21 Mart 2018 Çarşamba

NEVRUZ'UN SINIFSAL İÇERİĞİ ÜZERİNE

Nevruz, Yenigün, Ergenekon... Ön ve Orta Asya'da bu adlarla adlanan bayramımız, gerçekte nedir ve neden insanlar meydanlara çıkarak coşkuyla eğlenirler?

Hepimiz bir ağızdan BAHAR'ın gelişi, gündüzün(aydınlığın) geceye(karanlığa) galip gelmesi şeklinde yorumlayabiliriz bu durumu. Tabii bir de işin mahsül kısmı var. O bu kadim geleneğin aslolan kısmıdır doğal efekte eklemlenmiş olarak.

Mahsülü kimler yetiştirir? Köylüler elbette. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Ön ve Orta Asya'da da mahsülü köylü halk yetiştirir. Peki köylü halkın tepesine tarihte her daim kimler çöreklenmişlerdir? Elbette ağalar. Toprak ağaları çöreklenmiştir. Ya da devletler... Ya da her ikisi el birliği ile. Köylünün tepesindeki diğer büyük bela ise KIŞ aylarının ta kendisidir. Kış, köylü için adeta bela gibidir. İçinizde çitle çubukla hayvancılıkla uğraşmışlarınız varsa bunu gayet iyi bilir ve anlarsınız. Kış bir köylü için asla şehir burjuvasının paylaştığı kar manzaralı kartpostallar ya da fotoğraflar gibi ROMANTİK değildir. Köylü kışın soğuğunu ayazını etinde canında mahsur ve çaresiz kalmışlığında, yani kısaca iliklerinde hisseder dostlar. Dolayısıyla da baharın yeni günün, Nevruz'un gelmesi köylü halk üzerinde böylesi bir bayram sevinci yaşatır...

Köylü, güneşli günlerin gelişini henüz ilk cemrenin düşmesiyle karşılamaya başlar. Bu bir yeniden doğuş, doğayla elele bir isyan, bir baş kaldırıştır aynı zamanda.Kışın soğuk günlerine ve metaforik olarak tepesine çöken her tür parazite bir baş kaldırış...

İşte ağaya paşaya ve hatta ağayla elbirliği eden devlete yapılan bu baş kaldırı, Türkiye'de özellikle 1980 darbesi sonrası etnik bölücülerin kulaklarına bu şekliyle fısıldanmıştır büyük ağbeyleri ve onların Türkiye'deki işbirlikçileri tarafından.
Her türlü bölücü ayrılıkçı faaliyetin karşısında ve buna karşı dik duruşun en keskin savunucusu olduğum artık herkesin malumudur. Ancak üreten bir köylü halkı da hayatımın hiçbir dönemi etnik farklarına göre tanımlamadım. Benim için köylü köylüdür. İsterse Marslı olsun.

Ancak ne var ki Türkiye'deki entik bölücüler, hayatının hiçbir dönemi hiçbir şey üretmemiş olan insanları NEVRUZ BAYRAMI adı altında devlete karşı kışkırtırken, ağalarının kendilerine yaptıkları zulmü hep gözlerden kaçırmışlardır. Üstelik bu salt devlet karşıtı tutumları yüzünden Türk Milleti'ni de Nevruz Bayramı'ndan bir güzel soğutmayı başarmışlardır.

Nevruz, Ergenekon, öncelikli olarak üreten emekçi köylünün bayramıdır. Onların nezdinde de tüm insanlığın. O bir yeniden doğuş coşkusudur. O bir isyan bir baş kaldırıdır. Üretici köylünün üzerine çullanmış herkese ve her şeye baş kaldırıdır...
Sevgili Atamız'ı böyle anlamlı bir günde yâd etmezsek olmaz. 

Ne demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk?

ÜRETEN KÖYLÜ, MİLLETİN EFENDİSİDİR!

Ben Nevruz Bayramımız'da, her nerede ve ne şartlar altında üreten köylü varsa, etnisitesine memleketine coğrafyasına aldırış etmeksizin saygıyla selamlıyorum ve bayramlarını canı gönülden kutluyorum.


Jale ALTUNEL 
21. Mart. 2018


19 Mart 2018 Pazartesi

ÜRETİCİYLE TÜKETİCİ ARASINDAKİ ÇELİŞKİ

Büyüdüğüm körfezde, köy ve kasaba çelişkilerinin insanlara nasıl yansıdığına çok net tanık oldum...


Mesela Değirmendere ve Gölcük böyleydi. 

Gölcük'te askeriye garnizon ve tersane vardı orası çoktan sanayi üretimine entegre olmuştu oysa Değirmendere köydü halen...

Fındık kiraz üreticileri ve balıkçılıkla geçinen köylüler vardı.
Üretici-tüketici çelişkileri, gelenekleren kopuş süreci ve iki farklı dünyanın aynı potada erime çabasıyla ben hem Değirmendereli hem Gölcüklü, bazen ise ne Değirmendereli ne Gölcüklü oluyordum.


Evimize daha yakın diye annemler beni Değirmendere Ortaokulu'na yazdırmışlardı. Orada köylülerin çocuklarıydı arkadaşlarımız. Biz arada tek tüktük Gölcük'teki asker kökenli insanların çocukları olarak. Ve şimdi anlayabiliyoruz ki oradaki çocuklarla olan dostluğumuz çok daha dürüstmüş. Kavgalar anlaşmazlıklar ve bir sürü itiş kakış. O yüzden hala görüşürüz.
Bu arada Gölcük ve Değirmendere'nin arası sadece 3 km. idi yürüyerek giderdik. Sahilden askeriyeyi geçip, B kapısından çıktık mı Gölcük’e varmış olurduk...



Karamürsel Değirmendere’ye göre daha büyük bir alanı kaplıyordu. Ve oradaki köylüler artık üretmemeye başlamışlardı. Bu yüzden de yobazlık orada almış başını gitmişti.

Yoksul kesim gelenekleriyle yaşamaya devam ederken zenginler onları bir takım şeyleri yapmaya mecbur bırakıyorlardu "adettendir" diye... Gölcük'te maaşlı çalışan ama Değirmendere'de oturan insanlar köylülerle dostluklar kurmuşlardı. Kendileri onlara bi bok vermedikleri halde bağbozumunda köylünün kendilerine "göz hakkı" vermesini isterlerdi meselâ "adettendir" diye.

Oysa göz hakkı öyle bir şey değildi ki.

Diyelim ki beş bin ton bağ bozulmuş ikişer üçer kilo verse ne olur ki? Hiç birşey... Ama bunu yapmak da bir imece gerektiriyor normalde. Bilirsiniz bağ tek başına bozulmaz. konu komşu yardım eder buna imece denir. Bugün benim bağımı bozarız yarın seninkini... O zaman da herkes birbirine kendi bağının mahsülünden tattırır.. Ama üretmeden yaşayan bazı parazitikler, yardıma falan gitmedikleri halde köylüden göz hakkı isterlerdi. İstemek değil de sözle ima etmek diyelim...

Çocukluğumda bu çelişkileri gördüm, yaşadım. Ayrıca bağ bozumuna da defalarca gittim. Tüm komşularımıza köylü olmadığımız halde annem gider ve yanında bizi de götürürdü ırgat gibi çalışır ürün toplardık günlerce. sonra da tepsi tepsi mahsül verirlerdi bize. Ve annem köylü dostlarına tembih ederdi.

"Yardıma gelmeyenlere vermeyin sizi bu şekilde kullanmalarına müsaade etmeyin" derdi.


Mesela Değirmendere'de bir yatır vardı Sultan Baba Hazretleri...

Köylüler oraya giderler ama hiç öyle öcü gibi örtünmezlerdi. Orada iğretiden iki rekat namaz kılınırdı köy işi yemenilerle filan... Benim de kılmışlığım vakidir. Saygıyla hem de. Çünkü öylesine sade bir yerdi Sultan Baba. Sultan babaya adaklar adarlardı. kimi ev kimi koca kimi çocuk kimi şu kimi bu. Orada bir de dilek ağacımız vardı. Üzerine asılmış çaputlarıyla rengârenk... Adağı gerçekleşenler gelir orada hayvan keser ve fakire fukaraya dağıtırlardı. Köyde kimler fakir gayet iyi bilinirdi. Aslında uçurum da yoktu pek. Fakir derken nispeten fakir..


Sonra bu Sultan Baba köyün üretim geleneklerinden kopmuş olan kasabalılar tarafından istilaya uğradı.

