24 Aralık 2011 Cumartesi

KURSAĞINIZI SEVEYİM!

Uyanıklık ve üçkâğıt üzerine kurulu, sistemini bu denli güzel oturtmuş bir dünya düzenini yeni görmüyoruz. Tabii bu minvalde tüm bu olup bitenler karşısında şaşıracak da değiliz.

Atatürk’ün ölümünden bu yana iktidara gelmiş partilerin memleketi dış mihrakların avucunun içine bırakmasında, gitgide borçlandırılarak ekonomik bağımlı hale getirilmemiz ve aynı süreçte tavizler arttıkça içimize doluşan yabancı ajanların bir çok konu hakkında sosyal projeler adı altında Türk Halkı’nın eğilimlerini denetlemek, kontrol altına almak konusunda çalışmalar yapmaları, bir kartopunun çığa dönüşmesi gibidir.

Zincirleme bir şekilde borç arttıkça tavizler artmış, tavizler arttıkça ajanlar doluşmuş, ajanlar doluştukça, seçim sistemindeki çarpıklıktan tutun da eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, aklınıza insana dair ne geliyorsa bütçeleri öldürmez ama süründürür hale getirilmiş, halk süründükçe biyat kültürüne kurban edilmiş, biyat ettikçe vatan hainlerine tapınır hale getirilmiş, halk hainlere taptıkça da onlar oylarına oy katmış. Tabii dışarıdan ithal ileri demokrasi ve onun faziletlerini(!) de saymadan geçmemek gerek. Bölücülere, vatan satıcılarına, din hurafecilerine, teröriste, PKK’yı övenlere ve benzerlerine çok ileri seviyelerde sağlanan cânım ileri demokrasi, vatansever, tam bağımsızlık diyen ve hakkını arayan işçiye, memura, çiftçiye, öğrenciye, akademisyene, hukukçuya, ya biber gazı olarak gösteriyor yüzünü, ya da kodes olarak! İleri demokrasi denen palavranın Türkçesini yazalım o zaman: ÇİFTE STANDART!
Sözün özü halkı böyle böyle işgâle hazır hale, amiyâne tabirle kıvama getirdiler. Cahil bırakılmış olanlar bir yanda, bir yanda ise gık dediğinde tepesine biniliverilenler...


Bugün ne giyeceğini düşünmekten hal kalmamış millette. Memleket falan hak getire.

Peşpeşe celâllenen gündemi bir Dersim yaktı geçti, bir sözde Ermeni soykırımı.
Başbakanımız daha dün Dersim’de katliyam yaptık diye kendini yırtarken, bugün sözde Ermeni soykırım iddiası için bendini çiğneyip aşıyor. Taşıyor, esiyor gürlüyor.


Şimdi sorarlar adama el insaf başbakan! Biz biliyoruz ki ne Tunceli civarını kapsayan illerimizde bir katliyam yapılmıştır, ne de Ermenilere yönelik bir soykırım vardır. Ama başbakan neden birine var derken diğerine “yoh yoh” diyor? Yanıtı açık ve çarpıcıdır. Kendisinin vardır dediği Cumhuriyet’in Atatürk Dönemi’ne ait bir olayken yoktur dediği Osmanlı Dönemi’ne ait bir olaydır.

Kurnazlığın bu kadarına pes!

Ancak ne var ki 1878’de başlayan isyanların 1915’e uzanan bölümünde Kurtuluş mücadelemiz de çoktan başlamıştı. Bunu tabii ki sapla samanı karıştırmakta küresel ağabeyilerinden aldıkları feyz ile ustalaşmış, ustalar ustası hükümetimizin süzebilmesi beklenemez. Onlar sıcak paranın derdinde talimatlara uymakla, katillere “sayın” demekle ve vatansever gazetecileri içeri tıkmakla meşgûller... Ha bir de kıyak emeklilik derdindeler. Yangından mal kaçırırcasına. Tabii ki bu bütçenin plânlanmasında da ağabeyilerinin “payı” büyük olmalı. İyi pazarlama, iyi maaş. Ne ka peşkeş o ka köfte misâli. Emekliye %3 vekil danışmanlarına %170, emekli vekillere %100... 2 yıl meclis koltuklarında uyuyorsun, pardon mesai tüketiyorsun sonra şıp diye emeklisin. Kolay gelsin ne diyelim...


AKP’nin izlediği esip gürleme politikasının gerçekte amacı nedir peki? 

Şudur; 

Türkiye’nin şu anki poizsyonu Fransa’ya gerek askerî, gerek siyasî gerekse ekonomik boyutta hiçbir yaptırımı uygulayacak durumda değildir. Bu da Türkiye’nin dışa karşı itibarsızlaşması anlamına gelir. İtibar öyle esip gürlemekle olmuyor çünkü uluslararası politikada. “Babana sor” tarzı Kasımpaşa ağızları palavra serzenişlerden öteye geçmemekle beraber, son derece alçaltıcı ve küçük düşürücü bir üsluptur. Ki bunların herbiri plânın bizati parçasıdır kanımca...


Emperyalist çetenin sözde soykırım iddiasındaki uyanıklığına ise diyecek söz bulamıyor insan!

1 Haziran 1915 neree? 24 Nisan 1915 neredir?

Nedir ne değildir tarihçiler iyi bilirler. Ben tarihçi değilim bir okurum sadece. Tarih ile ilgili konuları da tarihçilerden dinlemek birinci tercihim ama;

Resmî gazetede tehcir 1 Haziran 1915 olarak yayınlanıyor. Oysa tehcir “Ermenilere kıydınız soykırım yaptınız” diyenler tarafından 24 Nisan 1915’e çekilmiştir. Nedeni Van İsyanı ve Rusların Van’ı işgâlini legal hale getirmektir. Yani Ermeniler kuzu kuzu beklerken birden bire tehcir kararı alındı ve buna karşı Ermeniler güya başkaldırarak ve Ruslar’dan yardım alarak Van’da isyan çıkarmışlar gibi... Yuh! Bu kadar da olmaz. 6 Mayıs olarak gözükür Van’ın işgâli. Ancak ne var ki tarih ayarı konusunda yine sınıfta kalmış yalancı tarihçiler. Zira Van’da isyan 19 Nisan’da başlıyor... 179.422 kişilik müslüman nüfusun %62’si katledilmiştir resmî belgelere göre... (Orhan Pamuk’unki gibi hayal gücü geniş ninelerimiz olmadığından tarih kitaplarının belgelerle ortaya koyduklarıyla yetiniyoruz tabii...)

Dersim,
Tehcir,
Sayın,
*
Füze kalkanı,
Arap baharı,
PKK...

1878-1915 yılları arasında yaşananların bir Kurtuluş mücadelesi ile püskürtülmesi ve misak-ı Milli sınırlarının belirlenmesi sürecini biliyoruz. Hangi devletlerin ne emellerle Anadolu topraklarına geldiklerini de. Fransızlar’ın Gaziantep’de yaptıklarını da.

Şimdi söz konusu yine Anadolu toprakları ve yine paylaşımdır. Sözde Ermeni soykırımını bir soykırım olarak ne kadar fazla ülke tanırsa verilecek tavizler arasında Ermenilerin göz diktiği topraklar da yer alacaktır. Yani bu demek oluyor ki yıllardır harita diye gözümüzü alıştırmaya çabaladıkları kağıt parçaları ile kulaklarımızı alıştırmaya çalıştıkları kürdistan denen zırva için hareket zamanı gelmiş çatmış... Diğer heveslilerin de tıpkı Kurtuluş savaşı öncesinde olduğu gibi iştahı iyiden iyiye kabarmış...


2002  ile 2008 arası geçişler ne denli hissettirilmeden yapıldı ise 2008’den sonrakiler gözümüze sokula sokula yapılmışlardır. Çünkü bütün kaleler ele geçirilmiştir. Peki bu bütün kaleleri AKP mi ele geçirmiştir yoksa başkaları mı?
Son yazımda bunun yanıtını açıkça vermiştim zaten. TBMM, saraylar, Cumhurbaşkanlığı, Merkez Bankası ve daha ne kadar kilit noktası yer varsa bu yerlerin korunmaları 2015 yılından itibaren özel güvenlik şirketlerine devredilecektir. O özel güvenlik şirketleri teknolojinin de elverdiği olanakları kullanarak tüm ekonomik, askerî ve siyasî gündemi artık legal hale gelmiş sivil ajanlarıyla denetleyeceklerdir.

Şimdi de bunun aynı zaten yapılıyor. Ama o zaman geldiğinde bu ayan beyan açık açık bir hâlde yapılıyor olacak. Yani işgâl tamamlanacak ve legalleştirilecek. Minareye kılıf hazırlığı safhasıdır yani bir nevi...
Hesap böyledir.


Ancak emperyalistler ve onların işbirlikçileri güzel bir düşün nasıl kâbusa dönüşüverdiğini önceki deneyimlerinden anımsamıyor olmalılar.

Hevesleri kursaklarında kalacak, buna inancım tamdır...


  



JALE ALTUNEL



15 Aralık 2011 Perşembe

YABANCI MUHAFIZLAR - YERLİ MOLLALAR!



Meclisteki Muhafız Taburu bugün görevini Polis Teşkilâtı’na devretti...

Atatürk’ün emri ile kurulan tabur,

Ağustos 1920’de Muhafız Bölüğü, 16 Ekim 1920’de ise TBMM Başkanı Özel Kalem Müdürlüğü’nün yazısı ile Muhafız Taburu olarak yeniden teşkilatlandırıldı. 28 Mart 1921 ile 1 Mart 1923 tarihleri arasında İkinci İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruz muharebelerine katılan ve bu muharebelerde 7 subay, 15 erbaş, er olmak üzere 22 personelini şehit veren tabur, Büyük Taarruzdan sonra TBMM ve Başkanını korumak ve kollamak görevini sürdürdü.



Tabur, 20 Nisan 1924'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Taburu adını alırken, 1 Haziran 1927 tarihinde teşkilatı genişletilerek, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Alayı” haline getirildi. Eylül 1939’da 64. Tugay olarak yeniden teşkilatlandırıldı. 9 Mayıs 1940’da Çatalca’ya hareket eden ve 64. Tümen olarak kurulan tabur, İstanbul Komutanlığı ve 4. Kolordu Komutanlığı emrinde görevlendirildikten sonra 1948 yılında lağv edildi.


Ankara’da bırakılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Bölüğü, önce kıta, tabur ve 1953 yılında alay seviyesine yükseltildikten sonra “Riyaset-i Cumhur Muhafız Alayı” yani Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı adını aldı.



Bugün görevini Emniyet'in Polis Teşkilâtı'na devretti etmeye ama, daha sonra da özel güvenlik şirketlerine bırakılacak... Böylesi durumlarda yasaların meclisten ışık hızıyla geçivermesine alıştık. Babalar gibi memleketi satanlar bir yandan da Atatürk'le hesaplaşmayı ihmâl etmiyor...

Ancak bu tartışmanın gündeme geldiği ilk günden beri bunun sadece ilk adım olacağı biliniyordu yukarıda da bahsettiğim gibi.  05.Ekim 2011’de Meclis 2015'De Özel Güvenliğe Emanet" şeklinde haberler düştmüştü gazetelere ve internet haberlerine. Aynı haberin devamı olarak da,

“TBMM Başkanlığı İdari Teşkilat Kanun Teklifi"ne göre, kaldırılacak 700 kişilik askeri taburun yerine TBMM Başkanı'nın emrinde sivil Güvenlik Müdürlüğü oluşturulacak. Koruma görevini önce polis ardından özel güvenlik görevlileri yerine getirecek. TBMM Başkanlığı, Meclis'teki resmî tören ve karşılamalar için Cumhurbaşkanığı Muhafız Alayı'ndan askeri personel temin edecek. Bu askerler TBMM Başkanı'nın emrinde olacak. Böylece TBMM’de özel ritüel uygulanarak gerçekleştirilen nöbet değişimleri ve askeri nöbet kulubeleri tarihe karışacak." Deniliyordu...



Bu bizim bazı anti-militarist humanist şekerpareleri pek mutlu etmişti. Tabii sadece onlar mı mutlu olmuştur? İkinci cumhuriyetçiler, Atatürk adını duyunca tüyleri diken diken olanlar ve üç kuruşa vatanı satanlar Atatürk'ün gayet milimetrik bir biçimde memleketten sökülüp atılmasından ötürü iç yağlarını eriterek pişmiş kelle gibi gevreyip durmaktalar...


Şimdi benim aklıma takılan soru şudur;


2015’de özel güvenliğe emanet edilecek koskoca TBMM.  Bu arada da, Atatürk’e yani bizim kurucu Ata’mıza ve onun kurmuş, yapmış olduğu herşeyi talan edenlerin bu Atatürk düşmanlığını şimdilik tamamen bir kenara bırakıyorum...



Şu an, Türkiye'deki Güvenlik Şirketleri'nin %90'ı yabancı şirketlerin elindedir. Ve eminim ki 2015'e kadar Türk olan güvenlik şirketleri de bir şekilde ticari patlamalara gebe bırakılmak suretiyle ortadan kaldırılacak filan falan...

Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti'nin Meclis'ini kimler koruyacak? Birileri çıkıp bunu şimdiden açıklasın bizlere de bilelim!

Eminim ki Muhafız Taburu yerine geçen Polis Teşkilâtı sonrasında; Ya İngiliz ya da Amerikan güvenlik şirketlerinden biri TBMM’ni koruyacak. Ama ne korumak. Komikliğin daniskası olacağı kesin de koskoca memleket ne günlere kaldı, buna acıyor insanın yüreği...


Yine bir taşla kaç kuş birden vuruluyor hadsizce ve hunharca. Bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir “Atatürk Cumhuriyeti’ne bilenmek?”

Şimdi Muhafız Taburu’nun boş kalan binasının ne olacağının kararı verilecektir muhtemelen önümüzdeki günlerde. Henüz bilinmiyormuşmuş da bilmem neymiş... Ben hemen ilk aklıma geleni söyleyeyim. Hani diyanet işleri kadrolu bin mele’yi göreve başlatıyor ya, oraya onlardan kurulu bir öbek şıh şeyh gelsin mi gelmesin mi diye meclis oylaması yapılırsa şaşmayın!..


Nereye kim gelirse gelsin.

Atatürk'ün 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa'da İstanbul'u işgâl altında gördüğü an söylediği sözü bütün yüreğimle tekrarlıyorum;

“GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!"


Jale ALTUNEL
14.Aralık. 2011

4 Aralık 2011 Pazar

unut bildirgesi

surların içinde yalnız bir şehir,
kim bilir kaç bin yıl önceydi...
umut-kanlığın unut bildirgesi
vahy olundu;
sırları dökülmüş
kadransız bir saat tarafından
ki tik-taksız, sorumsuz ve rahattı.
kimi taşır sırtında, ağır gelen bir küfe,
kimi ise lâfazanlık, çirkefliğin peşinde.
meselâ,
yazmak kolay, dene gitsin,
sevgi - dostluk üzerine
yaşamaksa zordur onu, bütün engebeleriyle.
kimi yaşar kendini Hasan Tahsin misâli 
-yürekli!-
kimi oturduğu yerden
okur üfler memleketi.
eleştirir seni beni, egosundan  âsası,
tutmalıdır kendine kristal boy aynası...
bil ki yazmak devrimleri,
ağız dolusu ezber,
yapmaksa onu dostum,
hem yürek 
hem göt ister!


"unut bildirgesi"
j.ak
3.Aralık.2011