31 Ekim 2010 Pazar

AYŞE ANNE'M

yanımda Ayşe anne
Çanakkale'nin Alçıtepe Köyü
Son Ok mevkiinden.
sene kırkdörtken tarlalara
kurşuna gidilirmiş yağmurdan sonra
Sait Bakkal'a satmak için
kilosu on kuruşa...

pazarı pazartesiye bağlayan gece
günler geceler birbirine sürgün
ve diz boyu sohbetimizden tarihçe...
günlerden bugün
yine konuşuyorduk
mahrem konulardan
"düştü" dedi "gözümden edyan
bu bir işkence,
varsa şuranda bir parça vicdan
etmezdin kendine karı,
dokuzundaki kızdan."

anası yatalak kalınca Çanakkale'de
almış götürmüş onu bir öğretmen
gezilmiş okulları köylerin
dümdüz...
vakfı bile var şimdi
adı Züleyha Aytüz.
Ayşe anamın analığı,
öğretmiş besbelli ona
soru sormayı!

"ayşe anne"
j.ak
31/10/2010

BİR KADIN Kİ...

ani elektrik kesintileri,

olası kalp sekteleri

ve med-ceziri izlemeye gelen

romantik insan birikintisinin

bir anda deniz suyuna gömülmesi

gibi tesadüfler,

o kadının bu dramatik ve

imkansız durumuna açıklık getirdi.

oyunbozanların değerli bir üyesiyle

pazar kahvaltısında

idrar yolları iltihaplanmalarına karşı

melisotu ve adaçayı söyleşisini,

oyunu masanın altına saklamak suretiyle,

"allahaşkına!!!" efektleriyle süsledi.

oyu oyundan olma koyun,

içinden 3 kez tekrarladı.

”şeytan kulağına-şeytan kulağına…”

dudak hareketlerinden anlaşılıyordu.

Dilini ısırdı en son.

kutsal apış arasını

kadınsal bir bacak bacak üstüne atma şekliyle

"örtmeye" koşulandırdığı

horizantal  dağarcığından  

bedenine serpeledi.

bu haliyle salaktı.


"bir kadın ki"
j.ak
31/10/2010

29 Ekim 2010 Cuma

SENİN İÇİN

şu aciz günlerimde
kaybolanları bulmaya çabalıyorum.
dağınık olmam
aradığımı bulamamam demek değil.
kimi müzik dolabından çıkıyor,
kimi  koltuğun ardından
-hani hep oturduğun-

bulduklarıma inanamıyorum
bir şey ararken başka bir şey bulursun ya
unuttuğun hani.
“sen ve ben” ortak yapım her biri
anılar, diğer evlâtlar.
biz yokken kaybolmamış hiç biri.

bugün bir iyilik yaptım.
kaygıları dolaşmaya çıkardım ön bahçeye
oyuna dalar,
geri dönmezler bakarsın…

gece gözlerini kapadığında
beni düşün 
olmadı dertop et ellerini yanağının altında,
uzan karnıma…

 “senin için”
  jak,
 14,Mart/07

IRAK

“Yaprakları geniş
çiçeğin kıyameti.”
                        
damarında can suyu
dost çığlıklarıyla çalkantılı.

yeşilin en koyusuna
yakınların derin kuyusu yaban.
Mayıs güllerinde
hıdrellez paraları ki
çöl ateşleridir
orada yanan.

temkinli gülüşler, katliamın sağdıcı.
kara sıvıdan
geniş tabanlı çiçeklere
yeşilin en koyusu, aktı.

boya/sızdı gözler.
ana/sızdı
can suyu damarların.

gülüşler domuz kapanı.
gül kokulu meleklerin
nefesleri omuz akını
ve
dost çığlıklarıyla
çalkantılı.

“kahverengilik, topraktan”
Irak için...
j.ak
02,Nisan /07

28 Ekim 2010 Perşembe

KUMUL


daha kaç kez örteceğiz 
kızıl kara geceleri
kaç tarihler gömülü
ekinleri gökten çıkma.
yazarlarsa yalan tarihlerini
sağır kulaklar,
Çin malı gramofonların iğnesinde 
yok olmaya mahkumdur
taş plaklar...
ağırsa yürekler
eller boş kalmaz
taşıyorsa 
binlerce kilometreden bir avaz,
tarih unutmaz.
kimileri ezbere bilir türküleri
kimileri zamandan çalar
kırkları, ellileri
ozanlar karış karış destanlarken
İda'nın platosunu
kimileri model alır
Lykia'nın senatosunu.
hacılar yürürken
kırk kilometrelik dik yokuşu,
en mağdur ve en masum oluverir tabu.  
parlak dişleri ve fikirleriyle
tebessüm ederken,
Ada'nın yavrusu.


"kumul"

j.ak

28/10/2010

25 Ekim 2010 Pazartesi

1-0


onlar ne kadar emin
ahenksiz bir sunu
hadi al bunu
geride kalana bakmayın
orada duran
ırzına geçilmiş

                 beyin
gözyaşları.
toparlanın gidiyoruz
taş misali suda
umutlar sabrın adaşı
devam et yolcu katlin sıra dışı...

"1-0"
jak,
3/kas/99

DAR ALANDA ZARAFET

Daraldı çember
“Meğer”,
kurulan bütün cümlelerin kapı kulu askeri.
Ezberim,
Kırk iki kilo metre maratonu
Su gibi içmek iken,
İnsansı acısını
yürüyen uzvumun yürürlükteki yerine
batırınca diken
kol boyu mesafeden cirit atmaktan tut
dirsek temasında
geri ödemesiz sevgi ve anlayış kredisi dağıtmaya kadar
                         
                                                                  yoğruldum,
                                                                  yoruldum.
Alan dar.
Dar alanda garabetin
Baş rolünde ben.
Yitik alan hesaplamalarının
Saygı taşımacılığındaki
Arsız temerrüdü.
Tehir edilmiş agu’ların
Asabi i’m broken’ı Pantera’dan.

Git gide dar.
Ve Gökçe’nin en sevdiği yemek
                                                    pilav.

Alan, evin turistik yerleri.
Ve keşifler Gökçe’yle sınırlı değil.
Evle,
Evet.
Mesela bir kalorifer böceği
Saatte neredeyse yirmi kilometre hız yaparken                                  
keşfetmek onun gücünü.
parlayan tensi kabuğunu.

Dar alanda harareti
Kasaveti
Paylaşmak evle.


Gülce’mi özledim çok.
telefonda dersim yok dedi
ve ekledi
“gelirim,
Arnavut böreği isterim” 
İhtiyaç duyulmak.

O’nun eve dönüşü,
Muhtemel hayat öpücüğü.
Son raundda yıkılmak üzereyken,
Muhtemel patlayıcı kuvvet.
tam da dirsek temasını  aşmıştı aralık…
sözcükler bile hatta
laf olsun diye çıkıyordu ağızdan
ihtiyaç gidermek amaçlı

tam da sözcüksüz monologların
çapaklarıyken aklım
göz akında kıpırdanan,
…o geldi.

 -    Anlat Gülce!!!
       -    Gel bak anne. 
"Sana Yavuz Çetin’den
Sahil’in solosunu çalacağım şimdi,"
...
Bu mızıka soloyla
yerden on bin fit yüksekte
gururdan olma kale’m
ve
mutluluk bu diyorum
bu.
Evlatların kokusu.

  -Hook’un solosunu da atacağım
    -Ufak at.
  -Normale döndün anne.

 “Dar alanda zarafet”
  jak,  13 Mart,07



üç ay uzun bir süredir.
üç ay uzun bir süredir,
üç ay uzun bir süredir
amin.

GİDİŞLER PARANTEZLERDE SAKLI

Nabzımda müsabık ruhları
bir süreliğine esirken
 kayıp zamanların,

çelimsiz düdük sesleri
 
başka sularında rafting yapmaya çağırıyor
azgın ırmakların.

Kurallar değişmiş
Krallar değişmiş

Nabzımda arıbalıkları uçuşuyor.
Kanatları otuz beşten kalma
 

Bombalar deydi uçurtmalara.
Zamanın hırıltısı
Patlama sanıla.

Sessizlik...

Adı konmamış mezar taşları
Rejim/deymiş göz yaşları
Yalanlığı şahadete,
yılanlığı cehalete sunaklanmış,
doyumsuz odaları,
Bir damak ziyafet hazırlığı
kafi gelir kendi yağı.

Ölü rakkaseleri gecenin
...

İğreti sanrılar dolaştı duvarlarda
Yalanlar, mazlum ve ört/bas.

Gidişler tanların parantezleri
bekle ki anlayasın.

kanatsızdır iğreti geceler.
sabahında,
posta kodu bilinmeyen yerlerine
eşref saatleri
gezmeye gider.

Sağdan birincisidir
Zamanın çıkmaz sokağı
alkolü yüksek oturumların
çoğul esrimesi.

çizgilere katık
sözümdür tek azığım
kapansa da
bu uçucu saflığım
yayılır dalga dalga,
kokusu;
memleket...

“Gidişler parantezlerde saklı”
j.ak
18/Mart, 07

SEYİR

bir gemi var seyirde
içi tıklım tıklım insan
ve yayılır kar kokusu.
sular düz sular uz,
ses çıkarmasın
kılavuz.

isimler şimdi rumuz
onlar ki,
gidenleri uğurlarken
gayet kendilerinden emin,
iskelesindeydi
bu geminin.

seyre dalmış giderken
az kuruntulu
ve çok avuntulu, insandanlardan
sessiz çığlıklar
duyuldu.
kimsesizdi nefesler
ve müziksizdi
türkülü sözler
kimsesizdi sesler,
yalandan sıratlarda.

öyle bir seyir ki bu
sahnesiyle dekoru var
giydirilmiş kostümü
seçtirilmiş
ölümü.

öyle bir seyir ki bu
suçsuz yere yatanı
düşünürken vatanı
alkışlar patlar
kıyamet kopar
falanca televizyon
dizisine...


"seyir"
J.ak
25/10/2010

LİMON YAPRAĞI

bu günlere yabancı,

bir mektuptu okunan.

içinde bir şeyler arasam

bulamamak

bana dokunan.



boşluklar inatçı,

korkular sinsi

parlamıyorsa şayet

gecenin ertesi,

"sil yırt at."

ayrılıktan kenar süsü

yaptığın o yerde,

içini rahatlat.

nasılolsa gözler

bir kol boyu mesafede.

çok görme

limon ağaçlarından topladığın

taze yaprak kokusunu.

ve üç kez aşındırıp

tortulu tuzunu zamanın,

her şeye inat

gözlerinden bile olsa

dışarı at.



rahat vermez,

bir türlü

rahat vermezdi boşluklar.

şimdiyse

korkarım.

yok olsam ve

içinde birşeyler arasam

bulamamaktır

bana dokunan.


"limon yaprağı"
j.ak
24/10/2010

24 Ekim 2010 Pazar

GECE YALNIZLARINDIR

içinden eller geçer
içinden sel
ruhu bağışlanmış
koca bir gökyüzü,
kabahatinden büyüktür özrü
ki,
içinden ölüm geçer.

hayatla yolları ayıralı
uzunca bir zaman olmuş.
gece hiç sönmeyen ışıklar var
benim gibi senin gibi.

sürüklenmek zaman doldurmakmış
belki zamanla dolup çoğalmakmış.
kitaplar ki yaprak yaprak,
vadeleri doldurmakmış.

yalnız ölmekten korkmayan
sever yalnızlığı
karanlık sakindir
sever yalnızları.

kalabalık gürültülerden
gün götürmedim
Salacak'taki deniz kuşlarına.
onlar ki,
tüm aşkların
atlı süvarileri,
onlar ki
iki koca mavinin yüreğinde,
ala ve mor renkte.

içinden bulut geçer
içinden iz
kapanmamış yaralar
koskoca bir deniz.

"gece yalnızlarındır"
j.ak
Mayıs-2008

23 Ekim 2010 Cumartesi

BEŞ VAKİTTEN ARTAN

kısalmış sahneler
algı,
oyundan önce.
şaşırmak yok
geçmişten dönünce.
karışık olsa da oyun
düzlenmiş artık eşik
sevgililer hep NALAN
nefret kahvede pişpirik.

"beş vakitten artan”
jak,
nisan,2001

BİR YUDUM MÜZİK



gündüzler boş birer yaprak
hani çok yaşanmış da
uyku olmuş karanlıkta
ve mumlanmışız...
mim olmuşuz,
resimlerden resim
aynı rüyada.

eğmek istemişler başımızı,
ardı hüzün
yalnızlık...
ömürboyu boylamında
şafak ardı mumlanmışız
diyorum ya
resimlerden resim olmuşuz.

sezon sonu
ucuzluk pazarında
boş yapraklara
yazı olmuşuz
dolmadan dumanımız
kaşifler trenine dolmuşuz.

bilmemişler telaşımızı,
ardı hüzün
yalnızlık...
allegro keman solosunda
hareler üstü mumlanmışız
sonra, bir yudumda bir müzik.
bir adımda bir dost.
sohbetler olmuşuz
rakı soframızdaki aynalar...

bilmemişler aşımızı,
ki inatçıydı gürdü
toprağımızın kasımpatı.
sonrası,
boş yapraklardaki
okul öncesi çizgiler
hani basitçe
kolayca...
dedimya işte
resimlerden resim olmuşuz.

 "bir yudum müzik"
  jak,
  21, Ocak/08

22 Ekim 2010 Cuma

EDİLGEN YANITLAR

Kış uykusuna yatmış düşler
kılcal bir sığınak aradım,
karanlık.
içinde karamsarlık kokusu var
tanıdık.

çaresiz ve isteksiz
bir gergedan gözyaşı,
nasılsa öyle bilsinler
bu sahte hasatı.

herkes kendi korkusunda 
ben kendi.
korkular yine eski, yine kadın.
ve 
birazı mahalle
birazı Türk filmlerindeki
Aliye Rona
yediğimiz o cahil tokadın.

Ne nefesler aldık biz
ne gölgeleri olduk
ışıksız oyunların.
ne aldandık sonra,
ne ağladık,
adı kaldı
günyüzü görmüş,
o sapsarı buğdayın.

yeryüzüne inmişti çoktan Kronos
ben bunları düşündüğümde
bir taziye mektubu yazdım
yedi güzel çocuğun
Niobe'sine...

"edilgen yanıtlar"
J.ak
22/10/2010

21 Ekim 2010 Perşembe

AHMET TANER KIŞLALI ANISINA

gözlerinde emek
içinde,
mangal gibi binlerce yürek..
ayıpları yok sayıp
orada senden hariç bir kalabalık
kayıp
...
ve hayırlı günün ezan vaktiydi,
kına kokan beyaz bir entari giydi.
saflar sıklaşsın şimdi
çok seslidir senfoni.

saflar dokuz sekiz
saflar aksak!

emin misin şef
doğru çaldıklarına?
şarkıyı biliyorlar ama
eslerde hep vuruyorlar!
bir albüm yapacaklarmış
öyle biliyorum
söylenir mi aynı şarkı?
bilen-i yorum.

eller havaya, rüzgar beriye
dudak kımıldatmak serbest
tek ses.

halk kızacak bu duruma
diyecekler: "karışma sen
ve ayakta durma"

koca orkestra dağılır mı?
saz heyeti gelir mi doğudan
Arap yaylar ve kanunlar,
hangi batıdan?
geride kalanlar
sağ kalanlar
sağ duyanlar
olur mu müziği?

Bilim-i yorum


"çörek otu attık beyazlara"
j.ak,
11/kasım/99


20 Ekim 2010 Çarşamba

GİTMEK

gitmek
oyuna dalar gibi
uzun uzun izlemek
yolu, sınırları,
dünyaları.


aklımdan bir köprü yüreğime
sevgiler akar altından sessizce
birikir göğsümün
isimsiz geçimsiz
büyük barajında.

tersine akmıyor sular
oysa ben
kabarcıklar içinde nefes alıyordum.
soruyordum kendime
gerçek nedir diye
olanlar arasında.

umutsuzluklar vardı.  
ve duyguların en ahmağı,
gelir beni tanırdı.  
sevgiler durulmadan
gün yüzüne çıkmazdı
gökyüzünden hafif
benden ağırdı.             

gözyaşları hep vardı
gizlice savurduğum
ve kendimce duyduğum
onlar yere inmeden
neden diye sorduğum

tersine akmıyor sular
oysa gitmek ölümsüz şehirlere  
düşlerin bittiği tam o yerde                                      
sorular kaza
cevaplar ağır ceza...     

J.ak   
Nisan/2008

SARDUNYA MAVİSİ

karanlık doğalı,..
bir yanım
kırkbeş dereceden
güldü semaya
diğer yanım
köprü altından mısır çarşısına
selanik gevrekli oturak aleminde.
bir tutam afiyetken
yazık dolu dumanlar sardı
köprü sürüsü adım/lar
ezilmekle diklenmek arasında
sıkışıp kaldı.

"sardunya mavisi"
j.ak
29/12/2002

MANTIK EVLİLİĞİ


Saat çok  geç
zamandan şansı yok.
Haraç mezat ama
güya tok.

o gergin.
sen hediye.
ışıkları söndür.
aşk şarkıları söyle. sen/ona
.....

Hastalığın en sinsisi 
yapar insanda akıl esrimesi 
ilacını içirmeyi unutma 
tek reçetesi para!
Dedi ki doktor
İdrarında %97,5 para hırsından olma cenin
ve iki buçuk da
kariyer(!)
bulduk ana kraliçenin.

erken uyarı sistemleri devre dışı
hemen teslim eve servis. 
mutluyuz / şöyleyiz / böyleyiz. 
Yazıyordu arabanın plakasında.

O şimdi ultra hijyenik paspasıyla.
Duyduğuma göre oy verdiği parti bile değişmiş
yeni kurduğu 
yaz boz tahtasında.

"mantık evliliği"
J.ak
16, Nisan/2006

GÜLMEK

 Endişe, korku, kaygı, panik...
Bu duygular sağanak halde, bir insanın hayatını aynı anda kaç kez taciz edebilir? Eşi doğuma giren bir adamı mesela, hayatının sınavı olan öss sınavına girmek üzere olan bir öğrenciyi, şehir trafiğinde olağan dışı bir kazadan son anda sıyrılıveren bir insanı ve buna benzer örneklerde  bu duyguların yoğun baskısıyla ürperir insan. Karın boşluğunda feci bir ağrı baş dönmesiyle karışık bulantı hissi ve buna eşlik eden soğuk ter gibi, psikosomatik etkiler yaratır. Durum değişir değişmez ise bedensel ve ruhsal etkiler  kaybolur gider. Birkaç saniyeye kalmaz o muhteşem organ beyin, durumu kurtarmak üzere  savunmaya geçmiştir bile. O ölümcül an/lar, tebessüm hatta kahkahayla geride kalmıştır. 
Karşıdan karşıya geçerken ezilme tehlikesi geçiren bir kadında görmüştüm. Kadın kendini kaldırıma atmış ve gülmüştü. Şu an o fotoğrafı düşünüyorum da, “ölüyordun be kadın gülmek neyin nesi” diyivermiştim. Şimdi anlıyorum nasıl da düşünmeden etmişim bu lafı.  Gülmek ne güzel bir lütuftur öyle.  Doğal armağan, beleş seratonin.

 Türk siyasetinin son döneminde olup bitenlere baktığımızda endişe halinin halkın büyük bir çoğunluğunda giderek artan bir ivmeyle yükseldiğini görüyoruz. genel bir tedirginlik, bilinçli olarak oluşturulan korku toplumunda iyice yerleşirken, zaten ekonomik darboğazda olan halk sokakta iyiden iyiye zıvanadan çıktı. Çünkü endişe kaygı korku ve panik hali neredeyse kesintisiz olarak ve sürekli tırmandırılarak yaşatılıyor bize.

 Tek bir sözcük, bardağı taşıran son damla haline geldi. Böylece tüm o kültürel ve manevi değerlerimizden bir kaleyi daha kaybettik. "Hoşgörü".
 Türk toplumu  bana sorarsanız pek misafirperver de değil artık. Sohbetlerin yerini uzun metrajlı film tadındaki ağdalı kalitesiz diziler, toplantıların yerini alışveriş merkezlerinin o palavra ortamındaki soğuk metal sandalyelerde plastik bardaklardan içilen bulaşık suları aldı. Siz adına çay ya da kahve de diyebilirsiniz, ben demem. Hem öyle artık insanların biribirleri için harcayacakları zamanları da yok fazlaca. Doymak, barınmak ve ısınmak için günlük zamanın büyük bir bölümü ağırca bir bedel olarak ödeniyor. 
Bana sorarsanız bunların tamamı, kültürel erozyonun bahaneleri. Kültür emperyalizmi insanları bencil, içe kapalı, korkak ve ben merkezci bir duruma getirdi artık.  İsteksizlik; umutsuzluk ve malubiyetin ete kemiğe bürünmüş halidir. O yüzden içinden çıkılamaz bir konuşma tembelliğini de beraberinde getirir. Düşünmekle eş zamanlı konuşamayan insanlar her zaman dip notlarla ilkel belirleyicilikler taslarlar. Cinayet, intihar gibi eylemlere baktığınızda da hep bu hazıra konma ve kolaycılığı görürsünüz. Yani bardaklar artık doludur. Herkes son söz için sıvanma telaşına girmiştir.

 Tek başına  farkındalık,  çoğu zaman aptalca bir gururu da beraberinde getirir. Yok mu sanki tüm bu olup bitenin farkında olanlar. Bence çok. Ama değişen alışkanlıklar nasıl yalnızlaştırdıysa herkesi, nasıl bencilleştirdiyse ve nasıl tembelleştirdiyse,  farkında olmak tek başına yeterli görülüyor gibi. Duygular kirlenirken tembelleşti de aynı zamanda. Aşık olmak tembel işi, sevmek, saymak, sevinmek, kızmak, ağlamak ve "GÜLMEK" .   Duyguları bir eve benzetecek olsam, "o evi bok götürüyor ve kimsenin de işin ucundan tuttuğu yok" derim. 
 Toplumsal duyarlılık bana göre önce o evleri temizlemekle başlar. Tembellik gülüşümüze yaptığımız en acımasız eziyettir. Unutmamak gerek, beyin zaten buna koşulu ve bizdeki en büyük nimet. 

söylenmemiş sözler varken içimde

hiç bir şey derman olmuyor
enkazdan çıkmış,
ağır yaralı ruhuma...

rock'n roll'dan taze kan
hem sıfır hem pozitif
bu ara yaralıyım
nihavent makamlı
dik çıkışlar yapmalıyım, olmuyor...

özüm bi ahenk
rahatla rahatla
yüksek irtifada zordur nefes almak.
farkında olmasa da dağ
oraya çıkmak gerek.
J.ak




19 Ekim 2010 Salı

OKUMADIM RUHUNA YASİN

-“Bana fayton şiirini anlat”
-“bak” diyor “ben en üst kattayım
                               burada bile.”

Gülüşü sessiz, gülüşü inmeli yüzün
Son şarkısında hüzün.

Diyor ki
"Boş ver faytonu falan
sponsor varolsun
son tatilim
üst katta keramet var."
Vakitsizlik ayriyeten
Öğretir son teknolojiyi
Erimeden kar.
            Sekseninde bilgisayar!!!
Zongur Ece.

 
Her gelişimde git gide tırmanan endişe
bu kez minibüste rahatım.
Aktarma Kadıköy’den Acıbadem’e
adımlarım daha çabuk
içimde var sakar bir sebastiyan
son vapur olsan
kaçta gideceğini
             bilebilir insan.

            Orada inince ikinci minibüsten
            Yüz metre koşucuları
hatalı çıkışlar yapıyor içimden.

Asansörler hep meşgul mü olur böyle yerlerde?
Merdivenler
merdivenler...
                 
         * “bir kedi anımsıyor mütemadi
              alargada ve uçuk mai”
...


Sen artık yokmuşsun.
               Bugün duydum.
  
           
             Yarım
             Şiirlerin
          Yarım
          Sen...

          
  “Okumadım ruhuna yasin”  
    J.ak,  16, Eylül/04        

18 Ekim 2010 Pazartesi

ARGOS SALINCAKKEN

Bakışlar birkaç parçası eksik pazıl.
Resimde,
Gün değirmenlerinden çıkma
unlu ten taneleri.
 Sert rüzgarlar uçurdu bakışları.


Beşçeşmeler’de rakıyla sulayalım
gözlerimizi.
Sahile inen oluğun kurumasını bekleyelim.
Parfüm kokan oluk,
İnsan selinden sıkkın.

Beşçeşmeler’de itlaf
kurban,
bir büyük ve haydari.
Zaman da sallanıyor,
siyahları da gecenin.

eksik beşli dolaylarından
Müzeyyen Senar’a.
Her defasında gülerim
“yayın kırılsın Bahattin” derken, yaylı tambura
sarhoşken
daha fazla.

Bakışlar sinema salonundaki son gonk
kulak, resme tetik.
Resim yün eğirmelerinden çıkma mavi köpük.
Sert rüzgarlar uçurdu bakışları.

Dilimde tüy bitti.
ya da alkolden şişti.
Her şey komik
ve garson
epik
yaklaşımlarda.