Oradaki basitlik sadelik bir anda kayboldu öcü gibi başını örterek gelip saatlerce namaz kılanlar, kestiği hayvanı "kendi fakirlerine" götürmek için alıp götürenler türedi. Anlayacağınız Sultan Baba'nın boku çıktı. Tam bir Türk geleneği Türk kültü olan Dilek Ağacımız oradaki Türk köylüsüne din dersi geçenler tarafından dini vecibelere uygun düşmediği gerekçesiyle üzerine çaput bağlamanın "yasak" olduğu söylenerek tahkir ve yok edildi.

Demek ki üretimin bittiği yerde geleneklerin boku çıkıyor.


Jale ALTUNEL 

19 Mart. 2018


17 Mart 2018 Cumartesi

THE GUARDIAN'IN İŞGÜZARLIĞI

İngiliz'in oyunu yüzyıllardır hiç değişmeden sürüyor dostlar. Bu İngiliz düzenbazları, Afrin ile ilgili sözde farklı bir bakış açısıyla haber yapmışlar. Kurdish Afrin yani kürt Afrini olarak bahsettikleri bölgeyi, dünya kamuoyuna kafadan daha kürtlerinmiş gibi göstermekle işe başlamışlar kocaman döşendikleri makalede...

Aman efendim bu kürtler nasıl medeniymiş, nasıl kadınları cinsel devrim yapıyormuş, kadın erkek nasıl eşitmiş nasıl eşitmiş Owen Jones denen züppe anlata anlata bitiremiyor. Kürt kadınları kendilerini özgürleştiriyorlarmış, erkeklerin yanında en ufak bir gerginlik hissetmiyorlarmış, mış mış da mış...

Bir kere şunu hatırlatmak lazım bu Owen'a. (Anlaşıldığı üzere kendisi eşcinsel)

Bak Owen bacı,

Bu kürt aşiretlerinde söz söyleme öncelik sırası, ilk şeyhe, sonra ağaya sonra erkeklere sonra oğullara en son da eğer erkek evlat doğurabilmişse evli kadına düşer.

Yani gelenekleri genetik kodlanmışlıkları bundan öte değildir. Owen bacı ikinci olarak Türkiye'de kadına karşı şiddet, berdel, töre cinayetleri, çocuk gelin zırvalığı gibi bir yığın insanlık dışı pislik de banko güneydoğu anadolu bölgemizde, yani kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerdedir... Owen bacım sen en iyisi bildiğin konuları yaz. İngilizim nasılolsa yerler deme hiç. Zira hem yemiyoruz hem de sen komik durumlara düşüyorsun.

Bu arada biz Türkler kürt kadınlarının nasıl "özgürleştiğini" Abdullah Öcalan'ın yoğunlaştırma evlerinden biliyoruz. Biliyoruz o nasıl bir özgürleşme. Beleşe fahişelik ettirmek ancak pezevenkliği ön asya'da meslek haline dönüştüren kürt erkeklerinin işidir. 

Bu tabii konunun komedi tarafıydı. Kim nerede okusa Owen bacının kürtleri yere göğe sığdıramadığı bu satırlara kahkahalarla güler.

Bir de makalenin trajedi kısmı var ki sormayın gitsin.

Türkiye'nin ışid'le el nusra'yla içinde el kaide ve benzeri cihatçıların bulunduğu ösoyla iş tuttuğunu yazıyor. Bunu gayet ağdalı ve sarkastik bir üslupla don lastiği gibi de uzatıyor.

Kürtleri medeni, Avrupalı LGBT'liler ile dostane ve sıcak ilişkileri olan, sosyalist ve cinsel devrimin dünyadaki baş savunucuları olarak gösterirken Türkleri dinci yobaz, faşist ve işgalci olarak gösteriyor!

Dünya Kamuoyu'na karşı sıkılan bu palavraların gerçeklik boyutunun altını ise malesef şu anki iktidar dolduruyor. Ama The Guardiyan'ın yazdığı makale hepimizin boynuna idam ipi gibi giydiriliyor. Düştüğümüz durum içler acısı.

Hint-Avrupa soy kökenli kürtleri, Avrupalısı Yahudisi ve aslında gerçek anlamda faşist olan LGBT'li arkadaşları cinsel devrim konusunda eğitimlerle ve tedrisatlarla donatıyorlarmış, onlara arka çıkıyorlarmış. Ay yesinler bunların Hint-Avrupalı arian soy köklerini. Türk Milleti'yle eşitleme çabaları vardı şimdiye kadar. Ama şimdi görüyoruz ki Türk Milleti'ni ezip yerin dibine sokarken bunları bulunmaz "hint" kumaşı gibi göklere çıkaracaklar artık. Tuzlayayım da kokmayın.

Ve son olarak ben homofobik değilimdir. Bir eşcinsele de asla ibne demem. İçimden bile diyemem. Çünkü ibne başka bir şey. Ama bu Guardian yazarı Owen varya Owen, hem eşcinsel hem de ibnedir!


Jale ALTUNEL
17 Mart.2018

12 Mart 2018 Pazartesi

cin figürlü miğferler

Maskeli kavramlar geçidinde
Midas’ın taburu en önde
Giydirilmiş cin figürlü miğferler
Yalanların üzerine.
Oysa Sirinks dile gelmişti
Yalnızca duymayı bilenlere
Boş ses çıkarırken çok teneke
Ya da çok ses çıkarırken,
Her neyse…


Üzülmedim desem yalan olur
Öldü sonunda Korku
Ceset günlerce her yerde durdu
Öyle uzun durdu ki,
Onu gömmeyi herkes unuttu
Ve sindi sonunda tüm şehre,
Leş kokusu.
Teşvikiye’den kaldıralım
Ve Zincirlikuyu’ya defnedelim dedik
Merhumu.
Çünkü Korku,
Bu coğrafyada çok meşhurdu.

Sevindim desem yalan olmaz öldüğüne
Arka sıralardan baktım
Geçidin cin figürlü miğferlilerine
Bir daha dinledim
Bizim çoban için
Tek laf ediyorlar mı diye,
Yok.
Aklıma ilk gelen,
Hayatta kalma içgüdüme
Ölene dek duyacağım özlem oldu.
Neyse ki Sirinks,
O gün bugündür hep bizimle
Devrim türküleri çalacağız aşkla,
Hep birlikte
Kime ne?

“cin figürlü miğferler”
j.ak
12. Mart 2018






8 Mart 2018 Perşembe

8 Mart

Yollamayın bana dostlar
Cicili bicili
Sekiz Mart tebrikleri
Unutamıyorum çünkü
Şehitlerimizin annelerini
Uçup gitti uçmağa
Yirmi yıllık EMEKLERİ...
"8 Mart"
j.ak
8 Mart, 2018

3 Mart 2018 Cumartesi

körfez çocukları

yokmuş gibiydi memleketin derdi
biz küçükken
ve güneş ışıklarına bakardık
markasız bisküvilerin deliklerinden
kurumuş çamura üç çakı atıp
çiviyle çizdiğimiz üçgenler
daha önemliydi siyasetten.
sonra apar topar
Kıbrıs'a gitti babam
o zamanlar onun sandığım
denizaltısıyla,
ve gizli gizli burnunu çekiyordu anam
sirenler çalarken garnizonda.
biz küçükken
sakınmazdı bizi büyüklerimiz
büyüklerden
mini etek hâlâ masum
öyle kalmış aklımda
yetmişlerin Türk Filmleri'nden.
sandaldan denize salınmış
ve körfez kokusu sinmiş düşlerimiz,
daha önemliydi
ciddi meselelerden
aynı topraktan çıkan çiçekler
konuşmadan anlaşır
konuşmadan küserler bazen
ve konuşmadan barışır
gülüşürler bazen.

"körfez çocukları"
j.ak
3. Mart.2018

2 Mart 2018 Cuma

Biz Ölürken

Çanakkale'de
Yoktu bazen postallarımız,
Yoktu hatta yiyecek bir lokma aşımız.
Eğlence ancak,
İşgal altındaki şehirlerin
Azınlık meyhanelerinde,
Düşman askerlerine.
Ve Anadolu'nun bağrındaki yangın,
Gözlerimizde ateşten kale
Geç geçebilirsen gözlerimin içine!
Geç geçebilirsen Çanakkale içine!
Oysa Afrin'de,
Postallarımız ve aşımız tam
Azınlık meyhaneleri artık
Tv.lere taşındı.
Ekmeğimizi yiyip,
Suyumuzu içip,
Hislerimizi biçip,
Eğleniyor cayır cayır
İçimizdeki düşman.
Ve biçilen hisleriyle bu millet,
Öyle bir histeriyle bu millet,
Kendi davasına yaban.
Seyrediyor olup biteni
Başkasının ağzından.
"biz ölürken"
j.ak
2. Mart. 2018