158 şair, gezi davası
kararlarına karşı 'şairane bir bildiri' açıklamış. Bu da benim o şairlere
cevabımdır:
Kozmik oda açılıp da
800 küsur vatansever katledildiğinde, Kuzey ormanları katledildiğinde, Mavi
Çarşı bombalandığında, şimdiyse Fırat’ın sularına sülfirik asit karışırken,
neredeymiş bu şairler? Neredeler demek daha doğru olur. Hiç bu konularda
şiirlerini, ağıtlarını, güzelleme ve koşmalarını duymadık. Kaldı ki 158’i
toplanıp da bir bildiri açıklasınlar.
Dillerini kedi mi yemiş
sahte Ergenekon sürecinde?
Şiirleri mi bitmiş Ali
Tatar kendini öldürdüğünde?
Mürekkepleri mi kurumuş
birileri "yetmez ama evet" diye anırırken?
Tek satır eleştiri
yapmamışlar ve hatta o teranenin peşine takılmamışlar mıydı üstelik?
Bizler o zaman 'Hayır'ı,
işte tam da bu yüzden, hukuk bir kişinin iki dudağı arasında olmasın diye
haykırmıştık oysa. Şimdi canı sıkılan liberal sol dediğimiz türden bir güruh gelecek,
bana şairane pozlarda ahkâm kesecek ha?!
Naifliklerini ayrı, şairliklerini ayrı, "hassasiyetlerini" apayrı sevmek okşamak öpmek istiyor insan...
Sapla samanı ayıramayan
insanlardan ne şair olur, ne vatansever, ne aydın, ne de entelektüel olur. Kararı hukuksal boyuttan eleştiririm ama
bunca atraksiyonun tek bir kişi için temaşa edilmesindeki siparişin ne kadar
büyük yerden geldiğini de anlamayacak kadar saf değiliz.
Gezi Park eylemlerinin
başladığı ilk gün 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece, Sahipler ve kanaat önderleri adlı yazımda, adından da anlaşılacağı
üzere, bir takım kanaat önderi kılıklı insanın bu vatanın gerçek sahiplerini
nasıl gütme gayreti gösterdikleri hakkında yazmıştım. Bu yazıda ayrıca ‘Gezi’deki
ağaçların elbette bir teki bile benim canımdan kıymetlidir ama Kuzey ormanları
an itibarıyla katlediliyor neden kimse çıkıp bu konuda bir şey söylemiyor’ diye
feryat etmiştim. O konu hakkındaki şiirim söyleydi;
değişmeli dostum şekli devrimin
anadili ekonomi sömürü ve işgalin
hayrandık masumluğuna
antik çağ galibiyetlerinin
ve bir kahramanı vardı hep düşlerimizin
oysa ne kadar uyumluyduk
bir zamanlar doğayla
şimdi isimler takıyoruz parktaki ağaçlara
ava gittik şehrin göbeğinde sahte bir ormana
katledildi tam o sırada gerçek!
“epik ve devrim”
j.ak
7. Mayıs. 2015
Bizler hem gerçekler,
hem ormanlar, hem Cumhuriyet, hem de onun getirisi olan demokratik laik hukuk
devletimiz yıkılmasın katledilmesin diye her yerde ve her alanda feryat figan
ettik. Peki, neden o zaman da yayınlanmadı bu? Bildiri?
Normal zamanda yüz
metre mesafesine yaklaşmayacağımız insanın 8 Nisan’da neden Silivri’de
yanındaydık? Ki bu konuya ilişkin de kapsamlı bir yazı yazarak neden orada
olduğumuzu dilimiz döndüğünce anlatmıştık. Çünkü, hukuk hepimize lâzım. Hukuk, sana
ayrı, bana ayrı, falancaya ayrı işlemez demiştik.
Yetmez
ama EVET tam bir çılgınlık, tam bir aymazlıktı. Sanatçısı,
sepetçisi, şairi, ressamıyla memleket semalarında alçak basınç etkisinde bir
eyforiya (euphoria), bir bahtiyarlık rüzgârı estirildi ki, işte şimdi
bazılarını böyle bir tiyatroya temaşaya sevk etti. O dönem sistemin bu amansız
tuzağına şapa oturur gibi düşen bu sanatçılar için bir şiirimde şu dizeleri
kullanmıştım;
“Sanat
secdeye indi gördüm,
Devrimin
cenaze namazında…” (2015)
Sanatçı olarak bize
lanse edilenler, gerçekten de Cumhuriyetimizin ve Atatürk devrimlerinin her
biri için tek tek cenaze namazı kılar gibi, onu önemsizleştirdiler, küçülttükçe
küçülterek değersizleştirdiler. Ne oldu peki şimdi?
Yoksa
hukuk şimdi, size mi lâzım oldu?
Jale Ak
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder