26 Kasım 2015 Perşembe

teslim bayrağı


Bulutlu günü ağartamadım aklımda henüz
Ne gecedir kimsesiz uykularıma, ne de gündüz
Başı gövdesinde değil dostum dünya dümdüz
Savaş başların işi, gövdeler yalnız.

Gürültüsü çınlıyor makinelerin izinsiz
Sesini duyamam artık sabahlar sessiz
Aynı ses kulağımda “biz bu değiliz”
Ölmedi binlerce yıldır tek bir esirimiz!

Sınırlarımız elbette namustur bize!
Savunmak şereftir onu her bir Mehmede
Bilmem ne gelir aklına Türklük deyince?
Esir öldürmek yazılmadı hiç şanlı tarihimize…

Kulaklarımda çınlıyor biz bu değiliz, değiliz!
İnsan doğduk Ön Asya’ya, insan öleceğiz,
Savunmasız olana kalkmamıştır elimiz
Onuruyla savaşır Mehmetlerimiz!

Teslim bayrağı beyazdır ap-ak bilmez misiniz?
Rus pilotun paraşütünü görmez misiniz?
Gövdesi Putin’den ayrı sancımış ak bayrağa
Bir teslim bayrağını ona kefen ettiniz!

Kulaklarımda çınlıyor biz bu değiliz,
İnanamam vurana Türkmen misiniz?
Utanmazca tekbirlerle teşhir ettiniz
Bu insanlık suçuyla davayı kirlettiniz!

Türkmendağı üzerinden, bir oyun pazarlanır
Düşmanın tavırları biz gibi yansıtılır
Çeçeni arabı kürdü içimize kiralanır
Boz oyunu Tükoğlu, insanlık ata mirasındır!

“teslim bayrağı”
j.ak
26.Kasım.2015



24 Kasım 2015 Salı

RÜZGÂR DA BİZİZ, KANAT DA…

Ekonomik ve askeri bağımlılık, olaylara kendi penceremizden bakmamızın önüne gerilmiş ipekten bir perdedir.

Olasılıkları değerlendirirken hep başkalarının çıkar ilişkilerindeki çelişkiler üzerinden yürüme refleksi geliştirmiş olmamız, bu yüzdendir.
Amerika öyle istedi, İsrail böyle buyurdu, Rusya bombaladı, Fransa’da İkinci 11 Eylül, Alman istihbaratı yine şunları fişfikledi, İngiltere neden sessiz? İran batıyla anlaştı, petrol ucuzladı, Esad diktatör… Peki ya biz? Biz derken Ön Asya’daki Türklerin tamamını kastediyorum. Türkmeneli, Suriye Türkmenleri, Azerbaycan Türkleri (Güney Kuzey), Türkiye’de biz… Bizlerin ortak plânımız nedir? Yani birilerinin plânlarına payanda olmak, onların oynadıkları ekonomik ve siyasi oyunların ancak kullanım amaçlı ya da ölmeye koşulmuş insan yığınları edilmenin dışında? Şimdilik pek yok. Olan yeni avrasyacılık ve yeni osmanlıcılık gibi eğreti, eklektik ve bir o kadar abzürt komedilerden ibarettir ki bizim kendi gerçeğimizle ve menfaatlerimizle asla ilgileri yoktur!

Sahipler ve Kanaat Önderleri 5-Savaş adlı yazımda savaşların artık taşeron terör örgütleri üzerinden yapıldığını söylemiştim. Eksik söyledim ya da tam tersi, fazla. Çünkü evel ezel bu böyleydi. Ön Asya’da dönen son oyunlar, taşeron terör örgütlerinin uluslarası ticaret şebekeleriyle oluşturulmuş olan “yeni Dünya düzeni”nde yeni ya da çok eski sloganlarıyla yol aldıklarını gösteriyor: “parayı veren düdüğü çalar!” Eskiden tek ülke için iş yapan terör örgütleri artık parayı kim verirse onun adına işleniyorlar. Olayların bir günden bir güne değişivermesinin de, her gün bir başka haritanın medyaya servis edilmesinin de sebebi budur.

Esad yıllardır Türkmenler'e ihanet etti ve biz buna sabrederek Suriye'nin bütünlüğünü savunduk. Ama son dönem kendi bindiği dalı kesmektedir. Üstelik bu ihanet sözde müttefikimizin onayıyla rus-kürt ittifakına çevrileli çok oluyorsa ve Suriye'nin kuzeyinin neredeyse tamamı kürtlerin eline geçmişse, atrık kendi çıkarlarımızı Suriye’nin bütünlüğü üzerinden inşa etmek gibi bir lüks de sanki bize bırakılmamış olur... Bir de bunların üzerine kim tarafından ne için desteklendiği bilinen dhkp-c liderine, yurdumun bazı Türk geçinen şaşkınları da dâhil bölücü pkk yandaşları tarafından alkış tutuluyorsa, durum demografik dönüştürme çabalarına karşı durmayı acil ve hayati kılar…

Diktatörler kendi devamlılıklarını sağlamak için ülkelerindeki insanları da, komşularını da rahatça satarlar. Aynı örnekle yaşadığımız için anlamakta zorlanmıyoruz. Güney Azerbaycan'da, Türkmeneli’nde ve Suriye'nin kuzeyinde Türk popülasyonuna ve Türkiye'de sözde iddia edilen topraklardaki kürt popülasyonuna bakınca, bu iblislerin oradaki demografiyi niçin değiştirmeye çabaladıkları çok daha net anlaşılır. Aynı demografik temizliği ermeni taşeronlarıyla Karabağ’da, kürt ve ermeni taşeronlarıyla Urmiye’de gerçekleştiren Rusya, bu konunun uzmanıdır ne de olsa. Velhasılı, yüzyıllardır Ön Asya'nın (ve hatta Dünyanın) en mazlum ve kırgına uğrayan budunu, hep Türk budunu olmuştur...

Sistem, uluslararası ticaret şebekelerinin kullanımında, insan ve doğayı birbirinden uzaklaştırırken; ideolojileri, düşünceleri ve hatta kutsal inançları bile reklâmla pazarlar. İdeolojiler, dinler birer üründür. Moda haline getirilen ritüeller, küçük burjuvanın edimsel devinimi olmuştur. Sıkmabaş sektörü, kimliği inanç ekseninden ayrıntısıyla yansıtan çeşitleriyle, marijinal orta sınıf ayrıksılığını özgür tercih kılıfıyla çok rahat pazarlamaktadır. Bir yandan da ucu, her daim parasal kazancı hedefleyen viral reklâmlar, artık terör eylemlerinin “ölüm” temasıyla bilinçaltımıza itilmektedir. Normal bir insan, psikolojik olarak izlenmeyi asla istemeyecekken, artık “güvenliği” için bunu “kendisi seçmektedir.” Yeni Dünya düzeninin uluslar arası gözetime dair son teknolojileri bunun en belirgin örneğidir. Ve uluslar arası ticaret şebekesi güvenliğe dair ürettiği teknolojinin pazarını ancak korkuyla besler. Fransa’daki ikinci 11 Eylül bu bakımdan tıpkı birincisi gibi bir taşla pek çok kuşu vurmuştur.

Bu yüzden Türkiye de dâhil olmak üzere tüm Ön Asya Türkleri’nin (Oğuzlar’ın) aynı ilgiyle aynı yöne bakabileceği bir plân, siyasilerin pazarlama araçlarından biri olan dinin dışında kalmak zorundadır.

Ø Türklük Hamaseti, “birileri” tarafından kılıç kalkan kültürüyle pazarlanırken, asıl gerçeğimiz; orada yüzbinler halinde sokaklara dökülüyorsa!

Ø  Din, birileri tarafından tekbir sesleriyle sünni mezhepçilik oyununu oynarken, asıl gerçeğimiz; Türkçe’ye faşist molla rejiminin koyduğu yasaklara karşı, şiiliği Türklüğün bayrağı yaparak, protestosunu da inatla Türkçe beyitler ve ilâhiler okuyarak yapıyorsa!
Ø  Ve en önemlisi Suriye’nin kuzeyindeki sünni Türkmenler’i şii olduğunu bildiğimiz Azerbaycan Türkü Prof. Cəmil Həsənli müdafaa ediyor ve kınamasını facebook Sayfasından paylaşıyorsa (http://www.azadliq.info/103528.html), bunları doğru okumak ve anlamak zorundayız demektir…

Davamızı dinlerin ve mezheplerin dışına taşımalıyız. 500 yıldır aynı hataları yaparak farklı sonuçlar beklemek, açıkça görülür ki biz Türkler’in çıkarlarından çok, her dönemde Ön Asya Türkleri’nin arasını mezheple vuran din tüccarlarının ve onları tatlı-tatlı semirten düşmanlarımızın işine yarayacaktır. Rusya’nın çoğunluğu sünni olan Türkiye’yle, (Kuzey ve Güney) Azerbaycan’ın birleşme olasılığına karşı açıkça ve pişkince şii’liği desteklemesi tesadüf değildir. Tıpkı Pensilvanya’da amerika’nın beslediği nurcu gibi. Ancak ısrarla bilinmelidir ki Türkmen Dağı’ndaki sünni Türk de bizim, Güney Azerbaycandaki ve Türkmeneli’ndeki şii Türk de bizim. Hepsi bizim, hepsi biziz!

