1980 darbe sonrası Türkiye’de devlet kapitalizminden
liberal kapitalizme geçiş süreci yaşandı. 1990’larda ise Sovyetler Birliği’nin
dağılması sonrası işsiz ve çaresiz kalan insanlar, çareyi kitleler halinde
talep doğrultusunda başka ülkelere göçmen işçi olarak akın etmekte bulmuşlardı.
Türkiye’ye önceleri bavul ticaretiyle başlayan bu akın, sonra yerini yerleşik
ucuz emek gücüne bırakmış ve her geçen yıl, katlanarak artmıştır. Çünkü liberal
ekonomik modele artık tamamen geçiş yapmış olan Türkiye’de, kayıt dışı yedek
işçi ordusu, burjuvanın da kabaran iştahıyla iyice talep olunan ekonomik bir
gerçeklik haline gelmiştir.
Orta Asya ve Azerbaycan’dan (Türkistan’dan) da Türkiye’ye
aynı akın yaşandı. Ancak uzun zaman Sovyet Rusya’nın yarı sömürgesine maruz
kalmış olan soydaşlarımız, istisnalar dışında, çoğunlukla kalifiye değildiler
ve Türkiye’de zaten var olan vasıfsız işçi ordusuyla aynı kaderi paylaşmak
durumunda kaldılar.
Liberallerin sıkça söylediği şudur: “Sovyet Rusya’nın
baskısına rağmen, Türkistan’daki soydaşlarımız Müslümanlıklarını koruyup
yaşatabildiler.” Aslında ise, tam da o baskının ve sömürünün sonucu olarak Türk
Cumhuriyetleri geriye bırakılmış ve Fetullah Gülen cemaatinin, kolay avı haline
getirilmiştir. Cemaat sanayi proletaryası içine sızamazdı. Sızdığı yerler
ekseriyetle kırsal kesimdi ve oradan gelenler önce bavul ticaretiyle meşgul
oldular. Yerleşik gelen göçmenlerse, buraya geldiklerinde kolayca bu ve benzeri
cemaatlerin ağına düştüler. Dağılma sonrası yaşanan bu hızlı dincileşme
karşısında, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nde laiklik adı altında çıkış
yapan liderler, otoriter rejimleri için en kolay bahaneyi, işte böyle bulmuş
oldular. Sovyet dönemi yönetim şeklinden çok da farklı olmayan bu iktidarların
faaliyeti sonucunda Türkiye’ye akın artmıştır. Ancak, Türkistan’daki yağmurdan
kaçanlar, Türkiye’de doluya tutuldular. Her ne kadar Türkiye onlar için ikinci
vatan olsa da, vatandaşlık haklarından ve işçi haklarından yoksun olmak, üstelik
kayıt dışı bir hayat yaşamak kolay bir iş değildir.
Çoğu zaman turist gibi Türkiye’ye giriş yapan ve
çalışma izni olmadan mevsimlik çalışan, sınıf bilincinden uzak bu insanların
biricik emeli biraz para biriktirip, bavul ticaretine başlamak, ya da kendi
memleketlerinde bir işletme açmaktır ki buna çok az bir kısmı nail olabilir.
Büyük çoğunluğu ise memlekette kalan ailelerine aydan aya (o da her ay değil)
para yollamakla ömür tüketir.
Ucuz emeği kayıt dışı sömüren sağ burjuvazi de, yalancı sol da,
Türkistanlı göçmen işçileri göz ardı etmiş durumdadır. Onların haksızlıklara
maruz kalmaları birincilerin de ikincilerin de umurlarında değildir. Oysa
Türkiye ekonomisine artı değer katan ve Türk Birliği’nin doğal unsurları olan
bu işçi ordusunun gerçek Türk Solu tarafından örgütlenmeye ihtiyacı vardır.
Türk Birliği derken, Türkiye ve Orta Asya’nın ortak ekonomik ilişkileri ve
ortak piyasasından bahsediyoruz. Çünkü zannımızca bir milletin birliği için
ortak dil ve medeniyetten ziyade, ortak piyasa önemlidir. Örneğin, Türkistanlı
bir işçi Türkiye’de bir ürün üretiyor, o ürün kendi memleketine ihraç olunuyor,
Türkiye’de kazandığı parayı ailesine yolluyor ve ailesi de markete girip o
ürünü satın alıyor, gibi. İşte bu ortak piyasa demektir. Bu durumda Türk
Birliği, sınıf bilincini kavramış göçmen işçilerin vasfı olabilir. Türkistanlı
göçmen işçilerin Türkiye’deki örgütlü mücadelesi aynı zamanda, kendi
memleketlerine demokratik mücadele tecrübesinin de taşınmasını sağlayacaktır.
Jale Altunel - Vüqar İmanov
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder