Bize ne yaptılar? Çıldırdık mı?
Kitlesel yönlendirme araçlarından en önemlisi de bastırılmış
libidonun kullanılmasıdır.
Ahlâki standardizasyon, başkalaştırılan kavramlarla “başka
değerler” şeklinde çıkıyor artık karşımıza. Sistem kitlenin libidinal agresroyonunu
(bastırılmış cinsel enerji kaynaklı gerginlik) yönlendirip onu kullanıyor.
Dini
terör örgütleri de dâhil, tüm terör örgütlerinin kullandığı,
Fabrikalarda
artı değerin üretilmesinde sermayedarların kullandığı,
Holiganlığı
oluşturan spor sektörünün kullandığı…
Ve
hatta eğlence sektörünün fanlar oluşturmada kullandığı da, bastırılmış yaşam enerjisidir.
Dini ve siyasi yasaklarla bastırılan
cinsel enerji, patlamaya hazır bir bomba etkisindedir. Bu etki modern
zamanların ilk döneminde fabrikalarda kullanıldı. Ama bu çağda artık
fabrikalarda eskisi kadar fazla insan çalışmamaktadır. Teknolojik gelişim
sayesinde insanın yaptığı işin büyük bir kısmını makineler yapıyor. Üçüncü
dünya ülkelerine nispeten batıda dini reform gerçekleşmiş ve cinsel kısıtlanma,
ekonomik iyileşme süreciyle de paralel bir seyirde ortadan kalkmıştır. En
önemlisi “gelişmiş” batıda toprakların paylaşılma süreci bitmiştir. Dolayısıyla
libidinal agresyonun o coğrafyada herhangi bir kullanım amacı da kalmamıştır
artık. Ama Ön Asya’da ve Orta Asya’da durum hâlâ kullanıma açıktır ve bunu
istedikleri şekle sokabilmektedirler. Irkçılık, mezhepçilik ve bunların
oluşturduğu kutuplar üzerinden ayaklandırmak, sahte düşmanlıklar yaratmak ve
bölgesel savaşları kaşıma yönünde kitlesel bir istismar vardır. Yani bu durum
bizim coğrafyada trafikte de bir meydan savaşıdır, (gerekirse)stadyumda da,
ucuz bir mal satacağını önceden açıklayan ve kitlesel hücuma uğrayıp birçok
insanın ağır yaralandığı bir AVM açılışında da öyledir.
Trafik terörüne ilişkin Aycan
Yayla’nın “Bu bir Meydan Savaşıdır” adlı yazısını okuyunca daha çok araba
satışı, daha çok yola ihtiyaç duymak, yani doğayı daha da mahvetmek pahasına
tüketmek düşünceleri uçuştu zihnimde ve Araba üreten fabrika sahibi Henri
Ford’un (1863-1947) söylediği şu sözler geldi aklıma;
“Daha çok araba satabilmek için daha fazla araba yarışı
düzenlemeliyiz, daha fazla pist yapmalıyız, bunu da basın yoluyla kitlelere
duyurmalıyız”. Bunun üzerine basın devleri Hearts ve Pulitzer devreye sokularak
haber vermek yerine haber üreten sarı basın yaratılmıştı… Hatta 1966 Fransız
yapımı Un homme et une femme (bir erkek ve bir kadın) adlı filmde erkeğin
formula yarışçısı olması yani reklamın sinemaya kadar sıçramış olması, o yıllar
için hiç de tesadüf değildi.
Konuya dönecek olursak ki bence trafik terörüne varan
süreçte, tüketimin çıkış noktasını anlamak adına konunun tam içindeyiz, spor –
siyaset, din – siyaset, eğlence – siyaset dersem, sanırım herkesin aklına
Franko ve onun kitleleri uyutma taktiği 3F gelecektir.
Oluşturdukları sisteme kitleleri uygunlaştırmada, eski basın
devleri Hearts ve Pulitzer’in o etkin görevini artık günümüz medya devleri,
küresel siyaset esnaflarının çıkarları doğrultusunda üstlenmişlerdir. Öyle ki
bu durum teknolojinin gelişmesiyle internete, oradan da akıllı telefonlara
uyumlanmıştır. Sosyal paylaşım şebekeleri, sistemin günümüze kadar kitleleri
uyutmada kullandığı 3F’nin yanına konabilir mi sizce? Bence bu mümkündür. Çünkü
aynı bağımlılıkta, aynı yaptırım araçlarından biri olmuştur “sosyal paylaşım”
görüngüsü.
Teknoloji, yalnızlığı kitleselleştirmiş
oldu!
Artık siyasi mitinglerin adı “etkinlik” oldu meselâ. Bir
futbol maçı gibi, falanca festte verilecek bir konser gibi ya da stadyumda
izlenecek bir maç gibi, sadece bir etkinliktir o. Çünkü insanların
birbirlerinden haber almasının ve iletişimlerinin nerdeyse biricik yolu
internetteki sosyal paylaşım ağları olmuştur. Artık, event, etkinlik
zamanlarındayız…
Sömürülen ülkelerde neden siyasi
diktatörlüklerin din temelli ahlâki baskıları etkin kıldığını ve neden islâmi
mezheplerin fitilinin hristiyan ülkeleri tarafından ateşlenerek üzerimize
atıldığını anlamak zorundayız. Ve anlamak zorundayız, internetteki videolarda
neden ölüm sahnelerine bu kadar sık rastlar olduk, gelişmekten bahsedip, ceplerinde
insanlığın geldiği son teknolojiyi taşıdığı halde neden insanlar Ortaçağ
karanlığının gladyatör ölümlerini izlemeye giden kitlenin ruhuna büründü ve
ilgiyle şiddet içerikli görselleri izliyor? Neden hayvanların haklarını
müdafaa ediyorum ve “bu adamı ifşa ediyorum” kisvesiyle hayvan işkencesi
içerikli videoları rahatça paylaşabiliyor? Ortaçağ’dan kalma bu davranışları
bugünün teknolojisinde bile, sözde modern insan neden tekrar eder? Yanıtı
açıktır. Çünkü ortaçağ engizisyonu da libidoyu şu an bu coğrafyaya batının
ihraç ettiği “ılımlı İslâm”ın bastırdığı gibi bastırmaktaydı.
Batı şimdi Ön Asya’daki libidinal
agresyonu istediği şekilde açığa
çıkarmanın peşindedir. Bunu Arap Baharı’nda da gördük, kısmi şekliyle Gezi’de
ve Güney Azerbaycan kalkışmalarında da gördük, Azerbaycan-Nardaran’da
şimdilerde şii mezhepçiliğinin kışkırtılması şeklinde de görüyoruz ve daha da
görmeye devam edeceğiz. Ve onlar din ahlâk çıkışlı sahte yırtınmalar
karşısında doğacak kavram kargaşasıyla, aslında ahlâki yozlaşmayı sağlamanın
peşindeler.
Yeni paylaşımlar yapma derdindeki sömürge, sömürdüğü
ülkelerin önce eğitim sistemini çökertiyor ve etkisiz kılıyor. Daha sonra
yapılansa adeta koskoca halkı ahlâksızlıkla aşağılamak anlamına gelen
dincileştirme, yani toplumu ahlâklı yapma girişimidir. Sanki bizim toplumsal
geleneklerimiz yokmuş gibi, sanki biz ahlâksız bir toplummuşuz gibi. Bu girişim
mahallelerde din adamlarının verdiği fetvalardan, bilmemhangi hoca efendinin tv
ekranlarında öttürülmesine, üniversite profesörlerinin demeçlerinden
milletvekillerinin kürsüden çıkışlarına, makale yazarları(!)nın
çemkirmelerinden falanca sanatçı(!)nın ulvi açıklamalarına uzanan kitlevi bir
gazla pompalanıyor. Cuma namazı, umre, hac, örtünmek gibi davranışlar burjuva
sınıfı davranışı haline getirilerek özendiricilik yaratılıyor. Sonra da gelsin
kadın bedeni üzerine konan ataerkil ipotek, gitsin ahlâk ve namus
kavramlarının, kadın cinsiyetiyle erkek uçkuru arasında bir yere
sıkıştırılması. Yolsuzluk yapıyorsunuz ama? O sayılmaz. E iyi peki madem o
sayılmıyor o halde genel evler yasaklansın? Aa bak o olmaz işte. Neden? E erkek
başka. Erkek bedeniyle kadın bedeni bir mi? (Yeni bir “şey” keşfedilmiş gibi
şaşırılır ve susma hakkı kullanılır!)
Ne dersek diyelim bu ataerkil ikiyüzlülük sürdükçe, ikiyüzlü
erkekler ve ataerkil düzeni korumaya ant içmiş bıyıklı kadınlar yönetmeye devam
edecekler bizi. Ve din temelli ahlâki bastırılmışlıkla sahte zıtlıkların
yarattığı “feminist” hareketlere maruz kalacağız. Feminizm ilk duyduğum günden
beri beni utandıran bir kavram olmuştur. Cinsiyetimi koruduğunu savunan ve
sadece hukuki temeller üzerinden gerçekte liberal çıkışlar yapan bir yapı,
aman ne büyük şans, ne büyük lütuf! Hey gidi Türk katunu, hey gidi Türk
anası! Getirildiğin noktaya bak! Femen grubu gibi zırvalıktan muhteva
insanların aptal saptal eylemleri yaratılan zıtlığa, gerçek yozlaşmaya en iyi
örnektir bu arada. Düşünün bir, sistem bastırılmış cinsel enerjiyi reklâm
sektöründen terör eylemlerine kadar her tür sömürü ve istismarın aracı yapmış,
bu şapşal sürüsü bedenlerini şov malzemesi yapıyor. Ne desek boş!
Ön Asya’yı parçalamayı kafasına koymuş vahşi sömürgecilerin
pençesindeyiz. Batının bu coğrafyaya demokrasi getirmesini istemiyorum ben.
Buraya özgürlük de getirmesin batı. Buradaki kadınların hakkını hukukunu da
aramasın, hiç gerek yok! Başlatmayın hakkınızdan hukukunuzdan. Tek istediğim
batı o domuz pisliğine ve insan kanına bulanmış olan ellerini çeksin
üzerimizden. Kendi icadı olan ılımlı islâm hançerini ruhumuza saplamaktan vaz
geçsin. Çünkü bu coğrafyadaki Türk ruhu onların hançerinden çok daha derindir.
Kendi geleneklerimiz islâmdan çok önceye dayanır ve hatta şu an islâmi
geleneklerle öyle iç içe girmiştir ki, Birçok İslâm coğrafyasında ister-istemez
islâmi gelenek adı altında Türk gelenekleri sürdürülür. Bu toplum bunu
farkettiği an, batının mezhep karşıtlığında kullanmaya uğraştığı libidinal
agresyonu bizim değil, onların kafasında patlatacaktır.
Bize biçtikleri elbise ılımlı islâm, kendileri
seküler.
Bize biçilen ayaklanma internet üzerinden örgütsüz bir
“event”, onlar “Nes en 68”.
Bize biçilen cinsel baskı, onlara cinsel devrim.
Bize biçilen ölüm, onlara yaşam!
Sözün özü, onlara sevdanın yolları bize kurşunlar!
Öyle yağma yok!
Sağlıkla, sevgiyle…
Jale ALTUNEL
30. Kasım 2015