Solaa dön!!! Uygun adım
marş! Bir ki bir ki…
Eskiden yabancı işgal kuvvetlerinin “milliyetçi”
etiketli uzantıları varmış. Şimdilerde yabancı işgal kuvvetlerinin “sol”
etiketli uzantıları var. Ejnebi
çok akıllı. Trend ne yöne doğruysa oraya bir uzantı bir aparat eklemleyiveriyor.
O dönem liboş milliyetçiler vardı. Şimdi liboş solcular var.
Türkiye’de “bir moda akımı olarak siyaset” dersek, bu
türden kavram kargaşalarıyla dolu algısal yanılgıları çok iyi tarif etmiş
oluruz.
Moda nedir? Boynuna halk kardeşliği(!)ni yansıtan bir
poşu takmak, o da olmadı batik desen bir fular. Tarkan da sahneye poşuyla
çıkmıştı. Arap dünyası kullanır. Yaser Arafat’ın da simgesi gibiydi. Ama aynı
zamanda bir Türkmen giysisi olarak da karşımıza çıkıyor poşu ya da poçu. Neyse,
moda diyordum. Moda takılınan yerlerdir misal. Bu yerler hüşû içinde barış
kardeşlik ve özgürlükle dopdolu bir havaya sokulur işletmecileri(?) tarafından.
Solcumuzun aidiyete dair hissiyatı en ufak bir boşluğa düşmez, güvende ve
sürüler halindedir. Aynı zamanda sürreel haldedir. Uçuş her türlü serbesttir.
Bir evrensel bir evrenseldir sorma gitsin! All the people. Enternasyonal. Şönn!
Oysa ondan başka tüm dünya ülkeleri gayetle millidir. Ama o buradan
başlatacaktır ya bu işleri. Dünya yanlış, o doğrudur ya… O tarz.
Dünyanın hiçbir ülkesinde milli olmayan sol yokken [Olanların
coğrafyasına ve siyasi konumuna bakacak olursak herhangi bir sömürü tehtidi
kalmamış ve zaten enternasyonal palavrası için süs bitkisi gibi göstermelik,
sömürgecilerin vitrini konumundaki bir iki ülkedir. Sömürgecilerin “şunun
gibi”, “bunun gibi” diyerek bize dayattıkları ülkelerde, burada yapılmaya
çalışılan bölünmüşlüğü de görürüz. Ancak mevzunun bu coğrafya ve
Cumhuriyetimizin bir tür yazılı belgesi olan Lozan Anlaşması’yla uzak yakın bir
ilişiği yoktur.] bizde milliyetçilik, faşizmle eşdeğer kavramlarmış gibi birbiri
ardınca bir tekerleme gibi kullanılır yeni moda solcular tarafından. Milliyetçi
faşist!!! Ya da “faşist milliyetçi!”. Faşizmin ne anlama geldiğini ya bilmiyordur
bu çok okumuş solcumuz –ki kuvvetle muhtemel olan budur-, ya da, bu da diğer
çarpıtmalarda olduğu gibi söylem’le kulakları alıştırma taktiğidir bir nevi..
Söylem tramvayı
düdüğünü öttüre öttüre gider:
Yaşasın halkların kardeşliği!
Birleşe birleşe kazanacağız!
23 Nisan’ı kutlamayacağız!
Ermeniler’den özür diliyoruz!
Faşist Milliyetçi!
Ve daha bir sürü abuk sabuk, ipe sapa gelmez safsatanın
papağanıdır bizim liberal solcumuz. Şu an esefle kınadığı yürütmenin başı
Tayyip ve şürekâsıyla taban tabana aynı çanağa su taşıdığının farkında
değildir! Ama ondan âlâ hükümet muhalifi de yoktur. “Tayyip istifa” derken ses
tellerinde nodüller oluşmuştur.
Dilinden devrim lafı düşmez liboş solcumuzun! Nasıl
devrimcidir nasıl ah... Ama gelin görün ki tüm Dünya’nın hayranlıkla ve büyük
bir gıptayla andığı büyük devrimci Atatürk’ü bir türlü beğenmez, sevmez! Bir atı
olsa halbuki, o da ne devrimler yapacaktır ama tek eksik attır işte!
Söylemi yarat,
mahalle baskısını kur!
Özür dilemekten tutun da milli bayramlarımızı kutlamama
konusundaki dayatmalara değin, önce internetin güzide oluşumları twitter,
facebook vb. platformlarda pompalanıyor bu söylemler. Sonra da kitleler
peşinden sürükleniyor. Biz millet olarak duygusuz ya da olana bitene kulak
tıkayan insanlar değilizdir. Duygusal baskı, her daim iş görür bu coğrafyada.
Bu yılki 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı öncesi bir çok çocuk ölümü
oldu. – ya da?..-
Düşününce, Van depremi sonrası Cumhuriyet Bayramı
kutlamamak, kutlamak isteyen vatandaşlarımızın üzerine tomalı saldırılar, 19
Mayıs’ların stat gösterilerinin iptali, 30 Ağustos’ta –izinli olmasına karşın,
ki neden ve kimden izin alalım onu da anlamış değilim- Ankara’da yaşadığımız
komedi… Demem o ki birileri(!) bizim milli bayramlarımızı kutlamamızı
istemiyor. Cumhuriyetimizin kuruluşuna altın harflerle yazılmış bu mihenk taşı
tarihler birilerine rahatsızlık veriyor. Çünkü bu Cumhuriyetin kendi
sınırlarını ve kendi milletini tayin eden Lozan Anlaşması’yla taçlanmıştır tüm
o tarihler. Ve küresel eşkiyalar o Lozan’ı ve dolayısıyle bu Cumhuriyeti
geçersizleştirmenin planlarına, bölücü maşalarıyla yön vermektedirler. Cumhuriyetin tüm
getirilerinden nemalanacaksın, sonra Atatürk’ü ve Cumhuriyeti beğenmeyeceksin…
Nerede yaşıyorsun hemşerim sen? Uzayda mı?
Sömürgeci maşalarının eski şekli liberal
milliyetçilikti. Yeni moda şekliyse liberal solculuktur. Sömürgecilerin
çanağına su taşımak birinci ve başlıca görevleridir –farkında olarak ya da
olmayarak.- Milli sol ise memleket çıkarlarını korur. Sömürüye emperyalizme,
bölücülüğe karşıdır. Mış gibi yapmaz!
Asıl faşizm liberal solun intenet platformlarındaki
mahalle baskısıdır ve kendi söylemlerine karşı-söylem üretebilenleri sindirmek,
susturmak ve dışlamak düsturuyla hareket ederler. İşte biz buna liboş sol faşizmi diyoruz!
Bu öyle bir hal almıştır ki, olaylar sorgulanmadan,
tıpkı o hülooğ diye bağırdığı için alay edilen cahil ve biçare kadıncağız gibi,
sözümona ulusalcı geçinen gürühun da bu söylemlerin peşine takılıp aynı
teraneyi koro halinde tekrar etmelerine kadar varılmıştır. Müthiş bir
psikolojik travmadır bu. Gerçeklerin açlık sınırında kıvranmasıdır bu. Alay
ettiğiniz kadıncağızdan ne farkınız kalıyor? Sizler cahil değilsiniz ki her
lafın ardından gidesiniz…
Bir de ikinci grup var tabii. Onlar da ortamını,
arkadaşlarını, çevresini kaybetmek istemeyenler. Etliye sütlüye ve memleket
meselelerine pek karışmayanlar yani. Bu yaptırım karşısında sesi kısılanlara ve
sorgulamadan söylem üzerine atlayanlara diyeceğim sadece iki çift laftır:
Biraz yürekli olun
canlar!
Ve sorgulayın! Siz
sazan değilsiniz, hele cahil, hiç değil…
`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ…
Jale ALTUNEL
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder