12 Kasım 2015 Perşembe

SAHİPLER ve KANAAT ÖNDERLERİ -6- Güney Azerbaycan


Hazır davaların “kanaat önderleri” çok olur. 
Ama bu davaların bir de gerçek sahipleri vardır.

Dava ne kadar gerçek ve Sahipler ne kadar haklıysa, o sözde Kanaat Önderleri de bir o kadar gerçek sahiplerin altında böcek gibi ezilmeye mahkûm kalır! Gezi’de yaşamadık mı? Sırrı ve “ağaçsever” tayfası Kemalistlerin altında kalmadı mı? İşte onun gibi. Güney Azerbaycan ayaklanması kapanın elinde kalacakmış gibi dursa da, oradaki Türk Halkı salak değildir! Kimlerle hareket edeceğini gayet iyi bilir…
Geçtiğimiz hafta İran hükümeti tarafından sıkı denetimde olduğunu bildiğimiz İran televizyonu, Türkler’i (bizi) ağır hakarete maruz bırakan bir programı pişkincesine yayınladı. Programda bizim dişlerimizi tuvalet fırçasıyla temizlediğimiz ve bu yüzden ağzımızın da çok pis koktuğuna dair son derece ipe sapa gelmez, tam bir fars kurnazlığıyla, aşağılanıyor ve yine her zaman olduğu gibi taciz ediliyorduk. Bunun bir benzerini daha 2006 yılında biz Türklerin hamamböceğine benzetilerek neşredildiği karikatür krizi’nde yaşamıştık.
Hepimiz görüyor ve biliyoruz ki Güney Azerbaycanlı soydaşların kalkışmasında hamamböceği, tuvalet fırçası vb. türde hakaret ve tacizler olayın gerçek formal yapısına, oradaki soydaşların onlarca yıldır yaşıyor olduğu eziyet ve zulümlere ancak birer bahanedir.
Kaçar Türkleri İngiliz desteğiyle Pehlevi ailesinin 1925’teki işgâlinden sonra hep zulümlere sabretmek durumunda kaldılar. Bölgedeki 1000 yıllık Türk hâkimiyeti bu işgâlle bitiyor ve pan-iranist farslaştırma politikaları ekonomik olarak da uygulanıyordu. 1930-1940’lı yıllarda Türklerin yoğunluklu olarak yaşadıkları Güney Azerbaycan bölgesine devlet destekli sadece iki fabrika açılırken, Türklerin azınlıkta olduğu bölgelere; başta Tahran ve Rıza Han’ın doğum yeri olan Mazanderan gibi şehirlere yirmi fabrika açıldı. Böylelikle yoğunluklu Türk nüfusunun dağıtılması ve Türkler’in birliği dirliği parçalanırken ekonomik olarak da güçsüzleştirilmesi planlanmıştı. Ve faşistçe bir bastırma, boyun eğdirme politikası güdülüyordu. Öyle ki kamu hizmetlerinde valilik ve üst yönetim kadrolarına Türkler alınmıyor, yönetici kadrolardan def ediliyor, Türk dili konusunda da ağır baskılara ve tacizlere maruz kalınıyordu. Rıza Han dönemi Tebriz valisi Abdullah Mostofi Türkçe ağıt yakılmasına izin vermiyor, Tebriz milli eğitim müdürü Zogi, okullarda Türkçe konuşulmasını yasaklayarak yasağı ihlâl edenlere ağır cezai yaptırımlar uyguluyordu. Bilir misiniz bu korkak farslar’ın yüzlerce yıl Türk’e korkaklık vergisi verdiğini? Bilir misiniz, savaşmaktan korktuğu için Türk savaşçılarını öne sürerek kendi atıllığında Türk boyundurluğunda rahatça yaşayıp da kendisine Türkler tarafından yukarıda anlattığım gibi faşistçe saldırılar yapılmadan yüzyıllar boyu sadece popolarını büyütüp oturduklarını? Rahatça ve konforla…
Neyse sonuçta Türkiye’de yaşayan ve oradaki akrabalarımızla aynı tarihi, kültürü ve dili paylaşan Türkler olarak Güney Azerbaycan konusunda pek az şey bildiğimizi düşünmekteyim. Tıpkı Şu ana kadar gözlerimizi kapadığımız Irak Türkmenleri, Suriye Türkmenleri Doğu Türkistan Türkleri, Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri ve dahası gibi.  Ön Asya’da, Kafkaslar’da, Orta Asya’da başımızı ne yana çevirsek Türk’e çarpmamıza karşın, sanki Türk’ün tek ülkesi Türkiye, tek dert de Türkiye Türkleri’nin derdiymiş gibi davranmaktan vazgeçmemizin zamanı geldi de geçiyor oysa…
Güney Azerbaycan Türkleri’ne ve o coğrafyaya baktığımızda tarihin bizler için karanlık sayfalarına da düşeriz tabii. Öyle ki o karanlık sayfalar adeta kara lekeler olarak durmakta. Şah İsmail – Yavuz Selim ve Timur – Yıldırım Bayazid… Yani gerçekte siyasal-ekonomik sebeplerin mezhep savaşına dönmesi ve Türk’ün Türk’ü kırması temalı trajedileri iyi biliriz.
Ama şu hale bakın ki bir sürü lehimize olan gerçeği bilmezken aleyhimize olan gerçekleri didik-didik biliyor, Türk’ü Türk’e kırdırma, düşman etme ve araya nifak sokma amaçlı olan,  dayatılma tarih bilgileriyle yoğrulup duruyoruz. Ancak ne var ki artık internet sayesinde günden güne küçülen dünyaya ve Türk gerçeğine dönüp baktığımızda sünni, alevi şii müslüman Türkler, Saka’da hristiyan Türkler, ateist Türkler, Orta Asya’da Şaman, Göktengrici Türkler ve musevi Hazar Türkleri’ni görürüz. Artık bizleri birleştiren ve aynı yöne bakmamızı gerektiren gerçekler, şartlar doğrultusunda değişmiştir. Din her ne kadar önemli bir birleştirici unsur olsa da kendi gerçeklerimize bu cepheden bakma retoriği değişmelidir.
Sonuçta Güney Azerbaycan Türkleri 9 Kasım 2015 tarihinde Tahran, Tebriz, Urmiye, Zencan Erdebil, Meşkin, Hoy, Sulduz, Merend, Mugan ve Marağa şehirlerinde haklı kalkışmalarını başlatmışlardır.
30 milyonu aşkın Türkü barındıran Güney Azerbaycan’da, soydaşlarımız onlarca yıldır gördükleri zulüm karşısında asla terörle gündeme gelmemişlerdir. Bu türden bir zararın tam aksine farsların yürüttüğü ekonomik anlamda çökertme ve fakirleştirme politikalarına karşın; onlar, ülke ekonomisinin çok önemli bir payını ayakta ve dinç tutan bir ekonomik enstruman rolü üstlenirler. Yukarıda saydığım şehirlerde gerçekleşen kalkışma mertçe ve TÜRK GİBİ bir kalkışmadır. Haklı bir davanın protestosudur. Kısıtlı bir biçimde bahsettiğim tarihi gerçeklerin yanında onların ayaklanma sebebini “Amerika’nın oyunu” ya da “batı öyle istedi de kalkıştılar” şeklindeki söylemlerle hafifleştirmeye ve yok saymaya kimsenin hakkı olmadığını düşünmekteyim. Orada yaşayan milyonları salak yerine koymaya kimsenin hakkı yoktur!
Ancak şu da bir gerçektir elbette en başta yazdığım gibi, haklı davaların kanaat önderleri çok olur!
Biz kendi davamıza sahip çıkmazsak ona sahip çıkar birileri.
Biliriz ki bizim de bölünmek gibi bir tehlikemiz vardır. Tıpkı Azerbaycan’ın 1828’te (Türkmençay antlaşmasıyla) Kuzey ve Güney olarak bölündüğü gibi.  Batı ve Rus menşeili söylem yumağının aklımızı esir almasına ve “Güney Azerbaycan bağımsızlığına kavuşuyorsa, ya da Kırım ya da Ahıska ya da Türkmeneli ya da Doğu Türkistan… O zaman şu kürtlere de bağımsızlık vermek durumunda kalırız ha!” türünde tarihi gerçeklerden sıyrılmış batıcı ve rusçu algılara gark olmayınız! Çünkü onların onlarca yıldır yapmaya uğraştıkları şey tarihimizi-kültürümüzü oğrulamak, algılarımıza hükmetmek, bizi bize kırdırmaktır!
Bizi topraklarımızı hırsızlamaya yönelik bir kürdistan palavrasıyla korkutup, kendi gerçeklerimizden uzaklaştırmaktalar. Gerek ülkemizin parçalanma planlarını, gerekse Güney Azerbaycan’daki bu kalkışmaya kimler tarafından kanaat önderliği yapıldığını asla gözden kaçırmamamız gerekiyor. Evet Türkler olarak tetikleniyoruz, açık yaralarımıza kurtlarını bırakmak isteyen hain camış sinekleriyle çevrilidir etrafımız. Ancak bu durum 30 milyonu aşkın soydaşımızın haklı kalkışmasını görmezden gelmemize asla bahane olmayacaktır!
Ben bu Pazar, 15 Kasım 2015’te Güney Azerbaycanlı Türk soydaşlarıma desteğimi göstermek üzere İran Konsolosluğu önünde yer alacağım dostlar!
Sağlıkla,
Jale Altunel / edebiyatgazetesi

2 Kasım 2015 Pazartesi

kariyer-sarıyer dolmuş hattı


hatta kraliçe arı!
işçiyi kovandan kovan
bal damlıyor kovandan
hatta kalın! trafik yoğun
amansız yürürlük.
zamansız ölüm.

"kariyer-sarıyer dolmuş hattı"
j.ak,
31.Ekim.2015

27 Ekim 2015 Salı

açık yara

Ne zaman bu kadar yara aldı
Gündelik harflerimiz?
Daha iyi algılanır olmuş
Başka dilden, izledikleriniz.
Açık yaramıza konarken şimdi
Kan sinekleriniz,
Oluk oluk Fırattır
Dinmeyen şehitlerimiz.

Urmu gibi kurutulmak istenirken
Gözlerimiz,
İrin olmuş akar mikroplu yaradan
Mezhepleriniz
Kendi bedenini yerken idealleriniz
Tecavüze uğruyor bütün değerlerimiz!

“açık yara”
j.ak

26.Ekim.2015


22 Ekim 2015 Perşembe

BİZ KAZANACAĞIZ!

Sevgiyle atılmış imzan kaldı şimdi kitabımda.
Kocaman bir yürekle yazılmış inanç dolu
O güçlü nida;
 “Biz kazanacağız!”
Ve üstelik
O diri, o gencecik bakışlarınla,
Kulağıma tekrarladın;
“Şairim biz kazanacağız korkma!”

Sırtına bindi kimileri hep
Bu aziz vatanın!
Kimileri bindi sırtına hatta
Bizim olan davanın!
Kimileri etkiledi, kimileri tekmeledi
Hızını alamayıp,Türk’lüğümüze lâf etti!
Ev yanarken cayır-cayır, duvar rengini seçti.

Sen yazdın hep yılmadan
Anlattın olanları korkmadan
Mürekkebinde memleket sorusu,
Yüzünde Mustafa Kemal kokusu
O narin omuzlarında koskoca bir vatan.
Üstün tuttun davayı, ölümcül bir hastalıktan!
O gün orada anladım ki, tanışıyorduk biz çoktan
O gün orada anladım ki,
Gözyaşımız aynı tuzdan…

FİGEN ÖZEN için,
“Biz Kazanacağız!”
j.ak
22.Ekim.2015






anlak

Satır aralarına serptiğimiz aforizmalar vardı,
Ki onlar kitaplara ve kimi zaman hayata
Sığmayanlardı.
"anlak"
j.ak
22.Ekim.2015





13 Ekim 2015 Salı

İKİLİ PERDELEME

Bu yıl yapılan genel seçimlere dönelim.

Pkk uzantısı hdp elbirliğiye meclise sokuldu. Bu durum kaosu tırmandırmaya yönelik atılmış ilk adımdı. Çünkü partiler arası koalisyona yönelik ver-kaçlar ve katır cilveleri hiçbir sonuç vermeyecekti zaten. Erken seçim ihtimali cepteydi yani. Neden? Çünkü hdp erken seçime kadar geçen zamanda kulakların alışacağı ve meşrulaşacağı bir süreci, mağduriyetle bezenmiş bir biçimde yaşamalıydı.

Geçtiğimiz yaz, Haziran’dan bu yana yaşanan tiyatro hem buna hizmet ediyordu, hem de Suriye’de “yaşanacaklar” konusunda Türkiye’de bu “dört kafadarın” oluşturduğu hükümet boşluğundan doğan durgunluk, küresel çeteye altın bir tepside ikram ediliyordu…

Rusya'nın hava ihlaline nato'dan cevap gelmiş. Müttefiki Türkiye'yi "korumak" için gerekirse Türkiye'nin güneyine asker yollayabilirmiş. Zurnanın zırt dediği yerdeyiz şimdi.

Bugünkü patlama, Suruç’un ikinci ayağıydı. Tırnak arası sol dedik, sözde sol dedik, toprak ağalarından solcu olur mu dedik, tüm dünyada aynı solun adım-adım oluşturulduğundan bahsettik, ama kendimiz söyleyip kendimiz dinledik ne yazık ki. Bir de baktık bizim sol; kâh, sponsorların milyon dolarlık rock şenliklerinde, kâh sermayeyle kol-kola girmiş halay çekmekte, kâh bir sarı sendikanın ardına takılmış sendikacılık oynamalarda 1 Mayıs’larda… Öyle romantik bir meze oldu ki sol, gidip Gezi Park’taki ağaçlardan ve kuşlardan dinleyebilirsiniz, o derece… Ama ne var ki işte bu romantizm genç insanlara hitap ediyor. Yeni yüzyılın emotional (emo, duygusal) genci tüm dünyanın yükselen tirendi romantik sol’u çok sevdi!

Bugün de tıpkı Suruç’ta ve Diyarbakır’da olduğu gibi romantik gençler bombaların önüne sürüldüler ve kurban edildiler. Milliyetçiliğe (ama güya her tür milliyetçiliğe) karşı çıkanlardı ölenler ve onlar için “milli yas” ilân edildi.

Nato, sınırda ve içerde tırmandırılan kan çanağından yudumlamak üzere “barış gücü” adı altında Türkiye’ye girme hazırlığındadır sözün özü. Bölünmenin başka bir şekilde olamayacağını en iyi bilenler kendileridir zira.

Ve konu Doğu ve Güneydoğu konusu değil, Türkiye’nin tamamıdır. İçerde ve dışarda ola-gelen kaynamanın nedeni budur.

Işid’den “komünistlerin” ölümüne sevinç çığlıkları gelmiş hemen. İşte yine rövanşizm bulamacı “insaniyet” ekseninden servis ediliyor ve bilinçaltımızla dalga geçiliyor. O yana bakıyoruz solla alakaları yok, bu yana bakıyoruz islâmla alakaları yok. Adıyla alakası olmayan oluşumlar dünyası artık bu dünya.

Barış mitingi adı altında yapılacak olan gösteri yürüyüşü izinli bir yürüyüştü ve günler öncesinden biliniyordu öyle değil mi? Peki en ufak bir mitingde bile miting alanına neredeyse kırk takla atarak en az 3 kez arandıktan sonra girilebiliyorken, neden bu kez hiç arama yapılmamıştır? Güvenlik sanki göz göre-göre es geçilmiştir. Kim geçmiştir peki? Elbette hükümetin sorumluluğundadır bu iş. Hadi diyelim ki hükümet bu en kritik ve önemli konuyu es geçmiş, yok saymış. Peki o gençleri oraya taşıyan stk’lar, disk kesk gibi kurumların lider kadroları ne halt ediyorlarmış? Hiç mi sorgulamadılar böyle önemli bir konuyu? Hele de çok yakın tarihlerde Diyarbakır ve Suruç gibi hadiseler yaşanmışken? O insanları o güvenliksiz ortama nasıl bir vurdumduymazlıkla sokabiliyorlar? Bu liderlerin de tıpkı oraya “barış” nidalarıyla giden dürüh gibi hdp sempatizanı oldukları artık bilinen bir gerçektir. Neydi onların bu denli “boş bulunmalarının” nedeni acaba?

Kutuplar yaratılıyor en zalim şekliyle.

Ama en tepede maalesef kutup mutup yoktur! Bu basit ilüzyonu göremeyen çırpınmaya devam eder. O yaptı! Hayır beriki yaptı! Hayır şu yaptı!..

Hem hiç biri, hem de hepsi.

Durum hiç de karmaşık değil. O yakalamış, bu kesmiş, bu pişirmiş, bu da yemiş işte…

Bugünü ve bugüne kadar olanları, salt pkk ve hdp ekseninde okumaktan çok, daha geniş bir açıdan değerlendirmeliyiz.

Hedef Türkiye’dir ve “meclis” son 13 yıldır akp önderliğinde kimlerin çanağına su taşıyorsa alayının ortak prodüksüyonunu izlemekteyiz.

Takım sporlarını izleyenler iyi bilir, savunmayı savunmak perdeleme (screen)olarak adlanır.  Bir de bunun savunmayı hücum hattından iki kişinin yaptığı durumlar vardır. Buna da ikili perdeleme (double screen) denir… Hızlı ve ezberlenmiş bir şekilde yapılırsa savunma hattını dağıtabilir. Bu yüzden Atamız hattı değil, alanı savunmuştur. Ki o alan tüm vatan demiştir.

Alan savunmasına çekiliyoruz dostlar. Vaziyet-i ahvalin tercümesi budur kısaca!

Sağlıkla,
Jale ALTUNELL

8 Ekim 2015 Perşembe

SAVAŞ-FUTBOL-UZAY ve YERÇEKİMİ!

Rusya'nın bop konusunda, ab/d-israile alttan desteği ve pkk'ya alan yaratmasının ardında Güney Azerbaycan’la aramızda oluşturulacak olan tamponun kendi işine yarayacağı gerçeği yatar. İran'la ittifakında bizi ilgilendiren ayrıntı budur. Çünkü Rusya aynı zamanda gözünü Hazar petrollerine de dikmiştir. Türkiye Güney-Kuzey Azerbaycan bütünlüğü, Rusya’daki bütün Kafkas Türkleri’ni ayaklandırır. Turan'ın ve oluşacak ekonomik paktların Rusya ticaretine büyük bir darbe indirmesi, ayrıca İstanbul-Bakü demiryolu projesiyle de (Yeni İpek Yolu) batının deniz ticaretini bitireceği, öngörüler arasındadır.

Şimdiki savaşlar çıkarları baltalayacak olan ekonomik hamleleri durdurmak üzerinden yürütülüyor. Oluşabilecek ticari paktları sekteye uğratmak ve gelirin tamamına sahip olmaya yönelik gerçekleşiyor.
 
Putin'in dini hamleleri, Rusya'da cami açması gibi hareketleri ve böylelikle de Türk Dünyası’nın yüzyıllardır içine düşürüldüğü mezhep krizine alttan desteği bunun göstergesidir. Daha önce bir yazımda söylediğim gibi (İran) Güney Azerbaycan'daki sünni şii çatışması olarak adlanacak ve kamuoyuna bu şekilde yansıtılacak olan bölgesel çatışma, aslında Türk-kürt çatışması olacaktır. 

putin bop sürecini hızlandırmaktadır ve bu bizim için büyük bir tehdittir. Ama başrol kıvamında soyunduğu arenada, döğüş için bir figüranı (Suriye ışid’i) seçmiştir. Kavramlar gibi savaşların da “takdim”i farklı adlanıyor artık. Zemin hazırlanmıştı nasılolsa. Akp, fetih ordusu adı altında tımarlı sipahiler gibi mezhep üzerinden kurmuştu tezgâhı. Rusya Işid’i vuruyorum diyerek açıkça Türkmenler’i katlediyor. Bölgenin demografik yapısını yok ediyor. Bu görüntüsüyle rusya asla bir başrol değil, ancak ab/d ve israil’in temizlikçiliğine sıvanmış ve bu yüzden de kendi vatandaşları tarafından bile ilk günden beri sert protestolara maruz kalmış bir ülkedir!

***

Arena demişken önemli bir konuya daha değinmek istiyorum. FUTBOL!

Milli takımımız 2002 Dünya Kupası'nda Şenol Güneş yönetiminde üçüncü olmuştur...
O yıl akp'nin başımıza sardırıldığı yıldır!

Fatih Terim yönetimindeyse Euro 2008'de üçüncülüğümüz vardır ki futbol tarihimizdeki en büyük başarılardan ikincisidir bu da. Peki 2008'de ne oldu? Büyük bir ekonomik kriz, tüm dünyada elbette. Ama Türkiye, Önasya'nın bu krizden kitlesel anlamda en fazla zarar gören ülkesi olmuştu. 

Franko'nun üçüncü F'si bu kez Azerbaycan'da...

10 Ekim'de oynanacak olan Azerbaycan-İtalya maçı için Azerbaycan kazanacak diyorum.

Neden mi? Bizde yaşananlar şu an orada yaşanıyor da ondan! Azerbaycan'da durum ekonomik olarak düşüşte. Batı orayı daha da borçlandırma sürecini hızlandırmak ister. Bu enstrumanları kullanmak zorundalar.

Kitleler Futbolla sevinip coşarken Yeni Dünya Düzeni çarkını döndürür!

Yanılmayı çok isterim...

Azerbaycan’ın kazanması konusunda değil elbette! Azerbaycan yönetiminin batı ve Rus emperyalizmiyle beraber bu durumu bir tür haklı uyutma enstrumanı olarak kullanması konusunda.

Çünkü biz, GS Avrupa Şampiyon kulüpler kupasını aldığında Avrupalı, diğer iki kupayı aldığımızda da Dünyalı olmuştuk ya hani?!

Şimdiyse uzaylıyız farkındaysanız. Rus uçakları semalarımızda adeta gezinti uçuşları yapıyor ama bu durum ne yetkililerden ne de halktan büyük bir tepki görüyor.

Mini-mini feysbuk gruplarıyız çünkü artık biz.
Ve o grupların liderleri uzaydaki gezegenlerinde krallıklarını ilân etmiş gibiler.

Güzel kahramandı değil mi şu bizim Küçük Prens? 

Haber uçursak Prens’le,
İnerler mi artık Memleket’e?
Teknoloji öğretti hepimize
Uzak uzay-sosyolojisini
Gerçek kayıp giderken ele
Oradan ahkâm kesmesini!
J.ak der şu kara topraktaki
Yerçekimi ey dost yerçekimi
İnternete feysbuka değil,
Oraya düşürdük şehidimizi!

“yerçekimi”
8.Ekim.2015


Sağlıkla,

Jale ALTUNEL




düşünmeye zaman yoktu

başlar önlerine eğikti
Maltepe minibüsünde
üzülüyorlardır dedim
şehitlerimize
üzülüyorlardır 
rus'un sirke inmesine
küskünlük sandım
o derin suskunluğu
inerken seğirdi ve baktı,
sağ gözümün sol ucu
ne o, ne bu ne de şuydu
insanların durumu
milletin başını eğen,
akıllı bir telefondu!
"düşünmeye zaman yoktu"
j.ak
7. Ekim. 2015


30 Eylül 2015 Çarşamba

ŞEYTANLAR HAMISI VEZİFEDEDİR - Cavanshir MEHDİYEV

Ey avvam müselman,ay yazıq insan,
Dünyada hamıdan geri qalmısan,
Ecnebi gezende,o vaxt havada,
Sabir çox çalışdı,seni oyada.
Neden,ayılmadan,hele yatırsan?!!
Gör sen hara gedib,ne axtarırsan?!!
İllerle yığdığın pulu götürüb,
Gedib,dağa çıxıb,daş toplayırsan?!!
Axı,o daşları kime atırsan?!!
O daş kime deyir,sen heç baxırsan?!!
Şeytana daş atan,gedib Mekkede,
Şeytanlıq edermi,gelib ölkede?!!
Kesdiyin qurbanlar,verdiyin nezir,
Hamısı şeytanın cibine gedir!!!
O qara deşikde şeytan ne gezir,
Şeytanlar hamısı vezifededir,
Şeytanlar hamısı vezifededir!!!


Cavanshir MEHDİYEV
27.09.2015.Almatı ş-ri.

Kazakistan - Almatı'da yaşayan şair dosta ait dizeler...



Hac'da hayatını kaybedenler...
Allah rahmet etsin üzgünüz, ancak yaşananlar düşündürücüdür!

“SEÇİM” – MECLİS KİMİN İÇİN ÇALIYOR?

Son yüzyılda devletlerin işi, dünya tröstlerinin bürokratik işleyişlerini düzenlemek ve onların iyiden iyiye vahşileşen kapitalist ekonomik gidişatlarını sübvanse etmektir.

Seçimler işte bu geçimleri yumuşatır ve o çürümüşlüğü meşrulaştırır. Halkın büyük katılımıyla…
Meclise erken seçim sonrası girecek olan partileri hepimiz yakınen biliyoruz. Akp, chp, hdp, mhp. Kürtçü politika izleyen partinin karşısına görece Türkçü politika izleyen bir parti konulmuş, dinci merkez sağ partinin karşısına da görece bir merkez sol parti. Durum içler acısı bir traji-komedidir. Seçeneksizliğin ve “ehven-i şer”in doruğundayız ki hem bölünme hem de rejim değişikliği tehlikesiyle karşı-karşıyayız.

Yeni kurulacak olan meclisin oy çoğunluğu, başkanlık sistemine onay verirse, bu karşı devrimin tamamlanması anlamı taşır. Öte yandan hdp için yine sanatçısının sepetçisinin borusu öttürülmeye başlandı. Efendim hdp’ye çok haksızlık edilmiş (pkk’ya karşı yapılan operasyonlar kastediliyor) o yüzden oyunu hdp’ye vermek zorundaymış. Bir gün aynı haksızlık akp’ye veya mhp’ye yapılsaymış oyunu onlara da verirmiş!

Bu zırvalardan da anlıyoruz ki herdaim olduğu gibi kasap et, koyun can derdindedir. Ve hdp artık hem açıkça bölücülük ve teröristlik yapacak, hem de oyları yükselerek iyice legalleştirilecektir.
Bu aşamada başkanlık sisteminin gelmesi, yani anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan ilk dört maddesinin değiştirilmesi, yani karşı devrimin tamamlanması ve rejim değişikliği karşısında neler olabilir sorusu geliyor aklıma.

Bunun iki yanıtı vardır.

Birincisi Kemalist bir Türk Devrimi olur,

İkincisi güya “karşı devrim girişimi”nin önü her zaman olduğu gibi! nato destekli bir darbeyle alınır!

İkinci seçenek dünya tröstlerinin taleplerine uygun siyasetteki kabuk değişimini gündeme getirir. Siyasi yasaklılar meclisten alaşağı edilir, yep-yeni oluşumlar, göz kamaştırıcı yeni yalan dolan esnaflıkları ve siyasi evlilikler, şunda birleştikçiler, bunda yoldaşızcılar vs.’ler görürüz… Bu kez darbeyi meşrulaştırmak zor olmayacaktır:

1)“Meclis tarafından bitirilemeyen terörü bitirmek ve terörist partiyi tasfiye etmek”, (Zamanı geldiğinde küresellerle beraber yine ondan kullanmak şartıyla tabii.)

2)“karşı devrimin önünü almak”

Bunlar denildiği zaman nasılolsa akan sular duracaktır.

Ama bir de…

Bir de bu yanından bakalım;

Etinden sütünden ve her türlü nimetlerinden fersah-fersah istifade edilen, gül gibi sömürülüp giden bir memleket değil miyiz? Eh öyleyiz. Bu halkı bir karşı devrimle kışkırtmanın âlemi var mıdır? “Onlara” göre yoktur. Ola ki dünyadaki siyasi eğilimlerin bizim gibi ülkeler için (tekrar söylüyorum, eğer siyasi kadrolar değişmeyecekse) statukodan yana olduklarını görürüz. Ne şiş yansın ne kebap misali!

Bu durumda seçim sonrası kurulacak olan muhtemel koalisyonun başkanlık sistemine onay vermesi engellenecektir. Kemalist Devrim tehtidini göze alamayacaklardır.

Ama bu durum bizi rahatlatır mı? Asla rahatlatmıyor, bilakis huzursuz ediyor. Çünkü meclis işgâl meclisidir ve hdpkk legalleşmiş bir şekilde oradadır. Anadil, özerklik ve tam bağımsızlık sürecinde memleketin şımarık arsız ve yüzsüz veledi olmaya koşulmuştur. Ekonomik gidişatta ise iri burjuvazinin dünya tröstleriyle beraber “devlet” eliyle ceplerimize sokulmuş olan o hırsız ellerini ceplerimizden ne kadar da uğraşsak çıkarabilmemiz olanaksız gözükmektedir.

Kötü ekonomik gidişatın seçim sonrası tablosunda bol miktarda grevlere ve boykotlara tanık olacağız. Ama bu kuşatılmışlıkta sarı sendikalar eliyle yapılacak olan bu türden istim ve gaz alma politikaları kimin gazını alabilir o kısım şaibelidir. Çünkü bu halk aptal değildir!

1 Kasım Azerbaycan’da da seçim günüdür. Öngörüler her ne kadar bizimkiyle benzerlikler gösteriyor olsa da, hem rejim farklılığı vardır hem de halkın tutumunu kestirmek güçtür.

Rus etkisinin önüne islam konulacak ve islami etki buradan oraya sirayet edebilecektir meselâ. Oradan da Ortaasya’ya. Ama sağda solda tutturulan islâmi rejim mayası Türk coğrafyalarında tutmayacaktır. Ki bunu da zamanla ve aşama-aşama yaşayarak göreceğiz. İslâmi sürecin tüm despotizmini ve baskılarını bizim yaşadığımız engebeleriyle yaşayarak öğreneceklerdir.

Bununla beraber, soydaşlarımızın önüne Rus emperyalizmi karşısına islam dışında bir çıkış sunma zorunluluğumuz gözükmektedir ufukta!

Kendi iç sıkıntılarımızın halli-yolu paralelinde…

Sağlıcakla,
Jale ALTUNEL

13 Eylül 2015 Pazar

Benim Güzel Hediyelerim...

Kuzey Azerbaycan Nabran'dan Vuqar YAGUBOV adlı çok genç bir şair kardeşimden benim için yazdığı anlamlı akrostiş... 


BİR İLAÇ İSTİYORUM




BİR OĞRU TAPIN MƏNƏ
(BİR HIRSIZ BULUN BANA)





ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK ASLAN PARÇASI KARDEŞİM!

11 Eylül 2015 Cuma

“ŞARTLARIN OLGUNLAŞMASI” ve TARİH SAHNESİ

Evet, bu sözü 12 Eylül 1980 darbesi öncesi kenan evren, 1977 kanlı 1 Mayıs’ından darbeye kadar gelinen süreci dile getirirken kullanmıştı Milliyetçi-Halkçı çatışmalarında. Ki her ikisi de Atatürk ilkelerindendir, ölümlerin “yetişir” boyutlara tırmandırılmasından dem vuruyordu paşa, şartların olgunlaşmasını bekledik derken.

Yine o yıllarda milliyetçilik ve halkçılık ilkelerini bir daha asla içinden çıkılamayacak algılara saplamak “onların” gerçek hedefi haline gelmişti.  Halkçılığın içine etnisiteyi, soktular. Sol duruş ve halktan yana tavır almak dediğinizde mutlak suretle sanki yurdun diğer bölgeleri yokmuşçasına “doğu ve güneydoğu anadolu çocuğu” edebiyatı yapmalısınız demekti bu.

 Milliyetçilik ilkesiyse üzerinde en fazla oynama yapılan ve deformasyona uğratılan ilkemiz olmuştur. Milliyetçilik sanki sağcılıkmış gibi vurgulandı. Nedeni, MHP’nin parti olarak sermayedardan yana tavır alması olarak gayet net açıklanabilir. Evet, tavanda işler böyle yürüyor ve birden bire hem de “sol”un tam karşısına koyuluyorsa elbette damgalanış şekli de “sağ” olacaktı. Ama gelin görün ki tabanda işler öyle yürümüyordu. Halkın ciddi bir çoğunluğu sağ ideolojinin ve ekonomik politikalarının ne menem bir şey olduğunu bilmeksizin kendini “ben sağcıyım” diye tanıtmıştır vaktiyle. Ancak gerçeklikle ilgisi yoktur. Siz hiç burjuva bir şehit ailesi gördünüz mü? Ben görmedim. Vatan savunması yapan ve hatta vatanı için ölen insan dünyanın neresine giderseniz gidin düşük gelir seviyesine mensup insanlardandır. En iyi ihtimalle orta sınıftandır. Ama asla burjuva değil… Onun evi arabası iyi bir işi falan yoktur. Vatan sevgisi vardır ancak. Çünkü işler karıştığında gidecek bir yeri yoktur ki… Varı yoğu vatanı-toprağıdır!.. Ve o insanlar asla sermayedardan yana tavır almazlar. Halkçılık yani olaylara sol tarafından bakmak doğal bir içgüdüdür onlar için.

İşte milliyetçilik ve sağcılığın birbiriyle uzak yakın bir alakasının olmaması böyle bir gerçektir ki, milliyetçiliğin içine, yine MHP’nin kuruluşundaki ana hedeflerden biri olan Türk – İslâm sentezinin sokulması durumu da demoglesin kılıcı gibi durur orada!..

Bir dönemin şartlarını “olgunlaştıranlar” bir değişik aktörlerdi velhasılı. Şimdi hepsi rahmete gitti. Ama bu aktörlerin cast ajanslar’ı yine aynı, yapımcılar aynı, ha bazı ilave yapımcılar var tabii filmin bütçesi yüksek! Çünkü tüm dünya izliyor ne de olsa. Sabah kahvesini yudumlarken geniş ekran tv’sinden izliyor hem de…

Birileri yine şartları olgunlaştırıyor. Şimdiki mevzu kürt – türk!’e indirgenmiştir. 35 yıldır pkk terörü olarak adlandırmaya elimizden geldiğince imtina ettiğimiz mevzu nasıl kürtlerin tamamını kapsar hale getirildi, biraz muhakeme kabiliyeti olan zaten biliyor durumu. Doğu ve Güneydoğu’da pkk’yı desteklemeyen kürt’ün cezası derhal infazdır meselâ. Pkk o basiretsiz idareciler sayesinde yaratmıştır o korku imparatorluğunu. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından sonra, başımıza sıra-sıra çöreklendirilen sözde yönetici toprak ağalarının, özenle güdmüş oldukları “Dövlet” politikalarından haberimiz yok demeyin sakın! Bilirim vardır. Ve o devlet o zaman da benim devletim değildi zaten. Şimdikinin de olmadığı gibi. Türkçe konuşan bir devletimiz, Atamız’ın ölümünden sonra hiç olmadı ki! HİÇ! Ama o rezil kadrolarını değiştirmek dururken durun şu devleti yıkalım da demedik hiç! Ki demeyeceğiz! Bir Hava Kuvvetleri mensubu pilot ağabey 90’lı yılların sonlarına doğru şöyle bir laf etmişti kulaklarımdan hiç gitmez: “Eğer ben şehit olursam askeri törenimi doğunun en ücra mezrasında yapın! Bura halkı hayatlarında belki de ilk kez DEVLET’i görsünler…” Bir de işin en dramatik yanı şudur ki, Doğu ve Güneydoğu’muzda ciddi oranda Türk nüfusu da mevcuttur.

Şu acı dolu günlerde elbette kürt dalkavukluğuna soyunmadım! Bilenler ne olup ne olmadığımı çok iyi bilir. Bilmeyenler yazılarımı okur öğrenir. Ancak demem o ki; bir tek kürt bile olsa masum, o vakit gidişatı belirlemek bakımından tam bir çuvallama olacaktır bizim için. Unutmayınız ki Türk daima tarihte belirleyici rolleri üstlenmiştir. Yine öyle olacaktır. Ve Türk uyanık, zeki ve bu niteliklerin izdüşümünde de daima sabırlılığıyla ve gerektiğinde son hamleleri yapmasıyla tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Son günlerde feysbukta pkk’nın şehir uzantıları, her zaman olduğundan daha canhıraş yapmaktalar mağdur edebiyatlarını. Hem de akla izana sığmayacak yalanlara bulanmış bir biçimde. Suriye’de 2014 yılında ışid’in vurduğu sivillerin fotoğraflarından tutun da, bölgede ne kadar önceki tarihlere ve farklı olaylara ait fotoğraf varsa #cizredesivillerölüyor palavrasıyla sanki TSK sivilleri öldürüyormuş gibi servis ediyorlar ve harıl-harıl paylaşıyorlar bunları.

Şartlar olgunlaşırken kurt izi it izine karıştırılıyor yukarıda anlattığım sağ(?)-sol(?) mevzuunda olduğu gibi tıpkı.

Akp ve hdp’yi tv ekranlarında hep dalaşırken birbirlerine küfrederken falan görüyorsunuz değil mi? Peki İnanan var mı içinizde bu tiyatroya? Aman diyeyim inanmayın. Onlar “katır cilvesi” sadece. Bop sürecindeki kutuplaşma zaten hdp, akp ve 2011 itibarıyla y-chp haline getirilen partinin de yüksek katkılarıyla bir güzel yaratıldı. Mhp ne mi oldu? O bu sürecin farklı zaman ve mekânlarında yer ve görevler aldı ama son düzlükte, yani şimdi, kendisini değil tabanını kullanacaklar.

Geldik zurnanın zırt dediği yere! Bakın yukarıda milliyetçiliğin içine giren Türk-İslam sentezinden boşuna bahsetmedim. Çünkü siyasal islâmı kullanarak başımıza gelen akp belâsı, tıpkı gezi direnişinde Tophane Yokuşu’na İzmir’in Ankara’nın çeşitli semtlerinde elinde sopalarla sokaklara indikleri gibi, provokatif inişler, nihavent çıkışlar yapmaya başlamışlardır. Bu arkadaşlarımızın sosyo-ekonomik durumları nedir peki? Çok mu zenginlerdir bu insanlar? Hayır değillerdir. Makarnaya kömüre oylarını verebilecek denli iki lokma bir hırka’ya gark olmuşlardır. Ancak ne ki, onların da bu memleketten başka gidecek yeri yoktur. Ve bu olgu gereği vatanperver ve milliyetçidirler. İşte akp parti tavanından yönlendirilen bu taban “tekbir” ve “Allahuekber”lerle dışardan bakıldığında mhp tabanından gayet farksızdır. Ancak gelinen noktada akp tabanı yani aktrollerimiz, bilerek ya da bilmeyerek, hdp ve akp’nin kanaat önderliğinde, pkk’nın şehirlerdeki terör militanlarıyla karşı-karşıya getirilecektir. Aktollerin MHP tabanına lokomotif görevi görmesi gibi bir saçmalıkla burun burunadır yani memleket! Lokomotif karşı aktivistlere, MHP tabanının meze olması ya da edilmesi tehlikelidir!

Sakın yanlış anlaşılmasın. Bir şeylerin anti-çığırtkanlığı falan değil yapmaya çalıştığım. Sadece göstermek.

Ve hep şunu derim, aman ha başkalarının oyunlarında “figüran” olmayın! Kendi senaryonuzu yazın yönetin ve o sahneyi ele geçirin!

Çünkü o sahne bu pespayelerin sizi sürüklemek istediği beşinci sınıf bir pavyon sahnesi değil,

TARİH SAHNESİDİR!

Jale ALTUNEL

11. Eylül. 2015

BİR DAVAYI "DAVA" EDEN SANATTIR!



Çok uzun zaman önce ele geçirdiler köşe başlarını. Bu hangi parti başa geçerse geçsin bir devlet politikasıydı çünkü. Nasıl ki MEB ele geçirildi ve tarihten diğer derslere "onların" istediği gibi bir müfredata gark olundu, durum sanat sepet işlerinde de aynı garabet silsilesinde bugünlere geldi.
Önce sinemamızı ele geçirdi yorgolar, artinler, Tiyatrolara sıçradı sonra Türk düşmanlığı. Vodvillerde izledik Türk'ün aşağılanmasını ve hatta güldük bizi alçaltan sinsi senaryolara.

Sinemada Türk tarihiyle ilgili filmler hep en düşük bütçelerle en ucuzundan yapıldı. Hatta sonradan bu düşük bütçeli tarihi filmler "alay konusu" bile oldular. Hepbirlikte bunlara da güldük tabii.
Git-gide daha da tuttular köşe başlarını. En güzel mekanlar, en cafcaflı müzikholler pkk'nın şehir uzantılarına ait kürtlerin oldu. Oldurtuldu.

Artık 90'lara gelindiğinde iş iyiden iyiye belirginleşmişti. Bir de kafamızı çevirdik ki, bir "kürt hareketi"dir gidiyor. Hem de yanına en güçlü dava arkadaşı SANAT'ı almış...

Kürt mağduriyeti üzerine çevrildi filmler.
Kürt mağduriyeti üzerine yakıldı türküler.
Rock gitarın solosunda soslandı kürt ajitasyonu.
Ve fanzinlerde şiir oldu haymatlos edebiyatı.

Aynı fanzinlerde bayrak vatan ve millet küfür yağmuruna tutuldu post-modern edebiyatçılar tarafından.
Öyle iyi sanatçılar tanıyorum ki bu pespayelik karşısında susmayı tercih eden.
Konuşursak diyorlar, çıkacak yer bulamayız, aç kalırız. Düşünün durumun vahametini...

Bir de yaptıkları yazdıkları hiç bir halta benzemeyenler vardı 90'larda. Onlar bu hareketten yana tavır aldıklarında pohpohlandıklarını keşfedenlerdi. Baktılar burada iyi mama var, aynen o yoldan devam ettiler. Sonra ne mi oldu? Hani kendi yalanına inanma hastalığı vardırya, işte onlar o hastalığa tutuldular ve onların mevzuları hâlâ daha kürt mağduriyetidir.
Sözcük algısı neredeyse değişmiştir Türkiye'de. Hani hep yazılarımda retorik'ten dem vurarak, bir sözcüğün aklımıza getirdiği fotoğraftan bahsederimya... İşte köy denildiği zaman artık herkesin aklına doğu ya da güneydoğu anadolu'da bir köy geliyor. Hey gidi sinema sen nelere kadirsin!

Azınlıklar her daim davalarını çok kuvvetli bir dayanak olan "sanatla" yürüttüler. Sindiler nüfuz ettiler içimize. Türk'ün gişelere bıraktığı hasılatla yaptılar hem de bunu.

Ve hep şunu düşünüyorum; bu memleketin gerçek sanatçısı gerek susarak olsun, gerek emperyalizmin kuyruğuna payanda olmuşlara el vererek olsun bu topluma ne büyük kötülük ettiğinin farkına varacak mı bir gün bilmiyorum...

Sağlıkla,
Jale ALTUNEL 10. Eylül. 2015