30 Eylül 2015 Çarşamba

“SEÇİM” – MECLİS KİMİN İÇİN ÇALIYOR?

Son yüzyılda devletlerin işi, dünya tröstlerinin bürokratik işleyişlerini düzenlemek ve onların iyiden iyiye vahşileşen kapitalist ekonomik gidişatlarını sübvanse etmektir.

Seçimler işte bu geçimleri yumuşatır ve o çürümüşlüğü meşrulaştırır. Halkın büyük katılımıyla…
Meclise erken seçim sonrası girecek olan partileri hepimiz yakınen biliyoruz. Akp, chp, hdp, mhp. Kürtçü politika izleyen partinin karşısına görece Türkçü politika izleyen bir parti konulmuş, dinci merkez sağ partinin karşısına da görece bir merkez sol parti. Durum içler acısı bir traji-komedidir. Seçeneksizliğin ve “ehven-i şer”in doruğundayız ki hem bölünme hem de rejim değişikliği tehlikesiyle karşı-karşıyayız.

Yeni kurulacak olan meclisin oy çoğunluğu, başkanlık sistemine onay verirse, bu karşı devrimin tamamlanması anlamı taşır. Öte yandan hdp için yine sanatçısının sepetçisinin borusu öttürülmeye başlandı. Efendim hdp’ye çok haksızlık edilmiş (pkk’ya karşı yapılan operasyonlar kastediliyor) o yüzden oyunu hdp’ye vermek zorundaymış. Bir gün aynı haksızlık akp’ye veya mhp’ye yapılsaymış oyunu onlara da verirmiş!

Bu zırvalardan da anlıyoruz ki herdaim olduğu gibi kasap et, koyun can derdindedir. Ve hdp artık hem açıkça bölücülük ve teröristlik yapacak, hem de oyları yükselerek iyice legalleştirilecektir.
Bu aşamada başkanlık sisteminin gelmesi, yani anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan ilk dört maddesinin değiştirilmesi, yani karşı devrimin tamamlanması ve rejim değişikliği karşısında neler olabilir sorusu geliyor aklıma.

Bunun iki yanıtı vardır.

Birincisi Kemalist bir Türk Devrimi olur,

İkincisi güya “karşı devrim girişimi”nin önü her zaman olduğu gibi! nato destekli bir darbeyle alınır!

İkinci seçenek dünya tröstlerinin taleplerine uygun siyasetteki kabuk değişimini gündeme getirir. Siyasi yasaklılar meclisten alaşağı edilir, yep-yeni oluşumlar, göz kamaştırıcı yeni yalan dolan esnaflıkları ve siyasi evlilikler, şunda birleştikçiler, bunda yoldaşızcılar vs.’ler görürüz… Bu kez darbeyi meşrulaştırmak zor olmayacaktır:

1)“Meclis tarafından bitirilemeyen terörü bitirmek ve terörist partiyi tasfiye etmek”, (Zamanı geldiğinde küresellerle beraber yine ondan kullanmak şartıyla tabii.)

2)“karşı devrimin önünü almak”

Bunlar denildiği zaman nasılolsa akan sular duracaktır.

Ama bir de…

Bir de bu yanından bakalım;

Etinden sütünden ve her türlü nimetlerinden fersah-fersah istifade edilen, gül gibi sömürülüp giden bir memleket değil miyiz? Eh öyleyiz. Bu halkı bir karşı devrimle kışkırtmanın âlemi var mıdır? “Onlara” göre yoktur. Ola ki dünyadaki siyasi eğilimlerin bizim gibi ülkeler için (tekrar söylüyorum, eğer siyasi kadrolar değişmeyecekse) statukodan yana olduklarını görürüz. Ne şiş yansın ne kebap misali!

Bu durumda seçim sonrası kurulacak olan muhtemel koalisyonun başkanlık sistemine onay vermesi engellenecektir. Kemalist Devrim tehtidini göze alamayacaklardır.

Ama bu durum bizi rahatlatır mı? Asla rahatlatmıyor, bilakis huzursuz ediyor. Çünkü meclis işgâl meclisidir ve hdpkk legalleşmiş bir şekilde oradadır. Anadil, özerklik ve tam bağımsızlık sürecinde memleketin şımarık arsız ve yüzsüz veledi olmaya koşulmuştur. Ekonomik gidişatta ise iri burjuvazinin dünya tröstleriyle beraber “devlet” eliyle ceplerimize sokulmuş olan o hırsız ellerini ceplerimizden ne kadar da uğraşsak çıkarabilmemiz olanaksız gözükmektedir.

Kötü ekonomik gidişatın seçim sonrası tablosunda bol miktarda grevlere ve boykotlara tanık olacağız. Ama bu kuşatılmışlıkta sarı sendikalar eliyle yapılacak olan bu türden istim ve gaz alma politikaları kimin gazını alabilir o kısım şaibelidir. Çünkü bu halk aptal değildir!

1 Kasım Azerbaycan’da da seçim günüdür. Öngörüler her ne kadar bizimkiyle benzerlikler gösteriyor olsa da, hem rejim farklılığı vardır hem de halkın tutumunu kestirmek güçtür.

Rus etkisinin önüne islam konulacak ve islami etki buradan oraya sirayet edebilecektir meselâ. Oradan da Ortaasya’ya. Ama sağda solda tutturulan islâmi rejim mayası Türk coğrafyalarında tutmayacaktır. Ki bunu da zamanla ve aşama-aşama yaşayarak göreceğiz. İslâmi sürecin tüm despotizmini ve baskılarını bizim yaşadığımız engebeleriyle yaşayarak öğreneceklerdir.

Bununla beraber, soydaşlarımızın önüne Rus emperyalizmi karşısına islam dışında bir çıkış sunma zorunluluğumuz gözükmektedir ufukta!

Kendi iç sıkıntılarımızın halli-yolu paralelinde…

Sağlıcakla,
Jale ALTUNEL

13 Eylül 2015 Pazar

Benim Güzel Hediyelerim...

Kuzey Azerbaycan Nabran'dan Vuqar YAGUBOV adlı çok genç bir şair kardeşimden benim için yazdığı anlamlı akrostiş... 


BİR İLAÇ İSTİYORUM




BİR OĞRU TAPIN MƏNƏ
(BİR HIRSIZ BULUN BANA)





ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK ASLAN PARÇASI KARDEŞİM!

11 Eylül 2015 Cuma

“ŞARTLARIN OLGUNLAŞMASI” ve TARİH SAHNESİ

Evet, bu sözü 12 Eylül 1980 darbesi öncesi kenan evren, 1977 kanlı 1 Mayıs’ından darbeye kadar gelinen süreci dile getirirken kullanmıştı Milliyetçi-Halkçı çatışmalarında. Ki her ikisi de Atatürk ilkelerindendir, ölümlerin “yetişir” boyutlara tırmandırılmasından dem vuruyordu paşa, şartların olgunlaşmasını bekledik derken.

Yine o yıllarda milliyetçilik ve halkçılık ilkelerini bir daha asla içinden çıkılamayacak algılara saplamak “onların” gerçek hedefi haline gelmişti.  Halkçılığın içine etnisiteyi, soktular. Sol duruş ve halktan yana tavır almak dediğinizde mutlak suretle sanki yurdun diğer bölgeleri yokmuşçasına “doğu ve güneydoğu anadolu çocuğu” edebiyatı yapmalısınız demekti bu.

 Milliyetçilik ilkesiyse üzerinde en fazla oynama yapılan ve deformasyona uğratılan ilkemiz olmuştur. Milliyetçilik sanki sağcılıkmış gibi vurgulandı. Nedeni, MHP’nin parti olarak sermayedardan yana tavır alması olarak gayet net açıklanabilir. Evet, tavanda işler böyle yürüyor ve birden bire hem de “sol”un tam karşısına koyuluyorsa elbette damgalanış şekli de “sağ” olacaktı. Ama gelin görün ki tabanda işler öyle yürümüyordu. Halkın ciddi bir çoğunluğu sağ ideolojinin ve ekonomik politikalarının ne menem bir şey olduğunu bilmeksizin kendini “ben sağcıyım” diye tanıtmıştır vaktiyle. Ancak gerçeklikle ilgisi yoktur. Siz hiç burjuva bir şehit ailesi gördünüz mü? Ben görmedim. Vatan savunması yapan ve hatta vatanı için ölen insan dünyanın neresine giderseniz gidin düşük gelir seviyesine mensup insanlardandır. En iyi ihtimalle orta sınıftandır. Ama asla burjuva değil… Onun evi arabası iyi bir işi falan yoktur. Vatan sevgisi vardır ancak. Çünkü işler karıştığında gidecek bir yeri yoktur ki… Varı yoğu vatanı-toprağıdır!.. Ve o insanlar asla sermayedardan yana tavır almazlar. Halkçılık yani olaylara sol tarafından bakmak doğal bir içgüdüdür onlar için.

İşte milliyetçilik ve sağcılığın birbiriyle uzak yakın bir alakasının olmaması böyle bir gerçektir ki, milliyetçiliğin içine, yine MHP’nin kuruluşundaki ana hedeflerden biri olan Türk – İslâm sentezinin sokulması durumu da demoglesin kılıcı gibi durur orada!..

Bir dönemin şartlarını “olgunlaştıranlar” bir değişik aktörlerdi velhasılı. Şimdi hepsi rahmete gitti. Ama bu aktörlerin cast ajanslar’ı yine aynı, yapımcılar aynı, ha bazı ilave yapımcılar var tabii filmin bütçesi yüksek! Çünkü tüm dünya izliyor ne de olsa. Sabah kahvesini yudumlarken geniş ekran tv’sinden izliyor hem de…

Birileri yine şartları olgunlaştırıyor. Şimdiki mevzu kürt – türk!’e indirgenmiştir. 35 yıldır pkk terörü olarak adlandırmaya elimizden geldiğince imtina ettiğimiz mevzu nasıl kürtlerin tamamını kapsar hale getirildi, biraz muhakeme kabiliyeti olan zaten biliyor durumu. Doğu ve Güneydoğu’da pkk’yı desteklemeyen kürt’ün cezası derhal infazdır meselâ. Pkk o basiretsiz idareciler sayesinde yaratmıştır o korku imparatorluğunu. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından sonra, başımıza sıra-sıra çöreklendirilen sözde yönetici toprak ağalarının, özenle güdmüş oldukları “Dövlet” politikalarından haberimiz yok demeyin sakın! Bilirim vardır. Ve o devlet o zaman da benim devletim değildi zaten. Şimdikinin de olmadığı gibi. Türkçe konuşan bir devletimiz, Atamız’ın ölümünden sonra hiç olmadı ki! HİÇ! Ama o rezil kadrolarını değiştirmek dururken durun şu devleti yıkalım da demedik hiç! Ki demeyeceğiz! Bir Hava Kuvvetleri mensubu pilot ağabey 90’lı yılların sonlarına doğru şöyle bir laf etmişti kulaklarımdan hiç gitmez: “Eğer ben şehit olursam askeri törenimi doğunun en ücra mezrasında yapın! Bura halkı hayatlarında belki de ilk kez DEVLET’i görsünler…” Bir de işin en dramatik yanı şudur ki, Doğu ve Güneydoğu’muzda ciddi oranda Türk nüfusu da mevcuttur.

Şu acı dolu günlerde elbette kürt dalkavukluğuna soyunmadım! Bilenler ne olup ne olmadığımı çok iyi bilir. Bilmeyenler yazılarımı okur öğrenir. Ancak demem o ki; bir tek kürt bile olsa masum, o vakit gidişatı belirlemek bakımından tam bir çuvallama olacaktır bizim için. Unutmayınız ki Türk daima tarihte belirleyici rolleri üstlenmiştir. Yine öyle olacaktır. Ve Türk uyanık, zeki ve bu niteliklerin izdüşümünde de daima sabırlılığıyla ve gerektiğinde son hamleleri yapmasıyla tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Son günlerde feysbukta pkk’nın şehir uzantıları, her zaman olduğundan daha canhıraş yapmaktalar mağdur edebiyatlarını. Hem de akla izana sığmayacak yalanlara bulanmış bir biçimde. Suriye’de 2014 yılında ışid’in vurduğu sivillerin fotoğraflarından tutun da, bölgede ne kadar önceki tarihlere ve farklı olaylara ait fotoğraf varsa #cizredesivillerölüyor palavrasıyla sanki TSK sivilleri öldürüyormuş gibi servis ediyorlar ve harıl-harıl paylaşıyorlar bunları.

