29 Haziran 2014 Pazar
ben kokulu
hava bugün yanardöner
bir çocuk bağırtısı kulağımda
gömleği kaneviçeli,
başında şaylı tahya
ve bir kadın inlemesi derinde
püskülü boldu fesinde
yanıp döner bugün hava
eller yüzlere
kapanırken utançla
baykuş tüyleri eser
ben kokan zülüflerde...
"ben kokulu"
j.ak
29.Haziran.2014
26 Haziran 2014 Perşembe
başı kökünden aparma... (öz yurduma)
kolayından bir davanın
mevsiminde parlayan güneşleri
Haziran karanlığı katran
ve sıcağında kan var!
sığdan açıktan legal-
leşmiş; sokaktaki tertiplerde kaçak dövüşün,
duymadın mı yüz elli bin soydaşın
evinden ve yurdundan sürgün.
susana yol verenin kanatları altında
ey başı kökünden aparma;
bilir misin? Kerkük’te şarkı sözü şimdi,
hayatta kalmak oldu
Telafer’deki resim
kanlar içinde masum
Tuzhurmatu’da heykel,
yıkık ve viran evler
Musul’da bir kısa film,
bir saniye süren ölüm!
artık ne Türkmeneli’ni
ne de memleketi aydınlatır
mevsimlik yaban günün.
özgürlük yalanından, kana kana içtiniz
kandığınız ellerin baş tacı edildiniz
mankurt sloganlar atıp o renkli faşinglerde
Türk'e düşman oldunuz ve Ulu Önderimiz'e...
hiçe saymak memleketi sana göre medeniyet
yitip gidiyor ama gör, koskoca cumhuriyet
bil ki kana bulanmıştır sloganın sazın sözün
başka yerde arama kökündedir senin özün.
ve bu sıcak karanlıkları,
turfanda şimşekler aydınlatacak
er ya da geç bir gün,
unutma!
"başı kökünden aparma"
j.ak
26.Haziran.2014
9 Haziran 2014 Pazartesi
DAHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLAR
Dahili ve harici bedhahlar –düşmanlar-!
Kimdir bunlar ve bizden ne
istiyorlar? Bu memleketin başına örmeyi düşündükleri çorap nedir/nelerdir?
Dış düşmanların istediği yüz küsür
yıldan beri hiç değişmediği için artık ezbere biliyoruz. Memleketi bölmek
istiyorlar. Büyük İsrail için Büyük Ermenistan
için. Kürt(?)’leri çok düşündüklerini hiç zannetmiyorum/z. Etnisite
üzerinden uygulanan aşı nihayet tutmuş ve Fars-Arap-Türkmen karışımı coğrafya
halkı tarafından bambaşka bir etnik kimlik oldukları gerçeği öne çıkarılarak ana
dil ve özerklik sonrasında bağımsız devlet palavralarıyla kalkışmaları
sağlanmıştır yıllar içinde. Dış düşmanlarımız, bugünün sömürgeci devletleri ve
tröstleridir.
İç düşmanlarımız Atatürk’ün kurduğu
Türkiye Cumhuriyeti’nden beri aynıdır. Gericilerdir. Yapmak istedikleri,
Atatürk Cumhuriyeti’ni devirip kendi II. İslâm Cumhuriyetleri’ni kurmaktır. Kim
olduklarını söylemeye gerek var mı?
Kurumlar süratle dincileştiriliyor.
Milli Eğitim’den Atatürk ilkelerine bağlı yurttaş yetiştirme maddesi çıkarıldı.
Yaşam şeklimize ciddi müdahalelere son 2
yıldır büyük bir ivme kazandırıldı. Televizyonlar iyice izlenmeyecek hale
getirildi. Başına türbanını takan kanaat önderi gibi konuşuyor. Televizyonlarda
artık cinler periler büyüler tartışılır oldu. Bilim kurumu Tubitak dahil tüm
kurumlar din kisvesi altında sürreel hurafelerle doldu taştı. LGS’de sınav
kazanamayan çocuklar zorunlu olarak imamhatiplere gidecekler artık. İç
kargaşamız tırmandıkça neler olup bittiğini gözümüzden kaçırıyor olabiliriz ama
gerçekler ortadadır.
