18 Haziran 2017 Pazar

ADALET'İN BEDELİ

Memleketin şu halinde kim desteklemez ki Adalet için çıkılan yolları?

Misal ben desteklerim. Adaletin yüzü suyu hürmetine yüz sürerim o yollara hatta.

Ama işte... Ama! 

Benim içim fesat. Olur olmaz birleştiriyorum "muhalif" tv kanallarında çıkıp "özü sözü bir bitirim muhaliflerin" ettiği lafları... Ne diyordu Yılmaz Özdil Halk Arenası'nda? "Akp Mısır'daki darbeden sonra ne kadar yanlış yolda olduğunu fark etmedi, aynı yanlışları sürdürdü." Nirengi noktası olarak Mısır darbesini işaret etmesi manidardır. Hatta Yine "muhalif" kanal Halk Tv'de emekli bir Paşa çıkıp, "Efendim darbe durup dururken yapılmaz, darbe için koşullar hazır hale gelmiştir." diyor.

Ön Asya'da olup bitenlere bakınca Akp'nin Katar kararıyla Trump'a karşı kendi oyununu kurduğu ve İran'ın da bu "yeni oyun"da Erdoğan'ın yanında yer aldığı aşikardır. Yani bu iki ülke liderleri savaşmak istemediklerini dünya kamuoyuna gösterdiler. Katar'a konulan ambargo günü Erdoğan'ın Katar'a asker yollayacağımızı açıklaması ve bunun üzerine İran Dış İşleri Bakanı'nın derhal gerçekleştirmiş olduğu Ankara ziyaretinde neler konuşulmuş olabileceği üzerine, aynı gün yazmış olduğum 13 maddelik bir yazıda iyimser davranıp "iki ülke savaşmamak üzerine karar almış olabilirler mi?diye sormuştum. 4 gün önce başlayan "ADALET YÜRÜYÜŞÜ"ne bakınca, bu düşüncemde haklı olabilme ihtimalim kuvvetlenmiş oldu...

Çünkü amerika B planını devreye sokarak, Türkiye'de de İran'da da, savaş kararı alabilecek liderleri iş başına getirme hazırlığı içine girmiş gibi görünüyor.

Y-chp Türkiye'de darbe şartlarını hazırlayabilecek çapta bir kitleyi yanına çekebilirse - ki vaziyet bunu gösteriyor - silahlı çatışmalara ve hatta çok sayıda yitkilere sebep olabilecek hadiselerle rahatça provoke edilebilir bu "kutlu yürüyüş". 

Sahipler ve Kanaat Önderleri III- adlı 2013'te yazdığım yazımda "Akp'nin gitmesi ve başka bir partinin iş başına gelmesi çözüm müdür?" diye sormuştum. Ve bunun tek başına çözüm olamayacağını eklemiştim!


Demem o ki sivildi kontrollüydü fetöydü derken, şimdi gerçek bir darbe olasılığı son derece tehlikeli sonuçlar doğurabileceği gibi, Türk Milleti'nin bu tehlikeyi görememesi için gerçekten tüm şartlar olgunlaşmıştır. Akp Siyasal İslamcılık ve başkanlık dayatmalarıyla, referandum sonuçlarında yansıtılmadığı halde görüldüğü gibi hatırı sayılır bir çoğunluğun sevgisine ve onayına mazhar olamamıştır. Toplumun her kesimiyle kavgalı, her meslek grubuyla davalı bir duruma sürüklenmiştir. Günün birinde Akp'yi koruyan bir yazı yazacağımı söyleselerdi... Neyse.

Ne diyordum? Akp savaşmama kararı aldı. Amerika'ysa Ön Asya'yı kana bulamak, BOP'u hayata geçirmek, enerji kaynaklarına nezarette aslan payını götürmek ve SAVAŞ TİCARETİ'ni canlandırarak kendi krizini atlatabilmek için, bölgenin iki güçlü ülkesi Türkiye ve İran'ın kapışmasını istemektedir. 

Türkiye'nin içinde bizleri neler bekler? 

Sürekli gelen şehit haberleriyle her gün bizler de ölmekteyiz ya hani? Şehit haberleri bitecektir. Çünkü Amerika, BOP yolunda pkk'yı değil Türkiye'yi kullanmak istemektedir. Verdiği "ağır silahları" kullanabilecek bir devlete ve adam akıllı bir orduya ihtiyacı vardır daha ziyade. Pkk'ya  değil.  Darbeyle beraber Amerika'nın pkk'ya ihtiyacı kalmayacaktır yani ve pkk bitirilecektir. İşi biten örgütleri bir anda imha ediverir çünkü Amerika. Düşledikleri büyük kürdistan'ı da kürtlere bağışlamak ve "al buyur bak cici. Burası artık senin vatanın" demeyecekleri de beş yaş zekada bir çocuğun bile anlayabileceği netliktedir zaten...

Peki Türk Milleti? Halk darbeyi nasıl karşılar?

Akp gitti diye sevinç çığlıkları atılacaktır. Çoğunluk, "haketmişlerdi" diyerek aklamaya çalışacak darbeyi. Laik, "tam bağımsız" bir Türkiye ile "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganları atılacak yine çoğunluk tarafından! Birçok gazete manşetleri güya darbeyi desteklemiyormuş gibi, "istemez yan cebime koy" minvalinde manşetler atacaklardır! Üstelik millet olarak askerimizi severiz biz... Bizim sandığımız askerimizi! 

Çoğunluktan biri olduğum için statukoyu oldukça geç sayılabilecek yaşlarımda fark edebilmiştim. Doksanların başlarıydı. Benim "gibi" olmayan birinin uğradığı haksızlığı hiç bir şey olmamışçasına bir fütursuzlukla yok saymış, akşam eve döndüğümdeyse düşünmekten uyuyamamıştım. Kaşınarak ve tuvalete taşınarak sabahı sabah edip, çoğunluk demokrasisi ne demek, çoğulcu demokrasi nedir, o zaman anlam verebilmiştim, neyse...

Hep bir iç karışıklık çıkartılabileceği ve bunun sonucu olarak BM güçlerinin Türkiye'yi işgal edebileceğini düşünürdüm. Oysa Kuzey Atlantik Paktı müttefiki bir orduyla, bu güçlerin girip 100 yıl önceki tarihi karelerde olduğu gibi bizi işgal etmesine pek de ihtiyacımız olmamıştır 47'den beri...

Şimdi tekrar ediyorum ADALET herkese lazım da Kemal Bey, yürüdüğünüz o yollarda taban sıcaklığınız bize ne pişiriyor, neleri hazırlıyor? 

Adalet için yürüyüşü destekliyorum ama her şeye rağmen değil.

Ayrıca askerimi de çok severim. Ama düşünebiliyor musunuz nasıl bir ikilemdeyiz? Ya yola Akp ile devam edip siyasal İslam diktatörlüğünde boğulacağız, ya Laik Cumhuriyet'le Ön Asya'yı cehenneme çevirecek olan Amerika'nın koç başı edileceğiz.

Söz konusu Akp'den kurtulmak bile olsa DARBEYE HAYIR!
ADALET'in bedeli darbe olmamalı!


Jale ALTUNEL
18 Haziran, 2017










7 Haziran 2017 Çarşamba

SICAK SAVAŞ

Zeytin ekmek yerken ağladım.
Sonra şişenin dibinde kalmış
Zeytinyağına baktım,
Zeytinyağı gibi üste çıkmıştı biri
O sırada...
Harici bir memleketin
Alçak basınçlı semalarından,
Tahrip gücü yüksek, bombalar sallıyordu
Yükseklerden.
BE-DEL-1982 yazıyordu üzerinde bombanın
Ağırdır koşulu bazen insan olmanın
Bir kuşku-savar imha etti onu havada
Ve konuçlanıyorduk önünde topyekün
Zeytin ağaçlarının
Ve siperliyorduk göğsümüzü
Orta yerinde,
Bu sıcak savaşın!
Şimdi bedeli ölümdür belki buralarda,
Vatan savunmanın.

"sıcak savaş"
j.ak
7.Haziran.2017



29 Mayıs 2017 Pazartesi

ürkek ve nemliydi parmak uçları

eğreti tokalaştı bu yıl bahar
ürkek ve nemliydi parmak uçları
ve nemliydi kadınların ketum saçları
tebessümsüz oyalanmış
kaneviçe işlemeler altında

marketlerde alış-veriş sepeti tepeleri
kasadaki kızın sublimasyon hızlı elleri
gülerken değil kinlenirken görünüyor
erkeklerin dişleri
ve gergin bir trasformasyon.

güney ne sıcaktır şimdi
ve kum kadar kızgındır 
büyük şehir plakalı araç sahipleri.
yollar olabildiğince dar
ve önemli adamların tatilde bile acelesi var
korna sesleri birer tebessümsavar

hicvi ve satiri özlemiş 
dar sokakların taş döşeli yolları
evlerden de geliyor aman 
aş kokuları
sevgiye açken memleket çocukları
kin akıtıyor yaş yerine yüreklerine
babaları.

eğreti tokalaştı bu yıl bahar
ürkek ve nemliydi parmak uçları
Kavramak istedikçe bu yaşta onları
kayıp gider kayıp yollara
kim hasret değil ki şimdi
bitmek bilmeyen kahkaha dolu 
o yazlara?


"ürkek ve nemliydi parmak uçları"
j.ak
29.Mayıs.2017





13 Mayıs 2017 Cumartesi

SOMA

Soma'da sayılmayan kayıt dışı canlar
Ve sayıdan ibaret kayıp ölülerin
Üzerine basanlar...
Savaşa gider gibi iner o tünellere
Babalar ve kocalar.
Ve savaş meydanlarına sürülür
Eline silah verilen paralı figüranlar.
Ölüm emridir yoksula
Vaad edilen lokmalar,
Birileri daha zengin olsun diyedir
Bu kahpe katliamlar!
"Soma"
j.ak,
13. Mayıs, 2017






11 Mayıs 2017 Perşembe

KİN SEDDİ

kalemlerin mürekkebi usluydu,
şiirdi, Truva'nın dokuzuncu katındaki şehir.
etniğe ve süt tozuna karışırken yalan,
kıta sahanlığı fırtınada bir bardak suydu
ya da bir bardak suda fırtına falan.
bölge siyasetiyle başladı talan
tam deniz ticareti diyordu duvarda zaman,
o sıra mitolojik kahramanları ezbere biliyorduk
İç batı Anadolu'dan.

kalemimizden aşk akıyordu 
masmavi ve dengesizce hani,
sagapo sesleriyle sirtaki yapıp
tabak kırıyordu 
pahalı restoranlarda burjuva eliti!
ve arabesk türkücü kadınını dövüyordu
maço ve öfkeli.
kalemlerden aşk akıyordu aşk
mürekkep ki, kadın kanı
zaten küfür malzemesi değil mi a canım
şu bizim analık organı?

açılalım dedik bir beyin sarsıntısıyla
misak-ı milli'nin dışındaki doğuya
çünkü dört bir yanımızda
örülüyordu kin seddi 
yükselen jeopolitik duvarlarıyla!
etniğe sütlüye karışmazdık hiç oysa
Bektaşlar ve Pir Sultanlar diyarında...
yükseldikçe seddin duvarları,
en sinkaflı küfürleri yazdı üzerine
batının davarları.
aşksa kalemlerin içinde saklı kaldı,
ki mürekkebi, 
kadın kanı!

"kin seddi"
j.ak
11 Mayıs, 2017








26 Mart 2017 Pazar

aynadaki normaller

bilmezdik ilk gençlikte;
tekelindeymiş ekin meğer
mutlu çoğunluğun.
ve kanayan yerine ektiler
bu hoyrat tohumu
göğüs boşluğumuzun.
yabancısı olduk birden bire
içine doğduğumuz
şu başıbozukluğun,
ilk gıdası oldu
çocukken akan gözyaşlarımız,
devrim tomurcuğunun.
sonra bir ara
hep seherini yaşıyoruz sandık
aynada bulduğumuzun,
ve aynı ellerin
büyüsüyle kaybolduğunu gördük
en çok güven duyduğumuzun.
bir normalleşme isteği geldi
karşı kıyısından sonsuzluğun,
oysa biz
çoktan kıymetini biçmiştik
yalnız ve serin mutsuzluğumuzun...
"aynadaki normaller"
j.ak
26.Mart.2017


25 Mart 2017 Cumartesi

JAZZ, DİN ve MÜLKİYETÇİLİK...

İyi bir jazz dinleyicisi, bir zamanlar mutlaka blues türü müzik de dinlemiştir. Çünkü jazz blues çıkışlı bir türdür.


Bluesun tarihçesine baktığımızda hepimizin bildiği üzere Afrika'dan Amerika'ya gemilerle kitleler halinde getirilmiş olan köleleri görürüz. Beyaz adam, Afrika'nın elmas madenleri av hayvanları ve bilumum doğal kaynakları yanı-sıra, kıtanın siyah derili insanlarını da kendisine köle etmiş, asırlar boyu sömürmüştür. Bu şiddetli sömürü ve baskıyı ciğerlerine kadar yaşayan siyah adam, yaşadığı zulmü, insanlık dışı haksızlığa olan protestosunu, müzikle sublime etmiş ve pamuk tarlalarında bir ağızdan yakarmaya başlamıştır. İşte en eski ve en çarpıcı protestolar, bulundukları coğrafyalara göre "Missisipi Blues", "Delta Blues" şeklinde adlanan ilk örneklerde görülmüştür.

Bluesun ilk örneklerini veren siyah adamlar, zaman zaman öldürülmüşlerdir. Köleler arasında kitlevi kalkışmalara sebep olmasınlar diye aradan kaldırılmış pek çok protestocu bulunmaktadır. Yasaklı olan bu türün icracıları çiftliklerin karanlık odalarında dile getiriyorlardı protestolarını. Ama öyle bir dile getirişti ki bu, onları dinlemeye gelen köleler arasında bunu sahibe gammazlayan birileri çıkar korkusuyla, karanlık bir odada ve yüzleri duvara dönük bir şekilde yükseltirlerdi seslerini...

Bu durum beyaz efendilere iyice rahatsızlık vermeye başlamıştı. 
Bu protestoların bir şekilde manüpile edilmesi gerekiyordu ama nasıl?


İşte DİN burada devreye girdi ve kilise rahipleri bu işe el attı. Protestolar yakarı'lara, dualara evrildi. İşte Gospel orkestralar böyle doğdu. Ve beyaz efendilerin güzel sesli köleleriyle "iftahar" etme hikayesi de böyle başladı. Bu durum zamanla öyle trajik bir hale dönüştü ki kendini ancak bu yolla ispat edebilen köleler arasından, efendilerinin gözüne girebilmek için en sert protest sözlerini yumuşatarak deformasyona uğratmak durumunda kaldılar.

Artık siyah adam beyaz efendinin yemek davetlerinde adeta sofranın mezesi olmuştu. Öyle ki bu durum çiftlik sahibi efendiler arasında bir yarışa çevrilmişti.

Derken müzik sözlerin önüne geçti ve kendini müziğiyle ıspatlamış olan afro Amerikalılar bu kölelik girdabının içinden sıyrılmaya başladı. Amerikan iç savaşı çoktan yaşanmıştı, köleliğe karşı hareketler başlamıştı. Ama güneyde işler kolay kolay düzelmiyordu. Artık daha farklı bir dönem başladı. Efendinin elinden kurtulmanın legal bir yolu gibi görülüyordu blues, yani HÜZNÜN MÜZİĞİ...

1900'lü yıllara gelindiğinde değişen koşullar, -endüstri ve sanayideki gelişim, hareketli yaşam-, müzik türlerinde de kendini gösteriyordu. Blues müziğin ilk örneklerini veren afro amerikalılar daha hareketli, daha çok enstrumanı içeren jazz türünü çıkarmışlardı blues bünyesinden... Jazz orkestraları, Amerika'da çılgınca dans edilen gece kulüplerinin adeta vazgeçilmezi olmuşlardı. Siyah adamlar adeta yine "beyaz efendileri" eğlendiriyorlardı. Dans etmeye gelen beyazların büyük ekseriyeti de buna böyle bakıyorlardı.

Ancak durumu bu şekilde değerlendirmeyen beyazlar da git-gide çoğalmaktaydı. Özellikle müzisyen sanatçılar arasında, zenci müzisyenler hayranlıkla kutsanıyor, hatta bu tavırlarından ötürü zenci düşmanı "ku klu klans" olarak bilinen çeteler tarafından dövülüp öldürülmekle tehdit ediliyorlardı. Ama bu durum Jimmy Dorsey, Tommy Dorsey Helen O'Canner gibi beyaz sanatçıların çok da umurlarında olmuyordu...

Her ne kadar artık "beyaz" big band'ler de yavaş yavaş kurulmaya başladıysa da, dönem II. Dünya Savaşı'na gelip çatmıştı. O buhranın ve bir sürü ölümlerin acıların içinde insanlar çılgınlar gibi eğleniyor, dans ediyor ve bu şekilde morallerini ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Ve tabii ki savaş dönemlerinin yükselmekte olan değeri milliyetçilik Amerika'da had safhalara tırmanmıştı. Sadece beyazlardan kurulmuş olan jazz orkestraları Amerikan askerlerinin savaştığı bölgelere gidip onlara moral konserleri veriyorlardı. İşte Glenn Miller orkestrası böyle bir orkestraydı. Ve jazz bu dönemde afro Amerikalı'nın elinden alınıp beyazlaştırılmıştır. Yani en başta din ile manipüle edilen protest hareketin uzantısı olan jazz da siyahken bir anda pirupak beyaz oluvermiştir... Böyle olduğuyla kalmamış, adeta orta ve üst sınıf eğlencesine dönüşmüştür.

Şimdi ben bunları neden mi yazdım? Dün gece jazz dinlemeye gitmiştim. Giriş ücretinin oldukça pahalı olmasını hiç önemsemiyorum çünkü müzisyenlerin kazandıkları parada asla gözüm yok. Ama kendilerine o müziği icra etmek için buldukları mekan öylesine kaptırmıştı ki kendini bu mülkiyet tutkusuna, içeri girdiğimizde neredeyse tüm masaların üzerine "rezervasyonludur" yazılı birer kağıt parçası konulmuş olmasına karşın, tümü boştu masaların. Konserse başlamak üzereydi...

Jale ALTUNEL 
25. Mart.2017

20 Mart 2017 Pazartesi

Ergenekon

çoramış bir topraktan fışkırdı bahar
yeşil bayramların kanlı ve ateşli patlaması
ve milyonlarca sözdü kökleri 
göklerdeydi gözleri.
doğurgan, gür memeli, genç ve asi erkenekün
gezdi, gözdü çoramış,
güzdü, güldü...
aslında dün,
hoyratlığı karşısında sabanın,
yarılmış bedeninde toplamıştı çiğlerini sabahın
bir soğuk ki,
yel desen değil,
buz desen değil.
ürperdi içine işlercesine,
sakındı baharın köklerini cayır cayır!
yemyeşildi bahar...
yeşil bayramların, ateşli patlamasıyla coşkun!
yağmur istiyordu bahar,
Nisan gibi,
devrim istiyordu bayram,
Ergenekon gibi...
"Ergenekon"
j.ak
19.Mart.2017


semeni...

24 Ocak 2017 Salı

24 Ocak 1993...

Bir kürt dosyasıyla
Bir rabıta
Gitmişti kara günde 
Bir aydın daha
Gitmişti öylece,
Uçsuz uçmağa,
Mert değil bu düşman
İzliyor dünya...
Mumcunun mumu sönmez
Bilmez misiniz?
Bir ölür bin doğarız
Görmez misiniz?
Karanlık bezerse göğü otağı
Şimşek olur çakarız
Aymaz mısınız?
"aymaz mısınız?"
j.ak
24.Ocak.2017
Anısına saygıyla...

23 Ocak 2017 Pazartesi

İLK AŞKIMA

Ah be baba
Ne çok yakışırdı sana
O bembeyaz üniforma...
Bir de mesaide giydiklerin vardı
Bej renkli, kısa kollu
Nasıl da uzun gelirdi seni beklerken
Garnizonun Donanma yolu.
Onlarca yiğit dağılırdı da mesaiden
En yakışıklı olanını seçiverirdim
İçlerinden...
Ah be baba
Ne çok yakışırdı sana
Giydiğin üniforma
Makine yağı kokusu sindi biliyor musun?
Bütün çocukluğuma
Nasıl çektiysem içime
Bütün bir seni
kollarında.
Görüşürüz umarım bir gün
Kutlu uçmağda
"ilk aşkıma"
j.ak
23.Ocak. 2017

10 Ocak 2017 Salı

YENİ AYAKKABILAR (Öykü)

Günün yorgunluğu, işten dönüş otobüsünde üzerine çöküyordu hep. Ayın dördüncü günüydü ve Deniz indirime girmesini beklediği ayakkabıları almak için iş çıkışı mağazaya uğramıştı. Bugün yarım saat geç binmişti otobüse. Bir eliyle yeni ayakkabılarının olduğu poşeti ayaklarının altına doğru çekti ve başını geriye doğru yasladı. Tam içi geçecek gibiydi ki, koluna yaşlı bir kadının kolu deydi. Etrafta ona yer verecek kimse olmadığını fark etti ve ayağa kalkarak yerini yaşlı kadına verdi. 
Bir eliyle sıkıca tutunurken diğer eliyle de alış veriş poşetini tutuyor ve otobüsün her gün geçtiği duraklara bakarken, yeni ayakkabılarını düşünüyordu. İyi ki almıştı onları. Bu fiyata indiğine inanamıyordu. Ökçeleri biraz fazla mı yüksekti? Yok yok çok iyiydi yüksekliği, boyunu uzun gösterirdi hem. Kloş kesimli kaşe eteğindeki renk tonu ayakkabıların kenarındaki renkle neredeyse aynıydı. Geçen sene aldığı trençkotuyla da giyebilirdi… Camdan dışarı bakarken gözü bir anda camdaki aksine odaklandı ve eve sadece bir durak kaldığını farketti. Arkaya doğru ilerledi ve duracak butonuna bastı…
Merdivenleri hızlıca çıkıp eve geldiğinde ilk işi ayakkabılarını poşetten ve kutusundan çıkarıp terlik niyetine onları giymek oldu… Çok rahattı Deniz’in yeni ayakkabıları. Ah aman Tanrım, şurasındaki dikiş tekrarı neyin nesiydi? Derhal diğerine de baktı. Diğerinde de aynıydı topuk kısmındaki dikiş tekrarı ve bu görüntü ayakkabılarına çok hoş bir hava katıyordu…
Ayakkabı dolabının kapağı açık kalmıştı ve dolaptaki ayakkabılar Deniz’in bu coşkusunu izlerken eskimiş botlar beni artık bir daha giyeceğini düşünmüyorum diye geçirdi içinden. Abiye ayakkabılarsa biraz kıskanç biraz da gururlanarak yaşlı botların içinden geçenleri anladı ve gayet tepeden bakar bir edayla:
- Senin devrin bitti ihtiyar! Dedi ve patlattı kahkahayı. 
İhtiyar botlar yan tarafta duran spor ayakkabıları da kast ederek:
- Olabilir ama içinizde en çok beni giydi, kendini en rahat hissettiği ayakkabılar olduğumu unutmayın! 
Spor ayakkabılar rahatlık konusuna şiddetle itiraz etti.

- İhtiyar, yaşına saygım sonsuz ama benimleyken çok daha rahat. 
- Ayy seni giydiğinde ayakları leş gibi kokuyor. Öyle rahatlık olmaz olsun. Diye atıldı abiyeler…
- Olabilir ben ucuz bir spor ayakkabıyım onu geçelim bir kalem. Sizi giydiğinde de kendini çok rahatsız hissediyor! Cendere gibisiniz hanımefendi. Üstelik bir keresinde ayaklarında fazla kaldığınız o düğün sonrası nasıl da yara olmuştu topukları ve ayak parmakları!
- Evet ertesi gün beni yani en rahat ettiği botlarını giymişti topuğundaki yara bandını ve küçük parmağının kenarındaki su toplanmasını görmüştüm. 
- Biriniz kokutuyorsunuz, biriniz de eski püsküsünüz. Bense hem iyi durumdayım hem de uzun yıllar duracağım bu dolapta…
- Hey gidi günler hey. Dedi ihtiyar. Tam altı yıl oluyor beni alalı ve onunla çok anım var. İlk kez aşık olduğunda ayaklarındaydım. Sevgilisi onu ilk öptüğünde, elini ilk tuttuğunda yine benimleydi.
- Ayy tamam bildik, üniversiteyi kazandığı yıl Beyazıt’tan almıştı seni, İstanbul’un tarih kokan yollarında onunlaydın artık senin gibisini hiçbir usta yapmıyor… Eee? Ne yapalım ihtiyar, eski püsküsün işte! Şu haline bakıyor musun hiç dönüp?
Spor ayakkabılar centilmence susmayı ve konuşmanın bu kısmına karışmamayı yeğledi. Abiye ayakkabılarla yaşlı botların anılarını dinlemekten bıkmıştı. Zaten erkenden uykusu gelir ve uyurdu. Uyumak için sırtını döndüğü sırada, göz ucuyla Deniz’in yanlarına doğru geldiğini gördü. Deniz yeni ayakkabılarını çıkarmış, terliklerini giymiş ve onları ayakkabı dolabına koymaya geliyordu. Uykusunu dağıttı ve yeni ayakkabılarla tanışmak için kendine çeki-düzen verdi…
Yaşlı botları iyice kenara doğru ittirmişti Deniz, dolapta yer açmak için. İhtiyarın gücüne gitmişti bu tavır. Az önce Abiye ile yaptıkları konuşmanın da etkisi vardı bunda. Yeni botlar gelmiş ve dolap kapağı kapanmıştı. Abiyeler ve Sporlar yeniye olan kıskançlıklarını onun üzerine basıp pisletmeye çalışarak dışa vursalar da İhtiyar bağcıklarını kaldırarak onlara ayıp etmeyin dercesine imada bulundu,
- Hoş geldin evlat, çok iyi görünüyorsun. Usta bir elden çıktığın belli. Nerelisin?
- Beyazıt.
- Selam ben Abiye. Fena görünmüyorsun ama diğer tekinle farklı mı senin renklerin öyle?
- Yapmayın Abiye Hanım bence hiç de öyle değil. Selam ben Spor, nasılsınız?
- Merhaba arkadaşlar iyiyim, sizler de çok güzel görünüyorsunuz. Sizinle de sanki önceden karşılaşmış gibi hissediyorum kendimi İhtiyar Bey. Sanki tanışıyormuşuz gibi geldi bana..
İhtiyar onun bağcık kenarında yazılan yazıları tanımıştı. Beyazıt mı demişti? Yoksa? Anlamıştı İhtiyar aynı ustanın elinden çıktıklarını…
- Seni yapan ustanın sağ ayağında bir aksaklık var mıydı evlat?
- Evet vardı ya, ama siz nereden biliyorsunuz bunu?
- Ben de onun elinden çıktım.
- Remzi Usta?
- Ta kendisi…
Yeni ile İhtiyar arasında geçen bu hemşeri sohbetini kıskançlıkla dinleyen Abiye derhal uyudu. Sporlar da zaten uyumak için bahane arıyordu ki o da sızdı kaldı. Bir süre sonra Yeniler de uyumuştu.
İhtiyar kendine baktı, üzerindeki derin çizgilere ve içine işlemiş olanca toz gübüre. Tam o sırada pençe kenarındaki dikişlerin atmış olduğunu farketti. Çok yorgundu ve kendini hiç iyi hissetmiyordu. Beni artık giymez diye geçirdi içinden. Bu halimle ona yakışmam zaten… Bu düşüncelerle kaç saat oyalandığını ve kaç saat uyuduğunu hiç bilmiyordu ki Deniz’in çalar saatiyle açtı gözlerini. Üşümeyle karışık bir ürperti hissetmişti içinde…
Deniz elini yüzünü yıkamış, kahvaltısını etmiş ve giyinmişti. Ayakkabı dolabını açar açmaz Yeniler’i ayağına giydi. Tam o sırada İhtiyar’ın gözüne Deniz’in elindeki çöp torbası ilişti. Deniz İhtiyar’ı aldığı gibi çöp torbasına sardı! İhtiyar dışarısını görmeye çabalıyor ama en ufak bir şey görünmüyordu. Neler oluyordu böyle? Kendini çöp poşetinin içinde hiç hayal etmemişti. Gözlerini kapattı ve Deniz’in ilk dansını düşündü… Sevgilisinin onu ilk öptüğü anı… Ayaklarının yerden kesildiği anı düşündü. Üniversitede eğitim psikolojisi dersinden en yüksek notu aldığında nasıl da havalara sıçradığını…
Birdenbire tüm seslerin kesildiği bir yere girmişti. Deniz’in onu sert bir yere koyduğunu hissetti. Gözlerini daha da sıkı yumdu. Bir damla yaş süzüldü o an dikişleri atmış olan pençeciğinden.
- Kimse yok mu?
- Buyrun nasıl yardımcı olabilirim?
- Remzi Usta burada mı acaba?
- İçerde olacak çağırmamı ister misiniz?
- Lütfen…
Aksayan ayağıyla Beyazıt’taki dükkânın ön tarafına geldi iri cüsseli ve güleç yüzlü adam. Deniz o gelirken çöp torbasından İhtiyar’ı çıkardı. 
- Bu botları size yaptırmıştım, tamir edebilir misiniz acaba?
- Ooo bunlar çok eski olmalı, artık yapamıyoruz bunları çok pahalıya mal oluyor. Ama tamirini zevkle yaparım. Dedi bir eliyle pençesindeki söküğü yoklarken. Pençesi ıslak kalmış.
- Evet poşetin içi ıslaktı, oradan bulaştı sanırım. Ne zamana hazır olur Remzi Bey?
- Pazartesi gelin alın.
- Teşekkürler…

Jale ALTUNEL
“yeni ayakkabılar”
10. Ocak. 2017

4 Ocak 2017 Çarşamba

hava muhalefeti

Sil gözündeki yaşı Türkmen ana
Evladınla öylece kaldın sınırda
Vaz geçemeyeceğin gerçeklerin varsa,
mahkûmsundur her daim
dışarda kalmaya!
Neydi gerçeğin 
Türk olmaktan başka?
Neydi gerçeğin 
Sağ kalmaktan başka?
Bak mazlumlara kafayı takanlara,
Muhalefet etmiyorlar durumuna
Bugün herkes adına 
Hava muhalefeti var tüm yurtta!
Bir kasırga, bir fırtına ki
Umay ana ağlıyor kızlarımıza...
Bir kasırga deli bir bora,
delinir sanki üstümüzde doğa
Gök kızgın sana yapılanlara
Haber salar bulutlara,
Tulpar göğün üst katında
Haber salar kara toprağa
Muhaliftir bugün hava
Bütün haksızlıklara!...
Algışımı duy Tanrım 
Türkmen canlarımıza,
Aktemiz arçı yolla 
Sınırda soydaşlarıma...

"hava muhalefeti"
j.ak
29.Aralık.2016

Sağım düşmen,solum düşmen,
Paramparça,olmuş Veten!!!
Acı xeber var Helebden,
Her gün ateş yağır göyden,
Yene zülme düşüb türkmen,
Yoruldular gözlemekden,
Yardım da gelmir,kimseden,
Yardım da gelmir,kimseden...

Cavaranshir Mehdiyev
29.Aralık.2016

27 Aralık 2016 Salı

meydan senfonisi

vatmanın türküsüne kulak verin
oyalandı zaman,
yolda ayrıldı birkaç insan 
derken başkaları.
en heyecanlı yerinde sözün,
lafı değiştirenlere dözün
selin önünden gelen çer çöpün,
ve öncü gibi gözüken döküntünün
meydan senfonisidir o,
ki bir başka virtüözün.

ardından bir çağ çağlayacak görün
destanların konusunu
vatman yazmayacak
yolda katılan birkaç insan,
derken başkaları olacak
en taşkın anında selin
yönünü belirleyeceğiz iki gözüm
ve öncü gibi gözüken şu çer-çöpün
üzerinden geçecek Türk işçi göçüm
çünkü sadece zamanı oyalar bilirsin geçim
ama bekliyor olacak bizi orada,
koskoca bir devrim!
“meydan senfonisi”
j.ak
27.Aralık.2016

23 Aralık 2016 Cuma

karanlık tanrısı

Potamyalı kurşun sıkmış güneşe
Karanlıklar bugün yine pür neşe
Sürmez dostum bilesin bu eğlence
Erebus da olsan dönersin leşe!
"karanlık tanrısı"
j.ak
22.Aralık.2016

gerçeküstü bir porno

Yeniktir ölümsüz ruhlara karşı
Şimdinin azaplı düşmanları.
Yapabildikleri ancak
Oluk oluk kan akıtmaktı.
Sirke çevirdiğiniz dünyayı
Ve İnanna'yı
Ve onun bereket saçan saçını
Rahat bırakın!
Bırakın artık insanlığı
Dinle kandırmayı...
"gerçeküstü bir porno"
j.ak
22.Ara. 2016

21 Aralık 2016 Çarşamba

yer üzündən

Elmeddin Metleb

Insandı büdrədib yıxan insanı,
Insandı sonuna çıxan insanın!
Göydə buludları bir hədəf sanıb,
Tuş olub gedəsən bu yer üzündən!

Vüsalə Asif Süleyman

Görmədim dünyada vəfa, etibar
Allah da olmadı heç ömrümə yar,
Gətir ag kəfəni, gözlərimə sar
Ruh olub gedəcəm bu yer üzündən...

Pari Azimova

İnsandı bir qarış torpağın acı,
Bir qara mərmərdi onun baş tacı,
Yandırıb yer üzün odlu bir sacı,
Daş olub gedəcəm bu yer üzündən.

Nermin Əkbərsoy

Kimsə kəsməyəcək, yolumu daha,
Həvalə edəcəm haqqı Allaha,
Bütün ümidimi qırıb sabaha,
Çıxıb gedəcəyəm, bu yer üzündən...

Muhammed Hamide

Zayı çıxıb artıq bəşəriyyətin,
Axtarma heç yerdə sözün hikmətin.
Kimsəyə demədən gizli niyyətin,
Kaş- olub gedəsən bu yer üzündən.

Jale Ak Altunel

Kasıblara hər dəm eyni - qar-qışdı,
Yox sayılır onlar, bizə tanışdı.
Dilə gələn tək söz bəlkə qarğışdı,
Söymədən də gedərəm yer üzündən..

18.12.2016

Azerbaycanlı şair soydaşlarımla hece ölçüsünde aynı gece birbirimize söylediklerimiz... Benim dörtlüğümü de aralarına aldılar ve bu benim Azerbaycan ağzında yazmış olduğum ilk dörtlüktür... Var olsunlar!..



10 Aralık 2016 Cumartesi

Murtəza’ya mektup

Haber estirdi Tebriz’den koskoca deli külek
Bir dava ki Türk’ündür aslanlarla yürüyecek
Möhkem dur Kürşadım çok iş var yapılacak
Dayanın ey ahali bu karanlık  bitecek!

Bilir misin ne zor iştir seni burdan gözlemek
Acılar hep kardaştır zul gelir yemek yemek
Dilimiz bir ilimiz bir tek ses çarpar bu yürek
Seninleyiz Murtəza, bu karanlık bitecek!

Urmu sanmış kahpeler dilimizi töremizi
Kurutmaya kalkışırlar kıskanırlar soyumuzu
Bitmez asil kanımız anlasın düşman bunu
Bir Türk bedel dünyaya, bu karanlık bitecek!

İnsan hakkı diye diye bağırırsın ey Batı!
Ölüm kokar Türkeli’nde Tebriz’in zindanları
Bir milletin öz dilini danışmaya hakkı yok mu?
Ölümsüzdür Murtəzalar, bu karanlık bitecek!

“Murtəza’ya mektup”
j.ak
10. Aralık. 2016



       Güney Azerbaycan Türkleri'nin İnsan Hakları'nı savunmak için Tebriz zindanlarında açlık grevi yapan Türk genci Murtəza için...

8 Aralık 2016 Perşembe

Bir şiirin bin söz söyler - Murat Aytar

BİR ŞİİRİN, BİN SÖZ SÖYLER;
BUNU OKUYANLAR ANLAR;

İÇİNDE BİRÇOK ANLAM BESLER;
VARDIR ELBET SENİ SORANLAR;

GEÇMİŞ İLE YAŞAMA, AMA UNUTMA DA;
GELECEĞİN SENİN ELİNDE, HER ZAMAN MERTLİĞİN YANINDA;
ADIN JALE, KANIN YÜCE TÜRK KANI;
SENİN RUHUNDA DIR TÜRKLÜK, ASLA UNUTMA ATANI;

SAKIN KENDİNİ, BAŞKALARIN KANINDAN;
ASLA VAZ GEÇME, KENDİ ÖZ VATANINDAN;
SEN GÜÇLÜ BİR YÜCE TÜRK KADINISIN;
ZAMANI GELİNCE KÜKRE, TÜM ACUN SENİ TANISIN...


Murat AYTAR kardeşimin bana güzel bir sürprizi..!

mezeydi tabaktaki yiyecekler

Birkaç güne sığdı otuz beş yıl, bir ara
Sağdı babam, uzundu saçım
En yakın arkadaşım
Söz dinamosunun anahtarı
Neden bu kadar aksi oluyorum sabahları?
Bir ara acıkmak gibi bir refleksim vardı,
Yürümeye, koşmaya, yaşamaya
Acımaksa kolaydı mazluma.
Moral için,
Yardım kampanyaları başlatıyordu
Hali vakti iyi olan melekler,
Akşam haberlerindeki gözyaşlarına
Mezeydi tabaktaki yiyecekler.
Elli yıldır ısınmadı şu ellerim,
Bavul ticaretine öncülük edesim var
Türk göçmenlerinin.
Evet duy da inanma
Ticaret dedim, Turan dedim,
Ekonomi dedim.
Öldü babam, ben de ölüyorumdur bir ara
Diyeceklerim bitmedi daha
Kayıt dışı dedim, köle dedim
İşçi dedim Türk dedim.
Çıkıp çıkıp gidesim var
Orta Asya’ya…

“Mezeydi tabaktaki yiyecekler”
j.ak
8.Aralık.2016





Goranboylu kız kardeşim

Bir seher var bilir misin?
Kokusunu duyarım çiğe bulanmış çiçeklerin
Bu karanlığa bekçilik edenlerin
Asasını kırmalıdır devrim yüreğin.
Bir seher var
Tam içinde minik ellerinin
Sımsıkı sarıldığında toprağına
Ancak o zaman görebileceğin.

Dindir gözyaşlarını dindir Mətanətim
Gel, İstanbul’dan Goranboy’a
Kocaman bir kanat derelim!
Her karışı bizim değil mi
Baştan başa bu Türk elinin?
Gel mevsimlerle seherleri
Birlikte döndürelim!

“Azerbaycan’daki Kız Kardeşime”
j.ak
7. Aralık.2016