15 Eylül 2019 Pazar

TÜRK SOLU VE TÜRKİSTANLI GÖÇMEN İŞÇİLER


1980 darbe sonrası Türkiye’de devlet kapitalizminden liberal kapitalizme geçiş süreci yaşandı. 1990’larda ise Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası işsiz ve çaresiz kalan insanlar, çareyi kitleler halinde talep doğrultusunda başka ülkelere göçmen işçi olarak akın etmekte bulmuşlardı. Türkiye’ye önceleri bavul ticaretiyle başlayan bu akın, sonra yerini yerleşik ucuz emek gücüne bırakmış ve her geçen yıl, katlanarak artmıştır. Çünkü liberal ekonomik modele artık tamamen geçiş yapmış olan Türkiye’de, kayıt dışı yedek işçi ordusu, burjuvanın da kabaran iştahıyla iyice talep olunan ekonomik bir gerçeklik haline gelmiştir.

Orta Asya ve Azerbaycan’dan (Türkistan’dan) da Türkiye’ye aynı akın yaşandı. Ancak uzun zaman Sovyet Rusya’nın yarı sömürgesine maruz kalmış olan soydaşlarımız, istisnalar dışında, çoğunlukla kalifiye değildiler ve Türkiye’de zaten var olan vasıfsız işçi ordusuyla aynı kaderi paylaşmak durumunda kaldılar. 

Liberallerin sıkça söylediği şudur: “Sovyet Rusya’nın baskısına rağmen, Türkistan’daki soydaşlarımız Müslümanlıklarını koruyup yaşatabildiler.” Aslında ise, tam da o baskının ve sömürünün sonucu olarak Türk Cumhuriyetleri geriye bırakılmış ve Fetullah Gülen cemaatinin, kolay avı haline getirilmiştir. Cemaat sanayi proletaryası içine sızamazdı. Sızdığı yerler ekseriyetle kırsal kesimdi ve oradan gelenler önce bavul ticaretiyle meşgul oldular. Yerleşik gelen göçmenlerse, buraya geldiklerinde kolayca bu ve benzeri cemaatlerin ağına düştüler. Dağılma sonrası yaşanan bu hızlı dincileşme karşısında, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nde laiklik adı altında çıkış yapan liderler, otoriter rejimleri için en kolay bahaneyi, işte böyle bulmuş oldular. Sovyet dönemi yönetim şeklinden çok da farklı olmayan bu iktidarların faaliyeti sonucunda Türkiye’ye akın artmıştır. Ancak, Türkistan’daki yağmurdan kaçanlar, Türkiye’de doluya tutuldular. Her ne kadar Türkiye onlar için ikinci vatan olsa da, vatandaşlık haklarından ve işçi haklarından yoksun olmak, üstelik kayıt dışı bir hayat yaşamak kolay bir iş değildir.

Çoğu zaman turist gibi Türkiye’ye giriş yapan ve çalışma izni olmadan mevsimlik çalışan, sınıf bilincinden uzak bu insanların biricik emeli biraz para biriktirip, bavul ticaretine başlamak, ya da kendi memleketlerinde bir işletme açmaktır ki buna çok az bir kısmı nail olabilir. Büyük çoğunluğu ise memlekette kalan ailelerine aydan aya (o da her ay değil) para yollamakla ömür tüketir.

Ucuz emeği kayıt dışı sömüren sağ burjuvazi de, yalancı sol da, Türkistanlı göçmen işçileri göz ardı etmiş durumdadır. Onların haksızlıklara maruz kalmaları birincilerin de ikincilerin de umurlarında değildir. Oysa Türkiye ekonomisine artı değer katan ve Türk Birliği’nin doğal unsurları olan bu işçi ordusunun gerçek Türk Solu tarafından örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Türk Birliği derken, Türkiye ve Orta Asya’nın ortak ekonomik ilişkileri ve ortak piyasasından bahsediyoruz. Çünkü zannımızca bir milletin birliği için ortak dil ve medeniyetten ziyade, ortak piyasa önemlidir. Örneğin, Türkistanlı bir işçi Türkiye’de bir ürün üretiyor, o ürün kendi memleketine ihraç olunuyor, Türkiye’de kazandığı parayı ailesine yolluyor ve ailesi de markete girip o ürünü satın alıyor, gibi. İşte bu ortak piyasa demektir. Bu durumda Türk Birliği, sınıf bilincini kavramış göçmen işçilerin vasfı olabilir. Türkistanlı göçmen işçilerin Türkiye’deki örgütlü mücadelesi aynı zamanda, kendi memleketlerine demokratik mücadele tecrübesinin de taşınmasını sağlayacaktır.

Jale Altunel Vüqar İmanov  



Hiç yorum yok :