24 Ocak 2017 Salı

24 Ocak 1993...

Bir kürt dosyasıyla
Bir rabıta
Gitmişti kara günde 
Bir aydın daha
Gitmişti öylece,
Uçsuz uçmağa,
Mert değil bu düşman
İzliyor dünya...
Mumcunun mumu sönmez
Bilmez misiniz?
Bir ölür bin doğarız
Görmez misiniz?
Karanlık bezerse göğü otağı
Şimşek olur çakarız
Aymaz mısınız?
"aymaz mısınız?"
j.ak
24.Ocak.2017
Anısına saygıyla...

23 Ocak 2017 Pazartesi

İLK AŞKIMA

Ah be baba
Ne çok yakışırdı sana
O bembeyaz üniforma...
Bir de mesaide giydiklerin vardı
Bej renkli, kısa kollu
Nasıl da uzun gelirdi seni beklerken
Garnizonun Donanma yolu.
Onlarca yiğit dağılırdı da mesaiden
En yakışıklı olanını seçiverirdim
İçlerinden...
Ah be baba
Ne çok yakışırdı sana
Giydiğin üniforma
Makine yağı kokusu sindi biliyor musun?
Bütün çocukluğuma
Nasıl çektiysem içime
Bütün bir seni
kollarında.
Görüşürüz umarım bir gün
Kutlu uçmağda
"ilk aşkıma"
j.ak
23.Ocak. 2017

10 Ocak 2017 Salı

YENİ AYAKKABILAR (Öykü)

Günün yorgunluğu, işten dönüş otobüsünde üzerine çöküyordu hep. Ayın dördüncü günüydü ve Deniz indirime girmesini beklediği ayakkabıları almak için iş çıkışı mağazaya uğramıştı. Bugün yarım saat geç binmişti otobüse. Bir eliyle yeni ayakkabılarının olduğu poşeti ayaklarının altına doğru çekti ve başını geriye doğru yasladı. Tam içi geçecek gibiydi ki, koluna yaşlı bir kadının kolu deydi. Etrafta ona yer verecek kimse olmadığını fark etti ve ayağa kalkarak yerini yaşlı kadına verdi. 
Bir eliyle sıkıca tutunurken diğer eliyle de alış veriş poşetini tutuyor ve otobüsün her gün geçtiği duraklara bakarken, yeni ayakkabılarını düşünüyordu. İyi ki almıştı onları. Bu fiyata indiğine inanamıyordu. Ökçeleri biraz fazla mı yüksekti? Yok yok çok iyiydi yüksekliği, boyunu uzun gösterirdi hem. Kloş kesimli kaşe eteğindeki renk tonu ayakkabıların kenarındaki renkle neredeyse aynıydı. Geçen sene aldığı trençkotuyla da giyebilirdi… Camdan dışarı bakarken gözü bir anda camdaki aksine odaklandı ve eve sadece bir durak kaldığını farketti. Arkaya doğru ilerledi ve duracak butonuna bastı…
Merdivenleri hızlıca çıkıp eve geldiğinde ilk işi ayakkabılarını poşetten ve kutusundan çıkarıp terlik niyetine onları giymek oldu… Çok rahattı Deniz’in yeni ayakkabıları. Ah aman Tanrım, şurasındaki dikiş tekrarı neyin nesiydi? Derhal diğerine de baktı. Diğerinde de aynıydı topuk kısmındaki dikiş tekrarı ve bu görüntü ayakkabılarına çok hoş bir hava katıyordu…
Ayakkabı dolabının kapağı açık kalmıştı ve dolaptaki ayakkabılar Deniz’in bu coşkusunu izlerken eskimiş botlar beni artık bir daha giyeceğini düşünmüyorum diye geçirdi içinden. Abiye ayakkabılarsa biraz kıskanç biraz da gururlanarak yaşlı botların içinden geçenleri anladı ve gayet tepeden bakar bir edayla:
- Senin devrin bitti ihtiyar! Dedi ve patlattı kahkahayı. 
İhtiyar botlar yan tarafta duran spor ayakkabıları da kast ederek:
- Olabilir ama içinizde en çok beni giydi, kendini en rahat hissettiği ayakkabılar olduğumu unutmayın! 
Spor ayakkabılar rahatlık konusuna şiddetle itiraz etti.

- İhtiyar, yaşına saygım sonsuz ama benimleyken çok daha rahat. 
- Ayy seni giydiğinde ayakları leş gibi kokuyor. Öyle rahatlık olmaz olsun. Diye atıldı abiyeler…
- Olabilir ben ucuz bir spor ayakkabıyım onu geçelim bir kalem. Sizi giydiğinde de kendini çok rahatsız hissediyor! Cendere gibisiniz hanımefendi. Üstelik bir keresinde ayaklarında fazla kaldığınız o düğün sonrası nasıl da yara olmuştu topukları ve ayak parmakları!
- Evet ertesi gün beni yani en rahat ettiği botlarını giymişti topuğundaki yara bandını ve küçük parmağının kenarındaki su toplanmasını görmüştüm. 
- Biriniz kokutuyorsunuz, biriniz de eski püsküsünüz. Bense hem iyi durumdayım hem de uzun yıllar duracağım bu dolapta…
- Hey gidi günler hey. Dedi ihtiyar. Tam altı yıl oluyor beni alalı ve onunla çok anım var. İlk kez aşık olduğunda ayaklarındaydım. Sevgilisi onu ilk öptüğünde, elini ilk tuttuğunda yine benimleydi.
- Ayy tamam bildik, üniversiteyi kazandığı yıl Beyazıt’tan almıştı seni, İstanbul’un tarih kokan yollarında onunlaydın artık senin gibisini hiçbir usta yapmıyor… Eee? Ne yapalım ihtiyar, eski püsküsün işte! Şu haline bakıyor musun hiç dönüp?
Spor ayakkabılar centilmence susmayı ve konuşmanın bu kısmına karışmamayı yeğledi. Abiye ayakkabılarla yaşlı botların anılarını dinlemekten bıkmıştı. Zaten erkenden uykusu gelir ve uyurdu. Uyumak için sırtını döndüğü sırada, göz ucuyla Deniz’in yanlarına doğru geldiğini gördü. Deniz yeni ayakkabılarını çıkarmış, terliklerini giymiş ve onları ayakkabı dolabına koymaya geliyordu. Uykusunu dağıttı ve yeni ayakkabılarla tanışmak için kendine çeki-düzen verdi…
Yaşlı botları iyice kenara doğru ittirmişti Deniz, dolapta yer açmak için. İhtiyarın gücüne gitmişti bu tavır. Az önce Abiye ile yaptıkları konuşmanın da etkisi vardı bunda. Yeni botlar gelmiş ve dolap kapağı kapanmıştı. Abiyeler ve Sporlar yeniye olan kıskançlıklarını onun üzerine basıp pisletmeye çalışarak dışa vursalar da İhtiyar bağcıklarını kaldırarak onlara ayıp etmeyin dercesine imada bulundu,
- Hoş geldin evlat, çok iyi görünüyorsun. Usta bir elden çıktığın belli. Nerelisin?
- Beyazıt.
- Selam ben Abiye. Fena görünmüyorsun ama diğer tekinle farklı mı senin renklerin öyle?
- Yapmayın Abiye Hanım bence hiç de öyle değil. Selam ben Spor, nasılsınız?
- Merhaba arkadaşlar iyiyim, sizler de çok güzel görünüyorsunuz. Sizinle de sanki önceden karşılaşmış gibi hissediyorum kendimi İhtiyar Bey. Sanki tanışıyormuşuz gibi geldi bana..
İhtiyar onun bağcık kenarında yazılan yazıları tanımıştı. Beyazıt mı demişti? Yoksa? Anlamıştı İhtiyar aynı ustanın elinden çıktıklarını…
- Seni yapan ustanın sağ ayağında bir aksaklık var mıydı evlat?
- Evet vardı ya, ama siz nereden biliyorsunuz bunu?
- Ben de onun elinden çıktım.
- Remzi Usta?
- Ta kendisi…
Yeni ile İhtiyar arasında geçen bu hemşeri sohbetini kıskançlıkla dinleyen Abiye derhal uyudu. Sporlar da zaten uyumak için bahane arıyordu ki o da sızdı kaldı. Bir süre sonra Yeniler de uyumuştu.
İhtiyar kendine baktı, üzerindeki derin çizgilere ve içine işlemiş olanca toz gübüre. Tam o sırada pençe kenarındaki dikişlerin atmış olduğunu farketti. Çok yorgundu ve kendini hiç iyi hissetmiyordu. Beni artık giymez diye geçirdi içinden. Bu halimle ona yakışmam zaten… Bu düşüncelerle kaç saat oyalandığını ve kaç saat uyuduğunu hiç bilmiyordu ki Deniz’in çalar saatiyle açtı gözlerini. Üşümeyle karışık bir ürperti hissetmişti içinde…
Deniz elini yüzünü yıkamış, kahvaltısını etmiş ve giyinmişti. Ayakkabı dolabını açar açmaz Yeniler’i ayağına giydi. Tam o sırada İhtiyar’ın gözüne Deniz’in elindeki çöp torbası ilişti. Deniz İhtiyar’ı aldığı gibi çöp torbasına sardı! İhtiyar dışarısını görmeye çabalıyor ama en ufak bir şey görünmüyordu. Neler oluyordu böyle? Kendini çöp poşetinin içinde hiç hayal etmemişti. Gözlerini kapattı ve Deniz’in ilk dansını düşündü… Sevgilisinin onu ilk öptüğü anı… Ayaklarının yerden kesildiği anı düşündü. Üniversitede eğitim psikolojisi dersinden en yüksek notu aldığında nasıl da havalara sıçradığını…
Birdenbire tüm seslerin kesildiği bir yere girmişti. Deniz’in onu sert bir yere koyduğunu hissetti. Gözlerini daha da sıkı yumdu. Bir damla yaş süzüldü o an dikişleri atmış olan pençeciğinden.
- Kimse yok mu?
- Buyrun nasıl yardımcı olabilirim?
- Remzi Usta burada mı acaba?
- İçerde olacak çağırmamı ister misiniz?
- Lütfen…
Aksayan ayağıyla Beyazıt’taki dükkânın ön tarafına geldi iri cüsseli ve güleç yüzlü adam. Deniz o gelirken çöp torbasından İhtiyar’ı çıkardı. 
- Bu botları size yaptırmıştım, tamir edebilir misiniz acaba?
- Ooo bunlar çok eski olmalı, artık yapamıyoruz bunları çok pahalıya mal oluyor. Ama tamirini zevkle yaparım. Dedi bir eliyle pençesindeki söküğü yoklarken. Pençesi ıslak kalmış.
- Evet poşetin içi ıslaktı, oradan bulaştı sanırım. Ne zamana hazır olur Remzi Bey?
- Pazartesi gelin alın.
- Teşekkürler…

Jale ALTUNEL
“yeni ayakkabılar”
10. Ocak. 2017

4 Ocak 2017 Çarşamba

hava muhalefeti

Sil gözündeki yaşı Türkmen ana
Evladınla öylece kaldın sınırda
Vaz geçemeyeceğin gerçeklerin varsa,
mahkûmsundur her daim
dışarda kalmaya!
Neydi gerçeğin 
Türk olmaktan başka?
Neydi gerçeğin 
Sağ kalmaktan başka?
Bak mazlumlara kafayı takanlara,
Muhalefet etmiyorlar durumuna
Bugün herkes adına 
Hava muhalefeti var tüm yurtta!
Bir kasırga, bir fırtına ki
Umay ana ağlıyor kızlarımıza...
Bir kasırga deli bir bora,
delinir sanki üstümüzde doğa
Gök kızgın sana yapılanlara
Haber salar bulutlara,
Tulpar göğün üst katında
Haber salar kara toprağa
Muhaliftir bugün hava
Bütün haksızlıklara!...
Algışımı duy Tanrım 
Türkmen canlarımıza,
Aktemiz arçı yolla 
Sınırda soydaşlarıma...

"hava muhalefeti"
j.ak
29.Aralık.2016

Sağım düşmen,solum düşmen,
Paramparça,olmuş Veten!!!
Acı xeber var Helebden,
Her gün ateş yağır göyden,
Yene zülme düşüb türkmen,
Yoruldular gözlemekden,
Yardım da gelmir,kimseden,
Yardım da gelmir,kimseden...

Cavaranshir Mehdiyev
29.Aralık.2016

27 Aralık 2016 Salı

meydan senfonisi

vatmanın türküsüne kulak verin
oyalandı zaman,
yolda ayrıldı birkaç insan 
derken başkaları.
en heyecanlı yerinde sözün,
lafı değiştirenlere dözün
selin önünden gelen çer çöpün,
ve öncü gibi gözüken döküntünün
meydan senfonisidir o,
ki bir başka virtüözün.

ardından bir çağ çağlayacak görün
destanların konusunu
vatman yazmayacak
yolda katılan birkaç insan,
derken başkaları olacak
en taşkın anında selin
yönünü belirleyeceğiz iki gözüm
ve öncü gibi gözüken şu çer-çöpün
üzerinden geçecek Türk işçi göçüm
çünkü sadece zamanı oyalar bilirsin geçim
ama bekliyor olacak bizi orada,
koskoca bir devrim!
“meydan senfonisi”
j.ak
27.Aralık.2016

23 Aralık 2016 Cuma

karanlık tanrısı

Potamyalı kurşun sıkmış güneşe
Karanlıklar bugün yine pür neşe
Sürmez dostum bilesin bu eğlence
Erebus da olsan dönersin leşe!
"karanlık tanrısı"
j.ak
22.Aralık.2016

gerçeküstü bir porno

Yeniktir ölümsüz ruhlara karşı
Şimdinin azaplı düşmanları.
Yapabildikleri ancak
Oluk oluk kan akıtmaktı.
Sirke çevirdiğiniz dünyayı
Ve İnanna'yı
Ve onun bereket saçan saçını
Rahat bırakın!
Bırakın artık insanlığı
Dinle kandırmayı...
"gerçeküstü bir porno"
j.ak
22.Ara. 2016

21 Aralık 2016 Çarşamba

yer üzündən

Elmeddin Metleb

Insandı büdrədib yıxan insanı,
Insandı sonuna çıxan insanın!
Göydə buludları bir hədəf sanıb,
Tuş olub gedəsən bu yer üzündən!

Vüsalə Asif Süleyman

Görmədim dünyada vəfa, etibar
Allah da olmadı heç ömrümə yar,
Gətir ag kəfəni, gözlərimə sar
Ruh olub gedəcəm bu yer üzündən...

Pari Azimova

İnsandı bir qarış torpağın acı,
Bir qara mərmərdi onun baş tacı,
Yandırıb yer üzün odlu bir sacı,
Daş olub gedəcəm bu yer üzündən.

Nermin Əkbərsoy

Kimsə kəsməyəcək, yolumu daha,
Həvalə edəcəm haqqı Allaha,
Bütün ümidimi qırıb sabaha,
Çıxıb gedəcəyəm, bu yer üzündən...

Muhammed Hamide

Zayı çıxıb artıq bəşəriyyətin,
Axtarma heç yerdə sözün hikmətin.
Kimsəyə demədən gizli niyyətin,
Kaş- olub gedəsən bu yer üzündən.

Jale Ak Altunel

Kasıblara hər dəm eyni - qar-qışdı,
Yox sayılır onlar, bizə tanışdı.
Dilə gələn tək söz bəlkə qarğışdı,
Söymədən də gedərəm yer üzündən..

18.12.2016

Azerbaycanlı şair soydaşlarımla hece ölçüsünde aynı gece birbirimize söylediklerimiz... Benim dörtlüğümü de aralarına aldılar ve bu benim Azerbaycan ağzında yazmış olduğum ilk dörtlüktür... Var olsunlar!..



10 Aralık 2016 Cumartesi

Murtəza’ya mektup

Haber estirdi Tebriz’den koskoca deli külek
Bir dava ki Türk’ündür aslanlarla yürüyecek
Möhkem dur Kürşadım çok iş var yapılacak
Dayanın ey ahali bu karanlık  bitecek!

Bilir misin ne zor iştir seni burdan gözlemek
Acılar hep kardaştır zul gelir yemek yemek
Dilimiz bir ilimiz bir tek ses çarpar bu yürek
Seninleyiz Murtəza, bu karanlık bitecek!

Urmu sanmış kahpeler dilimizi töremizi
Kurutmaya kalkışırlar kıskanırlar soyumuzu
Bitmez asil kanımız anlasın düşman bunu
Bir Türk bedel dünyaya, bu karanlık bitecek!

İnsan hakkı diye diye bağırırsın ey Batı!
Ölüm kokar Türkeli’nde Tebriz’in zindanları
Bir milletin öz dilini danışmaya hakkı yok mu?
Ölümsüzdür Murtəzalar, bu karanlık bitecek!

“Murtəza’ya mektup”
j.ak
10. Aralık. 2016



       Güney Azerbaycan Türkleri'nin İnsan Hakları'nı savunmak için Tebriz zindanlarında açlık grevi yapan Türk genci Murtəza için...

8 Aralık 2016 Perşembe

Bir şiirin bin söz söyler - Murat Aytar

BİR ŞİİRİN, BİN SÖZ SÖYLER;
BUNU OKUYANLAR ANLAR;

İÇİNDE BİRÇOK ANLAM BESLER;
VARDIR ELBET SENİ SORANLAR;

GEÇMİŞ İLE YAŞAMA, AMA UNUTMA DA;
GELECEĞİN SENİN ELİNDE, HER ZAMAN MERTLİĞİN YANINDA;
ADIN JALE, KANIN YÜCE TÜRK KANI;
SENİN RUHUNDA DIR TÜRKLÜK, ASLA UNUTMA ATANI;

SAKIN KENDİNİ, BAŞKALARIN KANINDAN;
ASLA VAZ GEÇME, KENDİ ÖZ VATANINDAN;
SEN GÜÇLÜ BİR YÜCE TÜRK KADINISIN;
ZAMANI GELİNCE KÜKRE, TÜM ACUN SENİ TANISIN...


Murat AYTAR kardeşimin bana güzel bir sürprizi..!

mezeydi tabaktaki yiyecekler

Birkaç güne sığdı otuz beş yıl, bir ara
Sağdı babam, uzundu saçım
En yakın arkadaşım
Söz dinamosunun anahtarı
Neden bu kadar aksi oluyorum sabahları?
Bir ara acıkmak gibi bir refleksim vardı,
Yürümeye, koşmaya, yaşamaya
Acımaksa kolaydı mazluma.
Moral için,
Yardım kampanyaları başlatıyordu
Hali vakti iyi olan melekler,
Akşam haberlerindeki gözyaşlarına
Mezeydi tabaktaki yiyecekler.
Elli yıldır ısınmadı şu ellerim,
Bavul ticaretine öncülük edesim var
Türk göçmenlerinin.
Evet duy da inanma
Ticaret dedim, Turan dedim,
Ekonomi dedim.
Öldü babam, ben de ölüyorumdur bir ara
Diyeceklerim bitmedi daha
Kayıt dışı dedim, köle dedim
İşçi dedim Türk dedim.
Çıkıp çıkıp gidesim var
Orta Asya’ya…

“Mezeydi tabaktaki yiyecekler”
j.ak
8.Aralık.2016





Goranboylu kız kardeşim

Bir seher var bilir misin?
Kokusunu duyarım çiğe bulanmış çiçeklerin
Bu karanlığa bekçilik edenlerin
Asasını kırmalıdır devrim yüreğin.
Bir seher var
Tam içinde minik ellerinin
Sımsıkı sarıldığında toprağına
Ancak o zaman görebileceğin.

Dindir gözyaşlarını dindir Mətanətim
Gel, İstanbul’dan Goranboy’a
Kocaman bir kanat derelim!
Her karışı bizim değil mi
Baştan başa bu Türk elinin?
Gel mevsimlerle seherleri
Birlikte döndürelim!

“Azerbaycan’daki Kız Kardeşime”
j.ak
7. Aralık.2016





27 Kasım 2016 Pazar

GÖĞÜN ALTI-II

Kış...
Her yağış, örterken gidenlerin üzerini,
Ağırlaştırıyor gözlerimi
Koca bir tabur gibi devamcısı yaşamın
Sanat,
Fısıldar kulağıma eski bir tarihi
Yağmura karışırken uygun adım tatlı geçişi
Duyarım en olmadık küçücük sesleri
Yasak,
Sözde uygarlıkların balıkçı ağı
Üzerimize öylece fırlattığı
Kapatılacakmış diyorlar,
Yurdumun bale ve operası
Söz,
Biz'e her daim biçti bir öz
Kilimin deseninde türkü,
Saçın örgüsünde sevda
Sevdanın coşkusunda
Oldu bir dans.
Türk,
Bu yüzden dostum
Yasak tanımaz
Türk, coştuğu an,
Göğün altına sığmaz...
"Göğün Altına Sığmaz!"
j.ak
27. Kasım.2016


GÖĞÜN ALTI

Diyeceğimiz var ilimizde
Damgalar var dilimizde
Sahip yoktur özümüzde
Sor ki tarih anlatsın!

Doymaya gelmedik kardaş
İki lokma yiyip ölmeye
Göğün altı darlanır kardaş
Kimliğim ki çalınmaya...

j.ak
27.Kasım.2016



ÖZELLEŞTİRME ve KADIN BEDENİ

Mülkiyet özelleştirdi ağacın gölgesini
Denizin sahilini, alimin bilgisini
Damganın Teke’sini  sonra güdülerimizi
Ahlakı, namusu ve kadının bedenini!

Kapatılan her şey  dostum satılır paha ile
Satılır kapatılan adı olur pahişe
Önce kapat sonra sat ahlak bunun neresinde
Kölelik bitmedi mi paha biçtin bir bedene?

Sığdırmış hayatını bir küçücük bavula
Aldanarak yaşarken paraya çokça pula
Kirlendikçe bedenin bakirleşen ruhunla
Tertemizsin fahişem artık umutsuz olma...

j.ak
27. Kasım. 2016





22 Kasım 2016 Salı

Hocalı

.
Ciğerlerim dağlanır da durduramam ben
Göz pınarım acır durur söz diyemem ben
Hocalı'nın kısasını eş alamam ben
Adım Türktür bir bebeği katledemem ben...

"hocalı"
j.ak
22 Kasım 2016


11 Kasım 2016 Cuma

HER 10 KASIM YASTIR BANA

Bir gün birileri dedi ki;
"Bugün yas değil anma günüdür."
Oysa anmak unutmak demektir
unutun anarsınız yılda bir gün...
10 Kasım'da bizler oysa,
En duygusuz müfredat şiirleri
Okunurken bile okulda,
Ve göz yaşlarımızdan
En çok utandığımız
O ergen yıllarımızda,
Ağlardık,
O'nun yokluğuna...
Ah ben bu 10 Kasımlarda
Kanadı kırık bir kuş olurum
Adeta...

"Her 10 Kasım Yastır bana!"
j.ak
10 Kasım. 2016


13 Ağustos 2016 Cumartesi

destan zikir porno

büyük bir davaya
büyük bir başçı bekliyordu ahali
sit alanlar gibi korunmaya alınırken
bazı internet siteleri.
şehit sayısı, mitingdeki insan sayısı,
tutuklu sayısı, yaralı sayısı.
reklamlar, skor haberleri
ses yarışması, nem yapışması,
vıcık vıcık
ve çöpte bayraklar…

kayıp geçmişin kayıtsız ninnisinde
bir destana dalıp gidercesine
kayboluyordu adamlar,
ekrandaki vajinada “sıcacık”.

hızlı tüket diyorlar sana çocuk
daha hızlı, daha çabuk!
her yer dijital, her şey elektronik
ve makineler bertold’tan beri
türküler söyler epik!
pornoda yükselmişmiş çıta “estetik”
yetmez yirmi dört saatler artık
yetmez kimseye boştaki vakitler
esir almış içgüdüyü çünkü sahipler!

ve bağrışırken Jale’nin gemisinde,
devrim göründü diye tulparlar,
zikirdedir o sırada tüm tutsaklar
tüketim ayininde kayboldu
esir yığınlar!
çöpe mi atılmış yoksa
o canım bayraklar?!

“destan, zikir, porno”
j.ak
13.Ağustos.2016


31 Temmuz 2016 Pazar

GELENEKTEN RACONA, KABADAYILIKTAN MAFYACILIĞA...


1972'den beri örgütlenmekte olan Fetullah Gülen cemaati Türkiye'den olduğu kadar yurt dışından da rağbet görmüştür. Gördüğü bu rağbetin temelinde Osmanlı'dan kalma tarikatçılık geleneği vardır. Bu ezoterik ve belli bir entelektüel birikimi gerektiren öğretiler İmparatorluğun daima ayrıcalıklı bir unsuru olmuştu.

Geleneğin dayanak noktası budur. Çünkü gelenek dinin kullanım dışında kalmış şeklinin davranışlarla yaşatılmasıdır ki geleneksel bir konu da kültürün bir parçası haline dönüşür.

Ancak...

O gelenekçi insanlar köylerinden ve kasabalarından 1960'lı yıllarda göçmen işçi olarak bu coğrafyadan kopup Almanya, Hollanda, İsviçre, Norveç, İsveç, Fransa gibi ülkelere gittiler. Oluşturdukları gettolarda gelenekleri bir racon haline gelmeye başlamıştı artık. O bir tür dildi kendi aralarındaki. Kendi gelenekleri, kendi ahlaki kuralları daha da katılaşmak, kemikleşmek zorundaydı ki geleneklerin yaşama şansı olsun... Bu arada Türkiye'de 1960'lı yıllar, iç göç dalgasının da iyice arttığı bir dönemdi ve aynı yurt dışında olduğu gibi gettolaşma ve gelenekleri yaşatma refleksi aynı güdülerle Türkiye'de de belirmeye başlamıştı... Tarikatçı "sızıntı" için kolayca yürünebilecek bir menzildi bu. Ahlak ve namus olgusu üzerine geleneksel bir örtü gibi giydirildi bu "ezoterik öğreti"... Zira Osmanlı'da entelektüellere ait olanın, şimdi şehre ve dış ülkeye giderek ekonomik olmasa da kültürel anlamda "sınıf atlamış" gettolara aktarılmasının zamanı gelmişti.

Ve "yeni kabadayılık" sektörü Osmanlı'daki "mahallenin namusu bizden sorulur" külhanbeyi raconuyla Cumhuriyet döneminin getto kültürüne aktarılmış oldu...

İşte 1960'lardan beri Cumhuriyet Tarihi'ndeki mafyöz oluşum bizde bu yollardan geçerek kendi yarattığı kanaldan böyle yürüdü. Aynı örneklere dünyanın çeşitli ülkelerinden örnekler vermek mümkün. Mesela Sicilyalı kendi coğrafyasında mafya falan değildi. Gelenekleri zaten onunlaydı. Ama Amerika'ya gitti, Sicilya mafyasını oluşturdu. Çinli de aynı şekilde kendi gettosunu ve mafyasını... Ve bunlar devletler tarafından öyle ya da böyle kullanıldı. Bizde de kullanıldı. Osmanlı'da Külhanbeyleri, Efeler kullanılıyordu. Ve Atatürk de Kurtuluş Mücadelesi'nde önemli yardımlar almıştı onlardan...

Öyle sanıyorum ki, şimdi sokakta gördüğümüz kabadayılık ve algılarımıza sunulan "Atatürkçülük"ün alt metnini bu benzerlik üzerinden oluşturma çabasındalar. Ancak tarihsel farkları göz önüne alırsak bu tamamen tersine döndürülmüş durumu daha net anlarız.

Akp ve cemaat, aynı temelden çıkış yapmalarına karşın birinin hedef hitap kitlesi kabadayı jargonuyla küçük burjuva esnafı, birinin hedef hitap kitlesi mafyöz bir oluşumla ordu ve iri burjuva olmuştur. Çelişkileri adeta sınıfsaldır yani.

Bu durumda şu an sadece Türkiye’de değil, Dünya’nın birçok ülkesinde kopartılan küçük kıyametlerin sebeplerini bu çelişkilerde aramak gerekiyor. Çok uluslu şirketler ulus devletleri adeta birer imza mercii ve kendi çıkar ilişkilerinin bir tür amortisörü olarak görmek istiyorlar. Bu doğrultuda ele geçirdikleri önemli kurumlardan biri de işçi sendikaları oluyor. Şu an cemaatin hangi sendikaları ele geçirdiğinin belgeleri yayınlanmakta. Bu hacmin büyüklüğüne bakarsak durumu kavramamız kolaylaşır.

1980 sonrasında gelişen teknolojiyle fabrikalarda işçi yoğunluğu azalmış, makineler artmıştır. Bu durum işçilerin daha kalifiye olmalarını talep etmiştir. Sayıları azalan işçilerin maaşları artmış ve onlar klasik işçi sınıfı vasfını kaybederek beyaz yakalı durumuna geçmişlerdir. Türkiye’de henüz bazı iş gruplarına mensup işçiler hariç olsa da. Yani kısaca belirtmeliyiz ki şu an tüm Dünya’da artı değer göçmen işçiler ve mülteciler tarafından merdiven altı tabir edilen küçük ölçekli atölyelerde üretilmektedir. Onların da kendilerine ait sendikaları yoktur. Her tür siyasal örgüt ve cemaatlerin kullanımına açık haldedirler. Son yirmi yıldır Türkiye’ye Orta Asya’dan gelen Türk göçmen işçilerin yanı-sıra Suriye’den alınan üç milyona yakın mülteciyi de bu gelenekten mafyacılığa sürüklenen yolda tahlil etmek için hiç erken değildir. Çünkü cemaat Orta Asya’da özellikle Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan Azerbaycan gibi ülkelerde uzun yıllardan beri faaliyet göstermiş, buraya gelen göçmenleri de avucunun içine almıştı. Şimdi fetöcü oluşuma bunların üzerinden el çektirilecek. Bu aşamada nasıl Suriyeliler’e vatandaşlık hakkı veriliyorsa sayıları en az onlar kadar olan, Türkçe konuşup Türkçe düşünebilen Orta Asyalı soydaşlarımıza da aynı hakları talep edebilmeliyiz… Çünkü küçük burjuva esnafıyla Türk göçmen işçilerin ittifakından yanayız.

Bu arada, Türkiye'ye yurt dışından geri dönen işçilerimiz, büyük şehirlerdeki gettoların raconuna asla yabancı değildirler. İşte Fetullah Gülen vb. örgütler bu nesnel sürece kanalize olmuşlar ve zaten hazır bulunuşlulukta olan kitlelerin üzerinde kendi planlarını kurabilmişlerdir. Böylece hemşehricilik ve küçük burjuva esnaflığı kendi dilini oluşturmuştur ve artık çok önemli bir sosyal katmandır. Gericilerin ve bölücülerin aynı sosyal katmanda kol-kola girmeleri tesadüfi değildir. Geleneklerin nasıl racona, oradan kabadayılığa ve mafyöz bir işleyişe dönüştüğünü bir de bu açıdan değerlendirdim.

Jale ALTUNEL
29.Temmuz.2016






12 Temmuz 2016 Salı

BİZ VE MARMARA

o bölümünü hızlı akıttınız hayatımızın
körfezin tuzlu kıyılarına
ve mahallenin toz toprak yollarına
sarıldık.
devrim öncüleriydi oysa
ayaklarımız ve saçlarımız,
barıştırmakla meşgulken günlük gazeteler
yitik adrenalin boşluğumuzla,
ona nişan almış içgüdü mermilerimizi.
çok ararsınız demişti hacı teyze
bu günlerinizi…
Marmara’nın öte kıyısında
takıntıya kürek çektik,
çocuktuk çiçektik!
diyorum ya, o bölümü
çok hızlı geçtik.

hızla geçen bir yerine
saklanmış olmalıydınız o yılların.
siz hiç bulmak için tanış olmadıklarınızı
aradınız mı geçmişte
belli gün ve haftalarınızı?
ben hiç!
tuzlu akıntılarında körfezin
akar şimdi mütemadiyen gözlerim…
ve ruhumu kuruturken
memleket talanı kör cahilliğin,
sevişmek yalan, yaşamak yalan gelir.
suçluluk duygumun ardına
gizlenmeyin!

“biz ve Marmara”
j.ak

12. Temmuz.2016