Memleket fizikî bir bölünmeyle eş
zamanlı –son 30-40 yıldır- düşünsel anlamda da ayrı düşen öbek öbek insanlarla
doldu. Dezenformasyona uğramış tanımlar, tarihsel köprülerin bir türlü
kurulamayışı, eksik ve hatalı bilgilenme ve yanı sıra tüm bu dezenformasyonun; entelektüel, sanatçı, fikir adamı, en asil
duygu insanı şeklinde tarifleyebileceğimiz kişilere “hümanizm” üzerinden söylem
olarak benimsetilmesi ve bolca tekrar edilmesi korkunç bir bilgi kirliliğine
neden olmuştur.
Milliyetçilik ayıplı ve yasaklı
olmuş, bayrak vatan aşkı ile alay edilmeye başlanmıştır. “Milliyetçilik
günahtır” bile diyenler çıkmıştır. Ne olarak doğacağımızı seçemediğimiz için
günahmış. İyi de sormazlar mı adama annenizi seçebiliyor musunuz? O halde
annenize… Neyse uzatmak istemem bu bahsi çünkü son derece abuk sabuk yerlere
gider bu mesele.
Şu anki konumuz çok daha trajik ve
önemli. AKP başta olmak üzere meclisteki tüm partiler, bölücü terör örgütü ve
ordu (TSK demiyorum, Türk gibi düşünmeyen bir ordu tsk olamaz çünkü) birlik
olmuşlar, sömürgecilerden aldıkları talimatlarla iç savaşı körüklemektedirler.
Bu körüklemenin iki sebebi vardır:
1- Güneydoğu’da etnik kalkışmayı ve
karışıklığı alevlendirerek İKİZ YASALAR’ı devreye sokmak uluslar arası tanınmayı
sağlamak.
2- Dahili düşmanların Atatürk
Cumhuriyetini yıkarak II. Cumhuriyeti (ılımlı islâm cumhuriyeti) fiilen hayata
geçirebilmek. İşte karışıklığın tüm yurtta çıkartılmak istenmesinin nedeni
budur.
Şimdi ver kurtulcu, bana dokunmayan
yılan bin yıl yaşasıncı hümanizmle bozmuş sevgi pıtırcıkları; yani kendilerine hiçbir
şey olmayacağını sananlar var ya hani? İşte iç ve dış düşmanların plânları
gerçekleşirse bunda sizlerin şuursuzluğunuzun da payı çok çok büyük olacaktır!
Haberiniz olsun.
Uyarımı yapıyorum.
Tarih sizleri de yazacak bir kenara, bunu unutmayın!
2 Haziran 2014 Pazartesi
sim'leri sürülü
Yarı gerçeğinde ömrün,
Düşlerini yaşadık çoğu
Yer gök maviydi ya hani,
Iskotasız uyunan sandallarda.
Gözlerimize değdi pa Tak-
Sim'leri sürülü sürülere sır.
Anlaşmalarına bakıyorduk toprağın,
Devriklerin sarı kağıtlarından.
Büyüklerinizi büyüteçle,
Görünmez mikroplarınızı çıplak gözle
Gördük, ayıkken.
Elimdeki kadehte aşk vardı o an,
sek ve duble!
Devirmek dürtüsüyle,
yudumlamış bulundum.
İz?
İndeymiş kimisi,
Gözyaşları `çok sesli`
Hiç farkında değildim oysa,
Fazla mesaideyken Soma'da,
O madende kaybolup,
pınarımı kuruttum.
Yarı gerçeğinde şu ömrün,
Kâbusuna tırmandım.
Yer kök adresken memlekete,
Bir Taksim üç, eşittir kana.
Madem oturduk bu sofrada,
Bütün hesap benden!
Madem oturduk bu sofrada,
Hesaplar sizden sorulsun...
“sim'leri sürülü”
j.ak
2.Haziran.2014
Düşlerini yaşadık çoğu
Yer gök maviydi ya hani,
Iskotasız uyunan sandallarda.
Gözlerimize değdi pa Tak-
Sim'leri sürülü sürülere sır.
Anlaşmalarına bakıyorduk toprağın,
Devriklerin sarı kağıtlarından.
Büyüklerinizi büyüteçle,
Görünmez mikroplarınızı çıplak gözle
Gördük, ayıkken.
Elimdeki kadehte aşk vardı o an,
sek ve duble!
Devirmek dürtüsüyle,
yudumlamış bulundum.
İz?
İndeymiş kimisi,
Gözyaşları `çok sesli`
Hiç farkında değildim oysa,
Fazla mesaideyken Soma'da,
O madende kaybolup,
pınarımı kuruttum.
Yarı gerçeğinde şu ömrün,
Kâbusuna tırmandım.
Yer kök adresken memlekete,
Bir Taksim üç, eşittir kana.
Madem oturduk bu sofrada,
Bütün hesap benden!
Madem oturduk bu sofrada,
Hesaplar sizden sorulsun...
“sim'leri sürülü”
j.ak
2.Haziran.2014
30 Mayıs 2014 Cuma
SAHİPLER VE KANAAT ÖNDERLERİ - 2014
Aradan tam bir yıl geçti;
Geçen sene, 31 Mayıs’ta geceyarısı
tamamen kişisel bir panikle Gezi Park’ta neler olup bittiğine dair bir yazı
yazalı tam bir yıl oluyor. Eksik gedik dilim döndüğünce, geçen seneki
kalkışmanın “Kanaat Önderleri”nden dem vurarak, yapılmak istenenin aslında
neler olabileceğine dair bazı öngörülerde bulunmuştum. Hemen hemen hepsinin
aynen söylediğim gibi çıktığını şu geçen bir yıl bana doğruladı. Fal gibi. Ama
işte ben falcı falan değilim. Memlekete yalın bir gözle bakmasını bilen
herkesin hele de siyasi tarihçilerimizin çok daha net bir biçimde bunları
gördüklerinden de adım gibi eminim.
2011’den beri milli bayramlarımızı
kutlamamız şu veya bu biçimde engelleniyor. 29 Ekim Van depremi bahane
edilerek, 23 Nisan çocuk ölümleri bahane edilerek, 19 Mayıs Soma katliamı
bahane edilerek kutlanmadı. Kutlanmayı geçelim elbet, anılmadı bile neredeyse.
Birileri aklımızla adeta alay ediyor. Söylem kumkumaları sokaktaki
aktivistlerin ta kendileridir. Bir arkadaşım onlar için “dil polisi gibiler”
demişti. Dil eşkiyası desek daha doğru olacak sanırım.
Karşı görüşlere asla tahammül
etmeyip, sürekli demokrasiden ve özgürlükten bahsetmelerine rağmen, bir karşı
söylem duyunca derhal “susturuculuk” yapıyorlar.
İnsaniyet ve merhamet duygularını ajite
ederek toplumsal baskı oluşturuyorlar ve kitleleri sanal bir algı üzerinden
hareketlendiriyorlar.
Kendi aklıyla düşünebilen bir cahili,
başkalarının fikirlerini kendisininmiş gibi inanarak söyleyen bir okumuşa
tercih ediyorum bu ara/bu yüzden.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde;
Gözyaşlarımızı basamak yaptılar!
Duygularımızı çiğneneyerek devleti
yok etme merdivenini hızla tırmanıyorlar!
Önümüzde duran tehlike hem bölünerek
Doğu ve Güneydoğu’daki bereketli toprakları kaybetmek, hem de şu anki rejimle
sıkıntısı olan dahili unsurların Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkma, yerine kendi
II.Cumhuriyet’lerini dayatma emelleridir.
Bu emeller konusunda dış mihraklar
yıllardır milimetrik bir şekilde çalıştılar ve içeride destekledikleri
Zübükzadeler’i, ancak gdümlü bir siyasete malzeme olup, iktidarıyla
muhalefetiyle buna gerekli zemini hazırladılar. AKP dönemi Marshall ve Nato’dan
beri gelmiş geçmiş en yüksek ivmeyi sağlamıştır,maddi-manevi; kayıplarımız,
borç girdabına saplanmamız ve Atatürk ilkelerinden verdiğimiz tavizler
konusunda…
Şu an devletçiliğe bakıyoruz devletçilik ilkesi diye bir şey var mı? Yok.
Özal’lı dönemle başlayan özelleştirmeler son hükümet dönemi zirve yaptı. Maden
çöktü, özelleştirmeye hayır diye bağrıştılar. İyi bir şey tabii bazılarının
ağzından bunları duymak. Hele devleti yıkmak parçalamak girişimlerine su
taşıyanlar için şahane bir oksimoron.
Milliyetçiliği etnosantrizmle
karıştırıp faşizmle bulamaç edip önümüze koymuş dil eşkiyaları. Ve tabii bu
zırvaların peşine takılan romantik de alabildiğine çok. Kafası karışmış, Türk
yurdunda bir Türk. Ama olayların asla öznesi değil. Başkalarından bahseder gibi
bahsediyor “diğer” tüm vatandaşlardan ve kendinden. Çıkarlarını korumak gibi
bir şuuru yok. Geçmişte , bir arada yaşamış
mıyız? Evet. Gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında mıyız? Eh
sorduğunuzda evet diyor. Aynı vatana sahip, dil, kültür ve duygu birliğimiz var mı? Var. Türkçe edebiyat
yapıp nobel bile alıyor bu zevat. Ee derdin nedir o zaman?
Cumhuriyetçilikte durum vahametini katlanarak artırıyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti
ufaltıldı ufaltıldı teecee yapıldı. Cumhur yabancılaşma efektleri vermekte,
rejimse tıpkı saltanatlık gibi.
Halkçılık, Hükümetlerin
Atatürk’ten sonra asla olmaya yanaşmadıkları bir ilke. “Halk kim ki zaten!..
yüzde bilmemkaçı şöyle böyle” uzantılı bir öznefreti de sözde aydınlar
tarafından yine bu halka söyletilmiş -söyleyene kendini iyi mi hissettirir
bilinmez- ve halktan kopuk siyasi anlayışla tam aksi yaratılmıştır. Ulusal
egemenlik milletindir ilkesi oldu mu size “ulusal egemenlik Allah’ındır”?!
Konu dönüp dolaşıp Laikliğe gelmedi mi ta Menderes’ten
beri? Dini kullanmayan bir parti var mı bu memlekette? Kadınların türbanının ve
eteklerinin altına girmeyen? Özgürlük diyerek hem de. Demokrasi diyerek. Şu an
din ve devlet işleri birbirinden ne kadar ayrıysa ben de o kadar şimendiferim.
Tam bağımsızlığaysa sustum. Buna bir şey demeyeceğim…
Atatürk’ün kurduğu Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, şu an sadece kağıt üzerindeliğini korumaktadır. İlkeleri
hayatımızdan koparılmış olmasına karşın teknik olarak varlığını sürdürüyor.
Gezi Park’a ve yarınki eylemlere
dönecek olursam, bir yıl önce ne düşünüyorsam şimdi de düşüncelerim, “yurt
dışından ithal bir kalkışma” için değişmedi. Çünkü Gezi direnişi hiç de öyle
–bu ara sıkça tekrar edilip durulduğu gibi- kendiliğinden falan olmuş değildir.
Ön Asya’da Arap Baharı diye adlandırılan kalkışmaların tümünde occupy
organizasyonu görmedik mi? Diren diren! Hazırlıkları gördüm geçen yıl,
Cumartesi günüydü. Taksim’deki duvarlarda occupy, yumruk, şablonlanarak
yazılmıştı. Siviller kol geziyorlardı ve provokasyon-fısıltı gazeticiliği
yapıyorlardı.
Geçen yıl gezi olayları, yaz boyu devam
ederken, Güneydoğu’da BOP’a uşaklık edenlere kalan, “ilan” etmek oldu sadece.
Analar ağlamasın deniliyordu on yıldır. Ağlak ağlak. Bir yandan analar
ağlamasın deniliyor, bir yandan olağan her yılki dağa çıkışı PKK silah
bıraktı’ya bağlıyorlardı. Bu arada medya ve TV.’da, orada şehit olan korucu ve
vurulan askerlerin haberleri de halka hiç duyurulmuyordu.
Bugün 30 Mayıs. Son 2 haftadır deli
divane sosyal medya operasyonu sürdürülüyor. Geziyi hatırla, geziyi unutma
şeklinde. Yahu unutulacak bir şeymiş gibi!!! Üzerinden 40 yıl falan geçer de
farkındalık yaratırsın. Daha polisin katlettiği çocuklarımızın acısı
dinmemişken ne hatırlaması ne unutması?! Duyarsız olmakla suçlanmak da var
tabii.
Ama asıl duyarsızlık memleket
giderken, rejim dahil her şey tehlikedeyken Güneydoğu’da sıcak gelişmeler
yaşanırken, kamuoyunun dikkatini Taksim’e çekmek ve yüzlerin o tarafa
çevrilmesine “hükümet ve dış mihraklar eliyle” destek olmaktır…
Yarın memleket yeni bir kargaşaya ve
bu kargaşa ardına gizlenecek olan sinsi planlara gebedir. Böyle konuşunca
AKP’yi desteklemekle bile suçlayanlar oldu. Yapmayın etmeyin! Bir düşüncenin
peşine takılmıyor olmak, o düşüncenin karşıtı olmak demek değildir. Karşısında
değil çaprazındayım canım kardeşim! Çapraz ateşlerdeyim. Memleketi başkalarının
sana layık gördüğü ucube bir planla kurtaramayacaksın. Occupy organizasyonun
girmiş olduğu hangi ülke şu an refah içinde “özgür” ve “demokratik” olmuştur
sorarım! Libya mı? Tunus mu? Fas mı? Mısır mı? Suriye mi? Sudan mı?
Occupy organizasyon ve aktivistler
neden 3. Köprü yapımında katledilen hektarlarca arazi için eylem planlamadılar?
Siyanürle maden aranırken ve
oralardaki binlerce insanımızın hayatı tehlikedeyken?
Eğitim sistemimiz 4+4+4 olurken?
Bize İsrail’in kör GDO’lu tohumları
dayatılırken?
Neden dev pankartlarla yumruk şablonlarıyla faşing havasında o
muhteşem organizasyonlarını yapmadılar?
Listeyi uzat uzatabildiğin kadar!
Yapmazlar! Çünkü bunlar seni beni doğrudan ilgilendiriyor. Onları değil. Onları
ilgilendiren Türkiye’yi diğer Ön Asya ülkeleri ve Ukrayna gibi bitirmektir.
Taksim, bu memleketin siyasi geçmişindeki en büyük mitinglerin yapıldığı yer olması nedeniyle önemli bir meydandır. Mayıs 1969'da California'daki park eyleminden beri benzer tezgahlar hazırlanıp sahneleniyor dünya üzerinde.
Taksim, bu memleketin siyasi geçmişindeki en büyük mitinglerin yapıldığı yer olması nedeniyle önemli bir meydandır. Mayıs 1969'da California'daki park eyleminden beri benzer tezgahlar hazırlanıp sahneleniyor dünya üzerinde.
Yarın sloganlar atan aktivistler,
saldırılar başlayınca her zaman olduğu gibi çil yavrusu gibi dağılacaklardır. Çevir
kafanı bir bak, Güneydoğu’da polis bölücülere elini sürebiliyor mu? Haşa! Yine
biz öleceğiz, yine biz kırılacağız. Üstelik neden? Büyük İsrail ve büyük
Ermenistan kurulabilsin diye, yeni sınırlar çizilsin diye!
Başkalarının oyunlarında figüran
olma! Kendi oyununu yazıp yönetebildiğin an Devrim de senin vatan da senin
olacaktır!
Jale Altunel- “Sahipler ve Kanaat
Önderleri 2014”
18 Mayıs 2014 Pazar
Lir Çalıp Kopmak
Mefistofeles'e meydan okuma
okumasının,
A'sıyla Z'si arasında seyirlerdeyiz
rüyalar denizinde.
Boş dalgalarda
loşa kürek çeken
mahkûmlar gibiyiz
düzlere yokuşlar
inişlere yem borusu senfonisi
çizeriz...
"lir çalıp kopmak"
j.ak
18.Mayıs.2014
okumasının,
A'sıyla Z'si arasında seyirlerdeyiz
rüyalar denizinde.
Boş dalgalarda
loşa kürek çeken
mahkûmlar gibiyiz
düzlere yokuşlar
inişlere yem borusu senfonisi
çizeriz...
"lir çalıp kopmak"
j.ak
18.Mayıs.2014
7 Mayıs 2014 Çarşamba
`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ
Solaa dön!!! Uygun adım
marş! Bir ki bir ki…
Eskiden yabancı işgal kuvvetlerinin “milliyetçi”
etiketli uzantıları varmış. Şimdilerde yabancı işgal kuvvetlerinin “sol”
etiketli uzantıları var. Ejnebi
çok akıllı. Trend ne yöne doğruysa oraya bir uzantı bir aparat eklemleyiveriyor.
O dönem liboş milliyetçiler vardı. Şimdi liboş solcular var.
Türkiye’de “bir moda akımı olarak siyaset” dersek, bu
türden kavram kargaşalarıyla dolu algısal yanılgıları çok iyi tarif etmiş
oluruz.
Moda nedir? Boynuna halk kardeşliği(!)ni yansıtan bir
poşu takmak, o da olmadı batik desen bir fular. Tarkan da sahneye poşuyla
çıkmıştı. Arap dünyası kullanır. Yaser Arafat’ın da simgesi gibiydi. Ama aynı
zamanda bir Türkmen giysisi olarak da karşımıza çıkıyor poşu ya da poçu. Neyse,
moda diyordum. Moda takılınan yerlerdir misal. Bu yerler hüşû içinde barış
kardeşlik ve özgürlükle dopdolu bir havaya sokulur işletmecileri(?) tarafından.
Solcumuzun aidiyete dair hissiyatı en ufak bir boşluğa düşmez, güvende ve
sürüler halindedir. Aynı zamanda sürreel haldedir. Uçuş her türlü serbesttir.
Bir evrensel bir evrenseldir sorma gitsin! All the people. Enternasyonal. Şönn!
Oysa ondan başka tüm dünya ülkeleri gayetle millidir. Ama o buradan
başlatacaktır ya bu işleri. Dünya yanlış, o doğrudur ya… O tarz.
Dünyanın hiçbir ülkesinde milli olmayan sol yokken [Olanların
coğrafyasına ve siyasi konumuna bakacak olursak herhangi bir sömürü tehtidi
kalmamış ve zaten enternasyonal palavrası için süs bitkisi gibi göstermelik,
sömürgecilerin vitrini konumundaki bir iki ülkedir. Sömürgecilerin “şunun
gibi”, “bunun gibi” diyerek bize dayattıkları ülkelerde, burada yapılmaya
çalışılan bölünmüşlüğü de görürüz. Ancak mevzunun bu coğrafya ve
Cumhuriyetimizin bir tür yazılı belgesi olan Lozan Anlaşması’yla uzak yakın bir
ilişiği yoktur.] bizde milliyetçilik, faşizmle eşdeğer kavramlarmış gibi birbiri
ardınca bir tekerleme gibi kullanılır yeni moda solcular tarafından. Milliyetçi
faşist!!! Ya da “faşist milliyetçi!”. Faşizmin ne anlama geldiğini ya bilmiyordur
bu çok okumuş solcumuz –ki kuvvetle muhtemel olan budur-, ya da, bu da diğer
çarpıtmalarda olduğu gibi söylem’le kulakları alıştırma taktiğidir bir nevi..
Söylem tramvayı
düdüğünü öttüre öttüre gider:
Yaşasın halkların kardeşliği!
Birleşe birleşe kazanacağız!
23 Nisan’ı kutlamayacağız!
Ermeniler’den özür diliyoruz!
Faşist Milliyetçi!
Ve daha bir sürü abuk sabuk, ipe sapa gelmez safsatanın
papağanıdır bizim liberal solcumuz. Şu an esefle kınadığı yürütmenin başı
Tayyip ve şürekâsıyla taban tabana aynı çanağa su taşıdığının farkında
değildir! Ama ondan âlâ hükümet muhalifi de yoktur. “Tayyip istifa” derken ses
tellerinde nodüller oluşmuştur.
Dilinden devrim lafı düşmez liboş solcumuzun! Nasıl
devrimcidir nasıl ah... Ama gelin görün ki tüm Dünya’nın hayranlıkla ve büyük
bir gıptayla andığı büyük devrimci Atatürk’ü bir türlü beğenmez, sevmez! Bir atı
olsa halbuki, o da ne devrimler yapacaktır ama tek eksik attır işte!
Söylemi yarat,
mahalle baskısını kur!
Özür dilemekten tutun da milli bayramlarımızı kutlamama
konusundaki dayatmalara değin, önce internetin güzide oluşumları twitter,
facebook vb. platformlarda pompalanıyor bu söylemler. Sonra da kitleler
peşinden sürükleniyor. Biz millet olarak duygusuz ya da olana bitene kulak
tıkayan insanlar değilizdir. Duygusal baskı, her daim iş görür bu coğrafyada.
Bu yılki 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı öncesi bir çok çocuk ölümü
oldu. – ya da?..-
Düşününce, Van depremi sonrası Cumhuriyet Bayramı
kutlamamak, kutlamak isteyen vatandaşlarımızın üzerine tomalı saldırılar, 19
Mayıs’ların stat gösterilerinin iptali, 30 Ağustos’ta –izinli olmasına karşın,
ki neden ve kimden izin alalım onu da anlamış değilim- Ankara’da yaşadığımız
komedi… Demem o ki birileri(!) bizim milli bayramlarımızı kutlamamızı
istemiyor. Cumhuriyetimizin kuruluşuna altın harflerle yazılmış bu mihenk taşı
tarihler birilerine rahatsızlık veriyor. Çünkü bu Cumhuriyetin kendi
sınırlarını ve kendi milletini tayin eden Lozan Anlaşması’yla taçlanmıştır tüm
o tarihler. Ve küresel eşkiyalar o Lozan’ı ve dolayısıyle bu Cumhuriyeti
geçersizleştirmenin planlarına, bölücü maşalarıyla yön vermektedirler. Cumhuriyetin tüm
getirilerinden nemalanacaksın, sonra Atatürk’ü ve Cumhuriyeti beğenmeyeceksin…
Nerede yaşıyorsun hemşerim sen? Uzayda mı?
Sömürgeci maşalarının eski şekli liberal
milliyetçilikti. Yeni moda şekliyse liberal solculuktur. Sömürgecilerin
çanağına su taşımak birinci ve başlıca görevleridir –farkında olarak ya da
olmayarak.- Milli sol ise memleket çıkarlarını korur. Sömürüye emperyalizme,
bölücülüğe karşıdır. Mış gibi yapmaz!
Asıl faşizm liberal solun intenet platformlarındaki
mahalle baskısıdır ve kendi söylemlerine karşı-söylem üretebilenleri sindirmek,
susturmak ve dışlamak düsturuyla hareket ederler. İşte biz buna liboş sol faşizmi diyoruz!
Bu öyle bir hal almıştır ki, olaylar sorgulanmadan,
tıpkı o hülooğ diye bağırdığı için alay edilen cahil ve biçare kadıncağız gibi,
sözümona ulusalcı geçinen gürühun da bu söylemlerin peşine takılıp aynı
teraneyi koro halinde tekrar etmelerine kadar varılmıştır. Müthiş bir
psikolojik travmadır bu. Gerçeklerin açlık sınırında kıvranmasıdır bu. Alay
ettiğiniz kadıncağızdan ne farkınız kalıyor? Sizler cahil değilsiniz ki her
lafın ardından gidesiniz…
Bir de ikinci grup var tabii. Onlar da ortamını,
arkadaşlarını, çevresini kaybetmek istemeyenler. Etliye sütlüye ve memleket
meselelerine pek karışmayanlar yani. Bu yaptırım karşısında sesi kısılanlara ve
sorgulamadan söylem üzerine atlayanlara diyeceğim sadece iki çift laftır:
Biraz yürekli olun
canlar!
Ve sorgulayın! Siz
sazan değilsiniz, hele cahil, hiç değil…
`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ…
Jale ALTUNEL
25 Nisan 2014 Cuma
insanî
Geçirmişler
boynuna
insani boyutlu yularımsı ipi,
farkında mısın?
Ağzından çıkan renk, edilgen mavi…
“insanî”
j.ak
25.Nisan.2014
insani boyutlu yularımsı ipi,
farkında mısın?
Ağzından çıkan renk, edilgen mavi…
“insanî”
j.ak
25.Nisan.2014
17 Nisan 2014 Perşembe
serde kadim
Alın
çizgilerime verdiğim paye,
inanç
ihtiyacına verilmiş cevap.
Yüzüme,
yeni bir harita çizmiş zaman.
Aynada
bir kazı
gerçek,
sırrında
kadem.
Damgalanmış,
el
dokuması halı deseni
yerde
duran o atın
koşunmuş
yelesindeyim.
Bir
sevda düşmüş gibi okum
yerde
gökte taşta
ve
her yerde.
En
çok da
ak
memeli kızın yüreğinde.
Gerçek,
serde kadim
aynadaysa,
yalan
bir tarihi
yazıyor
da yazıyor yüzüme.
“serde
kadim”
j.ak
17.Nisan.2014
12 Nisan 2014 Cumartesi
imzasız sözleşme
Huzuruma çıkıyorum bu ara izinsiz
kara parçalarımın küçük dağlarına
inen sis, kara.
Huzurdayım, yol yorgunu,
çakıllarla minareler çekilir
her dalgada
Işıklara bakan yüzünden şehrin,
kayıt dışı.
Düşünmeye fırsat olmaz
düşerken aşka,
yokluğa, ya da umuda.
Öğrenmiş oluruz belki de
ne beklediğimizi,
ne beklediğimizi,
son solukta.
Huzuruma çıkıyorum atalet iştahlısı
yanımda imzasız bir sözleşme
yalnızlığın ıslak ışığında okuyabildiğim
kendime.
Huzurumdayım
rahatsız edilmeyi beklercesine
ormanla deniz arasında
bakımsız bir evde.
"imzasız sözleşme"
j.ak
12. Nisan. 2014
7 Nisan 2014 Pazartesi
haberimiz yokken
Geçtiğimiz yıllardan
çağır beni
burası uzak.
Yanmış
basamaklarından bahsedelim
merdivenin,
yıkanmış ve
yazılmamış
olsun rolleri.
Dilsiz
çocuğu aşk olsun sansürün
pandomim
serbest
ve
geçtiğimiz asırdan mirasmış meğer
azla
yetinmek.
Haberimiz
yokken haberleşelim
bunca
yaraya bürünmüşken
şehrin göz
değmeyen gölgeleri
ve
dönüşürken sokaklar, topraklar,
leylak ağacını
köküyle eve alan Zehra’nın
ihtiyaç
listesindeki ilaç olalım
kaçıncı
önceliği o hastalık, bilmeden.
Hep yaz
olan mevsimlerden çağır beni ki
ısınmış
olsun ellerim,
bunca zaman
geceye
ve bunca
gece bürünmüşken sessizliğe,
körfezden
göğe ışıyan yakamozun
sesi olup,
haberleşelim…
“haberimiz
yokken”
j.ak
7.Nisan.2014
4 Nisan 2014 Cuma
ruhlarımız memnun oldu
aynı yağmurdan içtik kör kütük
güneşi farklı açılardan gördük
acılardan yaprak açtık
balta girmemiş rüyalarda taş olduk.
su olduk sonra bir vakit, yetmedik,
kuru dudaklarımızdan içtik.
kara budaklarımızdan içtik.
karalar bağlanmış
–ki-
topu topu üçte iki.
tanıştığımızda ölü müydük?
ruhlarımız memnun oldu,
kör kütük yanmıştık.
kara sularından çocuklar uçtu
birleşik masumiyet cumhuriyetinin
kimlikler sorulduğunda
güneşin kör karanlığında
ayaktaydılar.
sorulduğunda kimlikler
ay tozu serpilmişti çıplak bedenime
ve sevişmeyi bekliyordum özgürlükle.
uçmagda bulmuş çocuklar sonra,
…
aşkımızı.
“ruhlarımız memnun oldu”
j.ak
24.Mart/2014
27 Şubat 2014 Perşembe
döne döne
dolaysız türküler yandı,
puslarda yürüdü bakış.
sesime sarptı boynumda dik yokuş.
bir düzlükte rastladım uykulu halime,
konuşmazken içimden bile kendimle.
ağırlanırken biz dolu şarapla,
dönerek yankıdı semahî...
ve gerçek, açlık sınırındaydı,
öyle sağ-sakin.
"döne döne"
j.ak
24.Şubat.2014
12 Aralık 2013 Perşembe
koyu kahve
Beni bırakma Yaz.
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin.
Yalınlık derecemiz dona çekmiş,
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere
ebruli, koyu kahve
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...
"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin.
Yalınlık derecemiz dona çekmiş,
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere
ebruli, koyu kahve
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...
"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013
8 Ekim 2013 Salı
boş kovan
Kuru
sıkı atışlardan düşen güven,
söze
dair zamanlara delil, boş kovan.
Yüzlerce
kez kayıp gitmiş olmalı
kenetlenip
tutunulan
ki koca
bir tedirginlik kalmış, onca savaştan.
Güçsüzlük,
kronikleşebilen
hastalığı insanın
farketmeden
dik durmayı öğrenir gözyaşların
ve artık süt analığıdır o, dışarıda kalmışlığın.
Her
şey para değil diye başlar lafa,
yeterince
aç kalmamış biri,
oysa
üç kuruşun tecavüzcüsüdür
on saatlik mesai.
on saatlik mesai.
Neyse
dağılmasın konu,
tedirginlik
diyordum,
tedirginlik…
“boş
kovan”
j.ak
8.Ekim.2013
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)