Beni bırakma Yaz.
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin.
Yalınlık derecemiz dona çekmiş,
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere
ebruli, koyu kahve
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...
"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013
12 Aralık 2013 Perşembe
8 Ekim 2013 Salı
boş kovan
Kuru
sıkı atışlardan düşen güven,
söze
dair zamanlara delil, boş kovan.
Yüzlerce
kez kayıp gitmiş olmalı
kenetlenip
tutunulan
ki koca
bir tedirginlik kalmış, onca savaştan.
Güçsüzlük,
kronikleşebilen
hastalığı insanın
farketmeden
dik durmayı öğrenir gözyaşların
ve artık süt analığıdır o, dışarıda kalmışlığın.
Her
şey para değil diye başlar lafa,
yeterince
aç kalmamış biri,
oysa
üç kuruşun tecavüzcüsüdür
on saatlik mesai.
on saatlik mesai.
Neyse
dağılmasın konu,
tedirginlik
diyordum,
tedirginlik…
“boş
kovan”
j.ak
8.Ekim.2013
7 Ekim 2013 Pazartesi
İncir Ağacı
Anam öldü.
Anlamadım.
Gittim bir incir ağacıyla konuştum.
Gittim bir incir ağacıyla konuştum.
Anlattı sessizce,
Anladım, bu sefer de inanmadım.
Ölene kadar da inanmam.
iki numaralı emektar
Karanlık gibi süzüldüm odanın her yerine.
Dağılmanın ön şartıydı
kalanları der top etmek birkaç bavula.
Güçsüzlük hüzün taşır,
ve hüzün yok eder direnci
durumlara
kızacak hal kalmadı.
Duygula sesler gibi
sıkıştı
karanlık köşelere.
Üstelik benimdi o derme
çatma doku
sinmişti üzerime.
Bir süre kibir akıtmak
gerek.
ucu açık merdivenin.
Çıkmak istedikçe çekilir, yalnızlık.
bir parmak burukluk çalar damağıma,
bir parmak burukluk çalar damağıma,
dağınıklığım
ve acı.
Bu yalnızlık,
öylece iyi geliveren ev
yapımı bir kocakarı ilacı.
Ve şairin dediği gibi,
herkesin evinde eksikmiş bir odası.
herkesin evinde eksikmiş bir odası.
Çıkmalıymışım buradan,
yoksa eksilirmiş gri
hücreler ön frontumdan.
Zor oysa çıkmak,
derlediğim dağınıklıktan.
Ve korkuyorum,
küçük ama önemli bir anıyı
unutmaktan, duvarımda öylece,
asılı duran.
küçük ama önemli bir anıyı
unutmaktan, duvarımda öylece,
asılı duran.
Özlemi yorarken tutku,
okulun arka bahçesine bir kapı aralanır
okulun arka bahçesine bir kapı aralanır
iki numaralı emektar formasıyla,
derin markaja gömülür
sabır.
sabır.
“iki numaralı emektar”
J.ak
7.Ekim.2013
*"Kime sorsan evinde bir oda eksik." Ö.Asaf
*"Kime sorsan evinde bir oda eksik." Ö.Asaf
3 Ekim 2013 Perşembe
mutluluk
tutuklu hayallerim firar
ettiler
aşk şiirlerimin demir
parmaklıklarından.
mutluluğu yutkunurken,
iki büklüm ezilişini
hissettim içimde.
gözlerim kim bilir kaç hüznün
cehenneminden
izliyordu cenneti,
sayamadım.
"mutluluk"
j.ak
3.Ekim.2013
yarım Nisan
eski bir kokunun sağdıcı rüzgâr
savaş zamanından kalma enkazını içimin,
korumaya aldı bahar
bir yanım toz duman,
bir yarım Nisan.
şimdi omuzlarımdan
yapraklarca bildiri uçuşuyor yollara
üzerinde,
anarşist bir yazı barındıran.
“yarım Nisan”
j.ak
3.Ekim.2013
savaş zamanından kalma enkazını içimin,
korumaya aldı bahar
bir yanım toz duman,
bir yarım Nisan.
şimdi omuzlarımdan
yapraklarca bildiri uçuşuyor yollara
üzerinde,
anarşist bir yazı barındıran.
“yarım Nisan”
j.ak
3.Ekim.2013
23 Eylül 2013 Pazartesi
GÖZ GÖRE GÖRE!
22
Eylül Pazar günü Olimpiyat Stadında oynanan Beşiktaş-Galatasaray Maçı,
kendilerini 1453 Kartal diye adlandıran bir grup tarafından provoke edildi ve
maç tatil edildi.
Başta
Beşiktaşlı çArşı taraftarı olmak üzere herkes bu iğrenç oyunu anında gördü ve on
yaşındaki çocuklar dahil, kimse yemedi. Ee? Peki yemedi de ne oldu? İşte artık
memlekette asıl durum bu “göz göre göre” yapılan provokasyonlar, göz göre göre
tutuklanan insanlar, aylarca yıllarca suçları ıspat edilememiş bunun yerine
sahteliği ayan beyan gözler önünde olan belgelerle insanların hapislerde çürütülmesi ve
daha nice göz göre görelikler…
Kaşımak
kızıştırmak, insanları galeyana getirmek ve böylece iç karışıklığı
tırmandırmak, iç karışıklığı tırmandırdıkça gündemi bu suni ve alakasız
konularla doldurup, sıcak para bağımlısı patlamış ekonomik gidişatı ve
sınırlarda olup biteni gözlerden kaçırmaktır işin makro boyutu.
Bu
ve benzeri iktidarların siyasetlerine tıpkı dini alet ettikleri gibi, zamanı
geldiğinde heybelerinden çıkararak gündemi oyalayacakları çeşitli oyuncakları
vardır ve endüstriyel futbol da tüm dünyada olduğu gibi bizde de zaman zaman hop
diye o heybeden çıkartılıverilir. Futbol şu anki haliyle, siyasetçilerin gündem
meşgul etmek için kullandıkları araçlardan biri olmayı uzun yıllar daha sürdürecek.
çArşı
Taraftarı Gezi Parkı direnişi süresince sergilemiş oldukları vatanperver
duruşları ve direnişin en organize grubu olma özellikleriyle tüm yurtseverlerin
gönlünde taht kurmuşlardı. Zekice sloganları ve dik duruşlarıyla iktidarın
iyiden iyiye canını sıkmışlardı. Bir şekilde bu grubun biletinin kesilmesi
gerekiyordu. Dün gece oynanan tiyatroda da aynen bu gerçekleştirilmiştir.
İktidar ne istiyor?
Emin
olun ki iktidar uslu durmuyor diye kesmedi bu cezayı çArşı’ya. - ki henüz
cezanın ne olacağını tam olarak bilmiyoruz, sanırım yarın açıklanır. Ama ben
diyeyim yarım sezon, siz deyin bu sezon komple, BJK maçlarının seyircisiz
oynanması olacaktır ceza. - Bilakis bu grubu daha da kızıştırmak için yapıldı
bu çirkefçe provokasyon.
İktidar
kargaşa istiyor! Daha fazla kargaşa, daha fazla kavga dövüş, daha fazla
sertleşen bir sokak hatta sokaklar istiyor. Çünkü pislikler arttıkça daha büyük örtülere ihtiyaç duyulur.
Ne yapmalı?
Yapılması
gereken iki şey var. Eğer Ceza yukarıda belirttiğim şekillerde gerçekleşirse,
Fenerbahçe Galatasaray Trabzonspor başta olmak üzere, tüm birinci lig
takımlarının taraftarlarının çArşıya destek olmaları ve hiçbir maça gitmeme
kararı almaları gerekiyor. Eğer bu büyük boykot gerçekleşirse o zaman iktidar da
Federasyon da şapa oturur. Maçlara gitmeyin. Gitmeyin ki tüm statlar bomboş
kalsın. Gitmeyin ki futbolu siyasi amaçlarına alet edemeyeceklerini görsünler.
Gitmeyin ki halka karşı yapılan bu kötülük, iyi bir şeyin
başlangıcı olup insanımızda boykot bilincini oluştursun. Gitmeyin ki daha fazla salak yerine koyamasınlar. Unutmayın biz halkız.
Biz kuvvetliyiz onlar zayıf. Aynısı AVM’ler için, yabancı mallar için de
geçerli elbette. Ama halk ne yazık ki gücünün farkında değil.
İkincisi
ağır bir sorumluluk ve bu da çArşı taraftarına düşüyor. Verilen ceza her ne
olursa olsun, vakur duruşunuzu asla bozmayın ve sizden istenildiği gibi kızışmayın.
Onların oyununda figüran değil, kendi destanınızda baş rol olun!
Özetle
artık göstere göstere oynanıyor oyunlar. Yersen.
Ha
yemedik de ne olacak peki?
E
zaten adamlar ye diye yapmıyorlar ki, daha da kızıştırmak için. Çünkü yemeyince sinirler tırmanır. İstenen budur.
Kısacası
koskoca memleket hâlâ 3F ile yönetiliyor, eğlence, din ve futbol.
Yeter!
Yeter!
21 Eylül 2013 Cumartesi
yine de aşk
akşamdan kalma bir şehirden
ve düşümdeki üst geçitten,
fikir suçları aktı.
dün sabah kan şekeri,
acı açlığa uyandı.
duyulmamıştı o gün
gece şiirlerinin şarkısı,
mağrurdu sonbaharda
sabahın altısı.
yine de aşk bıraktı
en güzel sözleri yola
soluklanırken sıcak çay,
kahvaltı masasında.
ayazla tanıştırdım sonra
anlatamadıklarımı
o ayaz ki görmedi hiç
giden canlarımızı.
“yine de aşk”
17 Eylül 2013 Salı
taşınmaz yazılar
dublörsüz oynanırken
gidiş sahneleri
çaresizdir ara sokak,
gösterir ters istikametleri.
belki yalnızım duvarda
bağışlanmış merak gibi
nöbet tutar belirsizlik
taşınmaz yazılar gibi.
portatif bir özlem
katlanır
o an mütemadiyen
ve bir kat daha sıkışır
acıtarak büyüten.
“taşınmaz yazılar”
j.ak
16.Eylül.2013
9 Eylül 2013 Pazartesi
asosyal devlet
Zafer yürüyüşü için
Ethem Sarısülük Parkı’nda
toplandık
dört döndüler etrafta
başkent tomaları.
Anıttepe’de yürüyüş
sonrası,
ıslattı fener alayını şiddetli
sağanak
kesin yağmur bombası
attılar dedi
hemen önümde duran bir paranoyak.
gözlerinin içine bakarak;
“Allah’ın toması yok!” dedim,
güldük…
sonra Kenedi Caddesi’nde
bir bara geçip oturduk.
dışarıda o tek perdelik
oyun yine sahnelendi
takım elbiseli ve eli
haydarlı bir grup, caddeye indi.
millet izledi ayaküstü ve inanmış
gözüktü.
toma-2, toma-3, toma-4,
toma-7
ve bir akreple otuz kadar çelik
yelekli.
Bestekâr Sokak’tan
Kenedi’ye
kaç kez dönüp indiler,
saymadım
sonunda nişan aldılar
üzerimize,
Voodoo Bar dem rehavetinde.
üstelik sular kesikken fatura
yüzünden evde,
yaşam tarzımıza bolca sıkıldı
yok yere.
kiminin kolu-bacağı
kesildi
kırılıp saçılan bardak
çanaktan,
kimi lanet edip bıktığını
haykırdı
böyle yaşamaktan.
on saniyede harabeden farksız
kaldı orası
ve boşalıverdi kaç kişinin
ekmek kapısı.
başını almış giderken koca
memleket
herkesle düşman oldu
bu asosyal devlet.
“asosyal devlet”
j.ak
3. Eylül. 2013
21 Ağustos 2013 Çarşamba
Muhtar'ın Yeri
belirli,
saatler ve mevsimler
yatışlar kalkışmalar
kalkışlar
oyunlar kışlalar alkışlar
bilgiler haberler tatiller.
bir ara koyun boku kokan
yerlerin
sezonluk efendileri,
şezlonglarını güneşe
çevirsinler diye
günde bilmem kaç kere
emirler yağdırıyor sezonluk
kölelere
oysa on saatlik kölelik
onlar için de başlayacak,
tatilden eve dönünce.
o sırada telefonda konuşuyordu
sezonluk efendilerden biri;
o bir çalışmadan duramam
insanıydı besbelli
bağırıyordu banka
görevlisine anlaşılmayan dilde
ki ben izlemek istemiştim
o an
çay ve tütün eşliğinde
güneşin nazlı inişini
karşı sahile.
statosfere yükselirken ses,
anladım ki zaman hâlâ alabildiğine
çömez
bir uyanıklık uykusunda neredeyse
herkes.
tekneye doluştu toz duman kalabalık,
istikametleri Bitez.
belirli,
silâhlar ve mermiler
mikroplar hastalıklar
ilaçlar
gazeteler dergiler sanatlar
sınırlar düşmanlar
kazananlar.
Sürmeli Hanım’ın erkek
arkadaşı çıkageldi,
ki o plajın en sakini
köpekler giremez
levhasının yanından
denize girdi önce,
sonra sağ arka bacağını
kaldırarak
sınırlarını işaretledi:
üç şezlong, köşedeki
palmiyenin dibi
ve Muhtar’ın çimleri.
“Muhtar’ın Yeri”
j.ak
21.Ağustos.2013 / Küçükbük
19 Ağustos 2013 Pazartesi
sessiz
üzerinde dumanlı mesainin
ağırlığı
yarıya indi gözkapakları
bir yoksunluk nöbetine sarılıp
öylece uzandı.
barıştı bir ara rüya,
özgür uykularda.
bir koku çalındı burnuma
atonal, nefesli sazlarla
Hekimköy’e giden dolmuşta
uğurlu sayılara inancım
yoktu ama
tapardım bir zamanlar
forma numarama.
bir soru vardı, can
çekişen eski zamandan
yüzünde eski yaralar,
boğazında kurumuş kan.
ne zaman dönüp içime
baksam
göz göze geliyorduk hiç yoktan
cevapsızlar mezarlığına göm
beni dedi
son nefesinde,
korkmayı keşfetmediğim
yıllara dairdi soru,
karanlıktan.
