perdesizpencere
Bir şairin yüreği, yol kenarında açan çiçekler gibidir... (j.ak)
31 Ekim 2023 Salı
BEBEK HAYALETİ
21 Haziran 2023 Çarşamba
Koruk ayaklanması
Şarap varsa Toroslar’da sıkılmış,
Muhtemel seyirde
Ve demir almış muhabbet
Gözünü sevdiğim memleket
Oynaşmak sözcüklerle bahane.
Ne sevdiğinden bir haber,
Ne devrimin ılık gölgesi,
Sadece cavlak bir tek başınalık
Ve şarabın kömür tonu
Minör kırmızısı.
Toprak desen, ataerkine kurban
Salkımdaki üzüm tanesi şimdi yalnızlık
Bir yanı mora bir yanı ala çalan
İçelim o zaman.
"koruk ayaklanması"
j.ak
21. Haziran.023
1 Haziran 2023 Perşembe
IRALAN
Ağaç ne kadar dökse yapraklarını,
Ne kadar çıplak kalsa budakları
Çiğ bulaşır dallarına
Örter gibi ayıpları.
Bir başka hayat gelir üzerine
Yosundur artık onu saran elbise
Tüm o parlak,
Geniş yapraklara nazire.
Kılıksız dallar var şimdi
Puslu karanlığın içinde
Suskun ve sırlarla dolu
Suskun ve sınırlara gebe.
Tüm ayrıntılara inat
Pusudadır gerçek
Sis dağılsın
Ve çiğ kurusun diye bekler.
"Iralan"
j.ak
1. Haziran.2023
30 Mayıs 2023 Salı
YİĞİTLER ÖLÜMSÜZDÜR
Renkli ve mis kokan çiçekler yerine
Baharlar konu mankeni edildiğinde
Uzaktan baktım o edilgen mevsime,
Bir düşme bir çarpma ki,
Yürüyen uzvumun kırık acısı
Uyutmuyordu yine o gece
Ah o gece…
Gönül kırığı bin beter yaktı
Şu kemiğin kırığından
Duydum ki Hakk’a varmış
Koskoca Adil Serdar Saçan.
Neler geçsin bilemedim aklımdan
Durdu çünkü zaman
Ah keşke ayağa kalksam
Son yolculukta uğurlasam
Gitti dedim gitti, bir gerçek Adam…
Böyle gitmeler ağlatamıyor insanı
Öfke ve isyan ruhumu alçıya aldı
O yiğidin üstüne çünkü
Topraktan önce, kara ağlar atıldı
Kara lekeler çalındı.
Çalanlarda bir eğlence
Çalanlar ömrümüzü çaldı
Ümmetçi, soycu sopçular
Bir türlü doyamadı
Hep soy tar’ı çaldı.
Şimdi gerçeğin Ekim zamanı
Kara saplı sabanımızla
Yaracağız kara toprağı
Yırtacağız kapkara ağları
Ve düşlerimizde değil,
Uyanıkken toplayacağız
Gerçek olanı.
"Yiğitler ölümsüzdür"
j.ak
30. Mayıs 2023
5 Aralık 2022 Pazartesi
Rüzgârını içtik
Eskitemedik o eski yalnızlığımızı bunca yıl,
4 Kasım 2022 Cuma
TÜRK KADINI AZADDIR
#HədisNəcəfi için...
7 Eylül 2022 Çarşamba
"İSYAN HA? BANA HA?"
8 Mayıs 2022 Pazar
Ancak kendilerine lâzım olunca kıymete binen 'hukuk'
158 şair, gezi davası
kararlarına karşı 'şairane bir bildiri' açıklamış. Bu da benim o şairlere
cevabımdır:
Kozmik oda açılıp da
800 küsur vatansever katledildiğinde, Kuzey ormanları katledildiğinde, Mavi
Çarşı bombalandığında, şimdiyse Fırat’ın sularına sülfirik asit karışırken,
neredeymiş bu şairler? Neredeler demek daha doğru olur. Hiç bu konularda
şiirlerini, ağıtlarını, güzelleme ve koşmalarını duymadık. Kaldı ki 158’i
toplanıp da bir bildiri açıklasınlar.
Dillerini kedi mi yemiş
sahte Ergenekon sürecinde?
Şiirleri mi bitmiş Ali
Tatar kendini öldürdüğünde?
Mürekkepleri mi kurumuş
birileri "yetmez ama evet" diye anırırken?
Tek satır eleştiri
yapmamışlar ve hatta o teranenin peşine takılmamışlar mıydı üstelik?
Bizler o zaman 'Hayır'ı,
işte tam da bu yüzden, hukuk bir kişinin iki dudağı arasında olmasın diye
haykırmıştık oysa. Şimdi canı sıkılan liberal sol dediğimiz türden bir güruh gelecek,
bana şairane pozlarda ahkâm kesecek ha?!
Naifliklerini ayrı, şairliklerini ayrı, "hassasiyetlerini" apayrı sevmek okşamak öpmek istiyor insan...
Sapla samanı ayıramayan
insanlardan ne şair olur, ne vatansever, ne aydın, ne de entelektüel olur. Kararı hukuksal boyuttan eleştiririm ama
bunca atraksiyonun tek bir kişi için temaşa edilmesindeki siparişin ne kadar
büyük yerden geldiğini de anlamayacak kadar saf değiliz.
Gezi Park eylemlerinin
başladığı ilk gün 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece, Sahipler ve kanaat önderleri adlı yazımda, adından da anlaşılacağı
üzere, bir takım kanaat önderi kılıklı insanın bu vatanın gerçek sahiplerini
nasıl gütme gayreti gösterdikleri hakkında yazmıştım. Bu yazıda ayrıca ‘Gezi’deki
ağaçların elbette bir teki bile benim canımdan kıymetlidir ama Kuzey ormanları
an itibarıyla katlediliyor neden kimse çıkıp bu konuda bir şey söylemiyor’ diye
feryat etmiştim. O konu hakkındaki şiirim söyleydi;
değişmeli dostum şekli devrimin
anadili ekonomi sömürü ve işgalin
hayrandık masumluğuna
antik çağ galibiyetlerinin
ve bir kahramanı vardı hep düşlerimizin
oysa ne kadar uyumluyduk
bir zamanlar doğayla
şimdi isimler takıyoruz parktaki ağaçlara
ava gittik şehrin göbeğinde sahte bir ormana
katledildi tam o sırada gerçek!
“epik ve devrim”
j.ak
7. Mayıs. 2015
Bizler hem gerçekler,
hem ormanlar, hem Cumhuriyet, hem de onun getirisi olan demokratik laik hukuk
devletimiz yıkılmasın katledilmesin diye her yerde ve her alanda feryat figan
ettik. Peki, neden o zaman da yayınlanmadı bu? Bildiri?
Normal zamanda yüz
metre mesafesine yaklaşmayacağımız insanın 8 Nisan’da neden Silivri’de
yanındaydık? Ki bu konuya ilişkin de kapsamlı bir yazı yazarak neden orada
olduğumuzu dilimiz döndüğünce anlatmıştık. Çünkü, hukuk hepimize lâzım. Hukuk, sana
ayrı, bana ayrı, falancaya ayrı işlemez demiştik.
Yetmez
ama EVET tam bir çılgınlık, tam bir aymazlıktı. Sanatçısı,
sepetçisi, şairi, ressamıyla memleket semalarında alçak basınç etkisinde bir
eyforiya (euphoria), bir bahtiyarlık rüzgârı estirildi ki, işte şimdi
bazılarını böyle bir tiyatroya temaşaya sevk etti. O dönem sistemin bu amansız
tuzağına şapa oturur gibi düşen bu sanatçılar için bir şiirimde şu dizeleri
kullanmıştım;
“Sanat
secdeye indi gördüm,
Devrimin
cenaze namazında…” (2015)
Sanatçı olarak bize
lanse edilenler, gerçekten de Cumhuriyetimizin ve Atatürk devrimlerinin her
biri için tek tek cenaze namazı kılar gibi, onu önemsizleştirdiler, küçülttükçe
küçülterek değersizleştirdiler. Ne oldu peki şimdi?
Yoksa
hukuk şimdi, size mi lâzım oldu?
Jale Ak
5 Nisan 2022 Salı
Müjde: Bir sığınmacı filmimiz oldu!
Dün gece neyle karşılaşacağımı
bilmeme karşın, önyargısız ve sakin bir şekilde, geçtim koltuğuma açtım “Müjde”
adlı filmi.
Başrolleri Lale Mansur (Müjde) ve
Cezayir asıllı Fransa doğumlu Salim Kechiouche (Sait) paylaşıyor. Bu arada beş
buçuk milyon Suriyeli içinde rol verebilecekleri kimseyi bulamadılar sanırım.
Yahu en azından Suriyeli oyuncular arasından seçseydiniz başrol Suriyeli
karakteri, böylece gösterdiğiniz histerik saygı bu denli sahteleşmezdi.
Bundan sonrasını okuyacaklara ikazımı yapayım, bu analizde
filmin ayrıntılarına gireceğim.
Ama önce, yaklaşık olarak yedi
yıldır sığınmacı mülteci ve göçmen işçi statülerini ve tüm dünyadaki göç
dalgalanmalarını dikkatle izleyen irdeleyen biri olarak, Avrupa’nın kaçak
sığınmacılara ne yaptığını belirtmek isterim. İlk yirmi dört saat içinde deport
ederler. Yani sınır dışı. Mülteci mültecidir. Kendi ülkesinde siyaseten veya
savaş nedeniyle hayatı tehlikedeyse bir başka ülkeye iltica talebinde bulunur,
kabul görürse gider. Savaş vb. nedenlerle ülkesinden başka ülkelere gidenlerse
geçici sığınmacılardır. Türkiye’deki Suriyeli unsur son tanıma uymaktadır. Yani
onlar göçmen işçi filan değillerdir. Bunun altını çizelim önce.
***
Film bende bomba etkisi yapan bir
girişle başlıyor. Dakika bir gol bir mi desem ne desem. Müjde (Lale Mansur)
müstakil evini kat karşılığı vermek üzere müteahhitle pazarlık ediyordur. Bu
sahnede müteahhit öyle bir anlatılmış ki, sanki seksenli yılların müteahhidi.
Zira o yıllarda her yer dutluk, üçe beşe kapatılan müstakil evler olurdu. Ya
şimdi öyle mi peki? Hoppala paşam malkara keşan. Siz kimin aklıyla alay
etmişsiniz öyle? Şimdinin şartlarında müteahhitler ev sahiplerinin bucağına
salavatla gidebiliyor artık. Oranlar da filmde gösterildiği gibi değil. Artık
sırtlanlar ev sahipleri. Ee bu işler arz talep işleri. Talep çoğalınca arz,
arz-ı endam eder bilmez misiniz? Yok biliyorsunuzdur da o kısma da öyle romantik
bir yalan kondurmuşsunuz. Kondurun bakalım yalandan kim ölmüş?
Lale Mansur, orta yaş bunalımında,
onu hiç arayıp sormayan hayırsız bir oğul sahibi, tek katlı evini kat karşılığı
müteahhide vermiş olan bir hanım teyzemizi oynamış filmde. Evi yıkılacağı için
başka yere taşınma “mücadelesi” verirken, bir taksiye atlayıp kendi başına
amele pazarında Suriyeliler’in arasında buluyordur kendini. Ne o? Taşımacı
bulacakmış oradan. Yahu ablacığım kafayı mı yedin ne yaptın sen? Şimdi
müteahhitler senin evini kendileri taşıyor. Üstelik masraflarını falan
üstlenerek, üstelik çıktığın kiralık evin de on beş aylık kirasını ödeyerek.
Filmdeki Müjde karakteri nerede yaşıyor? Hatta filmin yönetmeni ne yiyor ne
içiyor ve bu memleketin gerçeklerinden ne kadar haberdarmış böyle? Gülsek mi
ağlasak mı? Şaştım kaldım. O sahneleri ağzım açık izledim yeminle. “Müjde
nereye koşuyor” olabilirmiş bu filmin adı. Hani Müjde aşka koşuyor babından.
Amele pazarında Sait’e rastlıyor
hanım teyzemiz. Sait çatır çatır İngilizce konuşabilen yağız bir Cezayir,..
pardon Suriyeli delikanlımızdır. Müjde Sait’e sen de gel, sen de gel diye
ısrarcı olur. İlk görüşte aşk, anlamlı bakışmalar, merhametle yoğrulmuş
histeri, neyse ne. O da, Sait de gelir.
İşçi pazarından Suriyeliler’i (üç
kişi) bu işin ticaretini yapan bir Türk
getirmiştir Müjde’nin evine. Hani başlarında durur, işçilerin emeğini sömürür,
çavuş derler ağızda. O karakter, şişman bir oyuncudan seçilmiş. Hani emek
sömüre sömüre şişmanlamış gibisinden. Ve Müjde’nin sade suya tirit makarnasından
muhteva öğle yemeğini yemek istemez bu “şişko ve beyaz Türk” çavuş. Algıya bak
algıya. Makarnayı istemez, kendisine de ayrı ve özel olarak, döner mi adana mı
urfa kebap mı olduğunu kestiremediğimiz bir sipariş vermiştir, o sipariş kapıya
gelir ve fiyatı otuz liradır. İnceden duyulur bu. Normaldeyse Suriyeli veya
Mozambikli veyahut da Türk hiç fark etmez, bedenen çalıştırmaya getirdiğin
birine öğle yemeğinde makarna veremezsin. Yahu adam bedenen çalışıyor, su
yakmıyor ki bu. Ama tabii bu kısımda anlatılmak istenen, efendim Suriyeli çok
kanaatkâr, mütevazı, öyle ki iki lokma bir hırka felsefesiyle takılır, önüne ne
konsa onu yer, ama Türk çok bencildir dışarıdan sadece kendisine yemek söyler
ve yer’dir. Yönetmen burada, seyircinin merhamet duygularını kabartma
zahmetkeşliğiyle işin iyice .okunu çıkarmış kısaca. Bu makarna yeme sahnesinden
sonra Sait’in mutfağa gidip makarna bulaşıklarını yıkama sahnesineyse hiçbir
şey demiyorum. Yorumsuz o.
İlk gün işçilerin paketleme işi
bittiğinde ertesi gün için sözleşiyorlar. Şu saatte filan fistan. Ertesi gün o
saatte herkes geliyor ama bizim yağız, yakışıklı, dertlere deva, gönüllere şifa
Saitimiz gelmiyor. Müjde teyze meraklarda tabii. Derken yağız oğlan utançlı ve
telâşlı, geliyor. Üst baş değiştirirken geciktiği için özür diliyor. Çok da
mahcup, çok da mağrur. Müjde buna bir de bakıyor ki ne görsün! Bunun ağız burun
Perşembe pazarına dönmüş. Bizim oğlan kavga yapmış. Tüh tüh. Eli yüzü her yeri
yara bere. Teyzemiz buna, sen buradaki işleri bırak üst kattaki kolileri yap
diye bunu ıssıza çekiyor. Ve arkasından gidiyor.
Müjde hanım teyzemiz Sait
işlenirken “stop stop” diye durduruyor onu. İngilizce bu nasıl oldu gibisinden
geveliyor. Sonra da “ay hev tu du pansuman” diyerek delikanlının orasını
burasını oksijenli pamukla kanırtmaya başlıyor. Derken iki lafın belini
kırıyorlar İngilizce olarak. Bu bizim Sait evliymiş bir oğlu varmış ama karısı
ölmüş oğlu da kaybolmuş. Müjde tabii orda iki kere aşık oluyor oğlana. Ama eklemeden
de edemiyor, “yu ar veri yaannnggg” Neyse aşk bu. Aşka her daim saygımız
sonsuz.
Müjde teyzemiz, artık yeni evine
taşınmıştır nihayet ve kafeterya gibi bir yerde arkadaşlarıyla buluşur. Hanım
teyzeler grubudur bu. Öteden beriden boş geyikler dönüyordur masada. Derken
taşınma işini nasıl yaptığını sorarlar Müjde’ye. O da amele pazarından
bulduğunu söyler. Arkadaşları iğrenerek ve tiksinç içersinde ayyy nasıl
gidersin oraya, orada Suriyeliler var gibi, bir sürü aşağılayıcı sözler ederler
Suriyeliler için. Ne pis kokuları kalır, ne hırsızlıkları, ne uğursuzlıkları…
Yahu yönetmen efendi, sen hakikaten ne yer ne içersin? Tamam Suriyeli’nin
dramını, acısını, ne zorluklar çektiğini göstermeliyizdir elbette, ama bunu
Türkler’i gömmeden yapmak bu kadar mı zor? Filmde gösterilen nefretin %1’i bile
olsaydı her gün üç Suriyeli’nin Allah muhafaza öldürüldüğü haberini duyardık.
Ama nedense hep tam tersini duymaktayız. Hani bir mevzu saptırılır ama bu
kadarına da çüşşş! Diyorum.
Neyse, Müjde o toplantıda yıllardır
tanıyor olduğu eski dostlarına resti çeker ve hayır öyle değil, haksızsınız
gibisinden didaktik bir tirad atarak evine döner. Evde banyodan bir tıkırtı
geliyordur. Bir de bakarız ki Sait anadan üryan duş alıyordur. Yani anlarız ki
Müjde ve Sait mercimeği fırına vermişler ve beraber yaşamaya başlamışlardır.
Hatta Sait Müjde’ye “ar yu han-gı-ri?” filan gibisinden sorular soruyor, yemek
filan pişiriyordur Müjdesine. İşte bunlar hep aşk! Hey gidi aşk…
Sait yemekten sonra oğlunun
bulunduğunu ve Suriye’ye gideceğini söyler. Müjde tutturur ben de geleceğim
diye. Sait olmaz der. Olmazdı olurdu derken Sait “ay mast go elooğnn” der.
Bizimki Sait’e para vermeyi teklif eder. Ama Yağız Sait asla kabul etmez bu
parayı. Bizimki de gizlice Sait’in cebine üç bin lira koyar. Müjdemizin,
Sait’in cebine koyacak üç bin lira parası vardır ama evine getirdiği Suriyeli
işçilere makarnayı dayamıştır.(?) Film film değil, çelişkiler yumağı mübarek.
Sait yola revan olur. Müjde de onun
arkasından ağlama krizine girer. Kahve sigara filan derken tık… Kalp krizinden
gidiverir. Filmin başından beri hiç görmediğimiz oğlu, anasının öldüğü içine
doğmuş gibi anneağ anneağ diye kapıyı dövmeye başlar. Ve kapıyı kırarak açar, bir
de ne görsün?! Anası yerde. Ölmüş. Sait evden çıkarken de apartman komşularından
biri görmüştür. Müjde’nin ölümü Saitin üstüne kalıyor mu bir güzel size? Heh.
Bir de cebinde üç bin lira… Polisin lafı “değer miydi üç bin lira için öldürdün
kadıncağızı?” Yanlış anlaşılma kurbanı olan Sait filmin finali ise, ellerinde
Türk Bayrakları olan fanatik foşik ve sinirli Türk gençlerinin polis aracına
saldırısıyla iyice zıvanadan çıkarılır. SON…
Anlıyor ve biliyoruz ki Suriyeli
zor durumdadır. Ülkesinde insanlık adına utanç verici durumlar oluşmuş, savaşın
acı yüzüyle yoğrulmuşlardır. Bu konuya hissiz kalmak insanlıktan çıkmak
demektir. Ama Suriyeli üzerinden birileri Türk nefreti kusmaya kalkışırsa
elbette cevabını vereceğiz. Türk nefretininiz ve düşmanlığınız bir bitmedi ve biteceğe
benzemiyor. Her yere, her alana, her konuya, mal bulmuş mağribi gibi atlıyor ve
nefretinizi oralardan kusuyorsunuz. Bir
de üstelik deli gibi fonlanıyorsunuz ama hiçbir işe yaramıyor işte. Çünkü beceremiyorsunuz.
Çünkü ortaya koyduğunuz pespayenin sanatsal değeri yerlerde sürünüyor. Samimiyetsizlik
akıyor yaptıklarınızdan ve yazdıklarınızdan. Gerçekten acınası haldesiniz ve
Türk Milleti yaptıklarınızı yemiyor artık. Oturun o filmdeki makarna gibi
kendiniz yeyin bunları.
j.ak
4 Nisan 2022 Pazartesi
TARAS BULBA DRAMI
Nikolay Vasilyeviç
Gogol, Ukrayna asıllı bir Rus romancı olarak Dünya Edebiyat tarihine geçmiş,
eserlerini severek okuduğumuz bir yazar. Acaba bugünleri yaşasaydı o da şimdi
yaşananları, yazmış olduğu epik eseri Taras Bulba’ya benzetir miydi kim bilir?
Ölü Canlar, Palto gibi eserleri daha fazla bilinir ama Taras Bulba destansı ve
bir o kadar dramatik ayrıntılarıyla bugüne çok benziyor.
Taras Bulba bir Kazak
komutandır romanda. Ortodoks papaz okulundan dönmüş iki oğlu vardır Taras’ın.
Katolik Lehler’le savaş sürüyordur ve oğullar da asker olurlar. Oğullarından Ostap,
aynı savaşta işkencelerle gözlerinin önünde Lehler tarafından öldürülür, ancak
diğer oğul Andrey, Leh Beyinin kızına âşıktır. Ve Andrey saf değiştirir. Kazak
komutan Taras Bulba, “seni ben var ettim ben yok ederim” diyerek öz evlâdını
kendi elleriyle öldürür…
Roman uzun ve pek çok
destansı ayrıntı barındırıyor bir paragrafta özetlenecek gibi değil. Ama şimdi
Rusya’nın Ukrayna’yı deli gibi bombalamasını bu dramatik sahneye benzetiyorum.
Saf değiştiren evlâdını kendi elleriyle öldürebilen bir babaya.
Tarihin tozlu raflarına
sıkışıp kalan ya da sıkışıp kaldığını sandığımız şeyler toplumsal hafızada
nostaljik kalıntılar, tortular bırakır. Bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi
vererek zamanın SSCB’nden kopan hemen tüm ülkelerde şu an yaşayan ve
soydaşlarımızı da barındıran insanların Ukrayna’da bombalanan Antonov An-225 Mriya için gözyaşı dökmeleri işte bu
sebepledir. Özellikle yaşları kırk üzeri insanlar Mriya (Arzu) için üzüldü. Seksenli
yılların sonlarında SSCB yıkılmaya neredeyse beş kala öylesi bir şah-eseri
yapabilmişti. Ve bugün onu kendi elleriyle mahvetti.
Bunlar
elbette işin romantik ve trajik yanıdır. Rusya tıpkı ateş çemberine alınmış bir
akrep gibi kendi kendini sokuyor şimdi. Ve fakat onu öylece kuşatıp
oğullarından birini kendisine âşık edebilen batıyı da, masaldaki aslında çok
çirkin olup sihirle makyajla kendini güzelleştiren bir kadına benzetiyorum. Ki
şu an tüm batı hayranları da o çirkin ve yaşlı cadıya âşık. O yaşlı ve çirkin
cadının gerçek yüzünü görmemekte ısrarcı hepsi.
Rusya’nın
da ne kadar tehlikeli olabileceğini tarihten biliyoruz. Dediğim gibi bu
benzetişlerim sakın beni romantik bir Avrasyacı yapmasın.
Sadece
teşbihte hata olmaz minvalinde sohbetten ibarettir.
Kalın
sağlıcakla dostlar.
j.ak
29 Ocak 2022 Cumartesi
Endüstriyel muhalefet çanağı
Muhalif rolü oynarken,
16 Aralık 2021 Perşembe
Ant
ANT
Yeniden
tanışmak her uykuda,
Aynı
kâbusla, aynı kâbusla
Antlar
suçsuz yere mahkûm
Kefensiz
yatan yoksulun
Kemik
parmaklıklarında.
Korkular
uçsuz yerlere firar
Deprem
sarsıntılarıyla pompalanan
Yüreğinde
yurdun.
Kımıldayamaz
hâlde, bu beden felç
Uyku
genç, zaman geç, ölüm genç
Çelişkiler
yığını düğüm boğazlar içre
Bir
saz örgüsü dipdiri, ses tellerinde
Ve
iri taneli sözleriyle kaynıyor türkü
Dili
kara, dili acı, dili sivri.
Ağıtların
her dem kanlı olur yarası
Ölümünü
bekler sinsi leşçi sürüsü
Ölmez
olur hey dost ozan gözyaşı
Bilmez
misin o beklemek sana nafile
Karabasan
inmeli, çolak topraklar
Çorak
yürekleriyle bekler
Bütün
korkaklar
Sıraya
girdi şimdi
Leş
etiyle avunanlar
Akbabalar,
Çakallar,
Ve
sonra sırtlanlar;
Bilin
ki bu kâbusu tanıyanlar var
Helâlleşmez
hiç kimseyle
Koskoca
Dumlupınar
Korkuları
ona gömdük
Dönmezler
gayrı
Andımız
var baştanbaşa
Al
gelincik ırmağı.
Bilin
ki onu hâlâ
Kana
kana içeriz biz
İçmekle
de kalmayıp,
Diz
vuranlardanız biz.
“Ant”
j.ak
3.Aralık.2021
SQUID GAME (KALAMAR OYUNU) - ÇÖZÜMLEME
Netflix – Dizi - 2021
Yaratıcı:
Hwang Don Hyug
Baş
roller: Jung-jae Lee, Park Hae-so, Heo Sung Tae
Ülke:
Güney Kore
Konusu:
Mali kriz yaşayan ve bir şekilde sistem dışına çıkmış ya da çıkarılmış yüzlerce
insanın akıl almaz paralar teklif edilerek bir “oyun” içine çekilmeleri, ancak
ne var ki oynanacak olan bir dizi çocuk oyununun her biri sonunda, elenenlerin
ölecek olmaları ve bu önemli ayrıntıyı bilmemeleri.
Tüm dünyada izlenme rekorları kıran dizi
filmin çözümlenmesinde, izlememiş olan dostları uyarmalıyım, film ilk sezonun
sonuna kadar anlatılarak analiz edildi.
Sekiz bölümden oluşan birinci sezonun ilk bölümü,
kırmızı ışık yeşil ışık adını
taşıyor. İlk bölümde yoksul insanların hayat mücadelesi karşısındaki
çaresizliği çok çarpıcı görsel anlatımlarla sahneleniyor. Öyle ki, karşılarına
paraya ilişkin sunulan teklif, sonu düşünmeden tüm kurbanları oyunun içine
çekiyor. Başroldeki Lee Jung-jae kumar borçları yüzünden mafyanın eline
düşmüştür ve çok düşünmeden bu gizemli oyunu kabul eder. Tüm kurbanlar toplam
456 kişidir ve kostümlerinin üzerinde numaraları yazılıdır. Oynanacak olan her
oyun, çocuk oyunlarından seçilmiştir. -Çocukluk
çağı oyunları, her insanın hafızasında saflığı barındırır. Hafızanın
derinliklerinde temiz kalmışlığın neredeyse kalesi gibidir o bölüm. Yoksulun elinde
kalan tek değeri, hafızasındaki tek tük çocukluk anıları da böylece kirlenecek
ve canlarıyla beraber zenginlerin eğlence mezesi haline dönüşecektir. İçgüdülerimizin
bile sermaye tarafından reklâmla ele geçirilip güdüldüğü bu sistemde, hafızada
yer eden anıların bile istismarı, kayda değerdir. Değerleri allak bullak eden bu başlangıç
bölümünde, zaten kurbanlar yarı yarıya azalmışlar, birinci oyunu kaybedenler
öldürülmüşlerdir.-
Oyun içinde “asayiş” sağlayanların yüzlerini
kapatan maskelerin üzerinde kare, üçgen ve daire simgelerini görüyoruz.
Aralarındaki hiyerarşi bu simgelerle anlatılmış. Emir veren emri uygulayan ve
ölüleri ortadan kaldıranlar. -Bu
simgelerle Sony’nin ürettiği play station oyununda tanışmıştık. Sembol anlatım,
bize onların da sistemin köleleri olduğunu vurguluyor. Sistem içi köleler,
sistem dışı kurbanları gütmektedir.-
Cehennem,
şemsiyeli adam, takıma sadık kal, adil bir dünya, kanka, vip’ler, gemi aslanı olarak
adlandırılan diğer bölümlerde, oyunun kurallarına ilişkin detaylar dikkat
çekicidir. Oyunu locasından izleyen maskeli VIP’ler için daha cazip hale
getirme amaçlı çoğunluk oylamasına bile rastlıyoruz. Çoğunluk eğer milyonlarca
dolarlık ödülden vazgeçer ve canını kurtarmak isterse, oyun bitecek ve herkes
eski yoksul haline geri dönebilecektir. Öyle de olur. Ancak 001 numaralı ihtiyar
oyuncu 456 numaralı (başrol) oyuncusu da dâhil, vazgeçen herkesi yeniden
kandırmayı başarır ve oyun yeniden sürdürülmeye başlar. Ne pahasına olursa
olsun hırslara yenik düşme ve kazanma hırsı dramatik bir aktarımla antagonist
çelişkileri ortadan kaldırıyor. - Oyun
olgusuna ilişkin kuramcılardan Johan Huizinga’ya değinmek istiyorum. İdealist
bir filozof olan Huizinga, hayvanlardan örnekler vererek, insanların da oyunu
amaçsızca oynadıklarını iddia eder. Kuramını anlattığı kitabı Homo Ludens yani
Oyuncu İnsan, adeta Homo Sapiens’in - Düşünen İnsan’ın ve Homo Faber – Yapıcı
insan karşısına konur bu kitapta. Hayvanlar avlanmaya ve çiftleşmeye ilişkin
içgüdüsel davranışlarını yansıtırlar oysa oyunlarına. Bu durum insanın da en
derin içgüdülerinde yer alır elbette. Ama insan topluluklarına ve oyunlarına
baktığımızda, pagan ayinlerinden tek tanrılı dinlere kadar sergilenen dini ritüeller
olsun, savaşa ve günlük yaşam becerilerine ait olsun, düşünen insana ait
içeriktedir. Savaşa hazırlık, yaşama hazırlık, inanç ve toplumsal yaşamın
bütünleyicisidir. ‘Düşüncesizce’ değildir hiçbiri. Huizinga’nın düşüncesizce
diye değerlendirdiği oyunlarda, mutlanmak, kardeşleşmek topluluğun bir parçası
olmak gibi daha sayabileceğimiz pek çok unsur amaçsallık barındırır.-
Oyuna yeniden dönülmüştür. Herkes yine aynı
numarasıyla, kaybedenlerin öldürülmeleriyle sonuçlanacak olan oyun adasına geri
getirilmiştir. Bu döngüde, oyuncuların tek başlarına olmaktansa takım halinde
daha kuvvetli olacaklarını düşünerek birbirlerine nasıl tutundukları
anlatılıyor ki, oyuncular içinde kaba kuvvetiyle dikkat çeken ve suça meyilli
bir karakter dikkat çekiyor bu kısımda. Çünkü herkes bu mafyatik karakterle
aynı takımda yer almak istiyor. Hiçbir takım tarafından kabul görmeyen bir
kadın oyuncu, topluluğun en zayıf halkasıdır ve en güçlü karakter üzerinde
dişiliğini kullanarak, onunla aynı takımda yer almayı başarıyor. – Suça
meyilli de olsa güçlüden yana tavır alma teması işlenmiş. Makyavelizm’in küçük
topluluğa izdüşümü. Bir anda hapishane anlatımlarında rastladığımız koğuş
ağalığı ve emir komuta zincirine doğal bir geçiş görürüz. Gerilimin çok yükseldiği
bu kısımda oyunun adaletinden dem vurularak “survival of the fitest” (güçlü
olan hayatta kalır) teması anlatılır ki, gerçek yaşamda adeta bir liberal
kapitalizm dayatmasıdır bu.-
Oyun devam ediyordur, bir gece ansızın bir
kışkırtma sonucu, farklı takımların oyuncuları birbirine girer. Kızılca kıyamet
koparken, bir anda ışıklar söndürülür. Karanlık, insanların korku ve panikle
birbirlerine saldırma içgüdülerini ele geçirir ve gece, oyuncuların neredeyse
yarısının daha ölümüyle sonuçlanır. –Anlarız
ki bu kışkırtma da oyunun bir parçasıdır. Sosyal hayatın bire bir kopyasıdır.
Provokasyon sonucu birbiriyle hiçbir düşmanlığı olmayan insanların birbirlerine
nasıl bir anda düşman edildikleri ve ölümüne savaştıkları gösterilmiş.-
Oyun ilerledikçe başkahramanın pek çok tesadüfler
sonucu hayatta kalmasının, 2008 yapımı Slumdog Milyoner filmine bir gönderme,
olduğunu düşünüyorum. Sadece tek kişinin kazanan olması, işin ucunda çok fazla
para olması ve pek çok tesadüfün bir araya gelmesi gibi unsurlarıyla, bu filme
bir selam gönderilmiş. –Bu tesadüfler
zinciri, neoliberal kapitalizmin bir kişiyi nasıl da milyonlar sahibi
yapabildiğini anlatmış. Sadece bir örnek, bir numune üzerinden milyarlarca
insanın kandırılması ve vahşi bir sistemin içine itilmesi daha net
anlatılamazdı.-
İki kişi arasında oynanacağı açıklanan
misket oyunu için, insanlar bireysel olarak takım arkadaşı aramaya koyulurlar.
Herkes yine en güçlüyle takım olma düşüncesindedir. En zayıf halka olan kadın ve
zayıf olduğu her halinden belli olan ihtiyarla kimse eşleşmek istemez.
Yarışmacı sayısı tek sayıdadır ve bir kişi açıkta kalacaktır. Kadın açıkta
kalır. Kafasında simgeler olan silahlı adamlar onu götürürler. 456 numarayla,
ihtiyar 001 numara, takım arkadaşı olurlar. 456 numaralı başkahraman dizinin en
başından beri ihtiyar adama Amca demekte ve onu koruyup kollamaktadır. Bu
koruma ve acıma duygularıyla amcasını yalnız bırakmamış ve ona birlikte
oynamayı teklif etmiştir. –Buradaki
koruma içgüdüsü aslında korunma içgüdüsüyle bir itişme içindedir. Kadına karşı
tüm topluluğun tavrı W. Reich’in Faşizmin Kitle Psikolojisiyle
açıklanabilirken, 456’nın ihtiyarı eş olarak seçmesini, koruma ve korunma
itişmesinde şuura çıkmış bir mantıkta görürüz. Salgında da yaşlılarımızı
korumak için onları yalnızlaştırmıştık, filmde sanki yalnızlaştırmamak
gerektiğine yönelik bir serzeniş sezdim ki, şuur içgüdünün önüne çıkartılmıştı.-
Misket oyununda aynı takımda yer alan iki kişiden kaybeden diğeri
öldürülür. 001 numaralı ihtiyarın gidip gelen aklı yüzünden 456 numaralı oyuncu
oyunu kaybetse bile, ihtiyar ona son misketi verir ve “kanka değil miyiz?” der.