Asıl olan üretim ilişkilerindeki devamlılık davasıdır. Bizim gerçeğimiz de umudumuz da bu olmalı. Her şeye rağmen Turan fitilinin Ön Asya’dan ateşlenmesine sırf bu yüzden hayal olarak bakmıyorum. Çünkü Ön Asya’nın en dinamik unsurunun kimler olduğunu 2006’da da 2013’te de 2015’te de açıkça gördük!
“Ayaklanınca çok güzel oluyorsun Türk!”  
İşte bu dinamizm seküler olmak zorundadır ki çelişkilerin arasından sıyrılanlar düşmanlarımız olmasın! Çünkü onlar hep bu mezhepsel çelişkiyi kullandılar, bizler kardeşkanı akıtırken şehitlerimizi basamak yapıp üzerlerine basa-basa çıktılar tepemize! Oğuz Türkü’nü insanlığın en yumuşak karnı olan manevi duygularıyla, DİN’le MEZHEPLE etkisizleştirdiler! Ve bu durum artarak devam etti… Dini siyasete alet etmemekten bahseder dururuz. Ama din, bilimin beşiği olarak bilinen “gelişmiş” dünya ülkeleri tarafından beslendiğini bildiğimiz el kaide, hizbullah, ışid gibi terör örgütleriyle uluslar arası siyasette kulanım araçlarının ta kendisi, bir numarası, gözbebeği olmuştur… Ve karşısında oluşturulan zıtlık ya salt islâmofobi ya da ateizm şeklinde tezahür eder. Bu antitez sayesinde oluşan/oluşacak sentezse her şekilde toplumsal hafızadan, geleneklerden, şuurdan ve birlik-beraberlik değerlerinden arındırıcı özellikler taşıyor/taşıyacak. Düşmanların istedikleri de aşağı yukarı böyle bir şeydir. Bu yüzdendir ki sentezimizi doğru yapmak durumundayız. Hem de tüm karşıtlıklar için. Unutmayın ki gelenekler kültür ve uygarlığın önemli bir parçasıdır. Toplumsal hafızamızı silmeye çalışarak kaotik küçük karşı grupçuklar oluşturma çabalarının gerçek nedeni tam budur. Geçmişiyle yüzleşip barışamayanın geleceği olmaz!
Toplumlar da tıpkı bireyler gibi davranış şeklini, kodlanmış DNA’ları doğrultusunda geliştirir. Bu geleneksel yapı, bilgi ve farkındalıkla, kültür ve uygarlığa, doğru yönü verir, onu sürdürülebilir kılar. Ancak tarihin kırılma noktalarında, yani savaşlara hazırlanma dönemlerinde görürüz ki beşeri uygarlık, siyasetin güdümünde sürdürülebilirliği konusunda tedavisi olmayan yaralar almaya mahkûm kalır. Bu durum tıpkı uzuv kaybına maruz kalmış bir insanın yaşamını yeni alışkanlıklarıyla sürdürmesine benzer. Hal buyken de içine girilecek bir savaşın sonucu neredeyse bellidir. Ama tarih savaşlar kadar devrimlerle de kırılmalara uğrar. Nasıl ki savaş olmayan zamanlar savaşa hazırlık zamanlarıysa, karşı devrimlerin yaşam süreleri de devrime hazırlık zamanlarıdır.

Türk’ün; tarihin bu döneminde uzuv kaybına uğramasını ancak bir devrim önleyebilir!

Sağlıkla,
Jale ALTUNEL
24. Ksım. 2015


12 Kasım 2015 Perşembe

SAHİPLER ve KANAAT ÖNDERLERİ -6- Güney Azerbaycan


Hazır davaların “kanaat önderleri” çok olur. 
Ama bu davaların bir de gerçek sahipleri vardır.

Dava ne kadar gerçek ve Sahipler ne kadar haklıysa, o sözde Kanaat Önderleri de bir o kadar gerçek sahiplerin altında böcek gibi ezilmeye mahkûm kalır! Gezi’de yaşamadık mı? Sırrı ve “ağaçsever” tayfası Kemalistlerin altında kalmadı mı? İşte onun gibi. Güney Azerbaycan ayaklanması kapanın elinde kalacakmış gibi dursa da, oradaki Türk Halkı salak değildir! Kimlerle hareket edeceğini gayet iyi bilir…
Geçtiğimiz hafta İran hükümeti tarafından sıkı denetimde olduğunu bildiğimiz İran televizyonu, Türkler’i (bizi) ağır hakarete maruz bırakan bir programı pişkincesine yayınladı. Programda bizim dişlerimizi tuvalet fırçasıyla temizlediğimiz ve bu yüzden ağzımızın da çok pis koktuğuna dair son derece ipe sapa gelmez, tam bir fars kurnazlığıyla, aşağılanıyor ve yine her zaman olduğu gibi taciz ediliyorduk. Bunun bir benzerini daha 2006 yılında biz Türklerin hamamböceğine benzetilerek neşredildiği karikatür krizi’nde yaşamıştık.
Hepimiz görüyor ve biliyoruz ki Güney Azerbaycanlı soydaşların kalkışmasında hamamböceği, tuvalet fırçası vb. türde hakaret ve tacizler olayın gerçek formal yapısına, oradaki soydaşların onlarca yıldır yaşıyor olduğu eziyet ve zulümlere ancak birer bahanedir.
Kaçar Türkleri İngiliz desteğiyle Pehlevi ailesinin 1925’teki işgâlinden sonra hep zulümlere sabretmek durumunda kaldılar. Bölgedeki 1000 yıllık Türk hâkimiyeti bu işgâlle bitiyor ve pan-iranist farslaştırma politikaları ekonomik olarak da uygulanıyordu. 1930-1940’lı yıllarda Türklerin yoğunluklu olarak yaşadıkları Güney Azerbaycan bölgesine devlet destekli sadece iki fabrika açılırken, Türklerin azınlıkta olduğu bölgelere; başta Tahran ve Rıza Han’ın doğum yeri olan Mazanderan gibi şehirlere yirmi fabrika açıldı. Böylelikle yoğunluklu Türk nüfusunun dağıtılması ve Türkler’in birliği dirliği parçalanırken ekonomik olarak da güçsüzleştirilmesi planlanmıştı. Ve faşistçe bir bastırma, boyun eğdirme politikası güdülüyordu. Öyle ki kamu hizmetlerinde valilik ve üst yönetim kadrolarına Türkler alınmıyor, yönetici kadrolardan def ediliyor, Türk dili konusunda da ağır baskılara ve tacizlere maruz kalınıyordu. Rıza Han dönemi Tebriz valisi Abdullah Mostofi Türkçe ağıt yakılmasına izin vermiyor, Tebriz milli eğitim müdürü Zogi, okullarda Türkçe konuşulmasını yasaklayarak yasağı ihlâl edenlere ağır cezai yaptırımlar uyguluyordu. Bilir misiniz bu korkak farslar’ın yüzlerce yıl Türk’e korkaklık vergisi verdiğini? Bilir misiniz, savaşmaktan korktuğu için Türk savaşçılarını öne sürerek kendi atıllığında Türk boyundurluğunda rahatça yaşayıp da kendisine Türkler tarafından yukarıda anlattığım gibi faşistçe saldırılar yapılmadan yüzyıllar boyu sadece popolarını büyütüp oturduklarını? Rahatça ve konforla…
Neyse sonuçta Türkiye’de yaşayan ve oradaki akrabalarımızla aynı tarihi, kültürü ve dili paylaşan Türkler olarak Güney Azerbaycan konusunda pek az şey bildiğimizi düşünmekteyim. Tıpkı Şu ana kadar gözlerimizi kapadığımız Irak Türkmenleri, Suriye Türkmenleri Doğu Türkistan Türkleri, Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri ve dahası gibi.  Ön Asya’da, Kafkaslar’da, Orta Asya’da başımızı ne yana çevirsek Türk’e çarpmamıza karşın, sanki Türk’ün tek ülkesi Türkiye, tek dert de Türkiye Türkleri’nin derdiymiş gibi davranmaktan vazgeçmemizin zamanı geldi de geçiyor oysa…
Güney Azerbaycan Türkleri’ne ve o coğrafyaya baktığımızda tarihin bizler için karanlık sayfalarına da düşeriz tabii. Öyle ki o karanlık sayfalar adeta kara lekeler olarak durmakta. Şah İsmail – Yavuz Selim ve Timur – Yıldırım Bayazid… Yani gerçekte siyasal-ekonomik sebeplerin mezhep savaşına dönmesi ve Türk’ün Türk’ü kırması temalı trajedileri iyi biliriz.
Ama şu hale bakın ki bir sürü lehimize olan gerçeği bilmezken aleyhimize olan gerçekleri didik-didik biliyor, Türk’ü Türk’e kırdırma, düşman etme ve araya nifak sokma amaçlı olan,  dayatılma tarih bilgileriyle yoğrulup duruyoruz. Ancak ne var ki artık internet sayesinde günden güne küçülen dünyaya ve Türk gerçeğine dönüp baktığımızda sünni, alevi şii müslüman Türkler, Saka’da hristiyan Türkler, ateist Türkler, Orta Asya’da Şaman, Göktengrici Türkler ve musevi Hazar Türkleri’ni görürüz. Artık bizleri birleştiren ve aynı yöne bakmamızı gerektiren gerçekler, şartlar doğrultusunda değişmiştir. Din her ne kadar önemli bir birleştirici unsur olsa da kendi gerçeklerimize bu cepheden bakma retoriği değişmelidir.
Sonuçta Güney Azerbaycan Türkleri 9 Kasım 2015 tarihinde Tahran, Tebriz, Urmiye, Zencan Erdebil, Meşkin, Hoy, Sulduz, Merend, Mugan ve Marağa şehirlerinde haklı kalkışmalarını başlatmışlardır.
30 milyonu aşkın Türkü barındıran Güney Azerbaycan’da, soydaşlarımız onlarca yıldır gördükleri zulüm karşısında asla terörle gündeme gelmemişlerdir. Bu türden bir zararın tam aksine farsların yürüttüğü ekonomik anlamda çökertme ve fakirleştirme politikalarına karşın; onlar, ülke ekonomisinin çok önemli bir payını ayakta ve dinç tutan bir ekonomik enstruman rolü üstlenirler. Yukarıda saydığım şehirlerde gerçekleşen kalkışma mertçe ve TÜRK GİBİ bir kalkışmadır. Haklı bir davanın protestosudur. Kısıtlı bir biçimde bahsettiğim tarihi gerçeklerin yanında onların ayaklanma sebebini “Amerika’nın oyunu” ya da “batı öyle istedi de kalkıştılar” şeklindeki söylemlerle hafifleştirmeye ve yok saymaya kimsenin hakkı olmadığını düşünmekteyim. Orada yaşayan milyonları salak yerine koymaya kimsenin hakkı yoktur!
Ancak şu da bir gerçektir elbette en başta yazdığım gibi, haklı davaların kanaat önderleri çok olur!
Biz kendi davamıza sahip çıkmazsak ona sahip çıkar birileri.
Biliriz ki bizim de bölünmek gibi bir tehlikemiz vardır. Tıpkı Azerbaycan’ın 1828’te (Türkmençay antlaşmasıyla) Kuzey ve Güney olarak bölündüğü gibi.  Batı ve Rus menşeili söylem yumağının aklımızı esir almasına ve “Güney Azerbaycan bağımsızlığına kavuşuyorsa, ya da Kırım ya da Ahıska ya da Türkmeneli ya da Doğu Türkistan… O zaman şu kürtlere de bağımsızlık vermek durumunda kalırız ha!” türünde tarihi gerçeklerden sıyrılmış batıcı ve rusçu algılara gark olmayınız! Çünkü onların onlarca yıldır yapmaya uğraştıkları şey tarihimizi-kültürümüzü oğrulamak, algılarımıza hükmetmek, bizi bize kırdırmaktır!
Bizi topraklarımızı hırsızlamaya yönelik bir kürdistan palavrasıyla korkutup, kendi gerçeklerimizden uzaklaştırmaktalar. Gerek ülkemizin parçalanma planlarını, gerekse Güney Azerbaycan’daki bu kalkışmaya kimler tarafından kanaat önderliği yapıldığını asla gözden kaçırmamamız gerekiyor. Evet Türkler olarak tetikleniyoruz, açık yaralarımıza kurtlarını bırakmak isteyen hain camış sinekleriyle çevrilidir etrafımız. Ancak bu durum 30 milyonu aşkın soydaşımızın haklı kalkışmasını görmezden gelmemize asla bahane olmayacaktır!
Ben bu Pazar, 15 Kasım 2015’te Güney Azerbaycanlı Türk soydaşlarıma desteğimi göstermek üzere İran Konsolosluğu önünde yer alacağım dostlar!
Sağlıkla,
Jale Altunel / edebiyatgazetesi

2 Kasım 2015 Pazartesi

kariyer-sarıyer dolmuş hattı


hatta kraliçe arı!
işçiyi kovandan kovan
bal damlıyor kovandan
hatta kalın! trafik yoğun
amansız yürürlük.
zamansız ölüm.

"kariyer-sarıyer dolmuş hattı"
j.ak,
31.Ekim.2015