Hep geçmişe ait nostaljik anılar beynimizin uzun
ince ve tatlı kıvrımlarında, bir nehirden akan bol köpüklü sular gibi tertemiz
hüzünsüz pürüzsüz ve ışıltılıdır. Anımsadığımız günler bile hep bol güneşli ve
sıcacık. Hey gidi seksenler.
Bu “bol güneşli sıcak anılar” herkeste farklı bir
efektle vücut buluyor. Söz gelimi ben darbenin olduğu yıl sadece on dört
yaşındaydım ve benden birkaç yaş küçük insanların bile o yıllardan bahsederken “gözü kara” ve çok “bıçkın” devrimciler olduklarını,
hatta “götürüldüklerini”(!) falan anlatmalarına tanık oldum. Yahu insaf o
yaşlarda klâsik bir Türk evlâdı anne terliğiyle terbiye ediliyordu.
Misafirlikte birden fazla şeker almayasın diye evde nasihat veriliyordu sana
paşam, ne götürülmesi, ne devrimciliği ne solculuğu alla sen. Cin Ali
serisinden Marx’a, nasıl bir geçiş yaptın? Kara delikten mi geçtin?
İş başa düştü. Anlatalım madem.
Bizim bahtsız kuşak, yetmişlerin sonlarında yaşanan
o bunalımlı kaosu da, her gün düzenli olarak gençlerin ölüm haberlerini de
kafasına kazımış, üniversiteye adımını sıkıyönetim zamanı atmış ve anne-babası
tarafından da “aman evlâdım sakın ola siyasetten bahsetme, ağzını sıkı tut asla
bir olaya karışma!” şeklinde tembihlenmiş, “uslu”, tırsak ve sinmiş, yani
kısaca kayıp bir kuşaktır. Bunun böyle olmadığını iddia edenlere aldırış
etmeyin. Yalan söylüyorlar. Bir de anti Amerikancılık hikâyesi var ki hele o,
külliyen yalan.
Beyaz Gölge dizisiyle parlayan basketbol hepimize
Converse ayakkabılarını giydirmedi mi? Giydirdi. Antrenörümüze Coach diye hitap
etmedik mi? Ettik. Grease adlı film gösterime girince o eski Amerikan
arabalarına hayran olmadık mı? Olduk. Şarkı sözleri bile hâlâ aklımda,
“I
got chills
They're multiplying
And I'm losing control…”
They're multiplying
And I'm losing control…”
Üniversite yılları başladık kıllanmaya pek tabii.
Ama kendi adıma şunu diyeyim ki o yıllarda okuduğum kitapları yeterince
anlamamış olduğum ve 21 yaşımdan sonra tekrar okuduğum acı bir gerçektir.
Etrafımdaki akranlarım da düpedüz aynı durumdaydılar.
Bizler itiraf etmeden ne değişebilir ne de
değiştirebiliriz. Samimi olmak gerek. Geçmişle barışmak ve onu olduğu gibi
kabullenmek gerek. Hareketli bir canlı üzerine falsolu terlik atabilen ve her
attığını isabet olarak kaydeden annelerin gül çocuklarıydık biz. Ne eksik, ne
fazla...
Ağabeylerinizin ablalarınızın anılarını kendi
anılarınız gibi anlatmayın şu seksen darbesine dair. Gerçekten ayıp oluyor. O
kaotik dönemde hayatlarını kaybeden fidanların hatırasına ayıp oluyor en başta…
Jale
ALTUNEL
10. Şubat. 2019
10. Şubat. 2019