20 Haziran 2021 Pazar

bu yüzden

Mavi mavi bakan

Kahverengi gözleri vardı anıların

Ve sanrıların,

Gerçeklikten kopuk öyküsünü

Çoğaltırmış bazen beyin

İzinde koşarken

Zihin sundurmasının.

 

Herkes kopmuş bağrından

Artık nesnel olanın

Ama umudu toktur bilirsin

Her dem hayal olanın

Ve bir bakarsın,

Onun öyküsü tek satır,

Seninki kırk katır.

 

Bu yüzden dostum,

Sırf bu yüzden,

Milyon dolarlık

Para babalarının,

Aç bilâç kalkar sofrasından

umut.

 

Sonra,

Kavgaların bittiği yerde

Görürsün kendini -upuzun-

Yedek kulübesine alırsın hırsları

Maç sonu.

Bir gram ter yokken ruhunda,

Ve hayallerin delik pabuçlarıyla

Koşarsın dimdik gerçek oyuna.


Gerçek bizim

Gerçek bizim!

Zincifre kırmızısı,

Sarı turunç yaprakları

Su verilmiş kızgın çelik

Kasım’ın sonbaharı

Od verilmiş bir uçsuzluk

Memlekete bakışları.

 

Derelerin toynakları

Taş acıtan oymakları

Can çekişen toprakları

Bizimdir canım bizim

Koşacağız doludizgin

Bu hayalin

Yalın ayaklarıyla.

 

j.ak

"bu yüzden"


 

 

 


bir ellinci yıl marşımız vardı

bir marşımız vardı,
müjdelerdi vatanın,
toprağına taşına
Cumhuriyet’i,
ipoteklendi
taş, toprak, su, şu, bu.
hey gidinin koca memeli Anadolusu
ipoteklendi doğmamış bebelerin
yurt tapusu.

marşın bir dizesi var,
bir dizesi
ona çağlar hâlâ
yüreklerin türküsü
bitmedi henüz
bu halkın gür dansı
ipotek edilemez çünkü
burun direğimin sızısı.

bir bilsen,
çoğaldıkça memleketin
dolar milyarderleri,
bahseden kalmadı
o marştan,
ve o marştaki şereften.
bir yanda babalar ve oğulları
doymak bilmeyen,
bir yanda
babalar;
oğullarını toprağa veren.

bir marşımız vardı
ben hâlâ dinlerken ağlarım
bir dizesine dostum, bir dizesine,
ben hâlâ dinlerken coşarım.


“bir ellinci yıl marşımız vardı”
j.ak
20. Haziran. 2021








12 Haziran 2021 Cumartesi

Türk yayı

 

sağlaması şimdi

tüm siyasi kavgaların Marmara.

karanlık patladığında,

bir biz vardık,

bir de dans eden yunuslar

kıyıda.

 

en çelimsiz yerindeydik yine gecenin.

ve trajedinin,

komediye dönüşünü izliyorduk

Sarayburnu’nda.

İngiliz gemisi yine iş başında.

 

bilir misin gülüm

en çelimsiz yeri bu bedenin,

zarif bir Türk yayıdır aslında

öyle narin, öyle ince.

altında boynuz,

üstünde toynağından çıkma

mübareğin,

iplik iplik ayrılmış

iki kirişe dümen taranmış,

aşil tendonları.

 

öyle bükülür

öyle ezilir ki beden,

tersine kuvvetle ger de bir gör

hiç ses etmez,

hiç kırılmaz.


derken,

o bükülmüş bedenin

kirişinde bir ok belirir birden,

bilinmez

hangi Çanakkale türküsünden

hangi dereden,

hangi tepeden...

 

 

“Türk yayı”

j.ak

11.Haziran.2021



11 Haziran 2021 Cuma

Teos şehrindeki zeytin ağacıma

Teos’un büyülü güzeli,
gözleri yemyeşil
kökleri derin bir maviye esir
eski ahşap gemilerinden tarihin
karaya inen göçmenlerini
ağırlayan dalların
ve en dingin ağlayan çeşmelerin
en tatlı sularıyla sulanmış
yaprakların karşısında
aciz ve suskun kaldım.

Neler anlatacaktım sana
bir bilsen,
güzelliğinden oracıkta öylece
esriyip de gitmesem!
Ben yeni yetme bir delikanlı
sen iç Akdenizimin şehriyârı
susup da sarılmak
öpüp de koklamak
ve bin sekiz yüz yaşını kutlamak…

Ah be güzel,
neler anlatacaktım,
bilgeliğinden utandım
ne yönden esiyordu o gün külek,
kaça satılıyordu bir dilim çörek
kaç çocuk ölüyordu
ve kimler can çekişiyordu
uçuşan kanatlarında memleketin?
Çünkü beş yüz kilometre uzağında
kokun hâlâ burnumda
çünkü toprağının bağrında
kimler varsa,
Ey Teos’un güzeli,
bir sigara daha yaktırdın bana
bin tarihleri daha yıktırdın bana
Cumhuriyeti getiriyorsun biliyor musun
bu garip aklıma?
söyle şimdi ben neyleyim?
sadece sıkılmak için verdiğin zeytinlerin
güzelim şırasına
gidip gidip yüz süreyim.
bin sekiz yüz değil
on sekizlik dilberimsin,
Cumhuriyetim gibisin
yeni ayaklanmış
bir çocuk coşkunluğunda
içimi kıpır kıpır ediyorsun,
ey benim memleketlim
ey benim zeytin ağacım…

“Teos şehrindeki zeytin ağacıma”
j.ak
11. Haziran. 2021





Bir doğa ve ağaç görseli olabilirMerr kiş

4 Mayıs 2021 Salı

2020'LER

 2020'ler...

Halk, açlık çekiyordu. O yıllarda açlık kavramı, şimdiki gibi hobilerinden ve zevklerinden mahrum olmayı değil, yiyecek bulamamayı anlatıyordu. Çünkü toprak henüz çürümemişti ve adına tarım denen bir tür organik endüstriyle elde edilen ürünler yeniliyordu.

İktidarların tamamı, çürüyen kapitalist sistemi ört-bas etmek ve durumu kurtarmak adına, halklarını korkutarak yönetmeyi, kitleleri kandırmayı tercih ediyorlardı. O yıllarda bir virüs bahane edilerek tüm dünya halkları evlerine kapatılmıştı. (bkz: 21.yy hapis)
Tıpkı 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da yönetmek ve idare etmek hırsıyla yanıp tutuşan, aynı zamanda kendi zenginliklerini korumak isteyen bir grup ruh hastası vardı. Bunlar dünyanın tüm eyaletlerinde (o zamanlar ülke deniliyordu), iktidarları aynı merkezden atıyorlardı. Sahte seçimler, askeri darbeler (bkz: asker>savaş 21.yy) ve iletişim araçlarıyla...

Bu aynı merkezlere bağlı iktidarlar yarattıkları sahte pandemi korkusuyla tüm dünya halklarını kandırırlarken bazı eyaletlerin (ülkelerin) iktidarları, işin dozunu iyice kaçırmıştı.

Bunun en berbat örneği Türkiye'de görülmüş.
Türkçe arşivlerde rastlanan ve o yıllarda adına facebook denilen bir kitle iletişim programından çıkarılabilmiş hard disklerde insanların oldukça ilginç verileri tespit edilmekte.

Örneğin kendi eyaletlerinde (ülke) evlerinde hapsedilmişken başka eyaletlerden gelenler özgürce dolaşabiliyorlamış.

Ülkeyi bu duruma sokanların kimlikleri tartışma konusu olurken 20. yy'ın ilk çeyreğinde yaptığı devrimlerle tanıdığımız ve bugünlere ışık tutmuş olan lider Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkesinin bu duruma nasıl düştüğüyse bu yüzyılda aydınlatılmayı bekleyen ilginç bir konu. (kaynak: 0001010111-101110 data)

yazarın notu: Bilgiler üzerinde incelemelerimiz sürmektedir. Yanlış ve asparagas bir bilgi olabileceği gibi eğer doğruysa, Türkiye'nin o günlerine ışık tutacak çok çok önemli bir veri olduğu düşünülmektedir ve Türkiye'de 21. yy'da yaşayan halk hakkında çok önemli ip uçlarına götürecektir bizleri.


Jale ALTUNEL
4.5. 2287

29 Mart 2021 Pazartesi

çürük yeke

yama tutmayan bir iç lastik

delinmiş ruhlarımız

bir hiç giydirildi

bizim caddelerimize, sokaklarımıza

gayet otantik

hamdı madde, fakirdi ülke

oysa kendinden ekoseliymiş

siyah beyaz mantık

üstelik;

göz alabildiğine sahte ve sentetik.

 

yelkensiz bir şiirin

kürek mahkumlarıydık İstiklâl’de

su katılmamış aforizmalar olduk

sahilde, Maltepe’de

sonra ham maddesi kırılırken

sertlikten

en değerli mücevherimizin,

eğile büküle, domala dura,

bir türlü kırılmadığını gördük  

değersiz plastiklerin.

ve yelkensiz bir şiirin

kürek mahkumlarıyız hâlâ

çürümüş yekesini de gördük

mürid serdümenlerin.



“çürük yeke”

j.ak

29. Mart. 2021

 


3 Şubat 2021 Çarşamba

ÖLÜMLE KORKUTUP SITMAYA RAZI ETMEK

Hikâyedeki ölüm; şeriat,
Sıtma ise memleketin bölünmesidir...
1- Boğaziçi Üniversitesi'ne bir rektör atanır. Öğrenciler bu rektörü beğenmezler ve eylemleriyle protesto ederler.
2- Eylemler sırasında dini unsurlar "Kâbe" provoke edilir.
3- Bu provokasyonun cevabı gecikmez ve Kâbe'ye hakaret içeren provakasyona tepki gösteren AGD Boğaziçi’nde eylem yapar. "Hiç bir özgürlük dine saldırma hakkını veremez. "Hak Hukuk Adalet milli görüş SAADET" sloganlarıyla coşarlar.

 

2. Şubat 2021

 

Boğaziçi eylemleri adeta DHKPC-PKK gibi bölücü unsur ve isimlerin şovrumu durumundadır.
Oysa çok değil üç beş sene önce aynı Boğaziçi, türbana özgürlük mitingleriyle çalkalanmamış mıydı? Aynı Boğaziçi'nin platformları tüm atamaların bir kişinin dilinde olacağını çağıran referandum için "yetmez ama evet" kampanyalarına katılmamış mıydı? O yıllarda Fetullah Gülen örgütünün Boğaziçi Üniversitesi'nde nasıl yuvalandığı herkesçe malumdur.



 

 

Öte yandan dinci örgütlerin eylemleri yanıbaşımızda 1979 İran İslâm Devrimi'ni anımsatmasından dolayı, laik demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne rejim tehtidi ve tehlikesi oluşturmaktadır.

 

Bu tiyatrolar kim bilir kaç kez sergilendi bu ülkede artık sayısını unuttuk. Kamuoyunun tepkileri bu iki grup arasında, ya birinden ya da diğerinden yana olmaya mıhlanmıştır her daim.

 

Ama bir de bakıyoruz, koskoca Boğaziçi Üniversitesi, Anayasa'nın ilk dört maddesinden "Vatanın bölünmez bütünlüğü"ne ve "Üniter yapısı"na dil uzatanların kanaat önderliğinde rektör protestosu eylemleri yaparken, karşıt grup olarak çıkan dinci grup, yine Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan "Laik demokratik bir hukuk devleti olan Cumhuriyet" rejimine saldırılarıyla bilinen kanaat önderleri tarafından tetikleniyor.

 

Yani kamuoyunun da işi zor. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.

 

Bu millet ya artık tükürmemeyi öğrenecek ve sakalı da bıyığı da kesip atacak, ya da beş yaşında bir çocuk zekâsıyla önüne ne konuyorsa birinden birini seçip helâk olacak.

 

Atatürk ilke ve devrimlerinin bunca sulandırıldığı bir atmosferde, biz yine de onun önümüze çizdiği yola bakmak zorundayız. Başka çıkış yolumuz yok. Şeriat özlemiyle yanıp tutuşanlarla da, bu ülkeyi bölmek isteyenlerle de hiç işimiz olmaz, bundan böyle de olmayacak.

 

Amerika'da demokratların yeniden iş başına gelmesiyle, vatanı bölmek isteyen ve aküsü boşalmış BOP artıkları bir anda şarja takılmış gibi canlanıp dirildiler yeniden. Ve Boğaziçi Üniversitesi'ni bu emellerine alet ettiler. Ola ki Robert Kolej devamı gibi olan bu Amerikancı üniversite'de biz daha önce gerici ve bölücü faaliyetleri pek çok kez görmüştük. Şaşırmıyoruz o yüzden. Üstelik servis ettikleri "yukarı doğru bakan kız" fotoğrafının da 2019'da feminist eylemler sırasında çekilmiş bir fotoğraf olduğu ortaya çıktı.


8 Aralık 2019 tarihinde Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından Şili Kadın Hakları adına düzenlenen Las Tesis İstanbul eyleminde çekilmiş." https://t.co/QGNeiPxjAx

 

 Şeriat özleminde olan gruba ise dikkatle bakma gereği görmüyorum. Zira bu heyulâ ve tantana incelikle düşünülmüş bir paslaşmadan ötesi değildir. Geçmişte 1. ligde basketbol oynamış biri olarak bunun iyi bir asist olduğunu söyleyebilirim. Ama işte, öyle bir oyun kurucu, öyle bir forvete asist yaptı ki yine, dostlar başına. 

Bana bakın hele ey oyun kurucular, forvetiniz öyle dengesiz koşuyor ki, o golünüz OFSAYTA düşmeye mahkum. Ve o golü siz oyun kurucuların atması da olanaksız;

 

ÇÜNKÜ BU MEMLEKETİN DEFANSINDA KEMALİSTLER VAR! Yavaş gelin toslarsınız!

        

      JALE ALTUNEL

  

 


30 Temmuz 2020 Perşembe

ANUNNAKİLER UZAYLILAR MASKELİLER ve YENİ DEMİRPERDE



Salgın başladığından beri televizyon kanallarını da, sosyal medyayı da, video kanallarını da, astrologlar, gizemli tarih anlatımcıları, bilim dışı sohbetler ve metafizik konuları anlatanlar bastı. Karantinayla başlayan bilinmeze doğru çıkarıldığımız bu yolculukta “bilinmezleri” bize bildiren “haberciler” kisvesine bürünmüş bu insanlara adeta abone olduk ve “neyse hâlim çıksın faalim” der gibi, yarı şaka yarı ciddi dinledik.


Kimi anunnakileri anlattı, kimi uzaylıları, kimi mitolojik efsanelerle gerçek tarihin harmanlandığı şiirsel destanları.

1990’lı yıllarda çarpıcı bir terim girdi lûgatımıza: Bilgi Toplumu. Kimileri buna çok sevindiler. Yaşasın bilgi toplumu olacak çok bilgili olacaktık. Oysa durumun bilimle ilimle uzak yakın alakası yoktu. Durum egemenlerin, sömürenlerin dediklerini tasdik etmek, onaylamak, hatta yeri geldiğinde bile asla karşı çıkmayacak bir hale getirilmesiydi toplumun. Bilim denildiği vakit, biz eyvallah diyecektik. Bilimsel gerçek denilince akan sular duracaktı. Öyle de oldu. Ağa ne derse o. Ağaların bilimi, ağaların bilimsel gerçekleri geçerli. Arada bilim adına çıkan çatlak seslere itimat edilmez, edilse de o ses kısılır ya da kesilir. Çünkü bilim onların tekelindedir. Haliyle gerçek de onların dediği. Hal böyle olunca bilim inandırıcılığını kaybetti, materyalist bilim yerini metafiziğe bıraktı. Kim bilir belki de istenen budur ağalar tarafından.

Salgın (pandemi) zamanı da işte böyle oldu. Dünya Sağlık Örgütü ne derse, neyi salık verirse, nasıl bir tedavi uygulanacak dediyse aynen öyle yapılıyor tüm dünya tarafından. Herhangi bir şekilde dışına çıkılması anlaşmalı olarak yasaklanmış durumda. Burada bilinen hasta başına devletten şu kadar para alınıyormuş, özel sektör bu kadar para kazanıyormuş, entübe hasta başı fiyatı ne kadar mışmış kısmına girmeyeceğim hiç. Hele milyarlarca insanı karbondioksit solutacak çılgınlıktaki maske saçmalığından hiç bahsetmeyeceğim bile… Çünkü yeni dinimiz pozitivizmden hallice bilgi toplumudur. Âmin.


Salgın sonrası oluşturulan bu ahval ve şeraite dönüp baktığımızda, insanların bir kısmının “sağlık için” konulduğu söylenen yasaklara pek de aldırış etmediklerini, pratik yaşamlarındaki davranışlarından görüyoruz. Ancak televizyonların ve medyanın kıskıvrak avucuna aldığı güruh, söz dinleyen tembihli bir çocuk misali kurallara uyuyor ve ne deniliyorsa onu yapıyor.

Kalp krizi, tansiyon, diyabet, kanser, beyin kanaması, trafik kazası, ev kazaları ve daha nice önceden “ecel” diye tanımlanabilen ölüm sebeplerine çok şükür pandemi sonrası doğru düzgün hiç rastlamadık. Ey insan, nerede ve ne şekilde ölüyor ve öldürülüyorsan adın covit-19’dur. Âmen. 


Oysa herkes karantinadayken inşaatta, yolda, çöp toplamada, kanalizasyonda, madende ve daha aklıma gelip de sayamayacağım kadar pek çok sektördeki işçi, sokaklardaydı ve çalışıyordu. Hatta bu işçilerden kimileri, güvenli çalışma koşulları sağlanmadığı için hayatını yitiriyordu. Tüm bunlar gözlerden kaçırıldığı gibi büyük ihtimalle ölüm sebepleri de covit-19 olarak kayıtlara geçirildi.
Salgınla beraber konulan karantina ve uluslar arası seyahat engeliyle tüm dünya ülkelerini birer Demirperde ülkesine çevirdiler.

Sovyetler Birliği zamanı, sanatçılar sporcular gibi önemli isimlerin ülke dışına çıkabildiklerini biliyoruz. Şimdi tüm dünyada onların yerini çok parası olan zengin kesim almış durumdadır. Onlar maske takmasalar da olur. Çünkü onlar ayrıcalıklıdırlar ve ayrıcalıklarının en çok farkına varıp gururlandıkları, ezcümle en keyifli zamanlarını yaşıyorlar.

Onlar özel araçlarıyla şehirlerarası, 
özel uçaklarıyla uluslararası seyahat edebiliyorlar... 

Şimdi uçuşlar falan açıldı tabii. Ama fakirler ayakaltından kalkmış, kaldırılmış oldu. Kimse şu keriz silkeler gibi atılan “eşitlendik” palavrasına inanmasın. Yok, öyle bir şey. Peki ya ne var? Anunnakiler var meselâ, sonra uzaylılar var, astroloji ve hangi gezegenin hangi gezegenle ters açı yaptığı var, ay ve güneş tutulmaları var, mitolojik efsanelerin tarihi gerçeklerle bezendiği Şahname gibi dev bir eserin yalan yanlış aktarıldığı tarih programları var, sonra üzerinde kendi şahsiyetinizi yansıtabildiğiniz maskeleriniz bile var. Kedili, fareli, köpekli, tavşanlı, cicili ve de bicili... Fukara avuntusu gibi tam. Karbondioksitimi bile kendime özel solurum diyenler için özel olarak imal ediliyorlar. Görün ne kadar şanslıyız. AMON!




Ağam bizimle eğleniy repliğini anımsamayan yoktur. Şimdi dünyanın ağaları kendi ekonomik çıkmazlarıyla yarattıkları panayırda tüm dünyanın fukara insanlarını sustalı maymuna çevirmiş durumdalar. Zengin ve yoksul arasındaki uçurum öylesine derinleşmişti ki, yoksul kesimin bu uçurumu görmemesi, kıyaslama yapmaması ve evlerine tıkılıp haddini bilmesi en doğru olandı. 

Üstelik tüm dünyada, iki lokma aş peşinde koşan göçmen işçiler de böylelikle halı altına süpürülmüş oldular. Fransa'da başlayan sarı yelekliler hareketi bir yanıyla, işlerini ellerinden alan göçmen işçilere karşı organize edilmiş başlangıcıydı bu senaryonun. Covit-19 bahanesinin ikinci, üçüncü ve daha nice bilmem kaçıncı dalgasında sörf yapmaya devam edeceğiz bilmiyoruz. Sanıyorum üçüncü paylaşım savaşı sona erene kadar sürecek gibi görünmekte bu Yeni Demirperde Dünyası palavrası.


Jale ALTUNEL
30. Temmuz, 2020


14 Temmuz 2020 Salı

İKİ KOCALI HÜRMÜZ - ERMENİSTAN

Ermenistan’ı başına buyruk ve bağımsız bir devlet olarak görmek kadar safiyane ve naif bir düşünce olamaz. Ermenistan her şeyden önce Dünya üzerinde kurulmuş olan terörist devletçiklerden biri ve biz Türk Dünyası için, en tehlikeli olanıdır.

Uzun yıllar, Sovyetler Birliği hegamonyasında ve o ne derse onu yapan bu ülke geçtiğimiz yıllarda Dünya üzerinde Turuncu Devrimler’in babası sayılan ABD’nin “çabasıyla” bir Turuncu Devrim gerçekleştirmiş ve başındaki köhnemiş Sovyet artığı lideri değiştirip Paşinyan’ı başa geçirmiştir.
Tüm Dünya kamuoyunun bildiği gibi Azerbaycan ve Karabağ meselesi Türkiye’nin önemli kırmızı çizgilerinden biridir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bilindik kardeşlik ve soydaşlık ilişkilerine ekonomik ilişkiler ve üretim ilişkileri de eşlik etmektedir. Baku-Tiflis-Kars Demiryolu, bir başka değişle Yeni Demir İpek Yolu başta olmak üzere, Tap-Tanap boru hattı bu üretim ilişkilerine önemli ve son derece stratejik örnekleri teşkil etmektedirler. Ayrıca yok sayılıp küçümsenmeye devam ediliyor olsalar da, Azerbaycan’dan Türkiye’ye göçmen işçi olarak gelen soydaşların gerek bavul ticaretiyle olsun, gerekse küçük işletmelerin üretimlerinde bulundukları katkı olsun bu listede bizce hiç de küçümsenmeyecek ölçekte katkılardır.
Ancak stratejik üş birliği ve ortaklıklar söz konusu olduğunda iki sene önce de yazdıklarımda belirttiğim gibi, Yeni Demir İpek Yolu, bölgede ticari transportinge nezaret etmemiz konusunda iki ülkenin de elini ticari anlamda güçlendirecek bir unsur olmuştur. Tap Tanap boru Hatları konusu ise Covid-19 “salgını”yla ve buna mukabil petrol fiyatlarının düşmesiyle bir tür devre dışı bırakılmıştır.
Rusya, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında sınır ihlâli konusunda bir anlaşma olduğunu ve Kazakistan’ın Karabağ konusunu bunun dışında tuttuğunu biliyoruz. Ermenistan’da da eski Sovyet nostaljisi yaşayan Paşinyan karşıtları olduğunu biliyoruz.

İÇ ÇELİŞKİLER SAVAŞ BAŞARISI TALEP EDER

Ermenistan’ın her daim Sovyetler Birliği ya da dağıldıktan sonraki adıyla Rusya’nın tetikçiliğini yapan bir terörist devlet olduğunu biliriz. Ama terörist, adıyla müsemma çıkarları kimden taraftaysa onun işini görür. Başındaki lideri ABD’nin atadığı Ermenistan’ın bu seferki sıçrayışını ABD’nin kışkırtmasıyla yaptığını düşünmekteyim. Tahribatını sınır ihlâliyle yapıp, suçu Azerbaycan’ın üzerine atması Rusya’yı muharebenin içine çekme plânıdır.
İşin aslı Amerika’nın amacı Ermenistan ve Azerbaycan üzerinden Rusya’yı ve Türkiye’yi karşı karşıya getirmektir.
Dünya’nın ekonomik krizlerine ve ülkelerin içlerindeki çelişkilere bakınca durum Birinci Paylaşım Savaşı’nı anımsatmaktadır.
Her ülkeyi ve içlerinde neler olup bittiğini bizlere anlatmayı politologlara bırakıyorum.
Ulu önderimiz Atatürk, “Savaş, gerekmedikçe bir cinayettir” demiştir. Diplomatik ilişkilerin tıkandığı, adeta gücü gücüne yetenin eşkiyalık ettiği, pek çok ülkenin demokrasi adı altında iç siyasetinde diktatörlük derecesinde halkına zulüm ettiği böyle bir dünyada kaçınılmaz hale getirilen SAVAŞ gerçeği, ancak silah ve mühimmat üreticilerinin cebini doldurmaya ve halkları daha da mazlumlaştırmaya çaresizleştirmeye yarar.
Ancak öte yandan Mustafa Kemâl ATATÜRK, pek çok cephede savaşmış, bu ülkeyi zalimlerin elinden kurtarmış, Kuvva-i Milliye gibi bir devrim ordusuyla hem askeri alanda, hem de siyasi alanda bir dehâ olduğunu tüm Dünya’ya göstermişti.
Şu anki duruma baktığımızda, Doğu Akdeniz’deki adalarımızı kaybettiğimizi, geri dönülmez kararlarla pek çok haklarımızı kaybettiğimizi iki cephede savaş halinde olduğumuzu görüyoruz. Emperyalistler bir üçüncü cephede de savaşmamızı istemektedirler. Bu, bir ülkeyi iyice güçsüzleştirip söz söyleme hakkını tamamen elinden almak için kurgulanmış oyunlardan biridir.

AZERBAYCAN’IN YANINDAYIZ

Bu ahval ve şeraitte olsak da, elbette Azerbaycan’ın yanında olacağız. Bunun altını kalın puntalarla çizeriz.
Rusya Savunma Bakanı’nın “bu konuya biz karışmayız” minvalindeki açıklamaları da pek güvenilir değildir. Bu arada söylemeliyim ki burda Rusya ve Amerika’yı soğuk savaştan kalma bir zihniyetle iki farklı kutuptalarmış gibi görmek son derece hatalıdır. Çünkü her ikisinin de Türkiye ve Azerbaycan hakkında kendi çaplarında emelleri vardır ve düşmanlık konusunda her daim ortak hareket edebilirler.
Amerika bu yüzden Dünya mirası Ortodoks Kilisesi AYASOFYA’nın cami olarak ibadete açılması krizini fırsata çevirerek, Ermenistan Azerbaycan hibrit savaşını çıkarmayı Ermenistan’a sipariş etmiş olmalı.

Jale ALTUNEL
14 Temmuz, 2020

5 Haziran 2020 Cuma

aşk şiiri

aşk başka bir diliminde
yirmi dört saatlerin
doksan dokuzdan beri
müridiyim oysa ben gecelerin.
bu ara devrim maskesi giydi
uzak batıda tüm sokaklar
örgütsüz ve zamansız kaldı
doğuda bulaşıcı hastalıklar.

bin aşık yılı uzağındayken şehrin
evreni eve sığdırmak oldu adı
yaşam mücadelesinin
nefes alamıyorum pankartlarını indirin
müsebbibi olacaksınız yoksa
nefes vergisinin.

artık aşk başka diliminde yaşıyor
yirmi dört saatlerin
ve komikliklerine gülüyor hergün
güzel kimliksizlerin
son perdesi oynanırken
bu ölmüş gezegenin
ay tozuyum ben hâlâ
gecelerimin.

anlamayan sevgiliye
şiir yazmak gibidir devrim
ne mevsimdir ne de ilkim
başka türlü davranıyorsa yoksula
köpürttüğün covit'in
"bugün 14 Temmuz,
kayda değer bir şey yok" dersin.

"aşk şiiri"
j.ak
5 Haziran 2020


















3 Mayıs 2020 Pazar

yeni dünya

yakın olma mazoşizmine
red cevabı verdi dertlerin,
dün gece itibarıyla
şu fukara beynim.
çünkü dostum nasıl olsa
taşeron bir film setinin
tahrif edilmiş tarih sahnesinin
hep en kötü
ve en kara karakteriyim.
iç mekân dekoru,
yemyeşil bir koru
malum ilâç endüstrisinin.
korku artık bilimsel
şu vahşi pozitivistten.
yeni dinimiz bu olsun sevgilim
der gibi baktık o an
yıkanmış doğada yunusların
Marmara’daki dansına
ve yeni dünya,
bir meyve adıydı aslında.
“yeni dünya”
j.ak
3. Mayıs. 2020

26 Mart 2020 Perşembe

corona

bir tâcın çığlığını duydu
tüm dünya
durun!
tam da bittiği yerde umudun,
en açık, en mavi ve en yeşil
yerlerindeyiz huzurun.

hey gidi benim batılı
kadim dostum,
sen zaten çok zaman önce
boğulmuştun.
çıkardığın savaşlarda
öldürdüğün çocukların kanında,
köle ettiğin mültecinin etinde,
mahvettiğin doğanın dalında.

bizler, öksüz ve yetim Doğu'da,
en açık, en mavi ve en yeşil
yerlerindeyiz huzurun.
çünkü biz sebep olmadık tüm bunlara
kapandık evlerimize
rahat vicdanlarımızla,
izliyoruz teşviş ve paniğinizi,
yağmalayışınızı o gösterişli marketlerinizi.

izliyoruz kadim dostum,
sözde moral eğlencelerinizi
mezarlıktan geçerken
korkmamak için şarkı söyleyen
bir çocuğa benziyorsunuz.
yine de halinize üzülüyoruz
ki insanlık gereği.
ve biz sükut içinde bir tebessümle,
en açık, en mavi ve en yeşil
yerlerindeyiz huzurun.

şimdi batılı kadim dostum,
cebinde paran ve geçkin yaşın,
gidemiyorsun küçücük kızlarına
Uzakdoğu'nun
ve genç delikanlısına Afrika'nın
bilemedim sen misin şimdi
o karantinadaki vahşi mazlum?

"corona"
j.ak
25.Mart.2020

20 Kasım 2019 Çarşamba

ŞİFAHİ

popüler değilken henüz dava
mektuplar yazıyorduk biz
Murtəza'ya.
çocuklar başka bayrakla gelirken
konsolosluğa,
tekti elimizde bayrağımız,
üç renk.
ve savurduk İran'ın bahçesine
birkaç boklu fırça...
hey gidi dava,
vaktiyle koskoca memleketi
almıştık uğrunda, karşımıza.
şimdi iki çift söz söylesek,
"rezalet!.." diyorlar, rezalet!
yazdığımız onca yazı,
şiir, mesai, emek,
boşmuş demek.
pek çok sözümüz varken daha diyecek,
toprak attılar mezarına
üç beş kürek.
"ŞİFAHİ"
j.ak
20.Kasım.2019

23 Ekim 2019 Çarşamba

Seyyah

gezginin usundadır sevdikleri,
yola giderken.
yüzdeki dem, saçtaki ak
adlar, odlar, tatlar, sesler
ezberindedir öylece.

yolda topladıklarını 
katmaz döndüğünde 
tüm bunların üstüne.
hafızıdır çünkü evin yurdun 
eşin dostun,
muhabbet kokusunun.

gidip dönmemek değil 
dönüp bulmamakmış canım
en ağır şikeste
Murat toprağa karışmış!

tozu güze, odu köze, 
güzü kışa, dostu ele,
karışmış bulur seyyah
bazen döndüğünde.
ve bakakalır
cebinde getirdiği türkülere...

"seyyah"
j.ak
23. Ekim.2015













14 Ekim 2019 Pazartesi

YOL

ağlayacak bir omuz yoktu
avuçlarıma ağladım
kendi zehirleriyle besleniyordu
o sıra etraftakiler.
kendimize söylediğimiz yalanları
sürdüm acıyan yerlerime,
iyileşmedi bir türlü yaram.

arapça sözcükler iyi ki var:
ey medet!
anlamıyorlar nasıl olsa dedi içinden
hazret.

sohbet, birilerini dışlamaktı
hatta dışlamayanı da dışlamak.
neyleyim, ölüydü artık surat
kendime söylediğim yalanları sürdüm ben de
acıyan yerlerime.

mevsim en olgun halinde
ve rüzgârına girmişiz
koca bir karanlığın
loş bir boşvermişlikti artık yol
ki,
faşist olmakla suçlandık...

"yol"
j.ak
14 Ekim.2019