26 Kasım 2010 Cuma

SANATÇI?

Son günlerin dikkat çeken ve iç burkan haberiydi Türkiye'de son yedi yılda KADIN CİNAYETLERİNİN yüzde 1400 oranında artışı.

Cinayetlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yoğunluğu, töre cinayetlerini feodal yapıyı sorgulamamızı gündeme getiriyor elbet ama bir de toplumsal çanak tutucularımız var son yedi yılın iktidarlarıyla kolkola girmiş iktidar sanatçılarımız gibi.

İbrahim Tatlıses sahnede 12 yaşında bir kız çocuğuna "küçük or..." demiş. Balçiçek Pamir de bu durumu kınayan bir yazı yazmış duyarlı davranıp. Ancak Feodal köklerinden ve parasının gücünden aldığı ilhamla olsagerek İbrahim Tatlıses bir de Balçiçek Pamir'i arayıp "kalemler kırılır" demiş!

Kalemler kırılır... Bu sözü açık açık herkesin gözü önünde söylemek bir "tehtid" değildir de nedir? Bu tehtid karşısında bu ülkenin savcılarının tepkisi ne olacak bunu merakla bekliyorum.
Bu ülknin valisini bile sahiplenmeye kalkan İktidar görevini yapmayan -ihmale uğratan- savcıları için ne der peki? Ben söyleyeyim tabii ki hiçbirşey.

İbrahim Tatlıses'in küçücük bir çocuğa söylemiş olduğu sözcüğün anlamını bilmeyenimiz herhalde yoktur. Peki nedir bunu söyleten? 12 yaşında bir çocuğun "kadınlık potansiyeli" mi? "Kadın yaşı"nı İbrahim Tatlıses 12'ye mi indirmiştir kendi beyin cidarlarında acaba? Yoksa bu zaten onun tanıdığı bildiği bir algılayış şekli mi?

Bu iktidarla sprint atan siyasal islam, kadının değerinin ne olduğunu her fırsatta burnumuza burnumuza sokuyor zaten. Rakamlar ürpertici, ancak halkın büyük bir çoğunluğunun "sanatçı" diye adlandırdığı isimlerin pervasızlığına adeta çanak tutmak ve kolkola girmişlikleriyle kadın üzerinden oynadıkları oyun hiç de tesadüfi değildir. İbrahim Tatlıses'in ettiği laftan savurduğu tehtidlere kadar hem de.

Ataerkil kafalı "adam kadın"larımız ve bunların Tatlıses dostu sanatçı(!) geçinenlerinin önümüzdeki günlerde ne inciler yumurtlayacaklarını merakla beklemekteyim. O 12 yaşındaki kız için "ama" ile başlayan Tatlıses'i savunucu iktidar yalakası o sanatçı bozuntularının duyarlılıkları ve sanatçılıkları nereye kadarmış bakalım ve görelim...

HANGİ SOKAK?

Kuvvetli olmak, insan hayatına uygulanan şiddet ve onun buna karşı durabilmeye olan duruş yeteneği bir çeşit. Bu şiddete herkesin aynı kuvvette bir duruş sergileyebilmesiyse imkansız. Kimilerine çok yorucu gelen, kimilerine kolay gelir. Duygusal boşluklar zaman zaman yeri doldurulamayacak çırpınışlara sürükler. Hayat her olgusuyla birlikte kesintilere uğrar ve ne iş ne zaman çarpılıp da gücü toparlayabilir hayatın "yoldaki" o çarkında...Düşünmekse bulunduğunuz eksende ancak daha sofistik çıkarımlar yapmayı beraberinde getirir. Düşünceler derinleştikçe daha da zorlaşır gücü üretebilmek ve bu durumda duygular sakatlanır.

Kapitalizmin dayatması olan tüketim çılgınlığı insanları anlık heveslere sürüklemek bakımından dizilerle reklamlarla ve hatta sokaklarla soslanır. Son yıllarda yaşamın anlamı "anı yaşamak" olarak algılanmıyor mu birçoklarına göre? Evet anı yaşa gitsin. Kolayca üretmeksizin ve düşünmeden. Sadece anı yaşa. "carpe diem"...

Geçenlerde çok güzel bir yazı okudum. "Facebookla kalkıp, yatamayanlar" başlığını taşıyordu bu yazı Cem Yağcıoğlu Edebiyat gazetesinde yayınlamış. Yazıya genelde anlatmak istedikleri bakımından katılmamak elde değil. İnsanların "an be an" değişen paylaşımlara değişken beğenilerle "bir anda, birdenbireliğine" haklı serzenişler yapmış yazısında.

Doğrular ve doğru bir hayatı "doğru yaşamak", bir taraftan da Cenk Taner'in "Yanlış bir hayatı doğru yaşamak, kaç yazar şimdi suda balık olsak" diye devam eden, sözlerini de kendisinin yazdığı o güzel bestesi geliverdi aklıma. Tebessümlerim gıpta etmekle karışık değişik duygulara sevketti.

Hayat zaman zaman hem ekonomik hem duygusal açmazlara sürükler insanı. Ben bu durumda Okan Bayülgen'in de "HEEYYY UYUMA TÜRKİYEE HAYAT SOKAKLARDA!!!" tarzı şahane söylemini son derece elitist ve duyarsız bulurum. Tamam Okan Bey çıkalım sokağa da nereye çıkıyoruz gecenin o saatinde? Siz bugün Türkiye'de gece gece sokağa çıkmanın bedelini biliyor musunuz ki? Cem Yağcıoğlu'nun da -gerçekte son derece hak verdiğim yazısında- bize kırlara gitmemizi, sokaklara çıkıp bir duvar ustasına "kolay gelsin" dememizi salık verdiğini okuyunca aynı o "doğru hayat" ve aynı elitist yaklaşımı hissettim. Ben İstanbul'da oturuyorum. Bulunduğum yerle kır arasında bir saatlik yol mesafesi var. Oraya gidersem içeceğim çay ancak bir "yorgunluk çayı" olacaktır. Fare kovalamaya gelince, tarlaya ne gerek var belediyelerin yıllardır "bir türlü alamadıkları sel önlemleri" sayesinde emin olun her yağmurda caddelerde kovalıyoruz kedi büyüklüğündeki lağım farelerini!!! carpe diem yani...

Hal bu iken hayat tüm kesintilere rağmen birşekilde yaşanır. Nereye bakarsam bakayım düşünmekten ziyade sadece "nefes alıp verebilen" ve temel ihtiyaçlarını "ancak" karşılayabilen ve buna mukabil "anı yaşayan" insanlar görüyorum heryerde. Facebook, sokaklar, işyeri, heryer!

Yaşamak Türkiye'de çok uzun zamandan beri insanların "sadece ve ancak" temel ihtiyaçlarını giderebilecekleri oranda yaşamalarını dayatan ekonomik dayatmalardadır. Bu durumda facebook "ucuz tarafından" SAKATLANMIŞ RUHLARIN malesef buluşma ve "yalandan da olsa" biribirlerine omuz vermeye çabaladığı bir paylaşım(!) ortamı kahretsin ki. İyi ki bu güzel yazıyı facebook sayfamı (tam da yazıdan birkaç gün evel) kapattıktan sonra okumuşum...

Sözün özü Türkiye'de yaşıyoruz. Sokaklarda ya da evlerde bir kır kahvehanesinde ya da internette. Durum "insanlar" boyutunda malesef aynı. Herkes anlık ve perakende bir formda kat kat örtündüğü tüllerin içinde nefes alıp verebilmek gayretinde. Sevgiye saygıya ne zaman ne de mekansal anlamda yer kalmış yüreklerde. Varsa yoksa yaşamak, ama eğri ama doğru. Temel doğruların yerini pragmatik düşünce tarzı ve hatta oportünizm almış. Bu durumda "hangi sokak?"

24 Kasım 2010 Çarşamba

Duvar

seçimler
gibileriyken hayatın,
kırılma noktalarıdır
verilenler ve alınanların.
yazılanlar ve okunanlar,
sezileridir algıların
ve hep gölgesi.
gölgeler,
eski bir duvar ustası
göz göre göre
duvarlar örer/böler ki,
çarpma'dır sağlaması.
konformist bir şiir rahatlığında
dünlerin rahatsızlığı.
içyazılarını yazıyorum işte ben
ilkyazımın.
haydi trafik polisleri
çevirin yolumu
son süratteyim
ya durdurup kesin cezamı
ya ben bodoslama,
giderek yükselen
giderek yakınlaşan
içinden geçemeyip
içine giremeyeceğim
o duvarda öleyim,
ilkyazımla çarp-ıl-ıp...


"duvar"
j.ak
24.Kasım.2010

23 Kasım 2010 Salı

KADIN'A

"söz meclisten içeri
iç dağları devrileli"

zordur "insan" demek,
ne zaman yater ne sabır
ne kadındır, ne  erkek
aynı su ve havadan
farklı farklı anadan.

korkusu, yağız bir akıncı
ezberlerin töre sarnıcı
hayat, sancılı bir haylaz.
insan olmadan kadın
insan olmadan adam
olunmaz.

iç dağlar.
taşarsa  bir tutam gün.
dem, yeraltındaki kötü tanrılara inat
sırdaşı olur ölümlülüğün.

mahallenin delikanlısı,
ve neclası
sakız kokulu travmadan
akıl sağlığı açmazlı
bir aşka düşerse
kitleseldir  rövaşata.
adam, kadın, durum,
biberiye soslu
lezzetsiz çorba.

ey kadın,
benzersen günün birinde
olmamış bir adama
insanlığını arar durursun
kendini buna adama
kendi kurbanın olursun.

"kadın'a"
j.ak
23.Kasım.2010

19 Kasım 2010 Cuma

Yeti

başlangıçlar bazen,
alır götürür sağaltılmış
gökyüzünden,
mavi benekleri.
hzılıca akarlar omuzlara
ağırdır artık yük.
oluruna bırakmayı sevmem
içimdeki sesleri.
onlar düşleri sabahların
onlar kağıttan evleri 
kalabalıklarımın.
nerede ve ne zaman konusunda
ayzaymır hastası olsun. -bir kez-
yol kenarında bir han
bir fincan sohbet
ve bir yol olsun uzaklar, uz.
çaresizlikler aşılmaya gayret!-olsun-
bir acı eklendi ki
tüm yükümün üzerinde yükü
böyle de yürümeli.
koşabilmeli.
alışkanlıklar,
hızlıca edinilip
üzerinden şöylece geçilmiş
hayat dersleri...
kaybolursa ve kırılırsa
yüreğinin türküsü
yolda,
rastladığın yerdeyim.
omzundaki yükü
hafifletirim.
yara almışsa umutların
geri ödemesizdir
ve güvenilir
sevgi dolu,
ağrılara alışkın adımlarım...

"yeti"
j.ak
19.Kasım.2010

Hoşça kal...

iskeleler  var
gönül eğimlerinde,
harçlar doldurmaz
boşlukları.
saygı olup yağarsa,
öğrenir
hak vermeyi
gözyaşları.

ezberleri unutalı,
güneşli
bir ilkbahardı -düş-
inançların ekilip
sevgilerin
biçildiği
bizden bir topraktı.

dolmayacak boşluğu
bilebilmek,
aşılması gereken
koskoca bir set
hoşçakal demek -benim için-
büyük cesaret.

"hoşça kal"
j.ak
18.Kasım.2010

 Ƹ̵̡Ӝ̵̨̄Ʒ

17 Kasım 2010 Çarşamba

SANCI

zırhlı ve koşar adım
yoluna kim çıkarsa çıksın
savunmasıdır "sürat"
bir gergedanın
ezilmekle kalmaz
basıp geçtiği çiçek
bir kez daha bitmez
odur artık gelecek.
egolar zırhlı tugaylar
gergedanın boynuzunda.
nereyedir bilinmez
sağır ve kör koşularda.

"sancı"
j.ak
17,Kasım-2010

15 Kasım 2010 Pazartesi

ANLAŞ'I

anlamak zaman alır
anlamayı
durmadan saat
iç susmaz.
sessizliği katarsan
sohbete,
düşün.
konursa sözcükler
aynı an ve süratte
duyulmaz olur
gürültü
"ben"niyetine.
havaleli ve ağır yükler
kaybolur,
lüks olmaktan
çıkarsa üzüntü.

"anlaşı"
j.ak
15.Kasım.2010

14 Kasım 2010 Pazar

SIRA GELDİ

"uyurken ya da uyanıkken
beklerken ya da aniden"

iliklerimdeydi,
sıra bugün bendeydi.
sabırsız bir ihanet telaşında
alınır son yoklama
hücreler yokuş aşağı aldanışlarıyla,
kanla beslenen etoburları aklın
varoluş köpükleri değil onlar
cadı kazanlarının.
iliklerimdeydi
ve bugün sıra bendeydi.
kulaklarımda
bir aydın refleksi karıncalanır
yapma! yapma!
istemsiz ataklar
ritm bozukluğu yaratır
yanlış bir reçete gibi,
ölümcül.
iliklerimdeydi
bugün sıra bendeydi
sis bulutu bu yağmur değil
güneşin adı değişecek
sporun, sanatın, uygarlığın.
kadının.
adı değişecek, kız çocuklarının.
yaradılış, gökgürültülü bir fanatizm
sen yanlış adrestesin bugün
ey faşizm!

"sıra geldi"
j.ak
14/Kasım/2010

13 Kasım 2010 Cumartesi

KABUL-Ü ZERK

nisan öpücükleridir yağmursu
"şerefe" derkenki bakışların
kul boyutlu gömüyümdür sende hala
kollarından ta yanına çekilesi.
üzülmek lüks dedim lüks.
bilmez gibi davranma kızını
almışken hızımı bir kadeh daha
sonra bir...
şu kalabalık biliyor musun
içindeki koskoca olmazların.
yüzüme bak konuşurken
bilirsin en çok ama en çok
seni ikna ederim.
gün yüzü görmemiş ayetler gibisin
tarafımdan yazılmış
bu benzerlik katlanılmaz yapar
beni sana.
seni çok seviyorum
ilahi baba...

"kabul-ü zerk"
j.ak
12/Kasım/2009

11 Kasım 2010 Perşembe

KİREMİT BLOKLARI

tozdur  çatınızdaki
kırmızı kiremitler
deli rüzgarlara kapılır
uçar giderler
kaldı ki düzensizliktir
düzen
sorgusu zamanla çıkar
istifinden
yargısız infazları olur
ardışık algıların
neresindedir bilinmez
kiremit bloklarının.
sabahlar mı çok küstah,
günbatımları mı alıngan
anlamak mümkün olmaz bazen
zorlar yaşanmadan
biri çaresizim der
biri kayıtsızım
bu yüzdendir belki de
Allah-Sızım!


"kiremit blokları"
j.ak
11/Kasım/2010

10 Kasım 2010 Çarşamba

DEFTERLER

Cezayir Sokağı'ndan
Büyükparmakkapı'ya
yazılmamış defterler
açıldığında.

herbiri tutulan çeterenin
insan yüzleri yüzlerle akan.
tabelası değişmiş bir dükkan,
Taksim'de yabancılaştırma efekti.
çıkmaz akıldan eski silüeti
yerlerde vardı sarı-mor minderleri...
defterler açıldığında,
-ki hiç yazılmamışlardır aslında-
çevirirken lime lime yırtılan
sayfaları var sözlerde yaşanan.
gitgide duyulmaz olur ayak sesleri
kulaklara mumyalanan yalancı bir gül gibi.
şarkılar söyler tam o sırada
güzelim sokak müzisyenleri...
defterler, içleri boş/alanların
defterler müzikli kartları yaşananların.
sökmek istersen kulağındaki yalanları,
olasıdır muhtemel kan kayıpları.
nerede ve ne zaman duyarsan duy
sendeletir insanı
alışılmadık bir huy
"iyi misin? iyisindir, iyi ol"...
işte bu,
en güzel rol.



"defterler"
j.ak
10/Kasım/2010

9 Kasım 2010 Salı

SEZİ

bir ses bir haber,
ıssızlara sürükler
giydirilir bazen
bir deli gömleyi
bazen,
yürürken öylece yolda
olursun kaybolmuş biri.

gönül koymaz
böyle şeylere
bir deli.
ve alıkoymaz
içindeki sözcükleri.
kendi kanatlarından
ışık saçıyorsa
pervane böcekleri,
üç saatlik uyku kadar
yeterli.

içinin en uzak köşesinden
bazen kanarsın.
karanlıklar
bıçak gibi kesiyorsa
herşeyi anlarsın.
"duramaz  karşı
yapraklar rüzgarlara"
sen,
kendi sakinliğinde
sımsıcacık uçarsın...


"sezi"
j.ak
9/Kasım/2010

8 Kasım 2010 Pazartesi

YOL

"taşıyabileceğin kadarsa yük,
ancak o zaman indirebilirsin".

hiç gidilmedik yerlerde
dallara dolanan meltemin
ezberindesin.
taşınamayanı yükün, ezer.
ne can kalır ne ezel
sis çökmüş Abant'da
bu sessizlik deler.
hem yıllar çabuk,
hem ben çok yavaşım.
yorulmuşluktu belki
edemediğim savaşım.
hızlıca dağıldı sisi buraların
göğsümde yeri var
bir nefeslik dumanın.
kırgın değilim oysa
bunu en çok sen anlarsın
gözlerim bile
kapanır taşıyamazken kapaklarını,
ben oradayımdır bilirsin.
yarı uyku
yarı hayat
göçebe çadırıdır bu paslı tat.
en kötü günlerimiz için:
"en kötü günümüz öyle olsun" diye
içelim.
nasıl olsa hâlâ anlarsın.
döverken hayat tüm o kararları
her biri bir başka adım
da değildi.
farkı var mı söyle şimdi
erken bir şubat güneşi olup
ağaçlarda çiçekler açtırmaktan?
ve farkı var mı kendi takımının forvetine
gole giderken, çelme takmaktan?
 kırgın değilim...
yavaşça tartıp hayatı
olduğu yere bırakabilirim.

"yol"
j.ak
8/Kasım/2010

5 Kasım 2010 Cuma

Ağlamak

hazmetmektir.
yeni doğmuş bir bebeğin
ciğerleri genişler ağlarken,
bir yetişkinin
duyguları.
hazmederken ağlamak
dakikalarca,
hiç birşey yapamamanın
yükünü hafifletir.

"ağlamak"

j.ak
1/6/2010

SESİNTİ

"sözcükler başıboş bırakılmış çocuklarken"


elini tutabildiğim her saniye'nin
bir parça efendisiyim.
içimse,
ikindi güneşleriyle oynaşan
o uzun gölgelerin
sabırsız ve arsız sesi.

düşün ara sokaklarında
geçimsiz bir ukaladır sabah rüzgarı,
bir öpücük
kondurursa yanağıma,
yağmur damlalarıyla sarlak,
o zaman isimsizim.
adı yok başıboş şiirlerimin
bugün ve yarınların
kim bilir kaçıncı tecridiyim.

öğrenmek zaman alıyormuş sesleri
renklerin dansı deymezse söze
kırar canevini,
buz gibi bir son hece.


"sesinti"
j.ak
5/11/2010

AFOROZ

iyilik denen bu meret
neredendir nedir
diye
çok kafalar yordunuz
gecikmeli ayinlerin
o bildiğiniz hapları
esir almış
ayakta uyuyanları.
fakirlik denen illet
zamanla salgın.
görüldü ki zahiri iyi
küskün ve dargın.
küresel ilahlarınız
perşembe pazarındaki
hırdavatlarınız
ve tetikteyken
başucu kitaplarınız,
talandı
ağlayan suratlarınız.
yeni nesil yeniler
bir yandaysa iyiler
maybaşlara taaruz
her daim
levh-i mahfuz!

yollar, kur
yollar, nur
karşı mıydı aynı mı okur?
karşı mıydı aynı mı durur?
aforoz bir gecede bile
siyahın tonları
her zaman
zuhur...


"renga'foroz"
j.ak
5/11/2010

3 Kasım 2010 Çarşamba

SIZINTI

çürürse
yalnızlığın kemikleri,
bir sabah ayazında
bulursun kendini
yokuş yukarı otamalarda.
otuz altı buçuk santigrat dereceli
umutlar dolaşır
ciğerlerinde,
belki sorumsuz
belki biraz sahte.
tavır patlatmak kendine
şöyle dursun,
misafir edalı
toplantılar vardı
sızlayan kemiklerde.
yüreğine dert anlatmak
şöyle dursun,
fıtratı,
zaten sende..


"sızıntı"
j.ak
3/11/2010.

1 Kasım 2010 Pazartesi

GERGEF

"en parlak sesiyle
gökgürültüsü"


yağmayacak yağmurun
düğümü boynumda
ve
vebali,
küllerimden çıkacak
küçücük bir tohumda.
anlatmadım artmadım.
bilirim ki gelecekte
kendime söyleyeceğim
bu şarkıyı.
söz ve müzik vesaire...
kapı aralığında
buzdan bir gölge
duruyor öylece
bilirim ki
durmaz, kalmaz
o sağanağın altında.
seyirde yüz'üm,
seyirde göz'üm
sözcüklerde yaz'ı
bendeki güz sancısı.
renkler var dahası
yaralar
kucak dolusu
isimler oyalanmış kenarında
bir gergefin tonusu...
içim der ki
"kendin değil,
BEN söylerim"
ancak,
ılımlı bir şizofren
yapabilir
böylesi bir fren.
en yorgun saatleri gecenin
en zayıf
en feminen,
sorusuydum ben,

kendime.

"gergef"
j.ak
1/11/2010