydi parmak uçları

eğreti tokalaştı bu yıl bahar
ürkek ve nemliydi parmak uçları
ve nemliydi kadınların ketum saçları
tebessümsüz oyalanmış
kaneviçe işlemeler altında

marketlerde alış-veriş sepeti tepeleri
kasadaki kızın sublimasyon hızlı elleri
gülerken değil kinlenirken görünüyor
erkeklerin dişleri
ve gergin bir trasformasyon.

güney ne sıcaktır şimdi
ve kum kadar kızgındır 
büyük şehir plakalı araç sahipleri.
yollar olabildiğince dar
ve önemli adamların tatilde bile acelesi var
korna sesleri birer tebessümsavar

hicvi ve satiri özlemiş 
dar sokakların taş döşeli yolları
evlerden de geliyor aman 
aş kokuları
sevgiye açken memleket çocukları
kin akıtıyor yaş yerine yüreklerine
babaları.

eğreti tokalaştı bu yıl bahar
ürkek ve nemliydi parmak uçları
Kavramak istedikçe bu yaşta onları
kayıp gider kayıp yollara
kim hasret değil ki şimdi
bitmek bilmeyen kahkaha dolu 
o yazlara?


"ürkek ve nemliydi parmak uçları"
j.ak
29.Mayıs.2017





13 Mayıs 2017 Cumartesi

SOMA

Soma'da sayılmayan kayıt dışı canlar
Ve sayıdan ibaret kayıp ölülerin
Üzerine basanlar...
Savaşa gider gibi iner o tünellere
Babalar ve kocalar.
Ve savaş meydanlarına sürülür
Eline silah verilen paralı figüranlar.
Ölüm emridir yoksula
Vaad edilen lokmalar,
Birileri daha zengin olsun diyedir
Bu kahpe katliamlar!
"Soma"
j.ak,
13. Mayıs, 2017






11 Mayıs 2017 Perşembe

KİN SEDDİ

kalemlerin mürekkebi usluydu,
şiirdi, Truva'nın dokuzuncu katındaki şehir.
etniğe ve süt tozuna karışırken yalan,
kıta sahanlığı fırtınada bir bardak suydu
ya da bir bardak suda fırtına falan.
bölge siyasetiyle başladı talan
tam deniz ticareti diyordu duvarda zaman,
o sıra mitolojik kahramanları ezbere biliyorduk
İç batı Anadolu'dan.

kalemimizden aşk akıyordu 
masmavi ve dengesizce hani,
sagapo sesleriyle sirtaki yapıp
tabak kırıyordu 
pahalı restoranlarda burjuva eliti!
ve arabesk türkücü kadınını dövüyordu
maço ve öfkeli.
kalemlerden aşk akıyordu aşk
mürekkep ki, kadın kanı
zaten küfür malzemesi değil mi a canım
şu bizim analık organı?

açılalım dedik bir beyin sarsıntısıyla
misak-ı milli'nin dışındaki doğuya
çünkü dört bir yanımızda
örülüyordu kin seddi 
yükselen jeopolitik duvarlarıyla!
etniğe sütlüye karışmazdık hiç oysa
Bektaşlar ve Pir Sultanlar diyarında...
yükseldikçe seddin duvarları,
en sinkaflı küfürleri yazdı üzerine
batının davarları.
aşksa kalemlerin içinde saklı kaldı,
ki mürekkebi, 
kadın kanı!

"kin seddi"
j.ak
11 Mayıs, 2017








26 Mart 2017 Pazar

aynadaki normaller

bilmezdik ilk gençlikte;
tekelindeymiş ekin meğer
mutlu çoğunluğun.
ve kanayan yerine ektiler
bu hoyrat tohumu
göğüs boşluğumuzun.
yabancısı olduk birden bire
içine doğduğumuz
şu başıbozukluğun,
ilk gıdası oldu
çocukken akan gözyaşlarımız,
devrim tomurcuğunun.
sonra bir ara
hep seherini yaşıyoruz sandık
aynada bulduğumuzun,
ve aynı ellerin
büyüsüyle kaybolduğunu gördük
en çok güven duyduğumuzun.
bir normalleşme isteği geldi
karşı kıyısından sonsuzluğun,
oysa biz
çoktan kıymetini biçmiştik
yalnız ve serin mutsuzluğumuzun...
"aynadaki normaller"
j.ak
26.Mart.2017


25 Mart 2017 Cumartesi

JAZZ, DİN ve MÜLKİYETÇİLİK...

İyi bir jazz dinleyicisi, bir zamanlar mutlaka blues türü müzik de dinlemiştir. Çünkü jazz blues çıkışlı bir türdür.


Bluesun tarihçesine baktığımızda hepimizin bildiği üzere Afrika'dan Amerika'ya gemilerle kitleler halinde getirilmiş olan köleleri görürüz. Beyaz adam, Afrika'nın elmas madenleri av hayvanları ve bilumum doğal kaynakları yanı-sıra, kıtanın siyah derili insanlarını da kendisine köle etmiş, asırlar boyu sömürmüştür. Bu şiddetli sömürü ve baskıyı ciğerlerine kadar yaşayan siyah adam, yaşadığı zulmü, insanlık dışı haksızlığa olan protestosunu, müzikle sublime etmiş ve pamuk tarlalarında bir ağızdan yakarmaya başlamıştır. İşte en eski ve en çarpıcı protestolar, bulundukları coğrafyalara göre "Missisipi Blues", "Delta Blues" şeklinde adlanan ilk örneklerde görülmüştür.

Bluesun ilk örneklerini veren siyah adamlar, zaman zaman öldürülmüşlerdir. Köleler arasında kitlevi kalkışmalara sebep olmasınlar diye aradan kaldırılmış pek çok protestocu bulunmaktadır. Yasaklı olan bu türün icracıları çiftliklerin karanlık odalarında dile getiriyorlardı protestolarını. Ama öyle bir dile getirişti ki bu, onları dinlemeye gelen köleler arasında bunu sahibe gammazlayan birileri çıkar korkusuyla, karanlık bir odada ve yüzleri duvara dönük bir şekilde yükseltirlerdi seslerini...

Bu durum beyaz efendilere iyice rahatsızlık vermeye başlamıştı. 
Bu protestoların bir şekilde manüpile edilmesi gerekiyordu ama nasıl?


İşte DİN burada devreye girdi ve kilise rahipleri bu işe el attı. Protestolar yakarı'lara, dualara evrildi. İşte Gospel orkestralar böyle doğdu. Ve beyaz efendilerin güzel sesli köleleriyle "iftahar" etme hikayesi de böyle başladı. Bu durum zamanla öyle trajik bir hale dönüştü ki kendini ancak bu yolla ispat edebilen köleler arasından, efendilerinin gözüne girebilmek için en sert protest sözlerini yumuşatarak deformasyona uğratmak durumunda kaldılar.

Artık siyah adam beyaz efendinin yemek davetlerinde adeta sofranın mezesi olmuştu. Öyle ki bu durum çiftlik sahibi efendiler arasında bir yarışa çevrilmişti.

Derken müzik sözlerin önüne geçti ve kendini müziğiyle ıspatlamış olan afro Amerikalılar bu kölelik girdabının içinden sıyrılmaya başladı. Amerikan iç savaşı çoktan yaşanmıştı, köleliğe karşı hareketler başlamıştı. Ama güneyde işler kolay kolay düzelmiyordu. Artık daha farklı bir dönem başladı. Efendinin elinden kurtulmanın legal bir yolu gibi görülüyordu blues, yani HÜZNÜN MÜZİĞİ...

1900'lü yıllara gelindiğinde değişen koşullar, -endüstri ve sanayideki gelişim, hareketli yaşam-, müzik türlerinde de kendini gösteriyordu. Blues müziğin ilk örneklerini veren afro amerikalılar daha hareketli, daha çok enstrumanı içeren jazz türünü çıkarmışlardı blues bünyesinden... Jazz orkestraları, Amerika'da çılgınca dans edilen gece kulüplerinin adeta vazgeçilmezi olmuşlardı. Siyah adamlar adeta yine "beyaz efendileri" eğlendiriyorlardı. Dans etmeye gelen beyazların büyük ekseriyeti de buna böyle bakıyorlardı.

Ancak durumu bu şekilde değerlendirmeyen beyazlar da git-gide çoğalmaktaydı. Özellikle müzisyen sanatçılar arasında, zenci müzisyenler hayranlıkla kutsanıyor, hatta bu tavırlarından ötürü zenci düşmanı "ku klu klans" olarak bilinen çeteler tarafından dövülüp öldürülmekle tehdit ediliyorlardı. Ama bu durum Jimmy Dorsey, Tommy Dorsey Helen O'Canner gibi beyaz sanatçıların çok da umurlarında olmuyordu...

