Eskitemedik o eski yalnızlığımızı bunca yıl,
5 Aralık 2022 Pazartesi
Rüzgârını içtik
4 Kasım 2022 Cuma
TÜRK KADINI AZADDIR
#HədisNəcəfi için...
7 Eylül 2022 Çarşamba
"İSYAN HA? BANA HA?"
8 Mayıs 2022 Pazar
Ancak kendilerine lâzım olunca kıymete binen 'hukuk'
158 şair, gezi davası
kararlarına karşı 'şairane bir bildiri' açıklamış. Bu da benim o şairlere
cevabımdır:
Kozmik oda açılıp da
800 küsur vatansever katledildiğinde, Kuzey ormanları katledildiğinde, Mavi
Çarşı bombalandığında, şimdiyse Fırat’ın sularına sülfirik asit karışırken,
neredeymiş bu şairler? Neredeler demek daha doğru olur. Hiç bu konularda
şiirlerini, ağıtlarını, güzelleme ve koşmalarını duymadık. Kaldı ki 158’i
toplanıp da bir bildiri açıklasınlar.
Dillerini kedi mi yemiş
sahte Ergenekon sürecinde?
Şiirleri mi bitmiş Ali
Tatar kendini öldürdüğünde?
Mürekkepleri mi kurumuş
birileri "yetmez ama evet" diye anırırken?
Tek satır eleştiri
yapmamışlar ve hatta o teranenin peşine takılmamışlar mıydı üstelik?
Bizler o zaman 'Hayır'ı,
işte tam da bu yüzden, hukuk bir kişinin iki dudağı arasında olmasın diye
haykırmıştık oysa. Şimdi canı sıkılan liberal sol dediğimiz türden bir güruh gelecek,
bana şairane pozlarda ahkâm kesecek ha?!
Naifliklerini ayrı, şairliklerini ayrı, "hassasiyetlerini" apayrı sevmek okşamak öpmek istiyor insan...
Sapla samanı ayıramayan
insanlardan ne şair olur, ne vatansever, ne aydın, ne de entelektüel olur. Kararı hukuksal boyuttan eleştiririm ama
bunca atraksiyonun tek bir kişi için temaşa edilmesindeki siparişin ne kadar
büyük yerden geldiğini de anlamayacak kadar saf değiliz.
Gezi Park eylemlerinin
başladığı ilk gün 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece, Sahipler ve kanaat önderleri adlı yazımda, adından da anlaşılacağı
üzere, bir takım kanaat önderi kılıklı insanın bu vatanın gerçek sahiplerini
nasıl gütme gayreti gösterdikleri hakkında yazmıştım. Bu yazıda ayrıca ‘Gezi’deki
ağaçların elbette bir teki bile benim canımdan kıymetlidir ama Kuzey ormanları
an itibarıyla katlediliyor neden kimse çıkıp bu konuda bir şey söylemiyor’ diye
feryat etmiştim. O konu hakkındaki şiirim söyleydi;
değişmeli dostum şekli devrimin
anadili ekonomi sömürü ve işgalin
hayrandık masumluğuna
antik çağ galibiyetlerinin
ve bir kahramanı vardı hep düşlerimizin
oysa ne kadar uyumluyduk
bir zamanlar doğayla
şimdi isimler takıyoruz parktaki ağaçlara
ava gittik şehrin göbeğinde sahte bir ormana
katledildi tam o sırada gerçek!
“epik ve devrim”
j.ak
7. Mayıs. 2015
Bizler hem gerçekler,
hem ormanlar, hem Cumhuriyet, hem de onun getirisi olan demokratik laik hukuk
devletimiz yıkılmasın katledilmesin diye her yerde ve her alanda feryat figan
ettik. Peki, neden o zaman da yayınlanmadı bu? Bildiri?
Normal zamanda yüz
metre mesafesine yaklaşmayacağımız insanın 8 Nisan’da neden Silivri’de
yanındaydık? Ki bu konuya ilişkin de kapsamlı bir yazı yazarak neden orada
olduğumuzu dilimiz döndüğünce anlatmıştık. Çünkü, hukuk hepimize lâzım. Hukuk, sana
ayrı, bana ayrı, falancaya ayrı işlemez demiştik.
Yetmez
ama EVET tam bir çılgınlık, tam bir aymazlıktı. Sanatçısı,
sepetçisi, şairi, ressamıyla memleket semalarında alçak basınç etkisinde bir
eyforiya (euphoria), bir bahtiyarlık rüzgârı estirildi ki, işte şimdi
bazılarını böyle bir tiyatroya temaşaya sevk etti. O dönem sistemin bu amansız
tuzağına şapa oturur gibi düşen bu sanatçılar için bir şiirimde şu dizeleri
kullanmıştım;
“Sanat
secdeye indi gördüm,
Devrimin
cenaze namazında…” (2015)
Sanatçı olarak bize
lanse edilenler, gerçekten de Cumhuriyetimizin ve Atatürk devrimlerinin her
biri için tek tek cenaze namazı kılar gibi, onu önemsizleştirdiler, küçülttükçe
küçülterek değersizleştirdiler. Ne oldu peki şimdi?
Yoksa
hukuk şimdi, size mi lâzım oldu?
Jale Ak
5 Nisan 2022 Salı
Müjde: Bir sığınmacı filmimiz oldu!
Dün gece neyle karşılaşacağımı
bilmeme karşın, önyargısız ve sakin bir şekilde, geçtim koltuğuma açtım “Müjde”
adlı filmi.
Başrolleri Lale Mansur (Müjde) ve
Cezayir asıllı Fransa doğumlu Salim Kechiouche (Sait) paylaşıyor. Bu arada beş
buçuk milyon Suriyeli içinde rol verebilecekleri kimseyi bulamadılar sanırım.
Yahu en azından Suriyeli oyuncular arasından seçseydiniz başrol Suriyeli
karakteri, böylece gösterdiğiniz histerik saygı bu denli sahteleşmezdi.
Bundan sonrasını okuyacaklara ikazımı yapayım, bu analizde
filmin ayrıntılarına gireceğim.
Ama önce, yaklaşık olarak yedi
yıldır sığınmacı mülteci ve göçmen işçi statülerini ve tüm dünyadaki göç
dalgalanmalarını dikkatle izleyen irdeleyen biri olarak, Avrupa’nın kaçak
sığınmacılara ne yaptığını belirtmek isterim. İlk yirmi dört saat içinde deport
ederler. Yani sınır dışı. Mülteci mültecidir. Kendi ülkesinde siyaseten veya
savaş nedeniyle hayatı tehlikedeyse bir başka ülkeye iltica talebinde bulunur,
kabul görürse gider. Savaş vb. nedenlerle ülkesinden başka ülkelere gidenlerse
geçici sığınmacılardır. Türkiye’deki Suriyeli unsur son tanıma uymaktadır. Yani
onlar göçmen işçi filan değillerdir. Bunun altını çizelim önce.
***
Film bende bomba etkisi yapan bir
girişle başlıyor. Dakika bir gol bir mi desem ne desem. Müjde (Lale Mansur)
müstakil evini kat karşılığı vermek üzere müteahhitle pazarlık ediyordur. Bu
sahnede müteahhit öyle bir anlatılmış ki, sanki seksenli yılların müteahhidi.
Zira o yıllarda her yer dutluk, üçe beşe kapatılan müstakil evler olurdu. Ya
şimdi öyle mi peki? Hoppala paşam malkara keşan. Siz kimin aklıyla alay
etmişsiniz öyle? Şimdinin şartlarında müteahhitler ev sahiplerinin bucağına
salavatla gidebiliyor artık. Oranlar da filmde gösterildiği gibi değil. Artık
sırtlanlar ev sahipleri. Ee bu işler arz talep işleri. Talep çoğalınca arz,
arz-ı endam eder bilmez misiniz? Yok biliyorsunuzdur da o kısma da öyle romantik
bir yalan kondurmuşsunuz. Kondurun bakalım yalandan kim ölmüş?
Lale Mansur, orta yaş bunalımında,
onu hiç arayıp sormayan hayırsız bir oğul sahibi, tek katlı evini kat karşılığı
müteahhide vermiş olan bir hanım teyzemizi oynamış filmde. Evi yıkılacağı için
başka yere taşınma “mücadelesi” verirken, bir taksiye atlayıp kendi başına
amele pazarında Suriyeliler’in arasında buluyordur kendini. Ne o? Taşımacı
bulacakmış oradan. Yahu ablacığım kafayı mı yedin ne yaptın sen? Şimdi
müteahhitler senin evini kendileri taşıyor. Üstelik masraflarını falan
üstlenerek, üstelik çıktığın kiralık evin de on beş aylık kirasını ödeyerek.
Filmdeki Müjde karakteri nerede yaşıyor? Hatta filmin yönetmeni ne yiyor ne
içiyor ve bu memleketin gerçeklerinden ne kadar haberdarmış böyle? Gülsek mi
ağlasak mı? Şaştım kaldım. O sahneleri ağzım açık izledim yeminle. “Müjde
nereye koşuyor” olabilirmiş bu filmin adı. Hani Müjde aşka koşuyor babından.
Amele pazarında Sait’e rastlıyor
hanım teyzemiz. Sait çatır çatır İngilizce konuşabilen yağız bir Cezayir,..
pardon Suriyeli delikanlımızdır. Müjde Sait’e sen de gel, sen de gel diye
ısrarcı olur. İlk görüşte aşk, anlamlı bakışmalar, merhametle yoğrulmuş
histeri, neyse ne. O da, Sait de gelir.
İşçi pazarından Suriyeliler’i (üç
kişi) bu işin ticaretini yapan bir Türk
getirmiştir Müjde’nin evine. Hani başlarında durur, işçilerin emeğini sömürür,
çavuş derler ağızda. O karakter, şişman bir oyuncudan seçilmiş. Hani emek
sömüre sömüre şişmanlamış gibisinden. Ve Müjde’nin sade suya tirit makarnasından
muhteva öğle yemeğini yemek istemez bu “şişko ve beyaz Türk” çavuş. Algıya bak
algıya. Makarnayı istemez, kendisine de ayrı ve özel olarak, döner mi adana mı
urfa kebap mı olduğunu kestiremediğimiz bir sipariş vermiştir, o sipariş kapıya
gelir ve fiyatı otuz liradır. İnceden duyulur bu. Normaldeyse Suriyeli veya
Mozambikli veyahut da Türk hiç fark etmez, bedenen çalıştırmaya getirdiğin
birine öğle yemeğinde makarna veremezsin. Yahu adam bedenen çalışıyor, su
yakmıyor ki bu. Ama tabii bu kısımda anlatılmak istenen, efendim Suriyeli çok
kanaatkâr, mütevazı, öyle ki iki lokma bir hırka felsefesiyle takılır, önüne ne
konsa onu yer, ama Türk çok bencildir dışarıdan sadece kendisine yemek söyler
ve yer’dir. Yönetmen burada, seyircinin merhamet duygularını kabartma
zahmetkeşliğiyle işin iyice .okunu çıkarmış kısaca. Bu makarna yeme sahnesinden
sonra Sait’in mutfağa gidip makarna bulaşıklarını yıkama sahnesineyse hiçbir
şey demiyorum. Yorumsuz o.
İlk gün işçilerin paketleme işi
bittiğinde ertesi gün için sözleşiyorlar. Şu saatte filan fistan. Ertesi gün o
saatte herkes geliyor ama bizim yağız, yakışıklı, dertlere deva, gönüllere şifa
Saitimiz gelmiyor. Müjde teyze meraklarda tabii. Derken yağız oğlan utançlı ve
telâşlı, geliyor. Üst baş değiştirirken geciktiği için özür diliyor. Çok da
mahcup, çok da mağrur. Müjde buna bir de bakıyor ki ne görsün! Bunun ağız burun
Perşembe pazarına dönmüş. Bizim oğlan kavga yapmış. Tüh tüh. Eli yüzü her yeri
yara bere. Teyzemiz buna, sen buradaki işleri bırak üst kattaki kolileri yap
diye bunu ıssıza çekiyor. Ve arkasından gidiyor.
Müjde hanım teyzemiz Sait
işlenirken “stop stop” diye durduruyor onu. İngilizce bu nasıl oldu gibisinden
geveliyor. Sonra da “ay hev tu du pansuman” diyerek delikanlının orasını
burasını oksijenli pamukla kanırtmaya başlıyor. Derken iki lafın belini
kırıyorlar İngilizce olarak. Bu bizim Sait evliymiş bir oğlu varmış ama karısı
ölmüş oğlu da kaybolmuş. Müjde tabii orda iki kere aşık oluyor oğlana. Ama eklemeden
de edemiyor, “yu ar veri yaannnggg” Neyse aşk bu. Aşka her daim saygımız
sonsuz.