“sessiz”
j.ak
19.Ağustos.2013
15 Temmuz 2013 Pazartesi
müziğin sepya rengi
her seferinde biliyordum
yalın ayak olduğumu,
çıkarken düşlerimden.
ne umduğumu üstelik
hiç farketmeden,
bilinçaltımla karşılıklı
bahsetmişim bir çok kez
konu dışı meselelerden.
sudan hafif, havadan ağırdı
malum öğretiler…
sepya rengine boyanmış,
bir beste vardı sokakta,
anonim.
anonim.
çıplaksa ayakların görebildiğin.
derin bir akıntıyla yüzyüze,
yüzüp durdu gözlerim.
bu yüzdenmiş meğer,
pür dikkat tedbirsizliğim.
“müziğin sepya rengi”
j.ak
15.Temmuz.2013
11 Temmuz 2013 Perşembe
bir kala
bir kala görünür oldu mavilerim
boş direğinde, bir
yelkenlinin
en parlak ezgileri kundaklarken içim
ıskotaya sabitlenmişti
o kalınca düğüm.
fakat gel gelelim
bir an için durup
gümüşten çizgilerini bulmuştuk
anarşist gökyüzünün.
anarşist gökyüzünün.
çünkü huzursuz uykuları,
deli bir borayla doldurmuştu dün
sonra birden bir kala,
gecenin kopkoyu pankartına
bir oğul daha yazdı
kalleş ölüm!
söz trafiğine kapatılmış caddede
sonra birden bir kala,
gecenin kopkoyu pankartına
bir oğul daha yazdı
kalleş ölüm!
söz trafiğine kapatılmış caddede
yürüdü gözyaşları
ve sessiz bir çığlıkla
battı gün.
bir Haziran yıldızı daha
artık ölümsüz hüzün...
ve sessiz bir çığlıkla
battı gün.
bir Haziran yıldızı daha
artık ölümsüz hüzün...
"bir kala"
j.ak
15 Haziran 2013 Cumartesi
Yıldızlar ve Haziran
bir nefes çıka gelir
La belle için gece vaktidir
ister inan ister inanma
sokaklarda dava vaktidir
yan yana geçtiler
ayak izlerinin üzerinden
yıldızlarla Haziran,
ve açıldı sonra sayfalar,
gökyüzünde yananlar var
yalanlar gürledi yalanlar
karambol ortalardan
kaç'tılar sayamadık sevgilim
kaçtılar!..
tezatlığa bulaşık bir virüsün
asılı kalabilen havada,
kim bilir kaç asırlık ömrü
umut ve hüzün.
tereddütsüz bir tebessüm
gecede şu gönül gözüm
düşler çünkü her daim
ta kendisidir yolun
hep savrulduğumuz yerde bekler
etten, kemikten.
"yıldızlar ve Haziran"
j.ak
15.Haziran.2013
La belle için gece vaktidir
ister inan ister inanma
sokaklarda dava vaktidir
yan yana geçtiler
ayak izlerinin üzerinden
yıldızlarla Haziran,
ve açıldı sonra sayfalar,
gökyüzünde yananlar var
yalanlar gürledi yalanlar
karambol ortalardan
kaç'tılar sayamadık sevgilim
kaçtılar!..
tezatlığa bulaşık bir virüsün
asılı kalabilen havada,
kim bilir kaç asırlık ömrü
umut ve hüzün.
tereddütsüz bir tebessüm
gecede şu gönül gözüm
düşler çünkü her daim
ta kendisidir yolun
hep savrulduğumuz yerde bekler
etten, kemikten.
"yıldızlar ve Haziran"
j.ak
15.Haziran.2013
tacirin düşün tehciri
devrin tacirleri
devren verdiler kararı
özgürlük iyiden iyiye artık,
içinden düşünme sanatı.
saatler semavi takvimler ayrı
devrin tacirleri
devren verdiler kararı
ey maneviyat,
her şey özelleşirken
sen tek ellerdesin heyhat!
Avrupa insan hakları mahkemesi,
ağır çeker nedense bir kefesi...
saatler beş vakit
günlerden, mavi
içten çark ederken
içten bi' düşünce
zaman akmıyor gibi
yerli yerinde!
"tacirin düşün tehciri"
j.ak
27.Aralık.2011
10 Haziran 2013 Pazartesi
yalnızız duvarlarda
yazılar gibi yalnızız duvarlarda
nasıl baktığını biliyorum
geçtiğimiz yollara
sisler kanatlandı canım
bilinç altlarında
gücünü öğrenmiştim
bir iç çatışmada.
sahiplik ertelendi,
kurulmuş sofralarda
hep tesadüfleri sevdik,
özgür uykularda.
sahilim şimdi canım
çok, çok uzaklarda
ayık ve sesliydi sahne
hasret var bakışlarda.
emek esir edilmişti
yollarda sabahlarda
devrim tutsak edilmiş
parklarda meydanlarda.
