Liberal
kapitalizme geçiş sürecini (12 Eylül 1980) darbe sonrası başlayarak,
Sovyetlerin dağılma sürecini takip eden dönemden beri yaşamaktayız. Bu zaman
zarfında küçük esnafın ve burjuvanın, vahşi kurtlar sofrasında rekabet edebilmesini
koşullandıran en önemli unsur kayıt dışı ucuz iş gücüydü ve hâlâ daha da öyle.
Türkiye’ye gelen bu yedek iş gücü ordusuna baktığımızda, çoğunluk sırasıyla
Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Azerbaycan göze çarpan Türk
Cumhuriyetleri’ndendir. Burada gelenlerin çoğunluğunu belirleyen en önemli ölçüt,
Türkiye’de kazandıkları paranın dolar olarak karşılığının kendi ülkelerindeki
kullanım değeridir. Şöyle kalıplar kullanılır oldu meselâ son zamanlarda: “Özbekler çok çalışkan, ama Azeriler
tembel.” İşin gerçeği şudur ki, ne Özbekler o kadar çalışkandır, ne de
Azerbaycanlılar öyle tembel. Sadece 100 dolar gibi bir meblağın Azerbaycan’daki
satın alma gücüyle Özbekistan’daki satın alma gücü farklıdır. Diyelim ki
Türkiye’den Özbekistan’a ailesine ayda 100 dolar yollayan bir Özbek işçinin beş
kişilik ailesi, gayet refah içinde geçinebilirken, aynı 100 doları ailesine
gönderen bir Azerbaycanlının beş kişilik ailesi pek de geçinemez.
Göçmen
işçi konusunda bilmemiz ve anlamamız gereken çok daha önemli bir husus şudur
ki, göçmen işçi bir ülkeye asla kendi seçimiyle veya başına buyruk, keyfi
olarak gidemez. Çalışacağı ülkenin koşullarıdır bunu belirleyen. Biraz daha
açalım, çalışacağı ülkenin liberal kapitalizmi yaşıyor olması ve onu çalıştıracak
olan burjuva patronlarının, sermayesini koruyabilmek ve daha fazla kazanabilmek
için, ucuz emeğe duyduğu iştahlı ihtiyaçtır. Hâl böyleyken de, “Bizim kendi vatandaşımız zaten işsiz, gelmesinler,
kendi ülkelerine gitsinler.” türünde yaklaşımlar, onları köle emeğiyle
çalıştıran uyanık burjuvanın pek de umurunda değildir yani. Zira günde 14-15
saat, çoğu zaman izin günü olmaksızın, asgari ücretle ve en önemlisi de
sigortasız bir şekilde çalışmaya hiçbir yerli işçi yanaşmaz.
Göçmen
işçi konusundaki kısa özetten sonra mülteci konusuna geçelim şimdi. Mülteci; ülkesinde savaş, doğal afet gibi
felâketler sonucu can güvenliğini emniyete almak üzere, ya da siyasi sığınmacı
olarak yine can güvenliğini emniyete almak üzere gelenlere denir. Sığınmacıdır
yani bu gruptaki insanlar. Ana amaçları işçilik etmek, çalışmak değildir. Ancak
ne var ki sığınmacı olarak gelenler onlar için ayrılan fonlarla “geçinemedikleri”
zaman, çalışırlar. Ama mültecilerin tümü kayıt altındadır. Onlar için kayıt
dışılık söz konusu değildir. Yani uyanık bir burjuva patronu, bir mülteciyi
sigortasız çalıştırırsa başı belâya girebilir.
Bu
anımsatmadan sonra Türk Soylu Göçmen İşçiler ve Suriyeli Mülteciler ayrımının
altını kalın bir çizgiyle çizelim ve artık bu iki farklı konuyu birbirinden
ayırabilelim. Çünkü siyasilerin ve bazı uyanıkların, mültecileri bize göçmen
işçi gibi pazarlamalarının altında kasıt vardır. Bu asla bir dil sürçmesi falan
değildir. Bu durum Türk Soylu Göçmen İşçilerden rol çalmaktır. Mültecileri
sığınmacıları siyasi malzeme olarak kullanacak olanların ucuz politikalarıdır.
Ola ki Suriyeli sığınmacıların bir kısmı orta ve küçük burjuvadır ve burada da kendi
sermayeleriyle dükkânlarını açmışlar ve üstelik vergisiz algısız haksız bir
rekabetle işlerini yürütmektedirler. Büyük bir kısmı çalışmaksızın sadece
devletin verdiği yardım paralarını alarak, yaşadıkları şehirlerin sahipliğine soyunmuş
durumdadır. Nargilelerini tüttürmek, plajda kadın-kız taciz etmek, adım başı
mangal keyfi yapmak ve “daha fazlasını”
istemek, kısaca arpası fazla gelip azmak başlıca özellikleri olmuştur. Suriyeli
mülteciler arasında bir azınlık olarak çalışanlar da vardır. Pamukta fındıkta
yani tarla bağ bahçe işlerinde olduklarını biliyoruz. Ama dediğimiz gibi bu gruptakiler
azınlıktadır. Suriyeli Mülteciler, homojen bir yapıya sahip değillerdir.
Şimdi
birileri gelip gün içinde uzun saatler çalıştıkları için, dolaşımda hiç
görmediğimiz Türk Soylu Göçmen İşçilerle, Suriyeli Mültecileri aynı kefeye
koyuyorsa ya kasti bir terbiyesizliğin peşindedir, ya da göz göre göre bizleri aptal
yerine koyuyordur.
Son haftalarda mültecilere
ısrarla göçmen işçi denilmesinin altında yatan ekonomik gerçeklik şudur ki, kayıt
dışılıktan kayıtlılığa geçiliyormuş gibi yapıp, (devlet kapitalizmine
geçiliyormuş gibi yapıp), Orta Asya’dan gelen gerçek göçmen işçileri tamamen
kayıt dışına itmek, yani liberal kapitalizmi sürdürmektir. Siyasi gerçeklik ise
Suriye’den gelenlerin çoğunun Ermeni ve Kürtlerden oluşuyor olmaları ve yeni Amerikan
projesi olan “şehir devlet” sürecinde bu kayıtlı mültecilerin belediyelerde
istihdam edilmelerini sağlayarak Türkiye’nin parçalanma sürecini
hızlandırmaktır.
Ancak
bu işler o kadar kolay değil. Biz bu oyunu görüyoruz ve bozacağız!
JALE
ALTUNEL
18
Haziran 2019