Bir el ateş sesi duyulur…
456 kişiden çok az kişinin kaldığı sondan
ikinci oyunda, yine başkahramanımızın tesadüf eseri seçtiği son numara, aslında
onu sonunculuğun avantajıyla kurtaracaktır. Üç kişi kalmışlardır artık. -Burada Huizinga’ya dönmek istiyorum. Oyuncuları
tanımlarken, oyun içinde kuralları ihlâl eden etik dışı davrananı ‘mızıkçı’
olarak adlandırırken, oyunu tamamen bırakıp gidene ‘oyunbozan’ der.- Üç
kişiden biri başkahramanımızdır. Biri onun mahallesinden, küçükken squid game’i
(kalamar oyununu) birlikte oynadığı biridir. Fakat bu adam sistemin
“doğrularıyla” yetişmiş, iyi üniversitelerde okumuş bir beyaz yakalıdır. Büyük
paralar kaybetmiş, diğerleri gibi avare olmayan bir karakterdir.
Başkahramanımız ne kadar tesadüf bir biçimde sona kalmışsa, bu karakter bir o
kadar mızıkçılıkla ve etik dışı davranışlarıyla sağ kalabilmiştir. Üçüncü kişi
bir kadındır. Oyundaki ilerleyişi hep kenarda köşede sinsice takipleri
sayesinde mümkün olabilmiştir. Sistemin köleliğine karşı durmanın yolunu
fırıldakçılıkta bulmuş ama hep eline yüzüne bulaştırdığı için sistemin tipik
bir kaybedeni durumuna düşmüştür. Beyaz yakalı, son oyunda yaralanan kadını
yine etik dışı bir şekilde ölüme terk eder ve final oyununu başkahramanımızla
oynamaya “hak” kazanır.
Finalde iki oyuncu acımasız bir rekabetle
birbirlerine saldırır ve öldürmeye çalışırlar. Beyaz yakalıyla başkahramanımız
arasında son ana dek süren mücadelede nihayet başkahraman yerde canıyla
cebelleşen arkadaşına oyundan çekilme kararını açıklar. Ama beyaz yakalı
elindeki bıçakla dramatik bir şekilde kendini öldürür. –Finalin dramatikliği sistem içi beyaz yakalının diğerine “sen
oyunbozanlık edemezsin, sınıfım gereği burada kararı ben veririm ve mızıkçılık
yaparım” mesajıdır adeta. Oyunu bozmaya yönelik girişimlerin sonuçsuz
kalacağına dair kaderci bir anlatım görüyoruz. Ayrıca Kuzey ve Güney Kore
olarak bölünmeye dek gitmiş olunan iç savaşa (kardeş kavgasına) da göndermelere
tüm sezon boyu ara ara gözümüz ilişiyor. -
Kahramanımız banka hesabında parayı görür
görmesine ama mahalle arkadaşının annesine ve en son ölen kadının küçük
kardeşine verdiği bir bavul paradan başka kendisi için hesabın tek kuruşuna
dokunmaz. Şeker hastası anasını evde ölmüş olarak bulur. Onu ameliyat ettirmeye
yetişememiştir. Tüm bunların üzerinden bir yıl geçer. Bir çağrı alır. Arayan
001 numaradır ve makineye bağlı yaşıyordur. Onun asıl oyun kurucu olduğunu
öğrenir. Oyunun içinde olmanın izlemekten daha eğlenceli olduğunu söyler
ihtiyar ona. Bunu duyunca daha da yıkılır kahramanımız. Son kez bir iddiaya
girerler. Binanın altında duran ve donarak ölmek üzere olan adama biri gelip
yardım eder ve onu kurtarırsa kahramanımız ihtiyarı öldürecektir. Tersi olursa
ihtiyar onu… Saatler geçer, aşağıdaki adamı kurtarmak için bir araba durur.
Başkahraman ihtiyarı öldürmek için hamle ettiğinde bakar ki ihtiyar kendi
fişini kendisi çekmiş.
-Oyun kurucuların her tür mızıkçılığı yapma
hakları olduğunu, oyunu bozmanınsa imkânsızlığını izlediğimiz bu sekiz bölümlük
serinin ikinci sezonu olacak mı bilmiyorum. Ama başkahraman, küçük kızının
yanına giderken kendisini kandıranın başka kurbanları da kandırmaya çalıştığını
görünce, gitmekten vazgeçip uçağa binmediğine göre, kalıp bu VIP’lerle savaşma
kararı almış olmalı. Saçlarını savaşı sembolize eden kırmızıya boyatmasının da
tesadüf olmadığını düşünüyorum.-
Kaynaklar:
Metin And - Oyun ve Bügü,
Johan Huizinga - Homo Ludens,
W. Reich - Kitle Faşizm Psikolojisi
Jale
AK