“yalnızız duvarlarda”
j.ak
10.Haziran.2013
5 Haziran 2013 Çarşamba
tüm zamanlarda
kimlikler aranır
adımlarda, bakışlarda
adımlarda, bakışlarda
ve yağar anlaşılmaz
kavgalar
akan bir suya.
kim bilir hangi nehre
karıştı
gidip duran yaşlar?
gidip duran yaşlar?
tüm zamanlara aittir
uyanıkken görülen
kâbuslar.
uydudan görünüyor
artık havalar,
artık havalar,
sisler, karlar, kasırgalar.
şiştikçe şişiyor
barut kokan cüzdanlar,
şiştikçe şişiyor
barut kokan cüzdanlar,
önümüze atılırken
kutsal ayrıntılar!
kutsal ayrıntılar!
tutuksuz yargılanır
bedenlerde aşklar
ve müebbet yatmak ister hep
çıplak duygular.
bedenlerde aşklar
ve müebbet yatmak ister hep
çıplak duygular.
rüyalarda,
topraklarda
topraklarda
tüm zamanlarda...
“tüm zamanlarda”
j.ak
5.Haziran.2013
4 Haziran 2013 Salı
SAHİPLER VE KANAAT ÖNDERLERİ - III
Libya, Ürdün, Mısır
Fas, Tunus, Sudan ve tabii ki Suriye…
Bu ülkelerde olan
bitene baktığımızda, yürütmenin başına “getirilmiş” olanların güdümlü bir
siyasete uşaklık ettiklerini ve yönetimin de tıpkı bizde olduğu gibi totaliter
bir diktatörlükten ibaret olduğunu görmemek için sanırım kör olmak gerek.
Küresel çete, uşaklarını kullan at mantığıyla çalıştırır. Bu durum NATO’da
eğitilen üst rütbeli askerlere kadar böyledir. Miyadını doldurduğunda, işi
bittiğinde bir tür kabuk değişimi gibi bu “ürün”lerden kurtulur ve yerine
yenilerini getirir…
Dünyanın hızlıca dönüştürüldüğü son 20 yıla baktığımızda,
tröstlerin, çok uluslu şirket kompradorlarının yeni dünya düzeninde tüm enerji
kaynaklarını ele geçirmede moda bir terim olan ‘küreselleşme’yi kullanarak
hedeflerine nasıl ve ne şekilde zeminler hazırladıklarını gayet iyi biliyoruz.
Minareyi çalan
kılıfını da hazırlarmış. Lenin’in’ın “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı”
diye bahsettiği hak, farklı bir şekliyle 1966 yılında ilk kez karşımıza getirildiğinde,
o uluslararası antlaşmayı imzalamamıştık. 2005’de bize dayatılan bu
uluslararası antlaşmada (İkiz yasalar-neosevr), sözcüklerin tanımların içleri
boşaltılarak Ulus sözcüğü “halk”a evrilmişti ve maalesef küresel çete
uyanıklarınca hazırlanmış bu metni
imzaladık. Bölünme yolundaki bunca kırmızı çizgi ihlâlinin, uluslararası arenada meşruiyet kazanmış şekli
işte bu “ikiz yasalar” antlaşmasıdır...
Yani artık halkların kendi kaderini tayin hakkı, özgürlük, insan
hakları, ileri demokrasi biz ve bizim benzerimiz ülkelerde, küresel çetenin
diline sakız olmuş, sözde demokrat geçinen mütareke kalemşörlerince de peşinden
koşulan bir muz olmuştur.
Arap Baharı’nı yani
malûm turuncu devrimi incelediğimizde ilk gözümüze çarpan oradaki
aktivistlerdir. Türkiye’de de PKK’nın siyasetteki uzantılarının tıpkı Arap
ülkelerindeki aktivistler gibi bir rolü üstlenmiş olduklarını apaçık görürüz. Diktatörlere
karşı ne yapılmalı? Kalkışılmalı, ayaklanılmalıdır. Plânların gerçek pınarı,
membağı tam da burasıdır…
“TRUVA ATI”
taktiği
İlk günkü yazımda
özellikle şu “popülerlik” üzerine yoğunlaşmıştım. Çünkü bu hareketin gideceği
yönü tespit edebilmiştim az çok. Koskoca Atatürk Orman Çiftliği, diğer tarafta
üçüncü köprü arazilerindeki hektarlarca yeşil alanın katliamı sözkonusuyken
neden Taksim’in bu denli önemli olduğunu iki şekilde açıklayabilirim. İlki yine
doğru bir tespit olan konunun derhal medyaya servis edilmesiydi. Ki bizler nice
eylemlerin içinde yer almış, nice gaz bombaları yemiştik 29 Ekim Ankara’sından
bu yana… Ama bu büyük halk hareketleri (29 Ekim Ankara, 13 Aralık Silivri, 8
Nisan Silivri, 19 Mayıs Ankara) hiçbir şekilde medyaya günler öncesinden servis
edilmemişlerdi. İşte burada işgillenilmesi gereken bir durum vardı. Ki konunun
kendine ait olan “yaşam biçimi, özgürlüklerin sembolü olma, ağaçların katliamı”
gibi aslında hiç de önemsiz olmayan “popülerlik” boyutunu kat ve kat aşan bir
durumdu. Çünkü medya, bir konu popüler olmasa bile onu popülerleştirmenin en
işlevli dinamiğidir. Diğer taraftan yürütmedeki diktatörün söylemlerini artık
en sert şekline (iki ayyaş vb.) getirmesi istimi sıkışmış bir düdüklü tencere
etkisini yaratacaktı memlekette ve öyle olup bom diye patladı…
Bu dinamik üzerinden
hareketle “bizim aktivistler” derhal devreye sokulmuşlardır. Kanaat önderleri Y-CHP
ve BDPKK sempatizanları mevzuyu canhıraş bir biçimde sahiplenmiş ve diğer büyük
dalgadan haberli ya da habersiz kendi işlerini yapmaya koyulmuşlardı.
Birleşe birleşe kazanacağız!
Bu slogan tıpkı ulus
sözcüğünün halklar’a evrildikten sonra, kerameti kendinden menkul ithal anlamıyla,
insanların papağan gibi bağırmaya
başladıkları “yaşasın halkların kardeşliği” sloganı gibi son derece popüler ve
kulağa hoş gelen bir slogandır…
Birleşilen yere
dikkatle bakacak olursak orası Türk Bayrağı ve Mustafa Kemal Atatürk’tür. İyi
ya işte ne var bunda canım diyecekseniz, hiç demeyin… Son yıllarda en fazla
Atatürkçülük yapan İP’den bahsetmenin tam zamanıdır çünkü. Burada uyanık olmak
gerekir diye düşünmekteyim. Çünkü Doğu Perinçek 1991’de yazdığı kitabında
Kemalizm’in devrinin bittiğini söylüyordu. Aynı yıllarda Abdullah Öcalan’ı PKK
kampında ziyaret ediyor, ona karanfil hediye ediyordu… Geçtiğimiz yıllarda Aydınlık
Gazetesi Andrew Mango’nun mişli geçmiş zaman ekleriyle ve sık sık kullandığı
“herhalde” sözcükleriyle bezediği “Modern Türkiye’nin Kurucusu Atatürk” adlı
kitabını Atatürk hakkında bugüne kadar yazılmış en iyi biyografi kitabı olarak
lanse ediyordu(!) Ki gerçekte bana göre son derece palavra, sinsice Atatürk’ü
diktatör gibi gösteren, ailesini karalamaya çalışan bir üslüp net bir şekilde görülür
o tuhaf biyografide… Aydınlıkçılar bunu nasıl farkedemez ve palavra bir kitabı
lanse ederler anlamış değilim.
Taksim Gezi Parkı
için yedi gündür yapılagelen direniş hareketine baktığımda, kitlelerin ezici
bir çoğunluğuna İP’nin Atatürkçülük üzerinden yaptığı “kanaat önderliği”,
aklıma ilk gelen komplo teorisinde tehlikeli bir ihtimali barındırıyor.
Bitirilmeye çalışılan en önemli birleştirici ve bu milletin Cumhuriyetle
mayalanmış Atatürk algısını yerle bir edebilme ihtimalidir bu da…
İP ve örgütlü bir
biçimde onun yanında yer alan TGB konusunda aklıma takılansa
organizasyonlarında harcanan hiç de az olmadığı apaçık görülen maddi kaynaktır.
Nereden gelir bu derenin suyu bilinmez. 8
Nisan Silivri duruşması organizasyonunda yurdun her yerinden yüzlerce otobüs
kaldırılmıştı meselâ...
Memleketin hemen her
kurumundan milli sözcüğü çıkartılıp atılmıştır son dönemde. Son 30 yıldır
musibet ilân edilen millî sözcüğünün herhangi bir etnisiteyi işaret etmediğine
dair ne kadar çok yazdıysak ve söylediysek kendimiz okuduk ve kendimiz
dinledik! KHK’larla bir gecede alınan kararlarla Atatürk ilke ve devrimlerine
bağlı yurttaş yetiştirme maddesi Millî Eğitim’den çıkartılmıştı. Bir sürü karar
vardır bunun gibi ama bu bana göre en önemli olandır. Yani özetle, bir şekilde
şu Atatürk’ten kurtulunması gerekmektedir ama nasıl nasıl?!
İşte düdüklü tencere
istimden patlamış, bir tür halk galeyanı oluşmuş ve Mustafa Kemal’in
askerleriyiz nidalarıyla halk en sonunda(!) sokaklara dökülebilmiştir.
Ellerimizde Türk Bayrakları yüreğimizde memleket sevgisiyle, bu güzel topraklar
üzerinde eşit, özgür, tam bağımsız, emeğin hakça bölşüldüğü, etnik
ayrışmaların, yağmaların, talanın ve her geçen yıl giderek artan dolar milyarderlerinin
olmadığı bir memleket özlemiyle faşizme diktatörlüğe karşı haklı mücadelemizi
vermektir derdimiz.
Ancak ne var ki
iktidarın kendi sonunu görerek korkusundan, saldırıların dozunu artırması
polisin vahşeti andıran saldırıları adeta bir iç savaşı tetiklemektedir.
Sivil polisin kâh
kontrgerillalığı üstlenmesi, kâh halkın içine sızıp eylemle ilgili ters guard
propoganda yapması asıl amacın bu olduğunu göstermektedir.
Olası bir iç savaş
sonucu vatanımız, üslerimize yığılmış olan Nato askerlerinin postallarıyla
çiğnenme tehlikesi altındadır. Ekonomik olarak bu durumu bertaraf edebilecek
durumda da değilizdir üstelik... Ne ki, ok yaydan çıkmıştır artık ve insanlar
AKP gitsin de ne olursa olsun kafasına girmişlerdir çoktan…
AKP’nin gitmesi ve yeni bir partinin işbaşına gelmesi
çözüm müdür?
1854’te Osmanlı’nın
borçlandırılması sonrası, ikinci borçlandırılmamız Marshall Plânı’yla olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında
1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım
paketi olan bu plânla, tıpkı 1876 sonrası duyun-u umumiye zamanı yaşanan
yaptırımlar yaşanmıştır. Emperyalistlerin Plânları hiçbir zaman değişmediği için
öncelikle cahil bırakılmak istenen bölgeler üzerinden oynanmıştır sinsi oyun ve
ilk olarak Köy Enstitüleri kapatılmıştır. Sonrasında olan biten zaten iş başına
getirilecek olan idarecilerin basiretsizliği ve gafletleri üzerine konumlanmış
bir dizi saçmalıktan ibarettir. Verilen tavizler ve memleketin sokulduğu borç
batağı cehalet ve zübükzadelerle harmanlanarak bizleri bugünlere taşımıştır…
Aynı dönem NATO Paktı’na üyeliğimizse ordumuzu büyük ağabeyin arka bahçesindeki
jandarması yapmıştır. Ve elbette aynı ordu olası yol kazalarında yaptığı –tümü
ABD kaynaklı olan- darbelerle ABD’ye karşı görevlerini harfiyen yerine getirmişti…
Sistem içinde yer alan partilere ve on yıllardır bir
türlü değişmeyen seçim sistemimize baktığımızdaysa Türkiye’nin hiçbir zaman demokrasiyle
yönetilmediğini, yapılan bu oy verme saçmalığında asıl yönetim biçimimizin
plütokrasi olduğu aman aman mikroskobik bir durum değildir. Aday isimlerinin
parti başkanlarının iki dudağının arasında olmasından tutun da cebinde parası
olmayanın asla siyaset yapamamasına kadar her şey ortada ve apaçıktır… O halde
böyle bir düzen içinde AKP’nin gidip falancanın gelmesi neyi değiştirebilir ki?
Emma Goldman “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi seçimler yasaklanırdı” demiş.
Haksız değil…
Taksim Gezi Park’tan tüm Türkiye’ye dalga dalga yayılan
ve git gide sertleşen bu kalkışmaya dönecek olursam en başından beri dört adet
komplo teorim olduğunu söylüyorum;
1. Kalkışmanın
günler içinde eriyerek bitmesi ve hiçbir şeyin değişmemesi…
2. AKP’nin gitmesi ve yerine, küresellere yine onun verdiği tavizlerin aynını veren bir X partisinin gelmesi.
2. AKP’nin gitmesi ve yerine, küresellere yine onun verdiği tavizlerin aynını veren bir X partisinin gelmesi.
3. Bir iç savaş
çıkması ve küresellerin Türkiye’yi Suriye ile eş zamanlı bir şekilde bitirme
operasyonu.
4. Bir iç savaş
çıkması ve TSK'nın Kuvva-i Milliye ruhuyla bu halktan yana tavır alarak
halkıyla beraber devrimi tamamlaması. (II.Kurtuluş Savaşı)
Devrimler asla kansız olmamışlardır. Kanlı olurlar ve
silâhlı güçler mutlak suretle halkının yanında yer alırlar.
1 Haziran 2013 Cumartesi
SAHİPLER VE KANAAT ÖNDERLERİ - II
Kanaat önderliği yapan siyasiler halk hareketinin altında kalmışlardır!
Bizler al beyaz Bayrağımız’ın, altında, bu totaliter rejime,
emperyalizme, yağmaya, kapitalizme, faşist diktatörlüğe karşı birleşmekteyiz ve
bu vatanın gerçek sahipleri olarak söz söyleme hakkımızı lâyığıyla kullanıyoruz
ve kullanmaya da devam edeceğiz!
Bu bir halk hareketidir. Etnik, mezhepsel ya da siyasal hiç bir
ayrım olmaksızın!
Alanlara adeta nöbet değişimi yapar gibi akın akın yağıyoruz.