Müjde teyzemiz, artık yeni evine
taşınmıştır nihayet ve kafeterya gibi bir yerde arkadaşlarıyla buluşur. Hanım
teyzeler grubudur bu. Öteden beriden boş geyikler dönüyordur masada. Derken
taşınma işini nasıl yaptığını sorarlar Müjde’ye. O da amele pazarından
bulduğunu söyler. Arkadaşları iğrenerek ve tiksinç içersinde ayyy nasıl
gidersin oraya, orada Suriyeliler var gibi, bir sürü aşağılayıcı sözler ederler
Suriyeliler için. Ne pis kokuları kalır, ne hırsızlıkları, ne uğursuzlıkları…
Yahu yönetmen efendi, sen hakikaten ne yer ne içersin? Tamam Suriyeli’nin
dramını, acısını, ne zorluklar çektiğini göstermeliyizdir elbette, ama bunu
Türkler’i gömmeden yapmak bu kadar mı zor? Filmde gösterilen nefretin %1’i bile
olsaydı her gün üç Suriyeli’nin Allah muhafaza öldürüldüğü haberini duyardık.
Ama nedense hep tam tersini duymaktayız. Hani bir mevzu saptırılır ama bu
kadarına da çüşşş! Diyorum.
Neyse, Müjde o toplantıda yıllardır
tanıyor olduğu eski dostlarına resti çeker ve hayır öyle değil, haksızsınız
gibisinden didaktik bir tirad atarak evine döner. Evde banyodan bir tıkırtı
geliyordur. Bir de bakarız ki Sait anadan üryan duş alıyordur. Yani anlarız ki
Müjde ve Sait mercimeği fırına vermişler ve beraber yaşamaya başlamışlardır.
Hatta Sait Müjde’ye “ar yu han-gı-ri?” filan gibisinden sorular soruyor, yemek
filan pişiriyordur Müjdesine. İşte bunlar hep aşk! Hey gidi aşk…
Sait yemekten sonra oğlunun
bulunduğunu ve Suriye’ye gideceğini söyler. Müjde tutturur ben de geleceğim
diye. Sait olmaz der. Olmazdı olurdu derken Sait “ay mast go elooğnn” der.
Bizimki Sait’e para vermeyi teklif eder. Ama Yağız Sait asla kabul etmez bu
parayı. Bizimki de gizlice Sait’in cebine üç bin lira koyar. Müjdemizin,
Sait’in cebine koyacak üç bin lira parası vardır ama evine getirdiği Suriyeli
işçilere makarnayı dayamıştır.(?) Film film değil, çelişkiler yumağı mübarek.
Sait yola revan olur. Müjde de onun
arkasından ağlama krizine girer. Kahve sigara filan derken tık… Kalp krizinden
gidiverir. Filmin başından beri hiç görmediğimiz oğlu, anasının öldüğü içine
doğmuş gibi anneağ anneağ diye kapıyı dövmeye başlar. Ve kapıyı kırarak açar, bir
de ne görsün?! Anası yerde. Ölmüş. Sait evden çıkarken de apartman komşularından
biri görmüştür. Müjde’nin ölümü Saitin üstüne kalıyor mu bir güzel size? Heh.
Bir de cebinde üç bin lira… Polisin lafı “değer miydi üç bin lira için öldürdün
kadıncağızı?” Yanlış anlaşılma kurbanı olan Sait filmin finali ise, ellerinde
Türk Bayrakları olan fanatik foşik ve sinirli Türk gençlerinin polis aracına
saldırısıyla iyice zıvanadan çıkarılır. SON…
Anlıyor ve biliyoruz ki Suriyeli
zor durumdadır. Ülkesinde insanlık adına utanç verici durumlar oluşmuş, savaşın
acı yüzüyle yoğrulmuşlardır. Bu konuya hissiz kalmak insanlıktan çıkmak
demektir. Ama Suriyeli üzerinden birileri Türk nefreti kusmaya kalkışırsa
elbette cevabını vereceğiz. Türk nefretininiz ve düşmanlığınız bir bitmedi ve biteceğe
benzemiyor. Her yere, her alana, her konuya, mal bulmuş mağribi gibi atlıyor ve
nefretinizi oralardan kusuyorsunuz. Bir
de üstelik deli gibi fonlanıyorsunuz ama hiçbir işe yaramıyor işte. Çünkü beceremiyorsunuz.
Çünkü ortaya koyduğunuz pespayenin sanatsal değeri yerlerde sürünüyor. Samimiyetsizlik
akıyor yaptıklarınızdan ve yazdıklarınızdan. Gerçekten acınası haldesiniz ve
Türk Milleti yaptıklarınızı yemiyor artık. Oturun o filmdeki makarna gibi
kendiniz yeyin bunları.
j.ak
4 Nisan 2022 Pazartesi
TARAS BULBA DRAMI
Nikolay Vasilyeviç
Gogol, Ukrayna asıllı bir Rus romancı olarak Dünya Edebiyat tarihine geçmiş,
eserlerini severek okuduğumuz bir yazar. Acaba bugünleri yaşasaydı o da şimdi
yaşananları, yazmış olduğu epik eseri Taras Bulba’ya benzetir miydi kim bilir?
Ölü Canlar, Palto gibi eserleri daha fazla bilinir ama Taras Bulba destansı ve
bir o kadar dramatik ayrıntılarıyla bugüne çok benziyor.
Taras Bulba bir Kazak
komutandır romanda. Ortodoks papaz okulundan dönmüş iki oğlu vardır Taras’ın.
Katolik Lehler’le savaş sürüyordur ve oğullar da asker olurlar. Oğullarından Ostap,
aynı savaşta işkencelerle gözlerinin önünde Lehler tarafından öldürülür, ancak
diğer oğul Andrey, Leh Beyinin kızına âşıktır. Ve Andrey saf değiştirir. Kazak
komutan Taras Bulba, “seni ben var ettim ben yok ederim” diyerek öz evlâdını
kendi elleriyle öldürür…
Roman uzun ve pek çok
destansı ayrıntı barındırıyor bir paragrafta özetlenecek gibi değil. Ama şimdi
Rusya’nın Ukrayna’yı deli gibi bombalamasını bu dramatik sahneye benzetiyorum.
Saf değiştiren evlâdını kendi elleriyle öldürebilen bir babaya.
Tarihin tozlu raflarına
sıkışıp kalan ya da sıkışıp kaldığını sandığımız şeyler toplumsal hafızada
nostaljik kalıntılar, tortular bırakır. Bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi
vererek zamanın SSCB’nden kopan hemen tüm ülkelerde şu an yaşayan ve
soydaşlarımızı da barındıran insanların Ukrayna’da bombalanan Antonov An-225 Mriya için gözyaşı dökmeleri işte bu
sebepledir. Özellikle yaşları kırk üzeri insanlar Mriya (Arzu) için üzüldü. Seksenli
yılların sonlarında SSCB yıkılmaya neredeyse beş kala öylesi bir şah-eseri
yapabilmişti. Ve bugün onu kendi elleriyle mahvetti.
Bunlar
elbette işin romantik ve trajik yanıdır. Rusya tıpkı ateş çemberine alınmış bir
akrep gibi kendi kendini sokuyor şimdi. Ve fakat onu öylece kuşatıp
oğullarından birini kendisine âşık edebilen batıyı da, masaldaki aslında çok
çirkin olup sihirle makyajla kendini güzelleştiren bir kadına benzetiyorum. Ki
şu an tüm batı hayranları da o çirkin ve yaşlı cadıya âşık. O yaşlı ve çirkin
cadının gerçek yüzünü görmemekte ısrarcı hepsi.
Rusya’nın
da ne kadar tehlikeli olabileceğini tarihten biliyoruz. Dediğim gibi bu
benzetişlerim sakın beni romantik bir Avrasyacı yapmasın.
Sadece
teşbihte hata olmaz minvalinde sohbetten ibarettir.
Kalın
sağlıcakla dostlar.
j.ak
29 Ocak 2022 Cumartesi
Endüstriyel muhalefet çanağı
Muhalif rolü oynarken,