28 Ekim 2011 Cuma

ÖNEM SIRASI...

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Cumhuriyet'in 88. yılı programı çerçevesinde yarın düzenlenmesi planlanan Vatan Caddesi'ndeki geçiş töreni ile akşam verilecek resepsiyonun Van'daki deprem nedeniyle iptal edildiğini bildirdi.

"Cumhuriyet Bayramı geçit törenleri iptal edildi
Van'da meydana gelen 7,2 şiddetindeki depremde 500'den fazla kişinin ölmesi ve 2 bine yakın kişinin yaralanması nedeniyle ülke genelinde Cumhuriyet Bayramı geçit törenleri iptal edildi. İptal karar Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yer aldı.

28 Ekim 2011 Tarihli ve 28098 Sayılı Resmi Gazete'nin Genelgeler kısmında yer alan bilgiye 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenleri tebligat ve çelenk sunum törenleri haricindeki geçit törenleri iptal edildi. Resmi Gazete'ye göre, 23 Ekim 2011 tarihinde Van ili ve çevresinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlama törenlerinin sadece çelenk koyma ve tebrikleri kabul törenleri şeklinde icra edilmesi, tören geçişi, resepsiyon gibi diğer kutlama faaliyetlerinin yapılmaması uygun görülmüştür." denildi." (28.Ekim.2011 Sabah.com.tr) 

Aylardır şehit üstüne şehit veriyoruz. Kaç askerimiz şehit oldu. Ancak AKP hükümeti kuruluşunun onuncu yılını bir güzel kutladı...
Bugün resmi gazetede yayınlanan Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları'nın iptalini işte bu yüzden esefle kınıyorum. 


Van için içimiz kan ağlıyordu günlerdir. Ellerimiz tek bir satırı yazmaya gidemedi. Yüreğimiz bir ikinci Gölcük vakasıyla titrerken yine ahmak mütehhaitlere, mühendislere, mimarlara sövdük, bunun düpedüz bir cinatey olduğunu haykırdık. Toplu katliyam gibi bir ölümü Van'daki yurtdaşlarımızın önüne bir "kader" gibi atanlara lânetler yağdırdık... Yaşananlar  tam bir insanlık dramıdır. Tıpkı Gölcük'de olduğu gibi. 

Ancak ne var ki elli binden fazla insanımızı yitirdiğimiz Gölcük depremi ardından 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na dair resmi geçitlerin 1999 yılında böylesi bir iptalinin olmadığını biliyoruz. 


Bu millet şimdi Van Depremi'nin ardından elbette ki sokaklara çıkıp çılgınlar gibi fener alayları düzenleyemeyecekti. Elbette bir yanımız şehitlerimize, bir yanımız Van'daki depremzedelerimize kanıyor ve "kutlamak" türünden bir coşkusallığı reddecekti yüreğimiz ve aklımız... Ama resmi geçitler ve törenler her ne olursa olsun, yapılmalıdır, yapılmalıydı. Bayramlarımız bizi birbirimize kenetleyen unsurlar çünkü. Kurban Bayramı kutlamaları da iptal edilecekse buna birşey diyemem tabii. Ancak hiç sanmıyorum!


AKP denilen "kukla hükümet" kendi payına düşen kısmını almıştır Van Depremi'nin. Ve çok yazık ki ölülerimizin üstüne basarak Cumhuriyet'imizin üzerine çullanmıştır. Van'da kanayan yaramıza bir neşter de o atmış ve acımızı üçe beşe katlamıştır. 

Üzüntümüz şehitlerimizeydi, Van eklendi üzerine en acı şekliyle. Şimdi üzüntümüz üçlendi. Cumhuriyetimiz fırsat ele geçmişken gırtlağından sıkılıyor ve boğulmaya çalışılıyor ne yazık!

Şimdi tek bir soru geliyor aklıma; AKP Cumhuriyetten daha mı önemliydi de onca şehit varken kendi kuruluşunun onuncu yılını kutladı da, şimdi Cumhuriyet'e Vatan Caddesinde yapılacak mütevazı bir resmi geçit çok görülüyor acaba?