Şartlar olgunlaşırken kurt izi it izine karıştırılıyor yukarıda anlattığım sağ(?)-sol(?) mevzuunda olduğu gibi tıpkı.

Akp ve hdp’yi tv ekranlarında hep dalaşırken birbirlerine küfrederken falan görüyorsunuz değil mi? Peki İnanan var mı içinizde bu tiyatroya? Aman diyeyim inanmayın. Onlar “katır cilvesi” sadece. Bop sürecindeki kutuplaşma zaten hdp, akp ve 2011 itibarıyla y-chp haline getirilen partinin de yüksek katkılarıyla bir güzel yaratıldı. Mhp ne mi oldu? O bu sürecin farklı zaman ve mekânlarında yer ve görevler aldı ama son düzlükte, yani şimdi, kendisini değil tabanını kullanacaklar.

Geldik zurnanın zırt dediği yere! Bakın yukarıda milliyetçiliğin içine giren Türk-İslam sentezinden boşuna bahsetmedim. Çünkü siyasal islâmı kullanarak başımıza gelen akp belâsı, tıpkı gezi direnişinde Tophane Yokuşu’na İzmir’in Ankara’nın çeşitli semtlerinde elinde sopalarla sokaklara indikleri gibi, provokatif inişler, nihavent çıkışlar yapmaya başlamışlardır. Bu arkadaşlarımızın sosyo-ekonomik durumları nedir peki? Çok mu zenginlerdir bu insanlar? Hayır değillerdir. Makarnaya kömüre oylarını verebilecek denli iki lokma bir hırka’ya gark olmuşlardır. Ancak ne ki, onların da bu memleketten başka gidecek yeri yoktur. Ve bu olgu gereği vatanperver ve milliyetçidirler. İşte akp parti tavanından yönlendirilen bu taban “tekbir” ve “Allahuekber”lerle dışardan bakıldığında mhp tabanından gayet farksızdır. Ancak gelinen noktada akp tabanı yani aktrollerimiz, bilerek ya da bilmeyerek, hdp ve akp’nin kanaat önderliğinde, pkk’nın şehirlerdeki terör militanlarıyla karşı-karşıya getirilecektir. Aktollerin MHP tabanına lokomotif görevi görmesi gibi bir saçmalıkla burun burunadır yani memleket! Lokomotif karşı aktivistlere, MHP tabanının meze olması ya da edilmesi tehlikelidir!

Sakın yanlış anlaşılmasın. Bir şeylerin anti-çığırtkanlığı falan değil yapmaya çalıştığım. Sadece göstermek.

Ve hep şunu derim, aman ha başkalarının oyunlarında “figüran” olmayın! Kendi senaryonuzu yazın yönetin ve o sahneyi ele geçirin!

Çünkü o sahne bu pespayelerin sizi sürüklemek istediği beşinci sınıf bir pavyon sahnesi değil,

TARİH SAHNESİDİR!

Jale ALTUNEL

11. Eylül. 2015

BİR DAVAYI "DAVA" EDEN SANATTIR!



Çok uzun zaman önce ele geçirdiler köşe başlarını. Bu hangi parti başa geçerse geçsin bir devlet politikasıydı çünkü. Nasıl ki MEB ele geçirildi ve tarihten diğer derslere "onların" istediği gibi bir müfredata gark olundu, durum sanat sepet işlerinde de aynı garabet silsilesinde bugünlere geldi.
Önce sinemamızı ele geçirdi yorgolar, artinler, Tiyatrolara sıçradı sonra Türk düşmanlığı. Vodvillerde izledik Türk'ün aşağılanmasını ve hatta güldük bizi alçaltan sinsi senaryolara.

Sinemada Türk tarihiyle ilgili filmler hep en düşük bütçelerle en ucuzundan yapıldı. Hatta sonradan bu düşük bütçeli tarihi filmler "alay konusu" bile oldular. Hepbirlikte bunlara da güldük tabii.
Git-gide daha da tuttular köşe başlarını. En güzel mekanlar, en cafcaflı müzikholler pkk'nın şehir uzantılarına ait kürtlerin oldu. Oldurtuldu.

Artık 90'lara gelindiğinde iş iyiden iyiye belirginleşmişti. Bir de kafamızı çevirdik ki, bir "kürt hareketi"dir gidiyor. Hem de yanına en güçlü dava arkadaşı SANAT'ı almış...

Kürt mağduriyeti üzerine çevrildi filmler.
Kürt mağduriyeti üzerine yakıldı türküler.
Rock gitarın solosunda soslandı kürt ajitasyonu.
Ve fanzinlerde şiir oldu haymatlos edebiyatı.

Aynı fanzinlerde bayrak vatan ve millet küfür yağmuruna tutuldu post-modern edebiyatçılar tarafından.
Öyle iyi sanatçılar tanıyorum ki bu pespayelik karşısında susmayı tercih eden.
Konuşursak diyorlar, çıkacak yer bulamayız, aç kalırız. Düşünün durumun vahametini...

Bir de yaptıkları yazdıkları hiç bir halta benzemeyenler vardı 90'larda. Onlar bu hareketten yana tavır aldıklarında pohpohlandıklarını keşfedenlerdi. Baktılar burada iyi mama var, aynen o yoldan devam ettiler. Sonra ne mi oldu? Hani kendi yalanına inanma hastalığı vardırya, işte onlar o hastalığa tutuldular ve onların mevzuları hâlâ daha kürt mağduriyetidir.
Sözcük algısı neredeyse değişmiştir Türkiye'de. Hani hep yazılarımda retorik'ten dem vurarak, bir sözcüğün aklımıza getirdiği fotoğraftan bahsederimya... İşte köy denildiği zaman artık herkesin aklına doğu ya da güneydoğu anadolu'da bir köy geliyor. Hey gidi sinema sen nelere kadirsin!

Azınlıklar her daim davalarını çok kuvvetli bir dayanak olan "sanatla" yürüttüler. Sindiler nüfuz ettiler içimize. Türk'ün gişelere bıraktığı hasılatla yaptılar hem de bunu.

Ve hep şunu düşünüyorum; bu memleketin gerçek sanatçısı gerek susarak olsun, gerek emperyalizmin kuyruğuna payanda olmuşlara el vererek olsun bu topluma ne büyük kötülük ettiğinin farkına varacak mı bir gün bilmiyorum...

Sağlıkla,
Jale ALTUNEL 10. Eylül. 2015



23 Ağustos 2015 Pazar

mezeler dile gelse


yolda kaybettiğimiz yılları aradık
yıllarımızın o parlak karanlığında
birdenbire gençliğimizden ıradık,
ve savunurken memleketi,
memleket nere diye soranlarca karalandık.

kiralandık sonra enikonu mesailere
bir tas çorba için orsadan yelken açtık
kalemlerden zehirli kurşunlar yağıyor
ve torunlar hortluyordu gözler önünde
ve fazla mesailerle bombalar atılıyordu
bütün değerlerimize!

ıralırken özgürlük, bombalar patladı Irak’ta
orda can verirken özgürlük,
rock müzik patlıyordu burada.
Aktifleşmeye yüz tutmuştu en pasif ibneler,
En pasif yeşiller,
En pasif romantik sosyalistler…

Cumhuriyet Meyhanesi’nde  dile gelse mezeler,
yolda kaybettiğimiz yıllardan bahsederler
ve hangi masada kimler sövmüş Türk’e
bir bir söylerler…

ad gününü koymuştu onların
ardından baka kaldık yılların
şimdi adını bile anmam
sonradan olma o ölü ressamın.
ve onu göklere fırlatıp, üzerinden
bize havlayan sözde sanatçıların.

yolda kaybetmiştik yılları
çarpışıyorduk
ekmeğin meydan savaşında
soydaşım can çekişiyordu üstelik 
şarkın şimali kıyısında!
pasif aktivistler ne kadar zarif ve ince
çığlıklar atıyorlar o sıra sokak kedileri ölmesin diye
gördün mü sevgilim o yılları tam şurdan?
duydun mu hain soluklardaki o keskin,
nefret ve kin kokusunu?
İki üç tane yüzleri vardı, hepsini gördün mü?
ve kardeşlik diye pazarlanan kalleşçe ölümü…

kaç set oynanırdı cephede ölüm maçı 
kaç penaltı bir gol sayılırdı boş arsada
beşlikten gol ,kaç sayılırdı borsada
ve meclisin binasında?
hain imamla nikah kıymış, 
ihanet zinasında.

yıllara ve duvarlara çarpıyorduk
ıramış çocukluğumuzu
kanıyorduk her defa, şehadet içiyorduk
ihanet aldı götürdü, bütün değerlerimizi
ve satamadan getirdi, yolda kaybettiklerimizi!..



“mezeler dile gelse”
j.ak
23.Ağustos.2015



21 Ağustos 2015 Cuma

kalan sağlar ve bazen

Yol yalnız yürünmeli bazen
Önünde siyaset bataklığı
Ki,
Batmamalısın bazen.
Burada bulanıktır su
Ne dibi vardır ne ucu
İçinde sancı varmış
İçinde kan uykusu
İçmelisin dimdik bazen.
Kan oluktan taşarmış
Tarih bizi aşarmış
Sakin durmak harammış,
Durabilmelisin bazen.
Kimi zora düşünce
Olanlardan bıkarmış
Saflarını terk edip
Felsefeye koşarmış.
Memleket yangınında
Hiç komik değil ama
Taş basarak bağrına
Gülebilmelisin bazen...

"kalan sağlar ve bazen"
j.ak
11 Ağustos.2013


11 Ağustos 2015 Salı

SAHİPLER ve KANAAT ÖNDERLERİ 5- SAVAŞ!


 Büyük resimde, resmi görmemize engel olmakla görevlendirilmiş, önümüze kanaat önderi kisvesinde konanlarla oldu hep bugüne kadar işimiz. Çünkü önümüze konan bu “kanaat önderleri”nin peşinden atlamadık lapin gibi. Onları kenara itip öyle baktık her daim!

Hey gidi güzel memleketim.
Hey gidi Perinçekler Banu Avarlar…

     Hey gidi heyy! Hey gidi yeni chp. Hani şu 2011’de PM’ne paraşütle inenler.
Hani Habur çadır tiyatrosunda rolü olan Sezgin Tanrıkulu,
Hani şu neo-duyun-u umumiyeci Kemal Derviş’in chp’ye getirilen “kanka”ları…
Hani 2011’de CHP’de bunlar başlamışken 2013’te Gezi’ye kanaat önderliği yaptırılan Sırrı Süreyya Önder ve pkk sempatizanı avanesi.. ve ardından derhal yayına geçen HALK TV…

     İşte bunların tamamı oynanan oyunda, kamuoyu üzerinde oluşturulacak olan “yeni” algıların birer enstrumanıydı iç siyasetteki.

    Ergenekon Balyoz Ayışığı Sarıkız vs.. komplolarda Silivri’ye Hasdal’a alınan “asker”lerin çıktıktan sonra; İşçi Partisi iken bir anda Vatan Partisi olarak adı değiştirilen oluşumun etrafında bal peteğine üşüşmüş arılar misali “üşüşmeleri” ve yıllardır ekmeğini yiyip suyunu içtikleri TSK’yı yani bizim Metehan’dan bu yana binlerce yıllık ordumuzu bir anda tu kaka ilan edercesine açıklamalar yapmalarına da yüreklerimiz dayanmıyor ve canlarımızı acıtıyor bu durum. Ey Silivri mağduru askerler. Nasıl bir tuzağa düşürüldünüz bilmem. Ama ben size inanmıyorum artık… Hele sarfettiğiniz sözler rüzgâr gibi kimlere hizmet ettiği kendinden menkul Perinçek’in yamacından esince, beni hiç bağlamıyor. Bu milleti de bağlamaz bundan emin olun. Ve içimden buna içten içe seviniyor olduğunuzu ummaktayım (nedense).

    Bir dünya savaşı başladı bilmem farkında mısınız? Evet 3. Dünya Paylaşım Savaşıdır Ön Asya’da olup bitenler. Ama artık savaşların şekli değişti. Ekonomik sebepler ortaya seriliyor ve değişen durumlara göre sömürgecilerin beslediği terör gruplarıyla gözlerini diktikleri ülkelerde şiddet-medya-siyaset üçgeninde önce kamuoyunda yarattıkları yarı aydını ele geçiriyorlar. Sonra bizde de gördüğünüz gibi insanlar dut yemiş bülbüle dönüyor ve olanı biteni onların istediği gibi değerlendirmeye başlıyor.. Barışsa barış kardeşlikse kardeşlik. Bir hoşgörü bir hoşgörü sormayın gitsin… Medya sömürgeciler adına büyük bir coşkuyla hangi güzel dileklerden dem vursa (barış, kardeşlik, demokrasi, özgürlük..) uygulanan ve hayata geçen tam tersi oluyor. Öyle ki ellerinde barış pankartları taşıyanların aynı yürüyüşte molotof atması tarzı oksimoronlarla burun buruna kalıyor ve izliyoruz. Bu yalnızca bizde mi böyle peki? Hayır, elbette değil. Dünyanın her yerinde aynı plan işletiliyor ve insanlar afiyetle yiyor… Ben Aziz Nesin satkınının düşündüğü gibi bu milletin aptal olduğunu asla düşünmedim düşünmem. Ben Atatürk gibi düşünmekteyim bizim milletimiz zekidir. Hele etraf ülkelere bakınca bunu net olarak görürsünüz…

    İç siyasetin geldiği son durum oldukça trajiktir. Atatürk’ün kurduğu parti CHP, PKK’nın aklama organına dönüşmüş, HDP “saygı” duyulan bir parti, Çinci Perinçek’in partisine eski askerler akın etmiş, dhkp-c mit ve cemaat elele bir şeyler yapmakta. Buz dağının görünen yüzü deliler ülkesi. Ama bakalım muhalif(!) Perinçek’in Ulusal Kanal’ına ve ondan da muhalif Halk Tv’ye.. tüm bu yaşanan siyasi komedya aşırı normal, aşırı gündelik. Siyasi bir dikenli yoldan geçiliyormuş havaları.  Ve her yanımız doğruymuş da, tek bir günah keçimiz varmış! O da TSK. Evet ordu çok rereröymüş. Dağları taşları bombalıyormuş, ordu bilmiyormuş ne yaptığını, şuymuş buymuş… Çünkü siz çok pîr-u paksınız!..
Bu milletin bağrından çıkmış bir ordudur tukaka edilmeye çabalanan. Ve bağlı bulunduğumuz bir pakt vardır. Buraya kadar olan bilindiktir. Bizler elbette natoya da avrasyacılığa da, çinciliğe de, şuculuğa da, buculuğa da karşıyız. Ama ekonomik gerçekler ve sürüklendiğimiz tablo ortadadır…

    Recep Erdoğan hakkında hem de akp’nin en kuvvetli döneminde kimse gık diyemiyorken Cem Yağcıoğlu 2011 senesinde “bye bye teyyip” diye bir yazı yazmıştı anımsarsınız. Çünkü sürecin o tarihte başladığını görmüştü, görmüştük. Sömürgecilerin kabuk değiştirme zamanıydı. Hemen ardından 2013 Gezi olayları patlak vermişti. Artık akp karşıtı yazma çizme ve konuşma “modası” Halk tv önderliği(!)nde başlamıştı açıktan açığa. Gazı alan çıkıyordu bu cimcime Ulusal’a ve Halk’a bıcır bıcır akp’ye veriştiriyordu. Ona veriştiriyor ama, HDP’yi, Vatan Partisi’ni ve CHP’yi Türk filmlerinin Ayşeciği gibi masum bir ay parçası ilân ediyorlardı canlarım benim! İşte sayın Yağcıoğlu’nun yarı aydın olarak çizdiği muhalifliğinden şüphe duymadığımız profilin beynini yiyenler aslında ta kendileridir… Ama benim beyni yananlardan hâlâ umudum var. (En azından iyi niyetli ve gönlü bu vatandan yana olanlarından!)

    Şimdi dönelim seçim sonuçlarına ve TSK’nın Güney’e ve Kandil’e gidişine… Biliyorsunuz ki Suriye için teskere geçen yıl çıktı. Bir ordunun ülke sınırlarının dışına operasyon yapması için MGK toplanması gerekmiyor muydu? Peki neden TSK bu operasyonu hükümet varken yani teskere çıktığı zaman değil de, seçimler sonrası bir hükümet boşluğu varken yaptı? Milli savunma bakanı kim? Dış işleri bakanı kim? Bunlar nerede? Bu nasıl bir oldu-bittiye getirilmiş operasyondur? Ben tahminimi söylüyorum, bu da tıpkı diğer darbeler gibi Nato destekli bir askeri darbedir. Ancak Sahipler ve Kanaat Önderleri -III adlı yazımda (2013-Haziran) Tüm bunları ön görmüş ve sonunda Türk Ordusu’nun Nato’dan bu yana tarihinde ilk kez Türk Milleti’nden yana tavır alacağından ve bunun bizim 2. Kurtuluş Savaşımız olaacağından bahsetmiştim…

Savaşın nesnel sebepleri ve Azerbaycan (Güney ve Kuzey) üzerine…

    Yeni duyun-u Umumiye de eskisi gibi yatırımlarımızı nerelere yapmamız gerektiği konusunda politekonomik ajanlarını kullandı. Ve GAP bitirilme aşamasına geldi. Öyle ki ufak tefek girişimlerde bulunabilsek yıllardır bu milletin alın teriyle neredeyse ortaya çıkarılmış olan ve dünya nüfusunun bilmemkaçta kaçını beslemeye yetecek olan hububatı yetiştirebileceğimiz Harran’ımıza kavuşacağız. Ama nedir? Buna izin verilmiyor, borçla borç faizi ödüyoruz, duble yollar yapıyoruz onu yapıyoruz bunu yapıyoruz. Yetmiyor, nükleer santral projelerine imzalar atıyoruz. Ee? GAP? Boşver onu diyorlar. Bir yandan da Ceylanpınar dahil,  GAP’ı kapsayan ovamız parçık pinçik İsrail’e satılıyor…

    Güney’de durum buyken kuzeyimiz son derece sevindirici bir gelişmeye gebe… Bu İstanbul-Bakü hızlı tren projesidir. Evet bu proje bizim modern İpek Yolumuzdur. Katar deyip geçmeyin. Bu proje, mallarını deniz ticaretiyle bu yoldan taşıyanların ekonomisine darbe indirmek anlamı taşır ve bu projenin hayata geçmesini istemeyen(!) ülke/ülkeler de kabak gibi açığa çıkar. Bu proje Türk Dünyası’nın birliğini soydaşlığını ve en önemlisi de Dil’ini taşır. İşte Sırrı Sakık önderliğinde kurulmaya çabalanan kantonun hedefi bu katar yolunun geçişini engellemek, buna bir set çekmek amaçlıdır. Ki pkk demiryolu saldırılarına başlamıştır bile. Anımsarsanız geçenlerde doğu Anadolu’da Tebriz’e giden trene eylem yapılmıştı. Tebriz’i de kapsayan ve iran olarak adlanan Güney Azerbaycan’da 35 milyon soydaşımızın yaşadığını söylememe gerek yok burada sanırım. Bölgede hakim popülasyon Türk unsurudur ki ışidle körüklenen mezhep tantanası ve sadece mezhepsel çıkışlarıyla “yedi tugay” adı altında pazarlanan, önceliği Türklük değil mezhep haline getirilen piyonların hangi korkuyla bölgede kaynatıldığı açıklık kazanıyor… Ve PKK artık yüzünü Rusya’ya dönmüştür. İşte tam burada Azerbaycan’ın kürt kökenli İlham Aliyev ile düşürüldüğü ekonomik tuzaktan bahsetmek istiyorum…

    Görünürde 8 milyar dolara mal olduğu söylenen 1. Avrupa Oyunları için 20 milyar dolar harcandığı söyleniyor. Ki bunu gidip gördüm. Rus mason aristokrasisinin Aliyev’i kabul merasimini andıran 1. Avrupa Oyunları, bir rüya gibi geldi ama Azerbaycan’daki soydaşlarımızı delerek geçti. Öngördüğümüz ve daha önce de yazdığımız üzere şu an korkunç boyutlara tırmanan hayat pahalılığıyla ve büyük bir ekonomik çelişkiyle yüzyüze kalmıştır o coğrafya. Oyunlar sonrası Rusya güdümündeki Ermenistan, Azerbaycan’a saldırılarını artırmış, Türkiye’de aynı topraklara talip olan ermeni ve kürdü şimdilik bir balansta tutmayı sağlamışlardır böylece. Ama biz biliyoruz ki O topraklar ne ermeni’ye ne de kürde yâr olacaktır. O topraklar bizimdir ve katar yollarımızı da GAP’ı da kimseye teslim etmeye niyetimiz yoktur.

    İşte tam burada 2015 başlarında NEDEN TSK ve AZERBAYCAN ORDUSU’nun ortak tatbikat yaptıklarını sormadan edemiyor insan!
Avrupa-Rus ittifakı, Amerika Çin ve İsrail… Her birinin besleyip büyüttüğü piyonları…

    Artık savaşlar şahların beslediği piyonlar yani terör örgütleri.. yani şiddet-medya-siyaset üçgeninde gerçekleşiyor. Yani “ikna” ediliyoruz bir şeylere! Sakın ha ikna olmayınız!

    Çünkü biz kazanacağız! 

    Sağlıcakla,

    Jale ALTUNEL



8 Ağustos 2015 Cumartesi

gökyüzü tulpar sürüsü

Ağustos sıcağında vatan uğruna yanıyor birileri!
Ağustos sıcağında plajlarda serinlerken vatan hainleri... 

Çalındı değerlerim
Hırsızlandı türkülerim
ermeninin ağzında zavallı sarı gelin!
Halılarım kilimlerim
Renklerim!!!
Üzülme uçmagdaki şehidim,
Üzülme ninnisi oğrulanmış bebeğim,
Tarih de bizim
Yurt da bizim!
Gökyüzü tulpar sürüsü
Tarihimin ve ordumun,
Ö
lüsü yeter size ölüsü!!!

"gökyüzü tulpar sürüsü"
j.ak
3. Ağustos. 2015



                                                                        "TULPAR"                                          
                                                            Sanatçı: Vüqar İMANOV

17 Temmuz 2015 Cuma

Marmara'nın iyotu

şehrin dilsiz geçitlerinde elimde bavul
sidikli dolmuş duraklarıyla bakıştık İstanbul'un!
Marmara'nın iyotunu da çektim içime,
kalabalığın ter kokusunu da 
sigara bahane.
sonra bir kez daha baktım doğuya fotoğraflardan,
şehir konuşuyor, insanlar susuyordu Bakü'de.
ve burada insanlar bağrışıyor,
şehrimin dili kesiliyor semt semt, sokak sokak.
protez uzuvlarıyla İstanbul,
dönüşüm projeleriyle kan revan...
martıları şu iç denizin,
acısını haykırıyor gibi koskoca şehrin.
ve kolu bacağı kopartılırken geçmişimizin,
doğuyoruz her gün
uyandık sandığımız bir sekiz saatten,
yeni bir unutkanlığa.

"Marmara'nın iyotu"
j.ak
16 Temmuz, 2015



1 Temmuz 2015 Çarşamba

TOPLUMSAL HAFIZA ve ŞUUR

Ön Asya’nın son durağı Türkiye’den  Bakü’ye gelirken bavuluma  bizim memleketin tüm ekonomik ve jeosiyasi sorunlarını o ezbere bildiğimiz tarihsel sıralanışıyla yerleştidim.

İnsan ister istemez benzerlikler ve farklar üzerinden kıyaslamalara giriyor. Elbette Azerbaycan pilavından ortak mutfak kültüründen dem vurup, külekler (rüzgârlar) ve odlar diyarına dair turistik bir yaklaşıma girmeyeceğiz.

Toplu taşıma araçlarındaki insanlara, çevre semtlere ve sokaktaki insanlara baktığımda Azerbaycan’ın neredeyse otuz yıl öncesinin Özal’lı Türkiye’sine dair büyük benzerlikler taşıdığını görüyorum. Biz darbe sonrası 1984 – 1990 arası yıllarda sokakta, televizyon karşısında ve kurumlarda neler yaşadıysak burada aynıları bir başka rüzgârın etkisiyle, aynı amaçlarla ve az farkla yaşanıyor.

Bakkaldan süpermarkete geçiş süreci ve tüketim toplumunun kapitalist ivmedeki vahşi seyri Türkiye’de uzun yıllara yayılmışken burada 2011 Eurovision şarkı yarışması ve şimdi gerçekleşmekte olan Avrupa Oyunlarıyla hızlandırılmış bir süreçte seyrediyor. Bu da insanların yine hızlı bir sürece sıkıştırılmış olan kültür emperyalizmine de maruz kalması anlamı taşıyor ki medya ve özellikle tv.’nin sabah programlarından eğlence programlarına, “haberler”den, bombardıman halindeki reklâmlara, tüm üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi toplumsal hafızadan ve geçmişe dair şuurdan uzaklaştırıyor. Üstelik bu uzaklaştırma, yine geçmişin esintileri kullanılarak “yeni”ye uyarlanmış bir şekilde zerk ediliyor…

İlki Bakü’de düzenlenen Avrupa Oyunlarına, Dünya kupalarına ve olimpiyat oyunlarına baktığımda 2012’de yitirdiğimiz değerli dostum Metin Kurt, nam-ı diğer “çizgi Metin”le yaptığımız söyleşiler ve sporun evrensel değil, tarihsel bir olgu olduğu çıkarımına varmamız geliyor aklıma. Çünkü ilk çağlarda avcı-toplayıcı formunda yaşayan insanın spor yapmaya ne zamanı ne de mecali vardı. Antik çağda ise efendilerin bir tür kendini gösterme, gücünü ıspatlama arenasıydı o eski Yunan olimpiyatları. Ki ödül, kimi romantik tarih kitaplarında anlatıldığı gibi başlarına takılan kuru bir zeytin dalından yapılma taç değil, yüz amfora dolusu zeytinyağıydı. Bu ödülü kazanan efendi, onu vererek şehrin en güzel yerinden bir malikâne satın alabiliyordu. Sonraları efendiler kendileri değil, kölelerini yarıştırarak (gladyatörler) rolleri değiştirdiler. Birçok ülkede spor-iş yasası hayata geçmemiştir ve bu yüzden sporcu ve kulüp başkanı arasındaki ilişki işçi-işveren ilişkisinden çok, efendi-köle ilişkisini andırır. Zirve sporcuları ile oluşturulan özendiricilik birçok amatör sporcunun aynı çarkın içinde işçi haklarına sahip olmaksızın köle gibi yer almasını sağlarken, milyarlarca euro paranın döndüğü bu afyonu andıran dev organizasyonlar liberal sistem çarkının en kuvvetli dişlisi halindedir. Yenidünya düzeninde organizasyonlara baktığımızdaysa bu çağın “efendilerinin” yani günümüz aristokrasisinin bu komitelerde başçı olduklarını görürüz. Yani ilk çağlardan günümüze çok da fazla bir değişiklik yoktur. Spor tarihsel gelişimini sürdürürken spor organizasyonları şimdi de efendilerin gövde gösterisinde bulundukları arenalar olmayı sürdürürken aynı zamanda uluslar arası siyasetin de araçlarından biridir.

Azerbaycan, 1991’de merhum Elçibey’in önderliğindeki devrimle Sovyetler Birliği himayesinden çıkarak bağımsızlığına kavuşmuştu. 24 yıllık genç bağımsızlıkta Rusça, şimdilerde de adeta bir burjuva göstergesi olarak kullanılmakta. Elbette bunda hem bilgi kaynaklı kitapların hâlâ pek çoğunun Rusça olmasının, hem de nostaljik duyguların etkisi var. Ancak soydaş neft ülkesi, yalnızca kuzey etkisiyle değil, güneyde Güney Azerbaycan’a bağlı İran (din) etkisiyle, batıdaysa Türkiye basamağından adım atan liberal rüzgârın etkisiyle tam bir sıkışma yaşamakta. Yani Türkiye’den farklı olarak hiçbir uluslar arası antlaşmaya - pakta bağlı olmayan ve bağımsızmış gibi görünen Azerbaycan, üç taraflı bir kültürel basıncın etkisi altındadır. Avrupa Oyunları konusunda Almanya önderliğinde batı ülkeleri, bu organizasyonun Bakü’de düzenlenmesini Avrupa ülkesi olmaması hasebiyle sert ve keskin bir dille eleştirerek karşı çıktılar. Bu karşı çıkışta yapay tampon ermenistan’ın batıdaki diyasporasını devreye soktuğunu ve bunu yine hamisi Rusya’nın uzaktan kumandasıyla yaptırdığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya’nın izlediği politikanın gelmiş olduğu son nokta batı emperyalizminden farklı değildir ve batıda Avrupa, güneyde İran eliyle Azerbaycan’ın kendisine doğru itilmesi konusuna Avrupa Oyunları fırsatı değerlendirilmiştir. Oyunlar öncesi hiçbir batılı ülke konunun ehemmiyetine vurgu yapmazken bir ağabey edasıyla Bakü’yü ve Avrupa Oyunlarını “sahiplenmesi” yanı sıra, Oyunlar’a en fazla sporcuyu yollayarak olsun, altın madalya sıralamasında en çok madalya alan ikinci ülkenin üç misli madalyayı almasıyla olsun, 1. Bakü Avrupa Oyunları’nda akıllarda kalan ülke Rusya olmuştur.

Oyunlara hazırlıkla başlayan bu çetin süreçte alt geçim sınırında yaşayan insanlarla burjuva kesim arasındaki uçurumun büyük bir ekonomik çelişkiyi beraberinde getirdiği açıkça görülmektedir. Oyunlar gerçkekten de açılışından kapanışına değin yüz akıyla ve son derece parlak bir sunumla üstesinden gelinmiş olmasıyla göz doldurdu. Ama? Aması var işte… Çünkü sonrasında, Avrupa’dan uluslararası organizasyon şirketleri aracılığıyla gelen üst düzey beyaz yakalıların alım gücü doğrultusunda bir pazar ekonomisinin oluşması tehlikesi vardır. Esnaf, fiyatları “onların” alım gücü doğrultusunda düzenleyecek ve uçurum daha da büyüyecektir. Tıpkı benzer durumları uzun vadede yaşamış olan Türkiye’de olduğu gibi.

Öte yandan kapitalist sistemin kendi kendini bitirmeye koşulu yarattığı alım gücünden yoksun insan yığınları ne zaman tüketim ekonomisini kriz noktasına getirse, tam da o zaman bölgesel savaşlarla emperyalizmin bu krizi fırsata dönüştürmesi senaryosunu yaşarız. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir misali. Ve sistem insan etine ve kana asla doymak bilmez…

İşte şimdi de aynısı olmaktadır;

Malûm ellerce ermenilerin Azerbaycan tacizi, Putin’in Avrupa Oyunları sırasında Erdoğan’la yaptığı otel görüşmesi – ki muhtemelen Kırım ve Suriye konusunda bir pazarlıktı bu – ve en önemlisi Ön Asya’nın bu karışık atmosferi süre-giderken yine Doğu Türkistanlı soydaşların gündeme getirilmesi. Evet Uygur Türkleri’ne büyük bir tazyik ve yıllardır uygulanan neredeyse soykırım boyutunda bir zulüm vardır. Bunu yadsıyamayız. Ancak ne var ki mağduriyetleri hep böyle kritik dönemlerde gündeme taşınır. Uygur Türkleri, İslami örgütleri besleyenlerin adeta kullanım aracı haline geldi. Türkiye'ye girişine izin verilenler uç dinciler ve cemaatin elinde oyuncak olanlardır. Yine gastarbeyter konusu geliyor burada gündeme. Işid için tımarlı sipahiler gibi asker topluyorlar oradan. Bunu ayırt etmek gerek. Çin’in mağdur ettiği yetmiyormuş gibi cemaat bu mağduriyetten kullanıyor ve kendisine yüzde yüz biyat eden Uygur Türkleri'ni göya “kurtarıyor." Orada ölümü gösterip,  burada sıtmaya razı ediliyor.

İnsanlık hâlâ daha Salazarlar’ın Francolar’ın 3F’si ile devran döndürüyor. Futbol Fiesta ve Fado(kader). Şu duruma uyarlarsak Spor Organizasyonları, Eğlence ve Din… Ve değiştirilen demografik yapılar, içilen kanlar, yenen insan etleri! Yitirilense her daim toplumsal hafıza ve şuur…

Sağlıcakla.
Jale ALTUNEL









17 Mayıs 2015 Pazar

ikinci seher

kıyısındayız ve ırağında
kıyasıya bir mücadelenin
oysa haritası bellidir hep
aşılmış denizlerin
yalnızlık kilidi olsa da
eski yelkenlimizin,
rüzgar öz evladıdır,
Türk devriminin.
bak, süzülür içdenizimden
işçi gemisi
kanatlanır semalarında şimdi
bir göç sürüsü
döne döne çağlarken 
bir alemde yorgun kam,
kan akını var iklimime
Orta Asya'dan.
asi çocukları olduk her daim 
kör kütük bir tarihin
uşaklığını etmeyeceğiz asla
o hırslı mirasyedilerin.
benden artık sahiplenir olmuş kimi
kendi öz tarihimi,
nifak sokmuş araya 
durduk yerde kimileri.
bağrına gireceksek bir gün 
bu toprağın hepberaber
karanlıktan kurtulmak için dostum,
bu ancak bir 
ikinci seher...

"ikinci seher"
j.ak
17.Mayıs.2015








11 Mayıs 2015 Pazartesi

epik ve devrim


değişmeli dostum şekli devrimin
anadili ekonomi sömürü ve işgalin
hayrandık masumluğuna
antik çağ galibiyetlerinin
ve bir kahramanı vardı hep düşlerimizin
oysa ne kadar uyumluyduk
bir zamanlar doğayla
şimdi isimler takıyoruz parktaki ağaçlara
ava gittik şehrin göbeğinde sahte bir ormana
katledildi tam o sırada gerçek!

“epik ve devrim”
j.ak
7. Mayıs. 2015

3 Mayıs 2015 Pazar

zordur canım


Sessizlik yankılanır uçsuz kanyonundan Mayıs’ların
Gür ve çağlayan yokluğunda türküler söyler illerimiz
Bilsen canım bir bilsen ne kadar zenginiz
Sansürlü ihtiyaç listelerimizle biz!
Şehirlerimiz,
Geçkin akşamların parlak ışıklarıyla dövülürken
Ve sövülüp öldürülürken kadınlarımız yok yere
Üstelik karanlık devinirken masumiyet pervanesinde
İyi niyet hep konuşur sağır ve dilsiz işaretleriyle
Yankılanır sessizlik sabırlı seherinden Asya’nın
Zordur canım vebali buralarda Türk olmanın
Bir canın var elinde bilirim bir de sazın
Bir de sessizliğin o uçsuz kanyonunda Mayıs’ların…

“zordur canım”
j.ak
3. Mayıs. 2015



25 Nisan 2015 Cumartesi

karanlıkla sevişirken




son halini almamıştır varılmamış uzun yol
kimlere hizmet eder şimdi o liberal yalancı sol?
güz göçünde kaybolmuş  binlerce çalışkan kol,
mal girdabında mahpus, kanatsız ve karam-bol.

göz görmez kulak duymaz kimse hal hatır sormaz
tan karası kalkar işe, uykular küflü ayaz
siyah bir karanlıkla sevişirken avaz avaz
elinden silah tutar, parası vaatlerden az.

kimi koymuş evde kızı, kimi dayamış duvara sazı
hasreti  boynuna takmış,  öyle gelmiş bazısı
aşk yününden döşek örüp,  ısıtırken karısı,
düşünde memleket pilavı ve Hazar’ın karşı kıyısı.

son hali yoktur dostum buna benzer  resimlerin
yabancıdan saymayız biz göçmenini Türk ilinin
nasıl kullandıklarını biliriz, kanla beslenenlerin
karşılığı ölüm ve açlık değil, o soğuk şiltelerin.

kimi bacı, kimi ana, kiminin sesi yara 
örgüsü var kiminin balkıyan saçlarında
çocuk bakar kimisi kuzusu Türkmenistan’da
kavuşur  avaz avaz, düşünde evladıyla!

“karanlıkla sevişirken”
j.ak
25. Nisan 2015

Türk coğrafyasından migrant (göçmen işçi) olarak Türkiye'ye gelen ve çok ağır şartlarda çalışıp, karşılığında çok az paraya sömürülen işçileredir...