11 Ağustos 2021 Çarşamba

Selam olsun La Primavera’ya

 

Gönülsüzdü kadın,

Yine zamanda birgün

Derebeyi vermiş emri ressama

Ortaçağ’ın kara İtalyası’nda

Gönlü olacaktı bir şekilde kadının

Bu evlilik zorla da olsa.

 

Zamanda birgün,

Zamanda o kadın derken,

Çıkageldi ellerinden ressamın

Devasa La Primavera.

 

Kayıp ruhlar sokağının

Akvaryum apartmanında

Ceset gözlü adamlar

Ve satılmış kadınlar mezarlığı var

Botiçelli tablosuna Eros hapsolmuş

Bir bahar akşamı rastlamak,

Hicaz makamına.

Ve memleket skandalları

Sığınmacı sandalları,

Orman vandalları

Hicap makamları.

 

Gönülsüzdü kadın Ortaçağ’da birgün

Derebeyin yeğenine varmaya,

Gönülsüz şimdi Kamları Anadolu’nun

Meze edilen kadınlara ki,

Ruhsuzlar sokağının

Ceset gözlü adamlarına.

Gelenekten racona

Kabadayılıktan mafyaya

Sürüklenirken şirkli akıntıya,

Şarklı şarkılar bile küskün

Selam olsun La Primavera’ya.

 

Derebeyi o çağda

Korudu geleneği

Zamanda birgündü

Ön safta savaşa gitti

Ve bilirdi de bu yüzden,

Ruhuyla sevişmeyi.

 

Zamanda birgün bugün

Akvaryumun tam içi

Ceset yüzlü adamlar

Bilemezler sevmeyi

Hedonistik sofralarda

Kadın ancak et yemeği

Savaşmak bilgelikle

Zaten bir ruh işi

Onu da bilmez

Ruhsuzlar sokağının

Ceset gözlü sakinleri.

 

“Selam olsun La Primavera’ya”

j.ak

11. Ağustos. 2021

 

 

 

 

 

3 Ağustos 2021 Salı

AĞIT

 

Torosların semah dönen şahanı

Kanatlanıp uçmak ister sincabı

Etten duvar örmüş ana kardaşı

Dağlandı da gitti canım yongası.

 

Tahtacı’nın tek geçimi ormanı

Ne güzeldi coğrafyamın Türk yayı

Ağaçlarmış yiğitlerin sırdaşı

Dağlandı da gitti canım neyleyim?

 

Kurtuluşta çobanların ataşı

Barış diye çağlar gülen bakışı

Dumanlanmış şimdi alın yazısı

Aşsız kalmış köylüm, canım yongası.

 

Kimisi hiç sevememiş doğayı

Talan etmiş yoktan yere dünyayı

Nefsin değil bir nefesin mirası

Dağlandı da nefes yerim neyleyim?

 

Gitti gülüm arıların çam balı

Göğe çıktı gelin kızın feryadı

Ölü doğdu ineğimin buzağsı

Dağlandı da gitti canım neyleyim?

 

Duman kaplar gözlerinin ferini

Gerçek acı delip geçer ciğeri

Ateş içi gülüm canlar pazarı

Kıymışlar da vatanıma neyleyim?

 

Gözüm arar devlet uçaklarını

Askerler ve pilot  kucaklarını

Hazar’dan da gardaş yazar destanı

Yanariken yürek, çayı neyleyim?

 

Her yangınla iştahlandı sermaye

İmar geldi ağacımın yerine

Betonlaştı kalbin gibi, coğrafya

Yaban oldun bu doğaya neyleyim?

 

Yeşilde yemiş yok, mavide balık

Bu savaşta yine sahipsiz kaldık

Geçimsiz ve aç kalmakla sınandık

Kara günler geçer canım yongası.

 

Kayıplarım uçmuş kutlu uçmağa

Binmişler de gökyüzünde Tulpara

Dönerlermiş gözlerimin yaşına

Girerlermiş toprağıma neyleyim?

 

Bunca gelen oldu aziz yurduma,

Yurtsuz kaldı semah dönen yiğidim

Köyün yurdun terketmesin Türkmenim

Dağlandı da gitti canım neyleyim?

Küllerinden doğar ezel, ebedim.

 

“Ağıt”

j.ak

3.Ağustos.2021

 

 

 

 

24 Haziran 2021 Perşembe

Tepegözler


yüzerken ana gemi küresel yörüngede
gölgeler girerdi hep manşetlere
onlar ölü devleri gaz lambasının
ve tek kâbusuydular ıssız karanlığın.
fanusun içi, yine yangın yeri
devler aynı günahın çaresiz piçleri
açtılar fitili, çünkü açtılar
yaktılar küçük gemileri,
çok gaz saçtılar.

küçük dağlarında geminin
küçük patlamalara amin
diyordu tayfa, aşiret ve
cemaat-ül müslümin
girivermeli altına
bir dev gölgesinin
böylesi hem rahat çünkü,
hem de serin.

oysa bir güneş vardı bilmediğin
hep üzerindeydi üstelik memleketin
bir de türkülerin ve benliğin
aç devlere durmadan
kurban verdiğin.

“tepegözler”
j.ak

23. Haziran. 2021 

20 Haziran 2021 Pazar

bu yüzden

Mavi mavi bakan

Kahverengi gözleri vardı anıların

Ve sanrıların,

Gerçeklikten kopuk öyküsünü

Çoğaltırmış bazen beyin

İzinde koşarken

Zihin sundurmasının.

 

Herkes kopmuş bağrından

Artık nesnel olanın

Ama umudu toktur bilirsin

Her dem hayal olanın

Ve bir bakarsın,

Onun öyküsü tek satır,

Seninki kırk katır.

 

Bu yüzden dostum,

Sırf bu yüzden,

Milyon dolarlık

Para babalarının,

Aç bilâç kalkar sofrasından

umut.

 

Sonra,

Kavgaların bittiği yerde

Görürsün kendini -upuzun-

Yedek kulübesine alırsın hırsları

Maç sonu.

Bir gram ter yokken ruhunda,

Ve hayallerin delik pabuçlarıyla

Koşarsın dimdik gerçek oyuna.


Gerçek bizim

Gerçek bizim!

Zincifre kırmızısı,

Sarı turunç yaprakları

Su verilmiş kızgın çelik

Kasım’ın sonbaharı

Od verilmiş bir uçsuzluk

Memlekete bakışları.

 

Derelerin toynakları

Taş acıtan oymakları

Can çekişen toprakları

Bizimdir canım bizim

Koşacağız doludizgin

Bu hayalin

Yalın ayaklarıyla.

 

j.ak

"bu yüzden"


 

 

 


bir ellinci yıl marşımız vardı

bir marşımız vardı,
müjdelerdi vatanın,
toprağına taşına
Cumhuriyet’i,
ipoteklendi
taş, toprak, su, şu, bu.
hey gidinin koca memeli Anadolusu
ipoteklendi doğmamış bebelerin
yurt tapusu.

marşın bir dizesi var,
bir dizesi
ona çağlar hâlâ
yüreklerin türküsü
bitmedi henüz
bu halkın gür dansı
ipotek edilemez çünkü
burun direğimin sızısı.

bir bilsen,
çoğaldıkça memleketin
dolar milyarderleri,
bahseden kalmadı
o marştan,
ve o marştaki şereften.
bir yanda babalar ve oğulları
doymak bilmeyen,
bir yanda
babalar;
oğullarını toprağa veren.

bir marşımız vardı
ben hâlâ dinlerken ağlarım
bir dizesine dostum, bir dizesine,
ben hâlâ dinlerken coşarım.


“bir ellinci yıl marşımız vardı”
j.ak
20. Haziran. 2021








12 Haziran 2021 Cumartesi

Türk yayı

 

sağlaması şimdi

tüm siyasi kavgaların Marmara.

karanlık patladığında,

bir biz vardık,

bir de dans eden yunuslar

kıyıda.

 

en çelimsiz yerindeydik yine gecenin.

ve trajedinin,

komediye dönüşünü izliyorduk

Sarayburnu’nda.

İngiliz gemisi yine iş başında.

 

bilir misin gülüm

en çelimsiz yeri bu bedenin,

zarif bir Türk yayıdır aslında

öyle narin, öyle ince.

altında boynuz,

üstünde toynağından çıkma

mübareğin,

iplik iplik ayrılmış

iki kirişe dümen taranmış,

aşil tendonları.

 

öyle bükülür

öyle ezilir ki beden,

tersine kuvvetle ger de bir gör

hiç ses etmez,

hiç kırılmaz.


derken,

o bükülmüş bedenin

kirişinde bir ok belirir birden,

bilinmez

hangi Çanakkale türküsünden

hangi dereden,

hangi tepeden...

 

 

“Türk yayı”

j.ak

11.Haziran.2021



11 Haziran 2021 Cuma

Teos şehrindeki zeytin ağacıma

Teos’un büyülü güzeli,
gözleri yemyeşil
kökleri derin bir maviye esir
eski ahşap gemilerinden tarihin
karaya inen göçmenlerini
ağırlayan dalların
ve en dingin ağlayan çeşmelerin
en tatlı sularıyla sulanmış
yaprakların karşısında
aciz ve suskun kaldım.

Neler anlatacaktım sana
bir bilsen,
güzelliğinden oracıkta öylece
esriyip de gitmesem!
Ben yeni yetme bir delikanlı
sen iç Akdenizimin şehriyârı
susup da sarılmak
öpüp de koklamak
ve bin sekiz yüz yaşını kutlamak…

Ah be güzel,
neler anlatacaktım,
bilgeliğinden utandım
ne yönden esiyordu o gün külek,
kaça satılıyordu bir dilim çörek
kaç çocuk ölüyordu
ve kimler can çekişiyordu
uçuşan kanatlarında memleketin?
Çünkü beş yüz kilometre uzağında
kokun hâlâ burnumda
çünkü toprağının bağrında
kimler varsa,
Ey Teos’un güzeli,
bir sigara daha yaktırdın bana
bin tarihleri daha yıktırdın bana
Cumhuriyeti getiriyorsun biliyor musun
bu garip aklıma?
söyle şimdi ben neyleyim?
sadece sıkılmak için verdiğin zeytinlerin
güzelim şırasına
gidip gidip yüz süreyim.
bin sekiz yüz değil
on sekizlik dilberimsin,
Cumhuriyetim gibisin
yeni ayaklanmış
bir çocuk coşkunluğunda
içimi kıpır kıpır ediyorsun,
ey benim memleketlim
ey benim zeytin ağacım…

“Teos şehrindeki zeytin ağacıma”
j.ak
11. Haziran. 2021





Bir doğa ve ağaç görseli olabilirMerr kiş

4 Mayıs 2021 Salı

2020'LER

 2020'ler...

Halk, açlık çekiyordu. O yıllarda açlık kavramı, şimdiki gibi hobilerinden ve zevklerinden mahrum olmayı değil, yiyecek bulamamayı anlatıyordu. Çünkü toprak henüz çürümemişti ve adına tarım denen bir tür organik endüstriyle elde edilen ürünler yeniliyordu.

İktidarların tamamı, çürüyen kapitalist sistemi ört-bas etmek ve durumu kurtarmak adına, halklarını korkutarak yönetmeyi, kitleleri kandırmayı tercih ediyorlardı. O yıllarda bir virüs bahane edilerek tüm dünya halkları evlerine kapatılmıştı. (bkz: 21.yy hapis)
Tıpkı 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da yönetmek ve idare etmek hırsıyla yanıp tutuşan, aynı zamanda kendi zenginliklerini korumak isteyen bir grup ruh hastası vardı. Bunlar dünyanın tüm eyaletlerinde (o zamanlar ülke deniliyordu), iktidarları aynı merkezden atıyorlardı. Sahte seçimler, askeri darbeler (bkz: asker>savaş 21.yy) ve iletişim araçlarıyla...

Bu aynı merkezlere bağlı iktidarlar yarattıkları sahte pandemi korkusuyla tüm dünya halklarını kandırırlarken bazı eyaletlerin (ülkelerin) iktidarları, işin dozunu iyice kaçırmıştı.

Bunun en berbat örneği Türkiye'de görülmüş.
Türkçe arşivlerde rastlanan ve o yıllarda adına facebook denilen bir kitle iletişim programından çıkarılabilmiş hard disklerde insanların oldukça ilginç verileri tespit edilmekte.

Örneğin kendi eyaletlerinde (ülke) evlerinde hapsedilmişken başka eyaletlerden gelenler özgürce dolaşabiliyorlamış.

Ülkeyi bu duruma sokanların kimlikleri tartışma konusu olurken 20. yy'ın ilk çeyreğinde yaptığı devrimlerle tanıdığımız ve bugünlere ışık tutmuş olan lider Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkesinin bu duruma nasıl düştüğüyse bu yüzyılda aydınlatılmayı bekleyen ilginç bir konu. (kaynak: 0001010111-101110 data)

yazarın notu: Bilgiler üzerinde incelemelerimiz sürmektedir. Yanlış ve asparagas bir bilgi olabileceği gibi eğer doğruysa, Türkiye'nin o günlerine ışık tutacak çok çok önemli bir veri olduğu düşünülmektedir ve Türkiye'de 21. yy'da yaşayan halk hakkında çok önemli ip uçlarına götürecektir bizleri.


Jale ALTUNEL
4.5. 2287

29 Mart 2021 Pazartesi

çürük yeke

yama tutmayan bir iç lastik

delinmiş ruhlarımız

bir hiç giydirildi

bizim caddelerimize, sokaklarımıza

gayet otantik

hamdı madde, fakirdi ülke

oysa kendinden ekoseliymiş

siyah beyaz mantık

üstelik;

göz alabildiğine sahte ve sentetik.

 

yelkensiz bir şiirin

kürek mahkumlarıydık İstiklâl’de

su katılmamış aforizmalar olduk

sahilde, Maltepe’de

sonra ham maddesi kırılırken

sertlikten

en değerli mücevherimizin,

eğile büküle, domala dura,

bir türlü kırılmadığını gördük  

değersiz plastiklerin.

ve yelkensiz bir şiirin

kürek mahkumlarıyız hâlâ

çürümüş yekesini de gördük

mürid serdümenlerin.



“çürük yeke”

j.ak

29. Mart. 2021

 


3 Şubat 2021 Çarşamba

ÖLÜMLE KORKUTUP SITMAYA RAZI ETMEK

Hikâyedeki ölüm; şeriat,
Sıtma ise memleketin bölünmesidir...
1- Boğaziçi Üniversitesi'ne bir rektör atanır. Öğrenciler bu rektörü beğenmezler ve eylemleriyle protesto ederler.
2- Eylemler sırasında dini unsurlar "Kâbe" provoke edilir.
3- Bu provokasyonun cevabı gecikmez ve Kâbe'ye hakaret içeren provakasyona tepki gösteren AGD Boğaziçi’nde eylem yapar. "Hiç bir özgürlük dine saldırma hakkını veremez. "Hak Hukuk Adalet milli görüş SAADET" sloganlarıyla coşarlar.

 

2. Şubat 2021

 

Boğaziçi eylemleri adeta DHKPC-PKK gibi bölücü unsur ve isimlerin şovrumu durumundadır.
Oysa çok değil üç beş sene önce aynı Boğaziçi, türbana özgürlük mitingleriyle çalkalanmamış mıydı? Aynı Boğaziçi'nin platformları tüm atamaların bir kişinin dilinde olacağını çağıran referandum için "yetmez ama evet" kampanyalarına katılmamış mıydı? O yıllarda Fetullah Gülen örgütünün Boğaziçi Üniversitesi'nde nasıl yuvalandığı herkesçe malumdur.



 

 

Öte yandan dinci örgütlerin eylemleri yanıbaşımızda 1979 İran İslâm Devrimi'ni anımsatmasından dolayı, laik demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne rejim tehtidi ve tehlikesi oluşturmaktadır.

 

Bu tiyatrolar kim bilir kaç kez sergilendi bu ülkede artık sayısını unuttuk. Kamuoyunun tepkileri bu iki grup arasında, ya birinden ya da diğerinden yana olmaya mıhlanmıştır her daim.

 

Ama bir de bakıyoruz, koskoca Boğaziçi Üniversitesi, Anayasa'nın ilk dört maddesinden "Vatanın bölünmez bütünlüğü"ne ve "Üniter yapısı"na dil uzatanların kanaat önderliğinde rektör protestosu eylemleri yaparken, karşıt grup olarak çıkan dinci grup, yine Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan "Laik demokratik bir hukuk devleti olan Cumhuriyet" rejimine saldırılarıyla bilinen kanaat önderleri tarafından tetikleniyor.

 

Yani kamuoyunun da işi zor. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.

 

Bu millet ya artık tükürmemeyi öğrenecek ve sakalı da bıyığı da kesip atacak, ya da beş yaşında bir çocuk zekâsıyla önüne ne konuyorsa birinden birini seçip helâk olacak.

 

Atatürk ilke ve devrimlerinin bunca sulandırıldığı bir atmosferde, biz yine de onun önümüze çizdiği yola bakmak zorundayız. Başka çıkış yolumuz yok. Şeriat özlemiyle yanıp tutuşanlarla da, bu ülkeyi bölmek isteyenlerle de hiç işimiz olmaz, bundan böyle de olmayacak.

 

Amerika'da demokratların yeniden iş başına gelmesiyle, vatanı bölmek isteyen ve aküsü boşalmış BOP artıkları bir anda şarja takılmış gibi canlanıp dirildiler yeniden. Ve Boğaziçi Üniversitesi'ni bu emellerine alet ettiler. Ola ki Robert Kolej devamı gibi olan bu Amerikancı üniversite'de biz daha önce gerici ve bölücü faaliyetleri pek çok kez görmüştük. Şaşırmıyoruz o yüzden. Üstelik servis ettikleri "yukarı doğru bakan kız" fotoğrafının da 2019'da feminist eylemler sırasında çekilmiş bir fotoğraf olduğu ortaya çıktı.


8 Aralık 2019 tarihinde Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından Şili Kadın Hakları adına düzenlenen Las Tesis İstanbul eyleminde çekilmiş." https://t.co/QGNeiPxjAx

 

 Şeriat özleminde olan gruba ise dikkatle bakma gereği görmüyorum. Zira bu heyulâ ve tantana incelikle düşünülmüş bir paslaşmadan ötesi değildir. Geçmişte 1. ligde basketbol oynamış biri olarak bunun iyi bir asist olduğunu söyleyebilirim. Ama işte, öyle bir oyun kurucu, öyle bir forvete asist yaptı ki yine, dostlar başına. 

Bana bakın hele ey oyun kurucular, forvetiniz öyle dengesiz koşuyor ki, o golünüz OFSAYTA düşmeye mahkum. Ve o golü siz oyun kurucuların atması da olanaksız;

 

ÇÜNKÜ BU MEMLEKETİN DEFANSINDA KEMALİSTLER VAR! Yavaş gelin toslarsınız!

        

      JALE ALTUNEL