JALE ALTUNEL
28. Ekim. 2011

karaVan'a

alla karaladı toprak
yıldızlar ilk ışıkları beklediler
gözler gibi, 
süzülmek için erin uykulara. 
ki geceydi her daim...
düşe yazmış yıllar tarihleri sanki
yalanların öz yaşı sayılamazmış
çağlayan bir göz yasında,
umutlar düşeyazmış.
bir engebe varsa sunakta
ölü doğumlarına güneşin
yaslanır yürek ağrısı
bir kap aş karaVan'a,
al elimi ala boy'a.
acı soğuran soğuğunda son baharın
derdindeyim ne olacak yarın?
önü alınacak mı salgın hastalıkların,
çoluktan, çocuktan, yaşlıdan, bebekten
daha ötesini almıyor aklım...


"karaVan'a"
j.ak
28.Ekim.2011

21 Ekim 2011 Cuma

SÖZ FERİ...

bir sandalın kürekleriydi
ruhumu su üstünde muta doğru götüren.
ve ayaklarındaki o kusursuzluk,
bir ezberi anlatıyordu,
giderken...
sesler kendilerine dansediyorlardı,
ki sessiz. usulca izledim. 
kendini tekrar etse de kalem tutan tepkiler 
sadeleşmek ister hesaplanmış kesirler...
bunca yorgunken insanlardan
ve bunca tükenmişken tuzları gözlerimin,
dertlerini asimile ettim 
kapanmış defterlerimin...
uçlu bucağında mavisini savundum
güz meleklerine sızlanan küskün yüreğimin... 
bilirsin, korkular her daim tetikçisidir
büyük cesaretlerin
ve bekçisidir umut duygusal bir servetin...
ey sükût,
tarifi bildiği halde 
ters istikameti gösteren, 
bir kasabalı bu ara içim...
susmuşken sessiz bir dansı izleyen tüm hayallerim,
sadece bir es
ve deli bir nefes 
isterim.


"söz feri"
j.ak
21.Ekim.2011

20 Ekim 2011 Perşembe

KÖR GÖZE PARMAK!



Bugün Kuzey Irak'a sınır ötesi harekât başlatıldı...

Peki öncesinde ne oldu? Açıklanan resmi rakamların bile an be an değiştiğini gözlemlediğimiz, bizi kapkara bir güne uyandıran dünkü saldırı... Şehitlerimizin sayısı konusundaysa oldukça şaibeli açıklamalar var. 

Yine, yeniden yürekler soğusun diye bir sınır ötesi harekat mı? 
Bu denli sokulur mu kör göze parmak? 
Ne zaman yapıyorsun operasyonu? 
PKK'nın tam da beklediği bir an olan dünün üzerine...
Peki o sana yaptığı saldırıyı senin beklediğin bir an mı yaptı?
Evelsi geceyi düne bağlayan gecede biz böylesi bir PKK saldırısını bekliyor muyduk? Tabii ki hayır. Ben müzik dinliyordum meselâ... Herkes aynı durumdaydı. Kimimiz film izliyordu kimimiz güzel bir kitaba sardırmış onu okuyordu...
Peki dünkü katliyamının üzerine PKK kamplarında dün gece yarısı ne yapıldı dersiniz? Eminim ki gündelik bir rehavette değillerdi. Beklemeye geçip strateji hesaplarına garkoldular... 

Ama hâlâ daha böyle bir durumda paldır küldür harekâta sıvandık yine. Her zaman olduğu gibi. Adama aptal derler. Adama gerizekâlı derler. Adama ne diyeceklerini şaşırırlar. 

Ne yapıyorsunuz? 

Bu gösteriyi izlemekten sıkıldık ama artık. Bunu sırf yüreklerimiz soğusun diye yapıyorsanız, yok hayır soğumaz bu yürek. Yürek yüz santigrat derece artık. Kaynıyoruz. Kahroluyoruz. Ve aptal yerine konuldukça da daha fazla büyüyor acımız. İşte bunca vatan evlâdımızı kara topraklara verdikten sonra icra edilen bu komik harekât haberleri artık hiç bir işe yaramıyor!

Onlar kamplarını boşalttılar yine. Adamların boş tesislerini bombalamaktan bıkmadınız mı artık? O uçaklar bedava mı havalanıyor yoksa? O sortilerin her birinin ve bombardıman mühimmatlarının parası yine bu acıyla dolmuş halktan çıkmayacak mı?

Neden hiç haberleri yokken hiç beklemiyorlarken inemiyorsunuz PKK belâsının üzerine?

Sorunun yanıtını tabii ki biliyoruz. Peki nedir o halde?

Yeni Anayasa yapılıyor. Yine son günlerde göz ardı edildi. PKK bombardımanlarının bile çok hafif kalacağı gündem bombardımancılarımız tarafından bu yeni Anayasa nedense birilerinin tekelinde gözlerden uzak, kamuoyuna hissettirilmeden(!) adeta devekuşu gibi kafalar kuma gömülü bir şekilde bızıklanıyor... 

Bu kez işte o yüzden bu cilveleşmelerin sonuna gelindi diye düşünmekteyim. Bu son hadiseler zavallı can evlâtlarımızın kanları üzerine inşa edilen yeni anayasa içersine kürtleri de alma operasyonlarıdır.

Ama yok öyle yağma. Bu oyunlar bu palavralar, bu dostlar alışverişte görsüncü tuhaf sınır dışı operasyon saçmalıkları ve hatta dilim varmıyor söylemeye ama sayılarını tam bilemediğimiz şehit yavrularımız bile yapmak istediklerinize öylsi bir zemini hazırlayamaz o düşündüğünüz şeyi yapmaya. 





Tek bir Türk vatan evlâdı kalana değin de yaptırtmayacağız size öylesi bir Anayasa'yı!!!


JAle ALTUNEL
20.Ekim.2011

19 Ekim 2011 Çarşamba

BIKTIK!



OHAL İlân etmek için daha neyi bekliyorsunuz?


Bu haince oyunu daha ne kadar uzatabilir bir hükümet? Yirmi altı şehit yirmi iki yaralı...


Daha kaç can gitmesini bekleyeceksiniz? Daha kaç ocak sönecek?
Memleketi bir iç savaşa mı sürüklemek istiyorsunuz?


Yeni yaptığınız zamların üzerini mi örttünüz yoksa bu danışıklı dövüş ile?


Kışın soğuk ayazına şehit kanı püskürttüğünüz yüzlerimiz ala boyandı bugün yeniden.


Mutlu musunuz? İsrail'e dayılandığınız gibi, çiftçiye, üniversite öğrencisine,  dayılandığınız gibi gitsenize terör belâsının da üzerine?


Neden OHAL ilân edilemiyor?

Neden Apo belâsı idam edilmiyor? Kiminiz ip attı kiminiz ot. Kiminiz lâf attı. Ama o hâlâ emirler yağdırmaya devam ediyor... Komik misiniz siz?


Neden terörle mücadele etmiş askerlerimiz "terörist" olmakla suçlanıp hapsedilirken, gerçek teröristle mücadelede bu kadar aciz davranılıyor?


Sıcak para kaynakları daha ne kadar askerimizi öldürmeleri için teröre ve teröriste boyun eğmenizi emretti? Nasıl bir cilveleşmedir bu?


Siz bu halkı salak mı sandınız?
Neden hâlâ şehitlerimizin ardına saklanıyorsunuz?
Bıktık zamlarınızdan.
Bıktık yalanlarınızdan.
Bıktık artık takiyyelerinizden, dindar görünüp, dinde haram sayılan tüm kepazelikleri yapmanızdan,
Eğitimi katletmenizden bıktık,
Namus bekçiliğinizden bıktık,
Özelleştirmelerinizden, emlâk komisyonculuğuna soyunurcasına kaynaklarımızı topraklarımızı pazarlamanızdan bıktık,
Ekonomi gırtlağa kadar batağa sürüklenmişken, "ekonomimiz büyüyor" palavraları sıkmanızdan bıktık,
Ortadoğu jandarmalığına soyunup Suriye'ye akıl öğretirken kendi iç meselenizi bile halledemeyişinizden,
Aydınlarımızı mahpuslara tıkmanızdan bıktık anlıyor musunuz?
Doğayı katletmenizden, iki günde haşatı çıkan aptal karayollarınızdan,
yandaş ihalelerinizden,
yeraltı kaynaklarımızı satmanızdan, sukuk icaranızdan, emperyalizmle kolkola girmenizden,
"durmak yok yola devam" diyerek kendi cebinizi doldurma telâşınızdan,
yağmalarınızdan,
lâlelerinizden,
projelerinizden,
herşeyinizden bıktık anlıyor musunuz?
yüzlerinizden bile bıktık!!!
Defolun gidin artık. Ellerinizi çekin vatanımdan. Askerimden, Anayasamdan, Cumhuriyetimden!
Şehit kanıyla doldu bütün ihaleleriniz. Cepleriniz...
Yeter artık!
Ya kahraman askerlerimizi ve aydınlarımızı çıkartın cezaevlerinizden ve terörle adam gibi mücadele edin, ya da gidin!
Bu millet bıktı artık şehit kanına boyanmaktan.





Biz Türk Milletiyiz! Türkiye halkı palavrasına karnımız tok. Gidin,  nerede kuracaksanız öyle bir halkı bu ülke sınırlarının dışında kurun. Biz Türk Milletiyiz. Ve artık şehit haberi ile uyanmaktan yorulduk. 


Acıdık, dağlandık!


Ancak her ne olursa olsun vaz geçmeyeceğiz. Bunu kazıyın aklınızın her köşesine. Bu vatanı böldürmeyeceğiz. Yetemeyeceksiniz. Yetemeyecek küresel çete. Çünkü bu vatanda "ver kurtulcu" ve sesi sayenizde gür çıkan kuyrukçular azınlık. Bunu bilin. Sesleri gür çıkıyor sırtlanların. Sesleri gür çıkıyor hainlerin ah!!! Yalan tarihlere yalan romanlar alıyor nobelleri. Yalandan sırtı sıvazlanan gaflet içindeki o mütareke güruhu suç ortaklığı yaparken görüyor izliyor sessiz çığlıklarıyla halk... Korkuyor, içine akıtıyor kanlı yaşlarını ve bir türlü uyanamadığı bu karabasan kâbuslarda bağırıyor içerine, sesi çıkmıyor...


Unutmayın ki inişlerdesiniz artık. Kan bile doydu, doldu taştı artık gözlerimizden. gözlerimizden şehitlerimiz akıyor artık anlıyor musunuz?


YETER!!!

Jale ALTUNEL
19.Ekim.2011

14 Ekim 2011 Cuma

sen onu seversin de...

sen onu seversin de o seni sevmez ya...
tahtravallinin bir ucunda sen, bir ucunda o...
tam da yukarıda, en yukarıda hem de
savrulurken saçların
o aniden iniverir
kıçının üstüne oturursun.
canın yanar. 

saçı başı dağıtırsın üstelik.
kanar kanmış yüreğin
dalar gidersin o düştüğün yerde
ve nefesini tutarsın 

dalarken en en dibe...
ve verilmiş bir uktenin içini

doldururken bulursun kendini
anımsarsın sonra,
en güzel armağan olduğunu anımsamanın...
ve en güzel armağan olduğunu düşünürsün
unutmanın...


"sen onu seversin de"
j.ak
16.08.2011-14.Ekim.2011


(Ekşisözlük'den herseyemuhalefett vermişti ukteyi... Doldu ve bloğa taştı. )

ZAMAN AŞIMI...





Bekir Coşkun, 11.Ekim.2011 tarihli “Anayasa yapıyor rolü için figüranlar lâzım” adlı yazısında, birden bire vahiy inmişçesine Anayasa’yı anımsamış ve CHP’nin MHP’nin BDP’nin anayasa oylamasında figüran olarak kullanılacağından dem vurmuş… 

Okuyunca seçim öncesi atmosferi gözlerimde yeniden canlandı ve hemen hiç bir köşenin bu açmaza dair herhangi bir söylemi olmadığını anımsadım. Oysa her daim demiyor muyuz aydınınn görevi uyarmaktır diye? 

“Sanal yanılsama” adlı yazımda Y-CHP’nin rolünün ne olacağına dair: 


“CHP neden Y-CHP haline getirildi? 

Bunun yanıtı bana göre olası bir yol kazasını bertaraf etmek değildi. O yine her zamanki gibi ana muhalefet rolünü üstlenecek olan bir partiydi, ancak ne var ki mecliste, meclis çoğunluğu ile oylanacak olan yeni anayasaya muhalefet edecek seslerin kesilmesi, bunun yerine ortanın solunda duran bu partiyi daha da ortaya çekmekti amaç. Ve gayet başarılı bir operasyonla ve gayet sanki iktidar olmak amacı güden bir tavrı varmışçasına canhıraş bir seçim çalışması yolu izlendi. Ancak biliyoruz ki yeni anayasa için sert bir muhalefeti olmayacaktır Y-CHP’nin! Rolü de budur…” demiştim. 


Ve aynı dönemde bununla ilgili yine internet gazetelerinde çok daha açık yazılar yayınlandı... Ama ne var ki büyük kitlelere ulaşamadı. O dönemde değerli köşe yazarlarımız ve ha keza Bekir Coşkun, bilmiyor muydu yeni bir Anayasa’nın oylanacağını? Ve bilmiyor muydu CHP’nin yine ve yeniden ana muhalefet rolünü kimselere kaptırmayacağını? Benden çok daha iyi biliyor olduğu kesin… 


O halde o şartların figüranlarını yani “halk”ı niçin adam akıllı uyarmadı? CHP’ye tepeden paraşütle indirilen PM üyeleri için niçin tek satır yazı yazmadı? 


İşte memleketimde en çok sevdiğim budur. Siyasiler ayrı oyunlar oynarken, halkı uyandırmak rolünü üstlenmiş olan değerli köşe yazarlarımız muhalefet ediyormuşçasına halkı pişpişlemeye ve ninniler söylemeye devam ederler. Ver her bir medya organı bir sistem partisinin yanında yer alarak adeta tribün amigoları gibi halkı da bu takımlardan birini tutmaya yöneltirler… Memleketin kurtuluşu bu kadar kolaydır yani! Sandık başına gidip oy kullanınca kerameti kendinden menkul sistem partilerinden biri başa geçecek ve herşey güllük gülistanlık oluverecek bir anda… 


CHP’nin tüm zamanlarda yanında yer almış bir gazete olarak saygınlığını koruyan Cumhuriyet, Y-CHP için öz eleştiri yapmak konusunda biraz geç kalmadı mı? 








Şimdi, bu zamanda, yumurta kapının ağzına kadar gelmişken Bekir Coşkun’un bu yazısına sevinelim mi? Şaşıralım mı? 

Ben kendi adıma bütün tepkilerimi yitirdim. 

En iyisi apati olalım. 

Elleriniz dert görmesin Sayın Bekir Coşkun. Çok iyi bir konuya parmak basmışsınız… Ama altı aylık bir gecikmeyle! 

Biz buna halkı uyandırmada “ZAMAN AŞIMI” diyoruz… 

Jale ALTUNEL 
13.Ekim.2011


13 Ekim 2011 Perşembe

Ağıt helva beraberlik...

birinci geleneksel mazeret gününün
bininci tecrübesini gördüm
bütün işaretlerin zamiri
ağıt helva tadında
'şu veya bu'dur! 
yasaklanmış sololardan
ve görünmez egolardan
görülmemiş bir kan
oluk oluk aka durur. 
son düzlükte tüm sesleri yırtarak
sprint atarken bir korkak
ben büyülü bir aynada;
kalp vurum sayılarımla
karşılıklı oturup,
ikinci imkânsızlık antlaşmasının 
üçüncü maddesini 
imzalıyordum "suya..."
bilirsin yer yoktur sıfırlara
roma rakamlarında
nitelikler çünkü hiçbir zaman,
gerek duymazlar 
keşif olarak anılmaya...

sonsuz sıfırlarda 

bol keşifli hayatlar,

ölene değin aldanılmış kuvözlerde

oksijen mücadelesindeyken

yaşam herdaim berabere,

bir bir ortada...

"ağıt helva beraberlik"
j.ak
12.Ekim.2011



9 Ekim 2011 Pazar

Dokuz kalibrelik kibir yağmuru...

ilk iki dizesini, 
yoğun bakıma kaldırdım
kaldırım taşlı şiirimin
bu dünyaya sığmayacak
bir serveti vardı ki
acılardan olma...
kandırdım onu
aforizmalarımla süslediğim
buz gibi bir ameliyat odasında...
tam da o sırada
yüzleri maskeli
bir cesaret çetesi girdi yüreğime
ellerinde yazdan kalma 
dokuz kalibrelik
kibir yağmuruyla.
kanarken alnımın teri
omuzlarımda çağlayan ağrıya,
örttüm tüm gövdemi  saçlarımla
görme beni bu halde sakın!
yalnızca eksilecek iki neşter darbesiyle
belki birkaç sözün,
sonra gösterecekler bir şişe içinde;
"bunlar tutulmuş nutkun 
ve habis kuruntun..."
kendine gelmen bir gün sürer.
hiç gitmeyecek yüzümden
kaza anında,
öylece acıya saldırışın.
oysa basittir,
gerçek blues 
daima döner  
en başa.


"dokuz kalibrelik kibir yağmuru"
j.ak
09.Ekim.2011



8 Ekim 2011 Cumartesi

Hüzün Geçidi...



bilmediğim yerlere götür beni

öyle ki kimsenin görmediği

bu kez yalnızca götür. hiç anlatma

dar sokaklarında dolaşmalıyım aklının

eski ahşap binaların

güneşsiz küf kokan merdivenlerinde

bir kartpostal ardına on yaşında yazdığın

bir aşk şiiri bulmalıyım.

eksilmiş basamaklarına rağmen

en üst katına tırmanmalıyım

perdeyi aralayıp

ellerimle bir demet ışık çalmalıyım gökyüzünden

sesi yüreğine değebilen...

sakın anlatma, sadece götür beni bilmediğim yerlere

yörüngesiz bir gezegende belki soluksuz kalmalıyım

sakın bir delilik edip kurtarayım deme

yüreğinin dip köşesinde

çaldığım ışığa ritm tutan bir geçit bulup

bir isim koymalıyım...

derin bir nefes olsun meselâ

üçüncü etaptaki yolculuk aracım

kimseyi götürmediğin bir yere gitmekse harcım,

derin soluklar almalısın

acılardan derlenmiş bir akşam yemeğini

göğsündeki parmaklıkların ardına hapsolmuş

yüz bin çeşit acı ile beraber tatmalıyım

ve eşlik etmeli şölene

parmaklarımın arasında dans eden ışık...

sakın tutma soluğunu ki çıkabileyim

ya da bilmediğim bu yerde,

boy verir gibi pasifikte

ismini koyduğum Hüzün Geçidi’nde

karanlık bir maviye düşebileyim...



“hüzün geçidi”
 j.ak 

08.Ekim.2011

6 Ekim 2011 Perşembe

düğüm alayı...


toplamı kadarsındır yaşadıklarının
kimi zamansa arta kalanı
öyle eksilmiş, öyle bitip tükenmiş
kuytular kâr etmez artık oradan çık
belki uzaktan gördüğün o ışık
tünelin ucundan sür'atle yaklaşıp
üzerinden geçecek olan bir trendir kim bilir?
ardına bak ve gör, orada olanlar hep senin gölgendir.
bir kedi zarafetinde,
uzatıyor şimdi kollarını geçmiş
kurallar, kavramlar, coğrafyalar
krallar, kanunlar, insanlar
tut ki eksilenisin bir artanın
ya da bir iklim kadar uzağında farkındalıklarının
konuş ki bir nefesin,
asılsın gök kubbeye
ve zembille in gökten
hem de bardaktan dökülürcesine 
yakın diyorum artık şu türküleri yakın
buhar olup uçsunlar 
sarsın memleketi fanus olup dumanlar,
bu denli karanlık olamaz yine de 
ve bu denli kör yalancı
hiç bir isin altında yaşananlar...
güneydoğu'da çocuk gelin olma yaşı
on iki yaş ve yedi aymış
ve diğer yerlerde on üç on beş, on altı
hükümetse cezayı kesmiş
yayın evi sahibine. Mahkeme, 
altı aydan üç yıla kadar hapis istermiş
muzır neşriyattan korumak için çocukları
umurunuzda mıydı oysa yıllardır 
bir çocuk gelinin o minik gözyaşı?
o gözyaşı ki 
bir çocuğun boğazında düğüm alayı
neşriyatı görüp canlısını görmez muzırın
bizim ikiyüzlü soytarı,
ey işgüzar soytarı!
geçmişimiz buzdan bir heykel
ve yangınlarda tüneldeki sarı gölgeler
duvarlar ki, 
bilirsin hep sanrıdır gerçekte
oysa dağlar bile duramadı 
bir zamanlar önümüzde
yakın şu sözcükleri artık kalkın 
gökyüzü belki de bize daha yakın...
oturduğu yerden vatan kurtarmanın
oblomov'u bile kıskandıracak
şu kaskatı tembelliğinden arın,
ya da bildiğin yöne kır, sığın 
savunmalar ardına
ve eleştir 
nasıl olsa bedava...

