15 Ağustos 2018 Çarşamba

BUGÜN 15 AĞUSTOS

BORALTAN KÖPRÜSÜ'NDEKİ FACİANIN 73. YIL DÖNÜMÜ

O tarihte o köprüde ne yaşandığını az çok hepimiz biliyoruz.

Peki ya şimdi ben size, bugünün 2018 Türkiyesi'nde yeni yeni Boraltan Faciaları var desem buna tepkiniz ne olur?

Evet yıl oldu 2018 ve şimdi sırf Azerbaycan'dan değil, eski Sovyet'in yeni Rusya'ya evrildikten sonra "bile", müstemlekesinde olan Türk Yurtları'na bağımsızlıklarından sonra da adeta kendi dayattığı diktatörleri o ülkeleri yönetmesi için atadığını biliyoruz. Üzerlerindeki tahakkumu devam etsin diye...

Türk Yurtlarından ülkemize gelen göçmenlerin tamamı sizce buraya sadece iki lokma ekmek parası kazanmak amaçlı mı geliyorlar dersiniz? Elbette hayır. İstediği kadar işsizlik olsun bir memlekette, insanlar iki lokma aş parasını her yerde kazanırlar.

Özellikle Azerbaycan'dan gelen soydaşlarımız buraya sadece para pul için gelmiyorlar. Türkiye'de "nispeten" var olan özgürlük kırıntıları için bu gelişlerinin pek çoğu.
Şimdi ne alakası var Boraltan'la diyeceksiniz...

Ay olmaz mı alakası. Hem de nasıl var.

Biliyorsunuz bu "Türkçülük" denen mevzu son yılların yükselen trendi oldu. Aman efendim herkes öyle Türkçü öyle Türkçü ki?! O kadar olur. Bir de bu Türkçülüğü hemşolar kullanıyorlar bizim Azerbaycanlı soydaşlarımızı daha güzel sömüre bilsinler diye. Vaziyet gerçekten içler acısı. Hem de öyle Boraltan Köprüsü'ndeki gibi 146 kişi falan değil, yüzlerce binlerce, on binlerce, yüz binlerce Azervaycanlı soydaşımız, bu sözde burjuva Türkçüleri'nin elinde oyuncak edilmiş durumda.

Nasıl mı oyuncak ediliyor? Bunlar Türkçü mürkçü ayaklarıyla vay efendim soydaştır kardeştir muhabbetleriyle çalıştırmak üzere alıyorlar soydaşları, ancak karın tokluğu ve bir kuru yatak verip, maaş günü gelip çattığında bin dereden su getirerek paralarını ödemiyorlar. Ve bu çalışıp çalışıp bir türlü emeğinin karşılığını alamayan soydaşlarımızın nihayetinde Türkiye'den deport olmalarına dek uzanan son derece çirkin, vahşi ve insanlık dışı bir süreci oluşturuyor ki ölmekten beter.

Hey gidinin öyle görünüp böyle davranan kahpeleri... 1941'den beri değişmediniz. Değişmeyeceksiniz...

Jale ALTUNEL 
15 Ağustos. 2018

yazgı - çizgi

gülüş, ağzımızda tatlı bir eskizdi
ve yıl, dokuz yüz seksen
hiç bir sanatçı bir daha
bitiremedi yarım kalan çizgiyi
konuşuyordu artık herkes yazgıyı
ve tanrılar başımızdan eksik etmedi
belayı.
yazar kasadan almaya başladık fişi
ki düşlerimiz birer güneşti,
başka başka galaksilerden,
fişi çekildi, cezir gibi
kabloları dolandı birbirine düşlerimizin
ve kısa devreden çıktı bir yangın.

sonrası malum
yanan hayallerin boş yerine
kaleler örüldü betondan
dışı seni içi beni kavuran
vuruyorlar bazen dışarıdan
ki o an saklanıyor kağıtsız bir göçmen
çalışıyor karın tokluğuna
para bile almadan...
bıraksan,
kendiliğinden çökecek bu köhne
ama geçemiyor kimse
o çarpığı yamamadan
tüketim tanrısına kalp ile iman
dil ile yalan dolan...

ne tatlı bir eskizdi
şu ağzımızın kenarındaki
görenler meselâ öpmeyi isterdi
umudu kesmedim hiç sanattan
her şeyi çizsinler en baştan
dağları dereleri, yaylaları tarlaları
hatta Aslı, mozaik taşlarıyla
mıhlasın gözlerimize
düşlerimizi ve gülüşlerimizi
sarıdan, aldan, mordan.

"yazgı-çizgi"
j.ak
13 Ağustos. 2018

6 Ağustos 2018 Pazartesi

sadizm

kaç çocuk öldü bugün yok yere kim bilir
kaç uyanık maaş ödememek için mobing yapıp kaçırdı işçisini...
kaç siyasetçi oskarlık bir çıkış yaptı yalan dolan
ve kaç anne doyurmadan uyuttu bebeğini
ay bile doğmadan...

diyorlar ki; Tanrıların işi acı çektirmekmiş her daim
fiziksel acı ruhu da yağmalarmış meğer
sağ salim,
içiyorduk o ara ki ben ayık olmayı seçtim,
Ne zaman ne ekmiştik unuttuk diyor sözde alim...

zaman,
sevda türküeri söylemekten vaz geçti
rüzgâr,
kızıla dönmüş yaprağın orgazmını geciktirdi
kızıl acıların tanrısı ilan ediyorum sahte devrimi
sahte bir kadının
sahte çığlığı gibi...

j.ak
"sadizm"
6 Ağustos 2018

25 Temmuz 2018 Çarşamba

ATHENA

Yananı sen ne sandın yanı yandı bir yarının
Doğayı ne sanıp da insana yâdlaştırdın
Yunan’ı sen ne sandın bizim gibi gelmiş gider
Adonis’i ne sandın hali savaştan beter.

Artemis Athena Zeus Hera
Söyleyin Poseidon’a
Dört at yetirsin tez
Vurduğu yerden asasıyla.
Pegasuslar yardım etsin
Ormanın kuşlarına,
Sincaplarına
Ve Athena şehrinin
Tüm evlatlarına
Niobe ağlıyor karşı kıyıdan
Komşu inanmasa da
Ağlıyor Niobe yedi güzel evladına...

Biri bu kıyının biri diğerinin
Biri bu kıyının biri diğerinin
Biri bu kıyının biri diğerinin
Ve biri zaten Akdeniz’in.

“Athena”
j.ak
25. Temmuz.2018

28 Mayıs 2018 Pazartesi

YÖRECİLİK ve GENELLEME


 - Azerbaycanlıları sevmiyorlar!
- Hayır kardeşim seni sevmemişlerdir.
- Özbekler çok fırıldak üstelik hırsızlar.
- Yahu manyak mısın sana öyle biri denk gelmiştir.
- Çorumdan adam çıkmaz.
- Ne çıkar leblebi mi çıkar yani tek?
- Bur-sa-lı-yız. Bak bak koluma bak n’aapıyorum kikiki.
- Haydaa sen de ama iyice uçtun be kardeşim!
- Çankırı ayısı!
- Ayıp olmuyor mu kardeşim ne diyorsun?
- Güneyli kaypak olur valla onu bunu bilmem.
- Neden ki? Sıcak kanlı insanlardır.
- Iyyy Karadeniz! Ordan kız al ama kız verme ama aman!
- Niye ki hala kızı Trabzonlu’yla evli çok mutlular.
- Alevi miymiş bunlar? Onlarda şart şurt yoktur bi kere.
- Neden ki gayet temiz ve güzel insanlardır.
- İzmirli mi şu kız? Ora kızları yollu olur be! Aşifteler!
- A aa İzmir’in kızları güzeldir evet bakımlıdırlar da ben kadın halimle beğenir imrenirim.


***


Velhasılı bu böyle uzar gider. Oranın insanı böyle, buranın insanı şöyle, şunlar bunları hiç sevmez, bunları onlar için böyle böyle der gibi gibi gibi…


Ama şimdi neredeyse zurnanın zırt dediği yere geldik topyekün.


Son yıllarda Türk yurtlarından ülkemize gelen GÖÇMEN İŞÇİLER gözle görülür bir artış gösterdiler. Ve Türkiye’deki yörecilik memleketçilik zihniyetinden onlar da nasiplerini alıyorlar. Bir genellemedir gidiyor.


Gerek Türkiye’den gerekse de Türk yurtlarından olan insanların arıza çıkaranlarına dikkatle bakarsanız hem ekonomik koşullarının, hem de çalışma koşullarının gayet boktan olduğunu görürsünüz.


İnsanları memleketlerine göre değil de SINIFSAL vaziyetine göre değerlendirebilmeyi, hatta koşulları alt seviyede olanlara pozitif ayrımcılık yapabilmeyi öğrenebildiğinizde, tüm sorunlar halledilme yoluna girmeye başlayacak. Bırakın şu çocuğu normal baş üzre gelsin. Göt-baş edip kolundan bacağından çekiştirmeyin.

Türk Birliğimizin böyle gerzekçesine bir ölü doğumu hak ettiğini düşünmüyorum.

MEMLEKETÇİLİK ZIRVALIĞINA HAYIR,
SINIFSAL BİLİNCE EVET.