Cumhuriyet Mitinglerinde halk ilk kez sokaklara dökülmek gibi bir refleksi
kazanmıştı. Ancak o hareket derhal manipüle edilmiş, insanların inancını
güvenini kırmak üzerine oynanan oyun, bir anlamda başarı kazanmıştı. Bu duruma
çanak tutan o e-muhtırayı unutmayın unutturmayın!
Şu anki durum, sadece lastik değişimine mi yarayacak, yoksa
değişimden sonra gelecek olan siyasiler, böyle bir refleksi kazanmış olan halk
karşısında kendilerine çeki düzen vermeyi akıl akıl edebilecekler mi?
Arap ülkelerinde olup bitenleri ve BOP çerçevesinde yapılması
düşünülen değişimi düşününce aklıma ilk gelen polisin şiddeti daha da artırması
ve hatta halkın “aynı türden” verebileceği yanıtların ihtimali. Bunu
polis kendisi provoke ederse durum içinden çıkılmaz bir hale gelir ki istenen
bunun ta kendisi midir göreceğiz.
İyi şeyler düşünmek istiyorum. Ama aklım yüreğim büyük resme
takılı.
Ortadoğu'da yapılagelenler ortadayken, füze kalkanları memlekete
yerleştirilmişken, Suriye sınırı PYD terör örgütünün kampı haline gelmişken,
üslerimizde Alman Amerikalı Nato askerleri cirit atarken, bu halk hareketinin
AKP'yi devirip yerine "yenisini" getirmesi gibi bir işe yarayacağını
düşünmek gibi bir seçenek de yok değil. Ama bu seçenek bana hem çok safiyane
hem de işlevsiz geliyor.
İyi şeyler düşünmüyor değilim.
Bu halkı yani bizi küçümseyen aydın geçinenlere çatıp durmuşumdur
yazılarımda. Umutlarım bu dip dalgasının tusunamiye dönmesi ve yapılmış herşeyi
silip süpürmesine dair... Ama bu da tek başına olabilecek bir şey değil.
Küresellerin kurallarını ve bu işbirlikçilerin onlarla beraber yaptıklarını
tanımayacak bir iradenin masaya yumruğunu vurması gerekiyor. İşte olması
gereken ya da benim devrim hayalim budur.
Yoksa AKP gitmiş diğeri gelmiş, Ayşe gelmiş Fatma gitmiş ne fark
edecek ve ne değişecek ki? Alkol serbest olur, yaşam biçimimizde serbest
oluruz. Ama nedir? Aynı serbesiteyle küresellere lokma olmayı sürdürürüz ancak…
Satrancı andıran stratejik bir oyun oynanıyor.
Gezi Park’taki direniş, önce medyaya yansıtıldı hemen. Yani
Silivri’deki yüzbinleri görmeyen duymayan televizyon kanalları bu konuya mal
bulmuş mağribi gibi atladılar. Peki sonra ne oldu? Bu kez Gezi’yle ilgili
haberleri kısıtlamaya başladılar. İktidar işine geldiği gibi yorumladı ve aynen
o şekilde öttürdü papağanlarını. İktidar borazanları ölümlerden yaralananlardan
hiç bahsetmeyip, halkın bu büyük kalkışmasını küçülttükçe küçülttüler. Derken
haberler bir anda kesildi… Allah Allaaah (cc) Ne oldu da kesiverdiniz hani
veriyordunuz? Ne oldu? Ben söyleyeyim ne oldu, polisin şarjı, gaz bombası,
faşist saldırıları karşısında halk yılmadan, ölmek pahasına orada durdu. Her
geçen saat sel gibi oraya akmaya devam etti, emperyalizme, faşist
diktatörlüğe karşı sloganlarını sertleştirdi.
Elbette iktidar borazanları bunları verecek değillerdi...
Şimdi bunu ancak tek bir şekilde okuyabiliyorum. Hesaplar tutmadı.
Yani amiyane tabirle yemedi. Uymadı, tüm hesapların plânların, stratejilerin
altında kaldılar. Hepsi hem de. Amerikan Büyükelçisi buna dahildir. Kendisi bir
anda söylem değiştirdi, ben eminim ki mal bulmuş gibi olaya atlayan büyükelçi
bile en başında ağzını açtığı için bin pişman oldu. Zira Çılgın Türkler
oyunlarını bozdu. Bu tusunaminin önünde hiçbir güç duramasın!
Olaylar henüz başlamamışken yazdığım yazıda insanımızın örgütlülük
adına karambol bir şekilde bunu sadece sosyal paylaşım sitelerinden yapabildiklerini
söylemiştim. Olayın üzerinden saatler geçince en fazla popülasyonu barındıran
sosyal paylaşım sitelerine girişler engellendi. Ancak ne var ki teknolojik bir
çağdayız. Derhal engellemeye karşı programları herkes yükleyiverdi.
Şu aşamadan sonra, provokasyonların ve her tür siyasi
manipülasyonun bastırılabilmesi ve uyanık olunması gerekmektedir.
J.AK
1.Haziran.2013a
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)