“düğüm alayı”
j.ak
05.Ekim.2011

4 Ekim 2011 Salı

YENİSİNİ YAPMAK...

Yeni Anayasa hakkında atılan çığlıklar yayılıyor alçak basınç etkisindeki memleket semalarına.

Cemil Çiçek yeni Anayasa hakkında diyor ki: “Eskisini tamir etmeyeceğiz yep-yeni bir hukuk inşa edeceğiz.”

Kendisi sanırım mütehhaitlik tarzı bir içgüdüyle Anayasa gibi bir kavram hakkında konuşurken, böylesi bir oksimoronu uygun buldu. Ancak anımsanması gereken önemli bir konu var ki; burada depremde hasara uğramış evlerden bahsetmiyoruz... Nedir eskisini tamir etmemek ve yepyeni olanı yapmak?  Eski olanı yıkıp, molozları hafriyatı temizlemek ve yeni baştan bir temel ve gök kubbeye doğru uzanan bir gökdelen(!) inşaa etmektir.  Yani inşaatçı mantığıyla böyle...


Hani İstanbul’un en pahalı semtlerinde de yapıyor ya Büyük Şehir Belediyesi. Evet ondan. Eski yerleşim yerlerinde kırk elli yıldır otura duran mahalle ve semt sakinleri ellerine üç beş kuruş verilip yerinden yurdundan edilip o eski evler yıkılıp, yenileri yapılıyor ya, onu diyorum. Kentsel dönüşüm(!) projeleri. Yoksa rantsal dönüşüm mü demek daha doğru olurdu bilemedim. Bildiğim şu ki AKP ve yandaşları bu yıkıp da yerine yenisini yapmak konusunda oldukça başarılı(!) işlere imzalar attılar. 


Yani Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet de yıkılsın, ha keza ilk dört maddeye falan da gerek olmaksızın yeepyeni bir Anayasa yapılsın gibi bir saplantıya girilmiş. Bu bir inşaatçılık refleksi midir? Anlamak güç.
Ama burada inşaat veya kentsel dönüşüm projesi yapmıyoruz.
Eğer bir inşaattan bahsedecek olursak da kendileriyle aynı dilden konuşalım o halde...

Bizim Cumhuriyetimiz, tıpkı Anadolu Hisarı gibidir.

Bizim Cumhuriyetimiz, tıpkı yüzlerce yıl ayakta kalmayı başarabilmiş ahşap bir “Safranbolu Evi” gibidir.

Nadidedir yani...

Geleceğe miras bırakılması gereken bir nitelik taşır.


İşte geleceğe miras bırakılması gereken yapılar yıkılmazlar restore edilirler.


Restorasyon çok hassas ve çok zor bir konudur. Öncelikli amaç bir eseri korumaktır yani! 


Birilerinin bunu Cemil Çiçek'e acilen anımsatması gerekiyor...

Tablolardan ve heykellerden de vermek isterdim bu örnekleri ama ne yazık ki gördükleri yerde heykel yıkan bir zihniyetle karşı karşıyayız...

Ha keza İstanbul İstanbul olalı ne yangınlar ne kundaklamalar görmüştür hey gidi. Tarihi eserlerin sistemli bir şekilde yanıverip, kül oluverip, yerlerine bilumum AVM ve özel mülk yapılması ise komikliğin nirvanasıdır...

Şimdi de Anayasamızın ilk dört maddesini kundaklamaya çalışıyorlar. Hem de inşaatçı mantığıyla.

Çok yazık...