JALE ALTUNEL
28.MAYIS, 2018

17 Nisan 2018 Salı

biz

Biz,
yeniden başlangıcın
son kalan tohumlarıyız 
organik...

Cumhuriyet

kurtuluşun civanı,
devrimin al fidanı
sardın bütün vatanı
büyüdün Cumhuriyet!
kesmek istiyor seni
eşkıya medeniyet.
sanırlar ayırınca
kökünden bedenini
bitmezsin de bir daha
kurursun Cumhuriyet
piç tohum sanır seni
eşkıya medeniyet.
bu milletin aklına
zerk etti seni Ata
mıhlandın kanımıza
bilmezler Cumhuriyet
uşakların da bilmez
eşkıya medeniyet.
tütün pancar bizimdir
bu toprak evimizdir
o huzurun bekçisi
namustur Cumhuriyet
yok etmek ister seni
eşkıya medeniyet.
korkmaktan vazgeçeli
bilmem kaç bin yıl oldu
Ergenekon ruhunun
nefesi Cumhuriyet
askerime saldırdı
eşkıya medeniyet.
toprağımın kadını
duyan var mıydı onu
okursan destanını
adımdır Cumhuriyet
kadını yok edemez
eşkıya medeniyet.
bu yürek doldu taştı
Jale yapraktan düştü
düşman menzili aştı
onda yok kabiliyet
rezil olacak yine
eşkıya medeniyet.

“cumhuriyet”
j.ak
17 Nisan. 2018

13 Nisan 2018 Cuma

bossanova

esintiyle dans ediyor gözlerime sızan güneşte yapraklar, dallar fonda bossanova nasıl da esiyor tatlı tatlı. kıskandım hep bilir misin bedenleri lanetlenmemiş kadınları ve onların o karnavallı coğrafyasını görenlere selam olsun dostum, çıplak bir tende sanatı… üç F, karnavalın karşısı ama en karşı umut bir gün öylece coştu ihtiyaç üzere okyanus aştı, ölse de denizlerde o dev balinaları dünyanın takılsa da ağlarına aç sırtlanların ışıklı kokusu el sallar yine de vakti geldiğinde bilge seyyahın. sevdim diyorum sevdim işte şu samba ve bossanovayı sevdim sırtında bir çuval umutla gelen deniz gözlü seyyahı alıp götürdü beni o ritim oldum olası ve kışkırttı tembel zamanlarda aklımı sonra bana hep şu memlekette yarım kalan, işleri anımsattı. coğrafyamın insanları cumaların hayrına inanmıştı ve hâlâ dünyanın tüm çocukları dolduruyordu roma’nın barselona’nın futbol takımlarını serbest radikalleri dünyanın tetiklerken bir üçüncü dünya savaşını, inanarak beklerim ben o deniz gözlü seyyahı… dinlerken düşünmek zor dostum bossanovayı yoksul üretir, zengin yaşar hayatı savaşmaktan sevişmeye koymuşlar da yasağı, yoksula huri yalanı ve silahsız bir yakın dövüş sanatı. coğrafyamın ozanları yakar aşık türküleri göçecek de Jale bir gün geldiğinde zamanı ama bir kez göreydim deniz gözlü seyyahı
görmeden gitmeyeydim
deniz gözlü seyyahı. “bossanova” j.ak 13 Nisan.2018




                               fotoğraf: Sema Aygen

ne ara

Her yanımız yeşildi bir ara
Sarılmazdık eskiden ağaçlara
Her yanımız iletişim bu ara
Sarılmaz olduk, insan insana.
Bir ara gelenekler vardı
Kaldı zenginin cüzdanında
Kitaplar var renk renk raflarda
Yazarları iktidar zindanında.
"ne ara"
j.ak
11 Nisan 2018

7 Nisan 2018 Cumartesi

hecelesek faydası yok



Gözlerinden süzülürken dizeleri işsizin
Hecelesek faydası yok söylediklerimizin.

Saçlarını külek örmüş taze gelinlerimin
Köyüm kaldı çok uzakta toprağımı özlerim
Sorsan bana diyemem hiç ne dertlerden geçmişim
Pençeleri boynumuzda seçmediklerimizin
Tarlasından sökülürken son ektiği garibin
Hecelesek faydası yok söylediklerimizin.

Fakülteler malı olmuş o liyakatsizlerin
Katilleri atanırmış öğretmenlerimizin
Sorsan bana kin ne diye hiç öğrenememişim
Yaşam kaldı uzaklarda yaşlarımı özlerim,
Bedeninden süzülürken al kanları cansızın
Hecelesek faydası yok söylediklerimizin.

Üzerinde kara kollar ürettiklerimizin
Kanlarıyla göveriyor Mehmetçiklerimizin
Sorsam sana doksan beş yıl ne yiyip ne içmişsin
Pençeleri boynumuzda seçmediklerimizin
Ellerimden çalınırken toprak kokan pancarım
Hecelesek faydası yok söylediklerimizin

Kayıt dışı işi varmış işverenlerimizin
Göç yolları yaman imiş can soydaşlarımızın
Sorsan Jale nedir hali şu memleketimizin
Vergileri bizden çıkar hırsız burjuvazinin
Ellerinden süzülürken emekleri göçmenin
Hecelesek faydası yok söylediklerimizin.

“hecelesek faydası yok”
j.ak
7 Nisan 2018









21 Mart 2018 Çarşamba

NEVRUZ'UN SINIFSAL İÇERİĞİ ÜZERİNE

Nevruz, Yenigün, Ergenekon... Ön ve Orta Asya'da bu adlarla adlanan bayramımız, gerçekte nedir ve neden insanlar meydanlara çıkarak coşkuyla eğlenirler?

Hepimiz bir ağızdan BAHAR'ın gelişi, gündüzün(aydınlığın) geceye(karanlığa) galip gelmesi şeklinde yorumlayabiliriz bu durumu. Tabii bir de işin mahsül kısmı var. O bu kadim geleneğin aslolan kısmıdır doğal efekte eklemlenmiş olarak.

Mahsülü kimler yetiştirir? Köylüler elbette. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Ön ve Orta Asya'da da mahsülü köylü halk yetiştirir. Peki köylü halkın tepesine tarihte her daim kimler çöreklenmişlerdir? Elbette ağalar. Toprak ağaları çöreklenmiştir. Ya da devletler... Ya da her ikisi el birliği ile. Köylünün tepesindeki diğer büyük bela ise KIŞ aylarının ta kendisidir. Kış, köylü için adeta bela gibidir. İçinizde çitle çubukla hayvancılıkla uğraşmışlarınız varsa bunu gayet iyi bilir ve anlarsınız. Kış bir köylü için asla şehir burjuvasının paylaştığı kar manzaralı kartpostallar ya da fotoğraflar gibi ROMANTİK değildir. Köylü kışın soğuğunu ayazını etinde canında mahsur ve çaresiz kalmışlığında, yani kısaca iliklerinde hisseder dostlar. Dolayısıyla da baharın yeni günün, Nevruz'un gelmesi köylü halk üzerinde böylesi bir bayram sevinci yaşatır...

Köylü, güneşli günlerin gelişini henüz ilk cemrenin düşmesiyle karşılamaya başlar. Bu bir yeniden doğuş, doğayla elele bir isyan, bir baş kaldırıştır aynı zamanda.Kışın soğuk günlerine ve metaforik olarak tepesine çöken her tür parazite bir baş kaldırış...

İşte ağaya paşaya ve hatta ağayla elbirliği eden devlete yapılan bu baş kaldırı, Türkiye'de özellikle 1980 darbesi sonrası etnik bölücülerin kulaklarına bu şekliyle fısıldanmıştır büyük ağbeyleri ve onların Türkiye'deki işbirlikçileri tarafından.
Her türlü bölücü ayrılıkçı faaliyetin karşısında ve buna karşı dik duruşun en keskin savunucusu olduğum artık herkesin malumudur. Ancak üreten bir köylü halkı da hayatımın hiçbir dönemi etnik farklarına göre tanımlamadım. Benim için köylü köylüdür. İsterse Marslı olsun.

Ancak ne var ki Türkiye'deki entik bölücüler, hayatının hiçbir dönemi hiçbir şey üretmemiş olan insanları NEVRUZ BAYRAMI adı altında devlete karşı kışkırtırken, ağalarının kendilerine yaptıkları zulmü hep gözlerden kaçırmışlardır. Üstelik bu salt devlet karşıtı tutumları yüzünden Türk Milleti'ni de Nevruz Bayramı'ndan bir güzel soğutmayı başarmışlardır.

Nevruz, Ergenekon, öncelikli olarak üreten emekçi köylünün bayramıdır. Onların nezdinde de tüm insanlığın. O bir yeniden doğuş coşkusudur. O bir isyan bir baş kaldırıdır. Üretici köylünün üzerine çullanmış herkese ve her şeye baş kaldırıdır...
Sevgili Atamız'ı böyle anlamlı bir günde yâd etmezsek olmaz. 

Ne demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk?

ÜRETEN KÖYLÜ, MİLLETİN EFENDİSİDİR!

Ben Nevruz Bayramımız'da, her nerede ve ne şartlar altında üreten köylü varsa, etnisitesine memleketine coğrafyasına aldırış etmeksizin saygıyla selamlıyorum ve bayramlarını canı gönülden kutluyorum.


Jale ALTUNEL 
21. Mart. 2018


19 Mart 2018 Pazartesi

ÜRETİCİYLE TÜKETİCİ ARASINDAKİ ÇELİŞKİ

Büyüdüğüm körfezde, köy ve kasaba çelişkilerinin insanlara nasıl yansıdığına çok net tanık oldum...


Mesela Değirmendere ve Gölcük böyleydi. 

Gölcük'te askeriye garnizon ve tersane vardı orası çoktan sanayi üretimine entegre olmuştu oysa Değirmendere köydü halen...

Fındık kiraz üreticileri ve balıkçılıkla geçinen köylüler vardı.
Üretici-tüketici çelişkileri, gelenekleren kopuş süreci ve iki farklı dünyanın aynı potada erime çabasıyla ben hem Değirmendereli hem Gölcüklü, bazen ise ne Değirmendereli ne Gölcüklü oluyordum.


Evimize daha yakın diye annemler beni Değirmendere Ortaokulu'na yazdırmışlardı. Orada köylülerin çocuklarıydı arkadaşlarımız. Biz arada tek tüktük Gölcük'teki asker kökenli insanların çocukları olarak. Ve şimdi anlayabiliyoruz ki oradaki çocuklarla olan dostluğumuz çok daha dürüstmüş. Kavgalar anlaşmazlıklar ve bir sürü itiş kakış. O yüzden hala görüşürüz.
Bu arada Gölcük ve Değirmendere'nin arası sadece 3 km. idi yürüyerek giderdik. Sahilden askeriyeyi geçip, B kapısından çıktık mı Gölcük’e varmış olurduk...



Karamürsel Değirmendere’ye göre daha büyük bir alanı kaplıyordu. Ve oradaki köylüler artık üretmemeye başlamışlardı. Bu yüzden de yobazlık orada almış başını gitmişti.

Yoksul kesim gelenekleriyle yaşamaya devam ederken zenginler onları bir takım şeyleri yapmaya mecbur bırakıyorlardu "adettendir" diye... Gölcük'te maaşlı çalışan ama Değirmendere'de oturan insanlar köylülerle dostluklar kurmuşlardı. Kendileri onlara bi bok vermedikleri halde bağbozumunda köylünün kendilerine "göz hakkı" vermesini isterlerdi meselâ "adettendir" diye.

Oysa göz hakkı öyle bir şey değildi ki.

Diyelim ki beş bin ton bağ bozulmuş ikişer üçer kilo verse ne olur ki? Hiç birşey... Ama bunu yapmak da bir imece gerektiriyor normalde. Bilirsiniz bağ tek başına bozulmaz. konu komşu yardım eder buna imece denir. Bugün benim bağımı bozarız yarın seninkini... O zaman da herkes birbirine kendi bağının mahsülünden tattırır.. Ama üretmeden yaşayan bazı parazitikler, yardıma falan gitmedikleri halde köylüden göz hakkı isterlerdi. İstemek değil de sözle ima etmek diyelim...

Çocukluğumda bu çelişkileri gördüm, yaşadım. Ayrıca bağ bozumuna da defalarca gittim. Tüm komşularımıza köylü olmadığımız halde annem gider ve yanında bizi de götürürdü ırgat gibi çalışır ürün toplardık günlerce. sonra da tepsi tepsi mahsül verirlerdi bize. Ve annem köylü dostlarına tembih ederdi.

"Yardıma gelmeyenlere vermeyin sizi bu şekilde kullanmalarına müsaade etmeyin" derdi.


Mesela Değirmendere'de bir yatır vardı Sultan Baba Hazretleri...

Köylüler oraya giderler ama hiç öyle öcü gibi örtünmezlerdi. Orada iğretiden iki rekat namaz kılınırdı köy işi yemenilerle filan... Benim de kılmışlığım vakidir. Saygıyla hem de. Çünkü öylesine sade bir yerdi Sultan Baba. Sultan babaya adaklar adarlardı. kimi ev kimi koca kimi çocuk kimi şu kimi bu. Orada bir de dilek ağacımız vardı. Üzerine asılmış çaputlarıyla rengârenk... Adağı gerçekleşenler gelir orada hayvan keser ve fakire fukaraya dağıtırlardı. Köyde kimler fakir gayet iyi bilinirdi. Aslında uçurum da yoktu pek. Fakir derken nispeten fakir..


Sonra bu Sultan Baba köyün üretim geleneklerinden kopmuş olan kasabalılar tarafından istilaya uğradı.

Oradaki basitlik sadelik bir anda kayboldu öcü gibi başını örterek gelip saatlerce namaz kılanlar, kestiği hayvanı "kendi fakirlerine" götürmek için alıp götürenler türedi. Anlayacağınız Sultan Baba'nın boku çıktı. Tam bir Türk geleneği Türk kültü olan Dilek Ağacımız oradaki Türk köylüsüne din dersi geçenler tarafından dini vecibelere uygun düşmediği gerekçesiyle üzerine çaput bağlamanın "yasak" olduğu söylenerek tahkir ve yok edildi.

Demek ki üretimin bittiği yerde geleneklerin boku çıkıyor.


Jale ALTUNEL 

19 Mart. 2018


17 Mart 2018 Cumartesi

THE GUARDIAN'IN İŞGÜZARLIĞI

İngiliz'in oyunu yüzyıllardır hiç değişmeden sürüyor dostlar. Bu İngiliz düzenbazları, Afrin ile ilgili sözde farklı bir bakış açısıyla haber yapmışlar. Kurdish Afrin yani kürt Afrini olarak bahsettikleri bölgeyi, dünya kamuoyuna kafadan daha kürtlerinmiş gibi göstermekle işe başlamışlar kocaman döşendikleri makalede...

Aman efendim bu kürtler nasıl medeniymiş, nasıl kadınları cinsel devrim yapıyormuş, kadın erkek nasıl eşitmiş nasıl eşitmiş Owen Jones denen züppe anlata anlata bitiremiyor. Kürt kadınları kendilerini özgürleştiriyorlarmış, erkeklerin yanında en ufak bir gerginlik hissetmiyorlarmış, mış mış da mış...

Bir kere şunu hatırlatmak lazım bu Owen'a. (Anlaşıldığı üzere kendisi eşcinsel)

Bak Owen bacı,

Bu kürt aşiretlerinde söz söyleme öncelik sırası, ilk şeyhe, sonra ağaya sonra erkeklere sonra oğullara en son da eğer erkek evlat doğurabilmişse evli kadına düşer.

Yani gelenekleri genetik kodlanmışlıkları bundan öte değildir. Owen bacı ikinci olarak Türkiye'de kadına karşı şiddet, berdel, töre cinayetleri, çocuk gelin zırvalığı gibi bir yığın insanlık dışı pislik de banko güneydoğu anadolu bölgemizde, yani kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerdedir... Owen bacım sen en iyisi bildiğin konuları yaz. İngilizim nasılolsa yerler deme hiç. Zira hem yemiyoruz hem de sen komik durumlara düşüyorsun.

Bu arada biz Türkler kürt kadınlarının nasıl "özgürleştiğini" Abdullah Öcalan'ın yoğunlaştırma evlerinden biliyoruz. Biliyoruz o nasıl bir özgürleşme. Beleşe fahişelik ettirmek ancak pezevenkliği ön asya'da meslek haline dönüştüren kürt erkeklerinin işidir. 

Bu tabii konunun komedi tarafıydı. Kim nerede okusa Owen bacının kürtleri yere göğe sığdıramadığı bu satırlara kahkahalarla güler.

Bir de makalenin trajedi kısmı var ki sormayın gitsin.

Türkiye'nin ışid'le el nusra'yla içinde el kaide ve benzeri cihatçıların bulunduğu ösoyla iş tuttuğunu yazıyor. Bunu gayet ağdalı ve sarkastik bir üslupla don lastiği gibi de uzatıyor.

Kürtleri medeni, Avrupalı LGBT'liler ile dostane ve sıcak ilişkileri olan, sosyalist ve cinsel devrimin dünyadaki baş savunucuları olarak gösterirken Türkleri dinci yobaz, faşist ve işgalci olarak gösteriyor!

Dünya Kamuoyu'na karşı sıkılan bu palavraların gerçeklik boyutunun altını ise malesef şu anki iktidar dolduruyor. Ama The Guardiyan'ın yazdığı makale hepimizin boynuna idam ipi gibi giydiriliyor. Düştüğümüz durum içler acısı.

Hint-Avrupa soy kökenli kürtleri, Avrupalısı Yahudisi ve aslında gerçek anlamda faşist olan LGBT'li arkadaşları cinsel devrim konusunda eğitimlerle ve tedrisatlarla donatıyorlarmış, onlara arka çıkıyorlarmış. Ay yesinler bunların Hint-Avrupalı arian soy köklerini. Türk Milleti'yle eşitleme çabaları vardı şimdiye kadar. Ama şimdi görüyoruz ki Türk Milleti'ni ezip yerin dibine sokarken bunları bulunmaz "hint" kumaşı gibi göklere çıkaracaklar artık. Tuzlayayım da kokmayın.

Ve son olarak ben homofobik değilimdir. Bir eşcinsele de asla ibne demem. İçimden bile diyemem. Çünkü ibne başka bir şey. Ama bu Guardian yazarı Owen varya Owen, hem eşcinsel hem de ibnedir!


Jale ALTUNEL
17 Mart.2018

12 Mart 2018 Pazartesi

cin figürlü miğferler

Maskeli kavramlar geçidinde
Midas’ın taburu en önde
Giydirilmiş cin figürlü miğferler
Yalanların üzerine.
Oysa Sirinks dile gelmişti
Yalnızca duymayı bilenlere
Boş ses çıkarırken çok teneke
Ya da çok ses çıkarırken,
Her neyse…


Üzülmedim desem yalan olur
Öldü sonunda Korku
Ceset günlerce her yerde durdu
Öyle uzun durdu ki,
Onu gömmeyi herkes unuttu
Ve sindi sonunda tüm şehre,
Leş kokusu.
Teşvikiye’den kaldıralım
Ve Zincirlikuyu’ya defnedelim dedik
Merhumu.
Çünkü Korku,
Bu coğrafyada çok meşhurdu.

Sevindim desem yalan olmaz öldüğüne
Arka sıralardan baktım
Geçidin cin figürlü miğferlilerine
Bir daha dinledim
Bizim çoban için
Tek laf ediyorlar mı diye,
Yok.
Aklıma ilk gelen,
Hayatta kalma içgüdüme
Ölene dek duyacağım özlem oldu.
Neyse ki Sirinks,
O gün bugündür hep bizimle
Devrim türküleri çalacağız aşkla,
Hep birlikte
Kime ne?

“cin figürlü miğferler”
j.ak
12. Mart 2018






8 Mart 2018 Perşembe

8 Mart

Yollamayın bana dostlar
Cicili bicili
Sekiz Mart tebrikleri
Unutamıyorum çünkü
Şehitlerimizin annelerini
Uçup gitti uçmağa
Yirmi yıllık EMEKLERİ...
"8 Mart"
j.ak
8 Mart, 2018

3 Mart 2018 Cumartesi

körfez çocukları

yokmuş gibiydi memleketin derdi
biz küçükken
ve güneş ışıklarına bakardık
markasız bisküvilerin deliklerinden
kurumuş çamura üç çakı atıp
çiviyle çizdiğimiz üçgenler
daha önemliydi siyasetten.
sonra apar topar
Kıbrıs'a gitti babam
o zamanlar onun sandığım
denizaltısıyla,
ve gizli gizli burnunu çekiyordu anam
sirenler çalarken garnizonda.
biz küçükken
sakınmazdı bizi büyüklerimiz
büyüklerden
mini etek hâlâ masum
öyle kalmış aklımda
yetmişlerin Türk Filmleri'nden.
sandaldan denize salınmış
ve körfez kokusu sinmiş düşlerimiz,
daha önemliydi
ciddi meselelerden
aynı topraktan çıkan çiçekler
konuşmadan anlaşır
konuşmadan küserler bazen
ve konuşmadan barışır
gülüşürler bazen.

"körfez çocukları"
j.ak
3. Mart.2018

2 Mart 2018 Cuma

Biz Ölürken

Çanakkale'de
Yoktu bazen postallarımız,
Yoktu hatta yiyecek bir lokma aşımız.
Eğlence ancak,
İşgal altındaki şehirlerin
Azınlık meyhanelerinde,
Düşman askerlerine.
Ve Anadolu'nun bağrındaki yangın,
Gözlerimizde ateşten kale
Geç geçebilirsen gözlerimin içine!
Geç geçebilirsen Çanakkale içine!
Oysa Afrin'de,
Postallarımız ve aşımız tam
Azınlık meyhaneleri artık
Tv.lere taşındı.
Ekmeğimizi yiyip,
Suyumuzu içip,
Hislerimizi biçip,
Eğleniyor cayır cayır
İçimizdeki düşman.
Ve biçilen hisleriyle bu millet,
Öyle bir histeriyle bu millet,
Kendi davasına yaban.
Seyrediyor olup biteni
Başkasının ağzından.
"biz ölürken"
j.ak
2. Mart. 2018


4 Şubat 2018 Pazar

DEVRİM

muhalifler taşıyorsa diktatör tahtını,
memurlar olmuşsa halkın düşmanı
rüşvete bağlamışsa vatan bahtını
gelmiştir ay dost devrim zamanı...

j.ak




21 Ocak 2018 Pazar

ZEYTİN DALI HAREKATI

Bu harekatı günlük siyasete alet etmek, ya da sırf hükümete karşı siyaset üretmek adına kötülemek yanlış bir tutum olacaktır.

Aşağımızda bir kürt koridorunun oluşmasını ve Akdeniz'e açılmasını engellemek, üstelik emperyalizmin hizmetinde olan ayrılıkçı kürt hareketinin "sırası geldiğinde" Türkiye'deki emellerini gerçekleştirmesine de engel olmak için, Türk Ordusu'nun bölgeyi terör unsurundan temizleme girişimi uluslararası anlaşmalar uyarınca hukuka uygun, anamızın ak sütü gibi de hakkımız olandır.

Feveran eden bazı köşe yazarları rusya-suriye-iran "ittifakı"ndan dem vurup, o ne der bu ne der, abd ne der tarzı felaket tellallığı kokan bir takım mesnetsiz ve çirkin propogandalara soyunmakla kalmamışlar, bunun bir ortadoğu faciasına çevrilebileceği konusunda hep olduğu gibi, Türkiye ve TSK karşıtı veryansınlara başlamışlardır!

TSK da salaktı çünkü değil mi? Onların düşündüklerini düşünemedi, hatta neredeyse "hükümetin onu sürüklediği bataklığa" gözü kapalı gidiyor.

Herkesin dilinde rusya ne yapar, iran ne yapar sorusu. Rusya her şeyden önce gün be gün düşen petrol fiyatlarının onu soktuğu buhranı düşünsün. İran ise, Prenses Diba'nın oğlunun mollalar yerine getirilmek istendiği son halk kalkışmalarını. Ola ki bu mevzu bizde pkk suriye'de pyd ise, iran'da da pjak boyutunda bir küresel girişimin tomurcuklanmış memesidir. o memeyi emperyalizmin ağzına öyle sanıyorum ki İran da vermek istemiyordur...

Gelelim yüzyılın simulasyonu abd ye... Yeni dönem savaşlarında abd kendi askerini kullanmaktan nasıl imtina ediyor hepimizin malumudur. Taşeron terör örgütleriyle "iş görme" peşinde olan amerika, bu sevdadan vaz geçmek zorunda kalacaktır. Zira artık taşıma suyla değirmen döndüremeyeceği gayet aşikardır.

Son olarak,

Sırf Türkiye hakkını hukukunu arıyor, memleketinden kimselere bir karış bile toprak vermeyecek diye, aman diyeyim ortadoğu bir cehenneme dönecekmişmiş de, kıyametler kopacakmışmış da, büyüüük bir savaş kopacakmış'çılara diyeceklerim var:

Savaşın değil büyüğü, orta ölçeklisi bile bir Suriye gerçeğinde görüldüğü üzere akın akın mülteci anlamına gelir.

Evet kabul edelim ki, Avrupa'nın mültecilere olan yaklaşımı belli bir orana kadar hep, "istemem yan cebime koy" minvalinde olmuştur. Çünkü kendini artık yarı tanrı zanneden batı, kendi çalışmadan taşak kebabı yaparken ülkesine gelen mültecilere çok az para karşılığında bütün bokunu yığıştırtmayı alışkanlık haline getirmiştir.

Ama, Türkiye 80 milyonluk, İran 70 milyonluk ülkeler iken, o kendini yarı tanrı sanan zevat bile bunca insanı batı'da istemeyecektir. E bu riski göze alamıyorlarsa da kırıp dizlerini ortadoğu bataklığına çomak sokmayacaklar. Efendi efendi izleyecekler, bizler burada kendi işimizi göreceğiz...

İşte bu yüzden ben Harekat'ın adını çok sevdim. Gayet düşünülerek konulmuş bir ad bu.

ZEYTİN DALI... MEHMETÇİĞİMİZİN YANINDAYIZ!

Jale ALTUNEL 
21. Ocak, 2018







21 Aralık 2017 Perşembe

emek gardiyanları

kavramlar parsellenmiş bir kınama mektubu yollamış ozanlara mecaz-i mürsel sanatı. kaptırdık bu çağda yine ikinci anlamları çıkıp gidiyor herkes işe diye sabahları anlamak git gide sıradanlaşıyor post-modern sanatı. gölgeler nasıl öldürüyorsa koskoca aşkları doğurabilir de demek kanlı bıçaklı düşmanları kapıyı kilitlemeyi kasten unutuyor artık emek gardiyanları… ve güdüler parsellenmiş ön görüler, mesailer, eskidikçe tarih zorlaştı tarif. eskinin gereklilikleri şimdinin fantezileri olmuş türban ve jartiyer gibi.

"emek gardiyanları"
j.ak
Nartugan/2017