Defolun!
Defolu ruhuma duvarlar ören
gün zebanileri.
Söz ve müzik perileri,
vakitlice geldi.
Birer içki ve
aşk parçalarından mezeler
söylediler.


Bakışlar, kötü gün dostu yağlı boya tablonun
okunmayan imzası.
Ay batımının seğirgen tülü,
tül, kedi esnemesi
yumuşak ve nazik.
 
iki bulut,
Aysamış gecenin
Işığıyla inatlaşmakta.
Rüzgarsa durdu galiba.
Bakışlar
Sabit.

“Argos salıncakken
kıvrak bir zenneydi gerçek”
15,Mart/07

_________________________________

ALIŞTIM SUSMAYA





Hayatı anlamlı kılan dinamiklerin yok olması sonucu farkında olmadan üzerinize yapışan reflks. Susmaya alışmaktan ziyade susmak, eylemin kendisi olur. Bunun farkına varan, insanın kendisinden çok çevresidir. Çevrede dört duvar vardır çoğu zaman. Onlar da susar. Günler haftalar geçer bu şekilde. Sonraları o yaşam enerjisi her nasılsa çıkagelir zamanın bir yerinden. Beklenmedik bir durumdur ve içinizdeki derin susmalardan çıkmaya çabalarsınız. söylenmemiş sözleriniz vardır derinlerde. Ama olmaz işte bir şekilde. Konuşma pratiği kaybolmuştur neredeyse. Kör bir kuyuya sarkıtılmış kısa iplere tutununmaya ve çıkmaya çabalar bulursunuz sözcüklerinizi... Dişlerin kovuğunda ya da dille damak arasında ezilir giderler. Ola ki, sözcüklere inancınız da yitip gitmiştir zaten.

Böyle geçer günler haftalar ve günlük kelime kullanım adedi ellilerde seyreder. İhtiyaç gidermek amaçlı. Bu halinize alışmak zor olur. Oysa ne kavgaları vardı hayatın. Ne yüklü lûgatları. Uzun açıklamalar vardı inandırıcılıktan olma gururdan doğma. Birazı kurnaz, birazı muğlak.

Sadeleşmekten bunu algılamıyordum oysa. bu tembellik yoruyordu. susmak çok yıpratıcıydı kendi rahatlığında. İçerideki dipsiz kuyuya, geceyi sarkıttığınızda, karanlıkta çınlar o haykırış: "Alıştım susmaya... Alıştım susmaya..."

                                                                                                                    27.06.2010



SUNİ TENEFÜS

alargada bir gemi
hayalleri temize çekti..
üç saniye koridorundan çıktı gözlerim.
savunma cezası almadan,
en karanlık mevsimin,
serbest atış bölgesindeyim.

sığınmak zordur gözler kapalıyken
duyduklarına sığınır
çaresizlikler.
kimileri istemez düşünmeyi
üzülmek belki senaryo gereği.

dört mevsimlik yollarda
yolunu şaşırmış güneş
ve rüzgar orsa
bir kanadın varsa
uçarsın.
gel gör ki sığınmak zordur uçamazken
son baharla inatlaşmak şöyle dursun,
tüm yapraklara kucak açarsın.

Toplanmış karanlıkta önünü görenler,
en samimi pozlar hapis flaşsız karelerde
yağmurlu yolun alt geçidinde,
adımlar yağar göz göze...

rolünü uzatmak ister
bir figüran korkarak
ve iyi oynayıp akılda kalmak
yönetmen ''kestik'' der donar kalırsın;
''sen sadece bir ulaksın''
sahici roller akarken köprülerden, trenlerden,
koskoca evreni göğüs boşluğuna yamarsın..

''suni tenefüs''
j.ak
21. 06. 2010

geçmiş



Dar gelmiş askıdaki yargı
ziyaret saati bitti.
geçmişin
pabucu damda
güldü Ege
yanı başımda.

geniş zamanlarda,
asil şövalyeyim
kılıcım kınında.
çok ol
endişeye mahal yok

şimdi
derin serserisin
özü hin
tuzu serin.
alfabetik bozgunlarda
cansiper kâtip
düşünce düşünceye
zorunlu hatip.

...
konuşmamak olgunluk.

tarihsel
zarlar arefesi
doğaç suskunluk.
ilkel
tefekkür
kovuklarım.
sair mekan kaygılarım.
gereksiz farz-ı misaller,
okyanustayım zanneder
su birikintisindeki
sevimli benler,
sevimsiz benler.

“geçmiş”
 j.ak,
 Mayıs,20/2000

Şiir

Kalp hayat diyarında
Para zikirli boncuklar ekilmede.

Otuzüç altmışaltı doksandokuz
Bağışla
bilamakbuz.
Esir pazarı sakinlerinden
Suni bir gündem.
küçük bir gölet
içinde üç beş kuğu
kuğu ölü balesi
küresel ısınmayla bahar
bu yıl baharda
kuru gürültü
var.
Zikir boncukları
Bir ağız olmuş
Otuz üç altmış altı doksan dokuz
Bağışla
Bilamakbuz.


"hamaset yüz yıkayan avuç dolusu fatiha iken"
jak,
21, Mart/07

TADIMCI'DAN! YERSEN.

Gündem konusu A Milli Futbol Takımı'mız. Son otuz yılın en berbat futbolunu oynadıkları son iki maçta kaybettiler. Sporda kazanmak ne kadar doğal bir sonuçsa kaybetmek de öyledir. Birine sevinir, diğerine üzülürsünüz. Ancak son yıllarda medya patronları neye ne kadar ne şekilde üzülmemiz gerektiğini bile bizlere önceden hazırlayıp  zorla yediriyor. Konu malum Erman Toroğlu ve Arda Turan olayı. 

13 Ekim'de Kanaltürk'te yayınlanan  Telegol programında Erman Toroğlu,  bir futbolcunun haber olarak, milli takımın üzerine çıkmaması gerektiğini söylüyordu. Ertesi gün Arda, ağlamaklı bir üslup ile medyayı (isim vermeden) bel altı yorumlar yapmakla ve "şerefsiz" olmakla suçluyordu. 
 Ama milli takımın son iki maçı ve başarısızlığı hiç konuşulmuyor, insanlar gazete okurken de tv izlerken de ya Erman toroğlu'ya kızıyordu ya da Arda Turan'a. İşin en komik yanı ise tüm bunların organize bir biçimde bütün kanallarda aynı şekilde yapılıyor  olmasıydı.  

Sporun en başından beri siyasete alet edilmesi bir yana, son dönemlerde en büyük pasta olan futboldan başka bir branşı pek göremez olduk. Parayla alakalı işler neredeyse,  medya da kuyruğuna takılmış gidiyor memleketimde.  O yüzden F1 yarışları da pek bir revaçta son yıllarda. Sportif karşılaşmalarda canlı canlı, protokoldaki elit izleyici kitlesini, koket hanımların rüzgarda uçuşan platin saçlarıyla parlak rujlu slikon dudaklarını o narin elleriyle tuttukları alkışa soslayarak sundular. Sunmasınlar diyen yok. Ama nerede voleybol? Nerede amatör liglerde pırıl pırıl gençlerimizin yurtdışı başarıları? Nerede kürek? Nerede bisiklet, nerede daha nice branş...Bizim kadın sporcularımız neredeler? Onların da başarılarından tek satırla bile olsa bahsedilmez mi? Dedim ya neye kime nasıl ne şekilde sevinmemiz ya da üzülmemiz grektiğine bizler için artık başkaları karar veriyor.


Ekonomimiz, siyasetimiz, sanatımız ve sporumuz... Hepsi belirlenmiş dayatmalarla yutturuluyor. Gündem her zaman gerçekliğin dışında. Bizim dizilerimiz bile nasıl yaşamamız gerektiğini dikte ediyor neredeyse. 

Küçük İskender, toplumsal bir duyarlılıkla, son yaşanan tecavüz olayını  insanca ve kendine has hararetiyle kaleme alıyor ve "başardınız, kına yakın" diyordu, FATMAGÜL'ÜN SUÇU NE adlı diziye gönderme yaparak. 

Birileri bizler adına önceden lezzet testi  yapan tadımcılar gibi ne yememiz gerektiğine karar veriyor. Bu menü Halil İbrahim sofrası bereketiyle en güzel tabaklarla lokma lokma boğazımıza tıkılıyor.  Hangi sanatçı dinlenecek, hangi gazeteci yazacak, hangi spor dalı izlenecek, hangi ressam, hangi şair, hangi kitap okunacak? Kararı "onlar" veriyor!

Yiyen yiyor, yiyemeyen kusuyor...