Her ne kadar artık "beyaz" big band'ler de yavaş yavaş kurulmaya başladıysa da, dönem II. Dünya Savaşı'na gelip çatmıştı. O buhranın ve bir sürü ölümlerin acıların içinde insanlar çılgınlar gibi eğleniyor, dans ediyor ve bu şekilde morallerini ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Ve tabii ki savaş dönemlerinin yükselmekte olan değeri milliyetçilik Amerika'da had safhalara tırmanmıştı. Sadece beyazlardan kurulmuş olan jazz orkestraları Amerikan askerlerinin savaştığı bölgelere gidip onlara moral konserleri veriyorlardı. İşte Glenn Miller orkestrası böyle bir orkestraydı. Ve jazz bu dönemde afro Amerikalı'nın elinden alınıp beyazlaştırılmıştır. Yani en başta din ile manipüle edilen protest hareketin uzantısı olan jazz da siyahken bir anda pirupak beyaz oluvermiştir... Böyle olduğuyla kalmamış, adeta orta ve üst sınıf eğlencesine dönüşmüştür.

Şimdi ben bunları neden mi yazdım? Dün gece jazz dinlemeye gitmiştim. Giriş ücretinin oldukça pahalı olmasını hiç önemsemiyorum çünkü müzisyenlerin kazandıkları parada asla gözüm yok. Ama kendilerine o müziği icra etmek için buldukları mekan öylesine kaptırmıştı ki kendini bu mülkiyet tutkusuna, içeri girdiğimizde neredeyse tüm masaların üzerine "rezervasyonludur" yazılı birer kağıt parçası konulmuş olmasına karşın, tümü boştu masaların. Konserse başlamak üzereydi...

Jale ALTUNEL 
25. Mart.2017

20 Mart 2017 Pazartesi

Ergenekon

çoramış bir topraktan fışkırdı bahar
yeşil bayramların kanlı ve ateşli patlaması
ve milyonlarca sözdü kökleri 
göklerdeydi gözleri.
doğurgan, gür memeli, genç ve asi erkenekün
gezdi, gözdü çoramış,
güzdü, güldü...
aslında dün,
hoyratlığı karşısında sabanın,
yarılmış bedeninde toplamıştı çiğlerini sabahın
bir soğuk ki,
yel desen değil,
buz desen değil.
ürperdi içine işlercesine,
sakındı baharın köklerini cayır cayır!
yemyeşildi bahar...
yeşil bayramların, ateşli patlamasıyla coşkun!
yağmur istiyordu bahar,
Nisan gibi,
devrim istiyordu bayram,
Ergenekon gibi...
"Ergenekon"
j.ak
19.Mart.2017


semeni...

24 Ocak 2017 Salı

24 Ocak 1993...

Bir kürt dosyasıyla
Bir rabıta
Gitmişti kara günde 
Bir aydın daha
Gitmişti öylece,
Uçsuz uçmağa,
Mert değil bu düşman
İzliyor dünya...
Mumcunun mumu sönmez
Bilmez misiniz?
Bir ölür bin doğarız
Görmez misiniz?
Karanlık bezerse göğü otağı
Şimşek olur çakarız
Aymaz mısınız?
"aymaz mısınız?"
j.ak
24.Ocak.2017
Anısına saygıyla...

23 Ocak 2017 Pazartesi

İLK AŞKIMA

Ah be baba
Ne çok yakışırdı sana
O bembeyaz üniforma...
Bir de mesaide giydiklerin vardı
Bej renkli, kısa kollu
Nasıl da uzun gelirdi seni beklerken
Garnizonun Donanma yolu.
Onlarca yiğit dağılırdı da mesaiden
En yakışıklı olanını seçiverirdim
İçlerinden...
Ah be baba
Ne çok yakışırdı sana
Giydiğin üniforma
Makine yağı kokusu sindi biliyor musun?
Bütün çocukluğuma
Nasıl çektiysem içime
Bütün bir seni
kollarında.
Görüşürüz umarım bir gün
Kutlu uçmağda
"ilk aşkıma"
j.ak
23.Ocak. 2017

10 Ocak 2017 Salı

YENİ AYAKKABILAR (Öykü)

Günün yorgunluğu, işten dönüş otobüsünde üzerine çöküyordu hep. Ayın dördüncü günüydü ve Deniz indirime girmesini beklediği ayakkabıları almak için iş çıkışı mağazaya uğramıştı. Bugün yarım saat geç binmişti otobüse. Bir eliyle yeni ayakkabılarının olduğu poşeti ayaklarının altına doğru çekti ve başını geriye doğru yasladı. Tam içi geçecek gibiydi ki, koluna yaşlı bir kadının kolu deydi. Etrafta ona yer verecek kimse olmadığını fark etti ve ayağa kalkarak yerini yaşlı kadına verdi. 
Bir eliyle sıkıca tutunurken diğer eliyle de alış veriş poşetini tutuyor ve otobüsün her gün geçtiği duraklara bakarken, yeni ayakkabılarını düşünüyordu. İyi ki almıştı onları. Bu fiyata indiğine inanamıyordu. Ökçeleri biraz fazla mı yüksekti? Yok yok çok iyiydi yüksekliği, boyunu uzun gösterirdi hem. Kloş kesimli kaşe eteğindeki renk tonu ayakkabıların kenarındaki renkle neredeyse aynıydı. Geçen sene aldığı trençkotuyla da giyebilirdi… Camdan dışarı bakarken gözü bir anda camdaki aksine odaklandı ve eve sadece bir durak kaldığını farketti. Arkaya doğru ilerledi ve duracak butonuna bastı…
Merdivenleri hızlıca çıkıp eve geldiğinde ilk işi ayakkabılarını poşetten ve kutusundan çıkarıp terlik niyetine onları giymek oldu… Çok rahattı Deniz’in yeni ayakkabıları. Ah aman Tanrım, şurasındaki dikiş tekrarı neyin nesiydi? Derhal diğerine de baktı. Diğerinde de aynıydı topuk kısmındaki dikiş tekrarı ve bu görüntü ayakkabılarına çok hoş bir hava katıyordu…
Ayakkabı dolabının kapağı açık kalmıştı ve dolaptaki ayakkabılar Deniz’in bu coşkusunu izlerken eskimiş botlar beni artık bir daha giyeceğini düşünmüyorum diye geçirdi içinden. Abiye ayakkabılarsa biraz kıskanç biraz da gururlanarak yaşlı botların içinden geçenleri anladı ve gayet tepeden bakar bir edayla:
- Senin devrin bitti ihtiyar! Dedi ve patlattı kahkahayı. 
İhtiyar botlar yan tarafta duran spor ayakkabıları da kast ederek:
- Olabilir ama içinizde en çok beni giydi, kendini en rahat hissettiği ayakkabılar olduğumu unutmayın! 
Spor ayakkabılar rahatlık konusuna şiddetle itiraz etti.

- İhtiyar, yaşına saygım sonsuz ama benimleyken çok daha rahat. 
- Ayy seni giydiğinde ayakları leş gibi kokuyor. Öyle rahatlık olmaz olsun. Diye atıldı abiyeler…
- Olabilir ben ucuz bir spor ayakkabıyım onu geçelim bir kalem. Sizi giydiğinde de kendini çok rahatsız hissediyor! Cendere gibisiniz hanımefendi. Üstelik bir keresinde ayaklarında fazla kaldığınız o düğün sonrası nasıl da yara olmuştu topukları ve ayak parmakları!
- Evet ertesi gün beni yani en rahat ettiği botlarını giymişti topuğundaki yara bandını ve küçük parmağının kenarındaki su toplanmasını görmüştüm. 
- Biriniz kokutuyorsunuz, biriniz de eski püsküsünüz. Bense hem iyi durumdayım hem de uzun yıllar duracağım bu dolapta…
- Hey gidi günler hey. Dedi ihtiyar. Tam altı yıl oluyor beni alalı ve onunla çok anım var. İlk kez aşık olduğunda ayaklarındaydım. Sevgilisi onu ilk öptüğünde, elini ilk tuttuğunda yine benimleydi.
- Ayy tamam bildik, üniversiteyi kazandığı yıl Beyazıt’tan almıştı seni, İstanbul’un tarih kokan yollarında onunlaydın artık senin gibisini hiçbir usta yapmıyor… Eee? Ne yapalım ihtiyar, eski püsküsün işte! Şu haline bakıyor musun hiç dönüp?
Spor ayakkabılar centilmence susmayı ve konuşmanın bu kısmına karışmamayı yeğledi. Abiye ayakkabılarla yaşlı botların anılarını dinlemekten bıkmıştı. Zaten erkenden uykusu gelir ve uyurdu. Uyumak için sırtını döndüğü sırada, göz ucuyla Deniz’in yanlarına doğru geldiğini gördü. Deniz yeni ayakkabılarını çıkarmış, terliklerini giymiş ve onları ayakkabı dolabına koymaya geliyordu. Uykusunu dağıttı ve yeni ayakkabılarla tanışmak için kendine çeki-düzen verdi…
Yaşlı botları iyice kenara doğru ittirmişti Deniz, dolapta yer açmak için. İhtiyarın gücüne gitmişti bu tavır. Az önce Abiye ile yaptıkları konuşmanın da etkisi vardı bunda. Yeni botlar gelmiş ve dolap kapağı kapanmıştı. Abiyeler ve Sporlar yeniye olan kıskançlıklarını onun üzerine basıp pisletmeye çalışarak dışa vursalar da İhtiyar bağcıklarını kaldırarak onlara ayıp etmeyin dercesine imada bulundu,
- Hoş geldin evlat, çok iyi görünüyorsun. Usta bir elden çıktığın belli. Nerelisin?
- Beyazıt.
- Selam ben Abiye. Fena görünmüyorsun ama diğer tekinle farklı mı senin renklerin öyle?
- Yapmayın Abiye Hanım bence hiç de öyle değil. Selam ben Spor, nasılsınız?
- Merhaba arkadaşlar iyiyim, sizler de çok güzel görünüyorsunuz. Sizinle de sanki önceden karşılaşmış gibi hissediyorum kendimi İhtiyar Bey. Sanki tanışıyormuşuz gibi geldi bana..
İhtiyar onun bağcık kenarında yazılan yazıları tanımıştı. Beyazıt mı demişti? Yoksa? Anlamıştı İhtiyar aynı ustanın elinden çıktıklarını…
- Seni yapan ustanın sağ ayağında bir aksaklık var mıydı evlat?
- Evet vardı ya, ama siz nereden biliyorsunuz bunu?
- Ben de onun elinden çıktım.
- Remzi Usta?
- Ta kendisi…
Yeni ile İhtiyar arasında geçen bu hemşeri sohbetini kıskançlıkla dinleyen Abiye derhal uyudu. Sporlar da zaten uyumak için bahane arıyordu ki o da sızdı kaldı. Bir süre sonra Yeniler de uyumuştu.
İhtiyar kendine baktı, üzerindeki derin çizgilere ve içine işlemiş olanca toz gübüre. Tam o sırada pençe kenarındaki dikişlerin atmış olduğunu farketti. Çok yorgundu ve kendini hiç iyi hissetmiyordu. Beni artık giymez diye geçirdi içinden. Bu halimle ona yakışmam zaten… Bu düşüncelerle kaç saat oyalandığını ve kaç saat uyuduğunu hiç bilmiyordu ki Deniz’in çalar saatiyle açtı gözlerini. Üşümeyle karışık bir ürperti hissetmişti içinde…
Deniz elini yüzünü yıkamış, kahvaltısını etmiş ve giyinmişti. Ayakkabı dolabını açar açmaz Yeniler’i ayağına giydi. Tam o sırada İhtiyar’ın gözüne Deniz’in elindeki çöp torbası ilişti. Deniz İhtiyar’ı aldığı gibi çöp torbasına sardı! İhtiyar dışarısını görmeye çabalıyor ama en ufak bir şey görünmüyordu. Neler oluyordu böyle? Kendini çöp poşetinin içinde hiç hayal etmemişti. Gözlerini kapattı ve Deniz’in ilk dansını düşündü… Sevgilisinin onu ilk öptüğü anı… Ayaklarının yerden kesildiği anı düşündü. Üniversitede eğitim psikolojisi dersinden en yüksek notu aldığında nasıl da havalara sıçradığını…
Birdenbire tüm seslerin kesildiği bir yere girmişti. Deniz’in onu sert bir yere koyduğunu hissetti. Gözlerini daha da sıkı yumdu. Bir damla yaş süzüldü o an dikişleri atmış olan pençeciğinden.
- Kimse yok mu?
- Buyrun nasıl yardımcı olabilirim?
- Remzi Usta burada mı acaba?
- İçerde olacak çağırmamı ister misiniz?
- Lütfen…
Aksayan ayağıyla Beyazıt’taki dükkânın ön tarafına geldi iri cüsseli ve güleç yüzlü adam. Deniz o gelirken çöp torbasından İhtiyar’ı çıkardı. 
- Bu botları size yaptırmıştım, tamir edebilir misiniz acaba?
- Ooo bunlar çok eski olmalı, artık yapamıyoruz bunları çok pahalıya mal oluyor. Ama tamirini zevkle yaparım. Dedi bir eliyle pençesindeki söküğü yoklarken. Pençesi ıslak kalmış.
- Evet poşetin içi ıslaktı, oradan bulaştı sanırım. Ne zamana hazır olur Remzi Bey?
- Pazartesi gelin alın.
- Teşekkürler…

Jale ALTUNEL
“yeni ayakkabılar”
10. Ocak. 2017