26 Ağustos 2015 Çarşamba
23 Ağustos 2015 Pazar
mezeler dile gelse
yıllarımızın
o parlak karanlığında
birdenbire gençliğimizden
ıradık,
ve savunurken
memleketi,
memleket nere
diye soranlarca karalandık.
kiralandık sonra
enikonu mesailere
bir tas
çorba için orsadan yelken açtık
kalemlerden
zehirli kurşunlar yağıyor
ve torunlar hortluyordu
gözler önünde
ve fazla mesailerle
bombalar atılıyordu
bütün değerlerimize!
ıralırken özgürlük,
bombalar patladı Irak’ta
orda can
verirken özgürlük,
rock müzik
patlıyordu burada.
Aktifleşmeye
yüz tutmuştu en pasif ibneler,
En pasif
yeşiller,
En pasif
romantik sosyalistler…
Cumhuriyet
Meyhanesi’nde dile gelse mezeler,
yolda
kaybettiğimiz yıllardan bahsederler
ve hangi
masada kimler sövmüş Türk’e
bir bir söylerler…
ad gününü koymuştu
onların
ardından baka
kaldık yılların
şimdi adını
bile anmam
sonradan
olma o ölü ressamın.
ve onu göklere
fırlatıp, üzerinden
bize havlayan
sözde sanatçıların.
yolda kaybetmiştik
yılları
çarpışıyorduk
ekmeğin
meydan savaşında
soydaşım can
çekişiyordu üstelik
şarkın şimali kıyısında!
pasif
aktivistler ne kadar zarif ve ince
çığlıklar
atıyorlar o sıra sokak kedileri ölmesin diye
gördün mü
sevgilim o yılları tam şurdan?
duydun mu hain
soluklardaki o keskin,
nefret ve
kin kokusunu?
İki üç tane
yüzleri vardı, hepsini gördün mü?
ve kardeşlik
diye pazarlanan kalleşçe ölümü…
kaç set
oynanırdı cephede ölüm maçı
kaç penaltı
bir gol sayılırdı boş arsada
beşlikten
gol ,kaç sayılırdı borsada
ve meclisin
binasında?
hain imamla
nikah kıymış,
ihanet zinasında.
yıllara ve duvarlara
çarpıyorduk
ıramış çocukluğumuzu
kanıyorduk her
defa, şehadet içiyorduk
ihanet aldı
götürdü, bütün değerlerimizi
ve satamadan
getirdi, yolda
kaybettiklerimizi!..
“mezeler
dile gelse”
j.ak
23.Ağustos.2015
21 Ağustos 2015 Cuma
kalan sağlar ve bazen
Yol yalnız yürünmeli bazen
Önünde siyaset bataklığı
Ki,
Batmamalısın bazen.
Burada bulanıktır su
Ne dibi vardır ne ucu
İçinde sancı varmış
İçinde kan uykusu
İçmelisin dimdik bazen.
Kan oluktan taşarmış
Tarih bizi aşarmış
Sakin durmak harammış,
Durabilmelisin bazen.
Kimi zora düşünce
Olanlardan bıkarmış
Saflarını terk edip
Felsefeye koşarmış.
Memleket yangınında
Hiç komik değil ama
Taş basarak bağrına
Gülebilmelisin bazen...
Önünde siyaset bataklığı
Ki,
Batmamalısın bazen.
Burada bulanıktır su
Ne dibi vardır ne ucu
İçinde sancı varmış
İçinde kan uykusu
İçmelisin dimdik bazen.
Kan oluktan taşarmış
Tarih bizi aşarmış
Sakin durmak harammış,
Durabilmelisin bazen.
Kimi zora düşünce
Olanlardan bıkarmış
Saflarını terk edip
Felsefeye koşarmış.
Memleket yangınında
Hiç komik değil ama
Taş basarak bağrına
Gülebilmelisin bazen...
11 Ağustos 2015 Salı
SAHİPLER ve KANAAT ÖNDERLERİ 5- SAVAŞ!

Hey gidi güzel memleketim.
Hey gidi Perinçekler Banu Avarlar…
Hey gidi heyy! Hey gidi yeni chp. Hani şu 2011’de PM’ne
paraşütle inenler.
Hani Habur çadır tiyatrosunda rolü olan Sezgin Tanrıkulu,
Hani şu neo-duyun-u umumiyeci Kemal Derviş’in chp’ye
getirilen “kanka”ları…
Hani 2011’de CHP’de bunlar başlamışken 2013’te Gezi’ye kanaat
önderliği yaptırılan Sırrı Süreyya Önder ve pkk sempatizanı avanesi.. ve
ardından derhal yayına geçen HALK TV…
İşte bunların tamamı oynanan oyunda, kamuoyu üzerinde
oluşturulacak olan “yeni” algıların birer enstrumanıydı iç siyasetteki.
Ergenekon Balyoz Ayışığı Sarıkız vs.. komplolarda Silivri’ye
Hasdal’a alınan “asker”lerin çıktıktan sonra; İşçi Partisi iken bir anda Vatan
Partisi olarak adı değiştirilen oluşumun etrafında bal peteğine üşüşmüş arılar
misali “üşüşmeleri” ve yıllardır ekmeğini yiyip suyunu içtikleri TSK’yı yani
bizim Metehan’dan bu yana binlerce yıllık ordumuzu bir anda tu kaka ilan
edercesine açıklamalar yapmalarına da yüreklerimiz dayanmıyor ve canlarımızı
acıtıyor bu durum. Ey Silivri mağduru askerler. Nasıl bir tuzağa düşürüldünüz
bilmem. Ama ben size inanmıyorum artık… Hele sarfettiğiniz sözler rüzgâr gibi kimlere
hizmet ettiği kendinden menkul Perinçek’in yamacından esince, beni hiç
bağlamıyor. Bu milleti de bağlamaz bundan emin olun. Ve içimden buna içten içe
seviniyor olduğunuzu ummaktayım (nedense).
Bir dünya savaşı başladı bilmem farkında mısınız? Evet 3.
Dünya Paylaşım Savaşıdır Ön Asya’da olup bitenler. Ama artık savaşların şekli
değişti. Ekonomik sebepler ortaya seriliyor ve değişen durumlara göre
sömürgecilerin beslediği terör gruplarıyla gözlerini diktikleri ülkelerde
şiddet-medya-siyaset üçgeninde önce kamuoyunda yarattıkları yarı aydını ele
geçiriyorlar. Sonra bizde de gördüğünüz gibi insanlar dut yemiş bülbüle dönüyor
ve olanı biteni onların istediği gibi değerlendirmeye başlıyor.. Barışsa barış
kardeşlikse kardeşlik. Bir hoşgörü bir hoşgörü sormayın gitsin… Medya
sömürgeciler adına büyük bir coşkuyla hangi güzel dileklerden dem vursa (barış,
kardeşlik, demokrasi, özgürlük..) uygulanan ve hayata geçen tam tersi oluyor.
Öyle ki ellerinde barış pankartları taşıyanların aynı yürüyüşte molotof atması
tarzı oksimoronlarla burun buruna kalıyor ve izliyoruz. Bu yalnızca bizde mi
böyle peki? Hayır, elbette değil. Dünyanın her yerinde aynı plan işletiliyor ve
insanlar afiyetle yiyor… Ben Aziz Nesin satkınının düşündüğü gibi bu milletin
aptal olduğunu asla düşünmedim düşünmem. Ben Atatürk gibi düşünmekteyim bizim
milletimiz zekidir. Hele etraf ülkelere bakınca bunu net olarak görürsünüz…
İç siyasetin geldiği son durum oldukça trajiktir. Atatürk’ün
kurduğu parti CHP, PKK’nın aklama organına dönüşmüş, HDP “saygı” duyulan bir
parti, Çinci Perinçek’in partisine eski askerler akın etmiş, dhkp-c mit ve
cemaat elele bir şeyler yapmakta. Buz dağının görünen yüzü deliler ülkesi. Ama bakalım
muhalif(!) Perinçek’in Ulusal Kanal’ına ve ondan da muhalif Halk Tv’ye.. tüm bu
yaşanan siyasi komedya aşırı normal, aşırı gündelik. Siyasi bir dikenli yoldan
geçiliyormuş havaları. Ve her yanımız
doğruymuş da, tek bir günah keçimiz varmış! O da TSK. Evet ordu çok rereröymüş.
Dağları taşları bombalıyormuş, ordu bilmiyormuş ne yaptığını, şuymuş buymuş… Çünkü
siz çok pîr-u paksınız!..
Bu milletin bağrından çıkmış bir ordudur tukaka edilmeye
çabalanan. Ve bağlı bulunduğumuz bir pakt vardır. Buraya kadar olan
bilindiktir. Bizler elbette natoya da avrasyacılığa da, çinciliğe de, şuculuğa
da, buculuğa da karşıyız. Ama ekonomik gerçekler ve sürüklendiğimiz tablo
ortadadır…
Recep Erdoğan hakkında hem de akp’nin en kuvvetli döneminde
kimse gık diyemiyorken Cem Yağcıoğlu 2011 senesinde “bye bye teyyip” diye bir yazı yazmıştı anımsarsınız. Çünkü sürecin
o tarihte başladığını görmüştü, görmüştük. Sömürgecilerin kabuk değiştirme
zamanıydı. Hemen ardından 2013 Gezi olayları patlak vermişti. Artık akp karşıtı
yazma çizme ve konuşma “modası” Halk tv önderliği(!)nde başlamıştı açıktan
açığa. Gazı alan çıkıyordu bu cimcime Ulusal’a ve Halk’a bıcır bıcır akp’ye
veriştiriyordu. Ona veriştiriyor ama, HDP’yi, Vatan Partisi’ni ve CHP’yi Türk
filmlerinin Ayşeciği gibi masum bir ay parçası ilân ediyorlardı canlarım benim!
İşte sayın Yağcıoğlu’nun yarı aydın olarak çizdiği muhalifliğinden şüphe
duymadığımız profilin beynini yiyenler aslında ta kendileridir… Ama benim beyni
yananlardan hâlâ umudum var. (En azından iyi niyetli ve gönlü bu vatandan yana
olanlarından!)
Şimdi dönelim seçim sonuçlarına ve TSK’nın Güney’e ve
Kandil’e gidişine… Biliyorsunuz ki Suriye için teskere geçen yıl çıktı. Bir
ordunun ülke sınırlarının dışına operasyon yapması için MGK toplanması
gerekmiyor muydu? Peki neden TSK bu operasyonu hükümet varken yani teskere
çıktığı zaman değil de, seçimler sonrası bir hükümet boşluğu varken yaptı?
Milli savunma bakanı kim? Dış işleri bakanı kim? Bunlar nerede? Bu nasıl bir
oldu-bittiye getirilmiş operasyondur? Ben tahminimi söylüyorum, bu da tıpkı
diğer darbeler gibi Nato destekli bir askeri darbedir. Ancak Sahipler ve Kanaat
Önderleri -III adlı yazımda (2013-Haziran) Tüm bunları ön görmüş ve sonunda
Türk Ordusu’nun Nato’dan bu yana tarihinde ilk kez Türk Milleti’nden yana tavır
alacağından ve bunun bizim 2. Kurtuluş Savaşımız olaacağından bahsetmiştim…
Savaşın nesnel
sebepleri ve Azerbaycan (Güney ve Kuzey) üzerine…
Yeni duyun-u Umumiye de eskisi gibi yatırımlarımızı nerelere
yapmamız gerektiği konusunda politekonomik ajanlarını kullandı. Ve GAP
bitirilme aşamasına geldi. Öyle ki ufak tefek girişimlerde bulunabilsek
yıllardır bu milletin alın teriyle neredeyse ortaya çıkarılmış olan ve dünya
nüfusunun bilmemkaçta kaçını beslemeye yetecek olan hububatı
yetiştirebileceğimiz Harran’ımıza kavuşacağız. Ama nedir? Buna izin verilmiyor,
borçla borç faizi ödüyoruz, duble yollar yapıyoruz onu yapıyoruz bunu yapıyoruz.
Yetmiyor, nükleer santral projelerine imzalar atıyoruz. Ee? GAP? Boşver onu
diyorlar. Bir yandan da Ceylanpınar dahil, GAP’ı kapsayan ovamız parçık pinçik İsrail’e
satılıyor…
Güney’de durum buyken kuzeyimiz son derece sevindirici bir
gelişmeye gebe… Bu İstanbul-Bakü hızlı tren projesidir. Evet bu proje bizim
modern İpek Yolumuzdur. Katar deyip geçmeyin. Bu proje, mallarını deniz
ticaretiyle bu yoldan taşıyanların ekonomisine darbe indirmek anlamı taşır ve
bu projenin hayata geçmesini istemeyen(!) ülke/ülkeler de kabak gibi açığa
çıkar. Bu proje Türk Dünyası’nın birliğini soydaşlığını ve en önemlisi de
Dil’ini taşır. İşte Sırrı Sakık önderliğinde kurulmaya çabalanan kantonun
hedefi bu katar yolunun geçişini engellemek, buna bir set çekmek amaçlıdır. Ki
pkk demiryolu saldırılarına başlamıştır bile. Anımsarsanız geçenlerde doğu
Anadolu’da Tebriz’e giden trene eylem yapılmıştı. Tebriz’i de kapsayan ve iran
olarak adlanan Güney Azerbaycan’da 35 milyon soydaşımızın yaşadığını söylememe
gerek yok burada sanırım. Bölgede hakim popülasyon Türk unsurudur ki ışidle
körüklenen mezhep tantanası ve sadece mezhepsel çıkışlarıyla “yedi tugay” adı
altında pazarlanan, önceliği Türklük değil mezhep haline getirilen piyonların
hangi korkuyla bölgede kaynatıldığı açıklık kazanıyor… Ve PKK artık yüzünü
Rusya’ya dönmüştür. İşte tam burada Azerbaycan’ın kürt kökenli İlham Aliyev ile
düşürüldüğü ekonomik tuzaktan bahsetmek istiyorum…
Görünürde 8 milyar dolara mal olduğu söylenen 1. Avrupa
Oyunları için 20 milyar dolar harcandığı söyleniyor. Ki bunu gidip gördüm. Rus
mason aristokrasisinin Aliyev’i kabul merasimini andıran 1. Avrupa Oyunları,
bir rüya gibi geldi ama Azerbaycan’daki soydaşlarımızı delerek geçti.
Öngördüğümüz ve daha önce de yazdığımız üzere şu an korkunç boyutlara tırmanan
hayat pahalılığıyla ve büyük bir ekonomik çelişkiyle yüzyüze kalmıştır o
coğrafya. Oyunlar sonrası Rusya güdümündeki Ermenistan, Azerbaycan’a
saldırılarını artırmış, Türkiye’de aynı topraklara talip olan ermeni ve kürdü
şimdilik bir balansta tutmayı sağlamışlardır böylece. Ama biz biliyoruz ki O
topraklar ne ermeni’ye ne de kürde yâr olacaktır. O topraklar bizimdir ve katar
yollarımızı da GAP’ı da kimseye teslim etmeye niyetimiz yoktur.
İşte tam burada 2015 başlarında NEDEN TSK ve AZERBAYCAN
ORDUSU’nun ortak tatbikat yaptıklarını sormadan edemiyor insan!
Avrupa-Rus ittifakı, Amerika Çin ve İsrail… Her birinin
besleyip büyüttüğü piyonları…
Artık savaşlar şahların beslediği piyonlar yani terör
örgütleri.. yani şiddet-medya-siyaset üçgeninde gerçekleşiyor. Yani “ikna”
ediliyoruz bir şeylere! Sakın ha ikna olmayınız!
Çünkü biz kazanacağız!
Sağlıcakla,
Jale ALTUNEL
8 Ağustos 2015 Cumartesi
gökyüzü tulpar sürüsü
Ağustos sıcağında vatan uğruna yanıyor birileri!
Ağustos sıcağında plajlarda serinlerken vatan hainleri...
Ağustos sıcağında plajlarda serinlerken vatan hainleri...
Çalındı değerlerim
Hırsızlandı türkülerim
ermeninin ağzında zavallı sarı gelin!
Halılarım kilimlerim
Renklerim!!!
Üzülme uçmagdaki şehidim,
Üzülme ninnisi oğrulanmış bebeğim,
Tarih de bizim
Yurt da bizim!
Gökyüzü tulpar sürüsü
Tarihimin ve ordumun,
Ölüsü yeter size ölüsü!!!
ermeninin ağzında zavallı sarı gelin!
Halılarım kilimlerim
Renklerim!!!
Üzülme uçmagdaki şehidim,
Üzülme ninnisi oğrulanmış bebeğim,
Tarih de bizim
Yurt da bizim!
Gökyüzü tulpar sürüsü
Tarihimin ve ordumun,
Ölüsü yeter size ölüsü!!!
"gökyüzü tulpar sürüsü"
j.ak
3. Ağustos. 2015
j.ak
3. Ağustos. 2015
17 Temmuz 2015 Cuma
Marmara'nın iyotu
şehrin dilsiz geçitlerinde elimde bavul
sidikli dolmuş duraklarıyla bakıştık İstanbul'un!
Marmara'nın iyotunu da çektim içime,
kalabalığın ter kokusunu da
sigara bahane.
sonra bir kez daha baktım doğuya fotoğraflardan,
şehir konuşuyor, insanlar susuyordu Bakü'de.
ve burada insanlar bağrışıyor,
şehrimin dili kesiliyor semt semt, sokak sokak.
protez uzuvlarıyla İstanbul,
dönüşüm projeleriyle kan revan...
martıları şu iç denizin,
acısını haykırıyor gibi koskoca şehrin.
ve kolu bacağı kopartılırken geçmişimizin,
doğuyoruz her gün
uyandık sandığımız bir sekiz saatten,
yeni bir unutkanlığa.
"Marmara'nın iyotu"
j.ak
16 Temmuz, 2015
sidikli dolmuş duraklarıyla bakıştık İstanbul'un!
Marmara'nın iyotunu da çektim içime,
kalabalığın ter kokusunu da
sigara bahane.
sonra bir kez daha baktım doğuya fotoğraflardan,
şehir konuşuyor, insanlar susuyordu Bakü'de.
ve burada insanlar bağrışıyor,
şehrimin dili kesiliyor semt semt, sokak sokak.
protez uzuvlarıyla İstanbul,
dönüşüm projeleriyle kan revan...
martıları şu iç denizin,
acısını haykırıyor gibi koskoca şehrin.
ve kolu bacağı kopartılırken geçmişimizin,
doğuyoruz her gün
uyandık sandığımız bir sekiz saatten,
yeni bir unutkanlığa.
"Marmara'nın iyotu"
j.ak
16 Temmuz, 2015
1 Temmuz 2015 Çarşamba
TOPLUMSAL HAFIZA ve ŞUUR
Ön Asya’nın son durağı
Türkiye’den Bakü’ye gelirken
bavuluma bizim memleketin tüm ekonomik
ve jeosiyasi sorunlarını o ezbere bildiğimiz tarihsel sıralanışıyla
yerleştidim.
İnsan ister istemez benzerlikler
ve farklar üzerinden kıyaslamalara giriyor. Elbette Azerbaycan pilavından ortak
mutfak kültüründen dem vurup, külekler (rüzgârlar) ve odlar diyarına dair
turistik bir yaklaşıma girmeyeceğiz.
Toplu taşıma araçlarındaki insanlara,
çevre semtlere ve sokaktaki insanlara baktığımda Azerbaycan’ın neredeyse otuz
yıl öncesinin Özal’lı Türkiye’sine dair büyük benzerlikler taşıdığını
görüyorum. Biz darbe sonrası 1984 – 1990 arası yıllarda sokakta, televizyon
karşısında ve kurumlarda neler yaşadıysak burada aynıları bir başka rüzgârın
etkisiyle, aynı amaçlarla ve az farkla yaşanıyor.
Bakkaldan süpermarkete geçiş
süreci ve tüketim toplumunun kapitalist ivmedeki vahşi seyri Türkiye’de uzun
yıllara yayılmışken burada 2011 Eurovision şarkı yarışması ve şimdi
gerçekleşmekte olan Avrupa Oyunlarıyla hızlandırılmış bir süreçte seyrediyor.
Bu da insanların yine hızlı bir sürece sıkıştırılmış olan kültür emperyalizmine
de maruz kalması anlamı taşıyor ki medya ve özellikle tv.’nin sabah programlarından
eğlence programlarına, “haberler”den, bombardıman halindeki reklâmlara, tüm
üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi toplumsal hafızadan ve geçmişe dair
şuurdan uzaklaştırıyor. Üstelik bu uzaklaştırma, yine geçmişin esintileri
kullanılarak “yeni”ye uyarlanmış bir şekilde zerk ediliyor…
İlki Bakü’de düzenlenen Avrupa Oyunlarına,
Dünya kupalarına ve olimpiyat oyunlarına baktığımda 2012’de yitirdiğimiz
değerli dostum Metin Kurt, nam-ı diğer “çizgi Metin”le yaptığımız söyleşiler ve
sporun evrensel değil, tarihsel bir olgu olduğu çıkarımına varmamız geliyor
aklıma. Çünkü ilk çağlarda avcı-toplayıcı formunda yaşayan insanın spor yapmaya
ne zamanı ne de mecali vardı. Antik çağda ise efendilerin bir tür kendini
gösterme, gücünü ıspatlama arenasıydı o eski Yunan olimpiyatları. Ki ödül, kimi
romantik tarih kitaplarında anlatıldığı gibi başlarına takılan kuru bir zeytin dalından
yapılma taç değil, yüz amfora dolusu zeytinyağıydı. Bu ödülü kazanan efendi,
onu vererek şehrin en güzel yerinden bir malikâne satın alabiliyordu. Sonraları
efendiler kendileri değil, kölelerini yarıştırarak (gladyatörler) rolleri
değiştirdiler. Birçok ülkede spor-iş yasası hayata geçmemiştir ve bu yüzden
sporcu ve kulüp başkanı arasındaki ilişki işçi-işveren ilişkisinden çok, efendi-köle
ilişkisini andırır. Zirve sporcuları ile oluşturulan özendiricilik birçok
amatör sporcunun aynı çarkın içinde işçi haklarına sahip olmaksızın köle gibi
yer almasını sağlarken, milyarlarca euro paranın döndüğü bu afyonu andıran dev
organizasyonlar liberal sistem çarkının en kuvvetli dişlisi halindedir. Yenidünya
düzeninde organizasyonlara baktığımızdaysa bu çağın “efendilerinin” yani
günümüz aristokrasisinin bu komitelerde başçı olduklarını görürüz. Yani ilk
çağlardan günümüze çok da fazla bir değişiklik yoktur. Spor tarihsel gelişimini
sürdürürken spor organizasyonları şimdi de efendilerin gövde gösterisinde
bulundukları arenalar olmayı sürdürürken aynı zamanda uluslar arası siyasetin
de araçlarından biridir.
Azerbaycan, 1991’de merhum
Elçibey’in önderliğindeki devrimle Sovyetler Birliği himayesinden çıkarak
bağımsızlığına kavuşmuştu. 24 yıllık genç bağımsızlıkta Rusça, şimdilerde de adeta
bir burjuva göstergesi olarak kullanılmakta. Elbette bunda hem bilgi kaynaklı
kitapların hâlâ pek çoğunun Rusça olmasının, hem de nostaljik duyguların etkisi
var. Ancak soydaş neft ülkesi, yalnızca kuzey etkisiyle değil, güneyde Güney
Azerbaycan’a bağlı İran (din) etkisiyle, batıdaysa Türkiye basamağından adım
atan liberal rüzgârın etkisiyle tam bir sıkışma yaşamakta. Yani Türkiye’den
farklı olarak hiçbir uluslar arası antlaşmaya - pakta bağlı olmayan ve
bağımsızmış gibi görünen Azerbaycan, üç taraflı bir kültürel basıncın etkisi altındadır.
Avrupa Oyunları konusunda Almanya önderliğinde batı ülkeleri, bu organizasyonun
Bakü’de düzenlenmesini Avrupa ülkesi olmaması hasebiyle sert ve keskin bir
dille eleştirerek karşı çıktılar. Bu karşı çıkışta yapay tampon ermenistan’ın
batıdaki diyasporasını devreye soktuğunu ve bunu yine hamisi Rusya’nın uzaktan
kumandasıyla yaptırdığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Sovyetlerin
dağılmasından sonra Rusya’nın izlediği politikanın gelmiş olduğu son nokta batı
emperyalizminden farklı değildir ve batıda Avrupa, güneyde İran eliyle
Azerbaycan’ın kendisine doğru itilmesi konusuna Avrupa Oyunları fırsatı
değerlendirilmiştir. Oyunlar öncesi hiçbir batılı ülke konunun ehemmiyetine
vurgu yapmazken bir ağabey edasıyla Bakü’yü ve Avrupa Oyunlarını “sahiplenmesi”
yanı sıra, Oyunlar’a en fazla sporcuyu yollayarak olsun, altın madalya
sıralamasında en çok madalya alan ikinci ülkenin üç misli madalyayı almasıyla
olsun, 1. Bakü Avrupa Oyunları’nda akıllarda kalan ülke Rusya olmuştur.
Oyunlara hazırlıkla başlayan bu
çetin süreçte alt geçim sınırında yaşayan insanlarla burjuva kesim arasındaki
uçurumun büyük bir ekonomik çelişkiyi beraberinde getirdiği açıkça
görülmektedir. Oyunlar gerçkekten de açılışından kapanışına değin yüz akıyla ve
son derece parlak bir sunumla üstesinden gelinmiş olmasıyla göz doldurdu. Ama?
Aması var işte… Çünkü sonrasında, Avrupa’dan uluslararası organizasyon
şirketleri aracılığıyla gelen üst düzey beyaz yakalıların alım gücü
doğrultusunda bir pazar ekonomisinin oluşması tehlikesi vardır. Esnaf,
fiyatları “onların” alım gücü doğrultusunda düzenleyecek ve uçurum daha da
büyüyecektir. Tıpkı benzer durumları uzun vadede yaşamış olan Türkiye’de olduğu
gibi.
Öte yandan kapitalist sistemin
kendi kendini bitirmeye koşulu yarattığı alım gücünden yoksun insan yığınları
ne zaman tüketim ekonomisini kriz noktasına getirse, tam da o zaman bölgesel
savaşlarla emperyalizmin bu krizi fırsata dönüştürmesi senaryosunu yaşarız.
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir misali. Ve sistem insan etine ve kana asla
doymak bilmez…
İşte şimdi de aynısı olmaktadır;
Malûm ellerce ermenilerin
Azerbaycan tacizi, Putin’in Avrupa Oyunları sırasında Erdoğan’la yaptığı otel
görüşmesi – ki muhtemelen Kırım ve Suriye konusunda bir pazarlıktı bu – ve en
önemlisi Ön Asya’nın bu karışık atmosferi süre-giderken yine Doğu Türkistanlı
soydaşların gündeme getirilmesi. Evet Uygur Türkleri’ne büyük bir tazyik ve
yıllardır uygulanan neredeyse soykırım boyutunda bir zulüm vardır. Bunu
yadsıyamayız. Ancak ne var ki mağduriyetleri hep böyle kritik dönemlerde gündeme
taşınır. Uygur Türkleri, İslami örgütleri besleyenlerin adeta kullanım aracı haline
geldi. Türkiye'ye girişine izin verilenler uç dinciler ve cemaatin elinde oyuncak
olanlardır. Yine gastarbeyter konusu geliyor burada gündeme. Işid için tımarlı
sipahiler gibi asker topluyorlar oradan. Bunu ayırt etmek gerek. Çin’in mağdur
ettiği yetmiyormuş gibi cemaat bu mağduriyetten kullanıyor ve kendisine yüzde
yüz biyat eden Uygur Türkleri'ni göya “kurtarıyor." Orada ölümü gösterip, burada sıtmaya razı ediliyor.
İnsanlık
hâlâ daha Salazarlar’ın Francolar’ın 3F’si ile devran döndürüyor. Futbol Fiesta
ve Fado(kader). Şu duruma uyarlarsak Spor Organizasyonları, Eğlence ve Din… Ve
değiştirilen demografik yapılar, içilen kanlar, yenen insan etleri! Yitirilense
her daim toplumsal hafıza ve şuur…
Sağlıcakla.
Jale ALTUNEL
17 Mayıs 2015 Pazar
ikinci seher
kıyısındayız ve ırağında
kıyasıya bir mücadelenin
oysa haritası bellidir hep
aşılmış denizlerin
yalnızlık kilidi olsa da
eski yelkenlimizin,
rüzgar öz evladıdır,
Türk devriminin.
bak, süzülür içdenizimden
işçi gemisi
kanatlanır semalarında şimdi
bir göç sürüsü
döne döne çağlarken
bir alemde yorgun kam,
kan akını var iklimime
Orta Asya'dan.
asi çocukları olduk her daim
kör kütük bir tarihin
uşaklığını etmeyeceğiz asla
o hırslı mirasyedilerin.
benden artık sahiplenir olmuş kimi
kendi öz tarihimi,
nifak sokmuş araya
durduk yerde kimileri.
bağrına gireceksek bir gün
bu toprağın hepberaber
karanlıktan kurtulmak için dostum,
bu ancak bir
ikinci seher...
"ikinci seher"
j.ak
17.Mayıs.2015
kıyasıya bir mücadelenin
oysa haritası bellidir hep
aşılmış denizlerin
yalnızlık kilidi olsa da
eski yelkenlimizin,
rüzgar öz evladıdır,
Türk devriminin.
bak, süzülür içdenizimden
işçi gemisi
kanatlanır semalarında şimdi
bir göç sürüsü
döne döne çağlarken
bir alemde yorgun kam,
kan akını var iklimime
Orta Asya'dan.
asi çocukları olduk her daim
kör kütük bir tarihin
uşaklığını etmeyeceğiz asla
o hırslı mirasyedilerin.
benden artık sahiplenir olmuş kimi
kendi öz tarihimi,
nifak sokmuş araya
durduk yerde kimileri.
bağrına gireceksek bir gün
bu toprağın hepberaber
karanlıktan kurtulmak için dostum,
bu ancak bir
ikinci seher...
"ikinci seher"
j.ak
17.Mayıs.2015
11 Mayıs 2015 Pazartesi
epik ve devrim
değişmeli dostum şekli devrimin
anadili ekonomi sömürü ve işgalin
hayrandık masumluğuna
antik çağ galibiyetlerinin
ve bir kahramanı vardı hep düşlerimizin
oysa ne kadar uyumluyduk
bir zamanlar doğayla
şimdi isimler takıyoruz parktaki ağaçlara
ava gittik şehrin göbeğinde sahte bir ormana
katledildi tam o sırada gerçek!
anadili ekonomi sömürü ve işgalin
hayrandık masumluğuna
antik çağ galibiyetlerinin
ve bir kahramanı vardı hep düşlerimizin
oysa ne kadar uyumluyduk
bir zamanlar doğayla
şimdi isimler takıyoruz parktaki ağaçlara
ava gittik şehrin göbeğinde sahte bir ormana
katledildi tam o sırada gerçek!
“epik ve devrim”
j.ak
7. Mayıs. 2015
j.ak
7. Mayıs. 2015
3 Mayıs 2015 Pazar
zordur canım
Sessizlik yankılanır
uçsuz kanyonundan Mayıs’ların
Gür ve çağlayan
yokluğunda türküler söyler illerimiz
Bilsen canım bir bilsen
ne kadar zenginiz
Sansürlü ihtiyaç
listelerimizle biz!
Şehirlerimiz,
Geçkin akşamların parlak
ışıklarıyla dövülürken
Ve sövülüp öldürülürken kadınlarımız
yok yere
Üstelik karanlık
devinirken masumiyet pervanesinde
İyi niyet hep konuşur
sağır ve dilsiz işaretleriyle
Yankılanır sessizlik
sabırlı seherinden Asya’nın
Zordur canım vebali
buralarda Türk olmanın
Bir canın var elinde
bilirim bir de sazın
Bir de sessizliğin o
uçsuz kanyonunda Mayıs’ların…
“zordur canım”
j.ak
3. Mayıs. 2015
25 Nisan 2015 Cumartesi
karanlıkla sevişirken
son halini almamıştır varılmamış uzun yol
kimlere hizmet eder şimdi o liberal yalancı sol?
güz göçünde kaybolmuş binlerce çalışkan kol,
mal girdabında mahpus, kanatsız ve karam-bol.
göz görmez kulak duymaz kimse hal hatır sormaz
tan karası kalkar işe, uykular küflü ayaz
siyah bir karanlıkla sevişirken avaz avaz
elinden silah tutar, parası vaatlerden az.
kimi koymuş evde kızı, kimi dayamış duvara sazı
hasreti boynuna takmış, öyle gelmiş bazısı
aşk yününden döşek örüp, ısıtırken karısı,
düşünde memleket pilavı ve Hazar’ın karşı kıyısı.
son hali yoktur dostum buna benzer resimlerin
yabancıdan saymayız biz göçmenini Türk ilinin
nasıl kullandıklarını biliriz, kanla beslenenlerin
karşılığı ölüm ve açlık değil, o soğuk şiltelerin.
kimi bacı, kimi ana, kiminin sesi yara
örgüsü var kiminin balkıyan saçlarında
çocuk bakar kimisi kuzusu Türkmenistan’da
kavuşur avaz avaz, düşünde evladıyla!
“karanlıkla
sevişirken”
j.ak
25.
Nisan 2015
Türk coğrafyasından migrant (göçmen işçi) olarak Türkiye'ye gelen ve çok ağır şartlarda çalışıp, karşılığında çok az paraya sömürülen işçileredir...
14 Mart 2015 Cumartesi
ısınmış bir eldir düşüm
bir griye dalarsa sesler
ben orada mi minör halindeyimdir memleketin
güven ki, ne arka koltuktaki emniyet kemeri,
ne hüzmesinde martı çığlıklarıyla bir deniz feneri.
işte o an,
bir sevginin tortusunda
küçücük bir yaşam formu
ve yalnızca gerçek dışı bir aşkın
konforudur içim.
hatta, ısınmış bir eldir düşüm
içinde çapraz ateşlere tutulmuş
gölgesi durur zar-zor ölüşün.
nefret sıkıldı önce,
kurşunu bilmem kaç milimetre
gök eridi sonra üstümüze
derinden bir maviyle.
oysa noktasızdır bilirsin gidişler
ve ev sahibidir yalnızlık,
eşik düzler
en sade haldedir şimdi korkak cesaretler,
geçen yüzyılda kaldı belki de,
bazı güzellikler.
"ısınmış bir eldir düşüm"
j.ak
14 Mart 2015
ben orada mi minör halindeyimdir memleketin
güven ki, ne arka koltuktaki emniyet kemeri,
ne hüzmesinde martı çığlıklarıyla bir deniz feneri.
işte o an,
bir sevginin tortusunda
küçücük bir yaşam formu
ve yalnızca gerçek dışı bir aşkın
konforudur içim.
hatta, ısınmış bir eldir düşüm
içinde çapraz ateşlere tutulmuş
gölgesi durur zar-zor ölüşün.
nefret sıkıldı önce,
kurşunu bilmem kaç milimetre
gök eridi sonra üstümüze
derinden bir maviyle.
oysa noktasızdır bilirsin gidişler
ve ev sahibidir yalnızlık,
eşik düzler
en sade haldedir şimdi korkak cesaretler,
geçen yüzyılda kaldı belki de,
bazı güzellikler.
"ısınmış bir eldir düşüm"
j.ak
14 Mart 2015
1 Mart 2015 Pazar
TARİHİN KENDİSİ BİR BÜYÜK KARŞIDEVRİMDİR (Vuqar İmanov)
Tüm dinlerin temel taşları ölüm öğretileridir.
Ölüm korkusu üzerinde duran öğretileri
kapsar din. İnsanı ölümle korkutarak felç edip, hakimiyetin istediği gibi
biçiyor. Kısaca din, ölüm öğretisidir.
Dine göre “ölüm haktır.”
Tabii ki tüm canlılar gibi insanlar da ölür. Ama bir haldeki insan zaten ölecek, neden diri iken ölümden korkmalıdır? Çünkü dine göre o başka alemde cehenneme düşebilir. Yani burada aslında ince bir nüans var. İnsan sanki ölümün kendisinden değil, ölümden sonraki azaptan korkmalıdır. Malumdur ki bu sadece bir tuzaktır. Çünkü insan bilmediği ve anlamadığı şeyden korkuyor, örneğin çocukluk zamanı karanlıktan… Cehennemi ise ayrıntılarıyla anlatıyorlar, cennetten hiç konuşmuyorum.
Açıkçası cennet cehennemden
daha az korkutucu gelmiyor insanlara böyle bakınca. Demek insan aslında sanki
ölümden sonra ne olacağını bilmediğinden değil, ama ölümden sonraki yeri
olabilecek cehennemden kokmalıdır. Böylece cennet ve cehennem diyalektiği
oluşur. Bu cennet ve cehennem kavramları, yani öbür dünya, bu dünyada bir düzen
oluşturuyor. Kimini cennete hurilerin yanına, kiminiyse cehennemde kır gölünde
yanmaya gönderiyor.
Freud’a göre insan ve insanlık
sublimativ filogenetik ve ontogenetik evrim yolu geçiriyor ve tüm yol boyu onun
içinde Eros’la Tanatos mücadele ediyor.
Eski Yunanlılara göre Eros hayat, Tanatos ise ölüm tanrılarıdır.
İnsan doğduğu andan, hatta yaşamın ilk
zerresi olduğu andan itibaren, ölüme hazırlanıyor… Ölüme hazırlığa yaşam denir… Bu Eros.
TANATOS bu düzeni yıkmaya çalışıyor, onun amacı insanı huzurlu, gerginliği olmayan bir üye durumuna getirmektir ki bu ölümdür.
Eros'un önerdiği yaşam yolu gerginlikten geçiyor. Freud'a göre oidipus kompleksi yani oğlan çocuğunun anneye cinsel eğilimi çocuğun geldiği yoldan geri gitme ve olmayan üye durumuna geri dönme isteğidir. Bu Tanatos.
Kızlarda olan Elektra
kompleksinin bağımsız bir izahı yoktur. bu erkek çocuklarda olan kompleksin
aksi uygulamasıdır, yani Elektra kompleksi oidipus kompleksinden türemedir.
Böylece TANATOS tüm yol boyu insanı olmayan
üye durumuna sevk ediyor. Ama
Eros buna direniyor.
Freud Homoseksüelliğin de Oidip
ve Elektra komplekslerinden türediğini savunur. Oğlanda oidipus kompleksi ters
tezahür ediyor ve oğlan annesini babasından değil, aksine babasını annesinden
kıskanıyor.
Demek Ulu tayfada Ulu babanın cinsel zevki benimsemesinden, onun oğullarının cinsel yaşamdan yoksun olarak düşüncelerini ona karşı birleştirip suikast etmesindən -sublimasiya- (Froyd’a göre genellikle insanlığın gelişiminin esası-cinsel hayattan mahrum etme) ve kadınları kendi aralarında paylaştırmalarından, sonra da bu kardeşler ittifakının, Ulu babanın ölümünü yad etmeyi yasak ettikten ve böylece ilk tabuların kurulmasından bu yana, Tanatos’la Eros savaşır. Hatta Freud'a göre insanın dört ayaktan iki ayağa kalkması da cinsel yaşamda koku duygusunun görüntü duygusuyla karşılaştırılmasından başlar, yani Darwin'in insan ellerinin emek aletlerinden yararlanması için onun iki ayağa kalkması tezini geliştiriyor. Aynı yoldan filogenetik seviyede birey de geçiyor, önce baba yasakları, sonra babaya isyan vb...
Tarih boyunca devrim bir dirilme, canlanma ifadesiydi. Diyalektik yenilenme...
Eski ölür yeni ise onun ölümünden yeşerir!
Bu hep böyleydi, ama her defasında karşıdevrim yine galip geliyordu. Çünkü Gidra gibi her devrimden sonra daha da güçleniyordu. Şimdi karşıdevrim kendisinin en yüksek derecesindedir.
Karşıdevrim; insanlığın, tarihin kendisine dönüşmüştür.
Ve son en büyük kurtuluş, belki ancak Tanatos’un yani ölümün kendisiyle mümkün olabilir. Devrim ölümle mücadelede oluşan hayata galip gelir ve insanlar ölüm korkusundan kurtulur.
Markuze’yə göre Freud psikolojisi sosyal psikolojidir…

Vuqar İmanov
27 Şubat 2015 Cuma
eşitməmiş kimsə
kölgələr gizli əsassız konuşturulan
rəngləri al, divarlarda
rəngləri içtiniz soluğunuzla
sənət səcdəyə indi gördüm
inqilabın cənazə namazında.
bir elm-fantastikanın ortasında itdi,
ana, qardaş, bacı, vətən
kölgələrin əlləri soyuq
könülləri isti-qəbulunluğu bir tutam
pençelerinize bulaşdı o qan
və bir fantastikanın ortasında diksindi
xariciləşdirməyi efektiyle humanist vegan
ağrını görən oldu mu?
bi-rəy görmüşlər qayın kökü sökərkən
Kam ağlamış, eşitməmiş kimsə
şəhərin səs-küyündən.
çarxın dişlileri kanattı kölgələri
ağrını duyan oldu mu?
ağızındakı qanı fırçalar durur yalan
qoxusu heç kaybolmayan.
çarxın dişləri çürük
və şərqindən mırldayan namedir
bir oğru çarıq!
təvəkkül indi;
məğrur çiyinlərində ağrının,
ağır və qırıq dökük...
"eşitməmiş kimsə"
j.ak
27.Şubat.2015
(Çeviri: Vuqar Imanov)
duymamış kimse
gölgeler saklı asılsız konuşturulan
renkleri al, duvarlarda
renkleri içtiniz soluğunuzla
sanat secdeye indi gördüm
devrimin cenaze namazında.
bir bilim-kurgunun ortasında kayboldu,
ana, kardaş, bacı, vatan
gölgelerin elleri soğuk
gönülleri sıcak-algınlığı bir tutam
pençelerinize bulaştı o kan
ve bir kurgunun ortasında irkildi
yabancılaştırma efektiyle hümanist vegan
acıyı gören oldu mu?
bi-rey görmüşler kayın kökü sökerken
Kam ağlamış, duymamış kimse
şehrin gürültüsünden.
çarkın dişlileri kanattı gölgeleri
acıyı duyan oldu mu?
ağzındaki kanı fırçalar durur yalan
kokusu hiç kaybolmayan.
çarkın dişleri çürük
ve şarkında mırldayan namedir
bir hırsız çarık!
tevekkül şimdi;
mağrur omuzlarında acının,
vakur ve kırık dökük…
“duymamış kimse”
j.ak
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)