Kaba bir tanım yaparsak; Toprak
bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan teşkilâtlanmış yapıya devlet deriz. Var olan
kaynakların adil bir biçimde kullanımını sağlayan, kendi toprak sınırları
içinde adaleti tesis edebilen bir yapı.
Biraz açarsak, klasik ve (adalet,
diplomasi, iç güvenlik, dışa karşı savunma) iktisadi temelleri olduğunu görürüz. (istikrar,
gelir ve kaynak dağılımında adalet, gelişme kalkınma)
Devlet konusunda Aristotales’e ve
Platon’a çıkmazsa olmaz bu mevzunun ucu. Ama derdim bu filozofların ne dedikleri,
devlet adamlarının ne yaptıkları değil. Yalnızca devleti parçalama ve yok etme
yolunda oluşturulan algı işleyişine dikkat çekmek istiyorum. Bölücü ağızların
oluşturduğu algı kısaca şöyle;
Devlet eğitim hakkı vermiyor, sağlık
hizmeti vermiyor, onca askeri besiyor ama bir sürü insan açlıktan ölüyor, okul
yapmıyor, hastane yapmıyor, onu yapmıyor, bunu yapmıyor. O zaman kahrolsun
devlet. Onu yıkmamız lâzım. Yani bu öyle boyutlara vardırılıyor ki. İyisi mi
devlet olmasın! Savunma (asker), iç savunma (polis) olmasın. Eee sonra ne olsun
peki? Işid ve ydg-h olsun, sokaklarda kapışsınlar, hatta ydg ışid’li bir
militanı öldürsün! Ki herkes ydg’yi alkışlasın. Ya da Türkmenlerin canını Türk
Ordusu değil de ABD, PKK terör örgütü ve Irak falan kurtarsın. Bölücüler de şunları desin sonra:
“Sizin devletiniz ve ordunuz ne yaptı Türkmenler için? Biz orada Türkmenler'in canını koruyabilmek için çarpıştık!”
"Buraların Abdurrahman Çelebisi biz olduk!"
“Sizin devletiniz ve ordunuz ne yaptı Türkmenler için? Biz orada Türkmenler'in canını koruyabilmek için çarpıştık!”
"Buraların Abdurrahman Çelebisi biz olduk!"
PKK terör örgütü, ABD ve Irak
ordularıyla birlikte:
“bôz îttîfôk ôlmüşôk!” desinler!
Bu şekilde bize oynatılan tiyatro nedir?
“bôz îttîfôk ôlmüşôk!” desinler!
Bu şekilde bize oynatılan tiyatro nedir?
Devlet'e karşın hükümet odaklı düşünebilirsiniz. Yani tüm bunları aslında yapıp eden hükümetlerdir. Ya da yapmayan etmeyen. Pratikte haklısınızdır. Ama tüketilmeye çalışılan Türk Ordusu üzerinden Devlettir ve amaç da zaten eleştirmek, muhalefet etmek değil, dediğim gibi önce tüketmek ve ardından da talan etmektir... Ya devlet başa, ya kuzgun leşe desek ne değişir bilemiyorum...
Neyse yukarıdaki soruya geri dönelim. Devlet konusunda asırlardır oluşturulmuş olan düşünceler etrafında zorunlu bir döngüye girilir. Düşüncenin dikenli bahçelerinde bir döngü elbette. Platon’un ütopya devletinden başlar, sonra farklı amaçların
kurgularında seyrini sürdürür. Kimi yayılmacı, kimi kaynak sömürücü, kimi
kültür sömürücü, kimi dini cihatlarla tebliğ götürücü, kimi iç otoriteyi
sağlamak için her eziyeti yapmayı mübah sayan.. diye devam eder gider örnekler... Ve bu
oluşturulmuşluklar üzerinden yeni bir ütopyayı barındırır ve besler kafadaki "yenisi" doğal
olarak. Kaçınılmazdır bu. Peki hangi kurgunun plânlandığını, yani devleti yok
etme gayretinde olanların yıktıklarının yerinene koymayı plânladıkları modele bir bakıyorsunuz, ekseriyetle
işin o bölümü tamamen polemiğin sarp yokuşlarında kendini imha ediyor. Çünkü ütopyanın kurgulanışında gidiş yolları farklı, algılar farklı, kullanılan dil farklı, zaman zaman sistemin adı bile farklı. Kurgulanmış ütopyalar üzerinden bugünün koşullarında asla
hayatta kalamayacak ezberler tekrar ediliyor. Oysa onlar için uzun zaman öncesinden "kurgulanmışı" vardır. Halbuki sosyalist bir devlet kuracaklardır ya, neyse... "Bir tatlı şifadır aldanmak" demiş üstad.
Esasen pek mühim değil.
Çünkü onlar kolkola girdikleri çetenin ipinde ipe sabitlenmiş bir şekilde cambazlık
yapıyorlar. Yakın zamanda destekler kesilecek. Trafik tıkanacak. Şah görünümlü
filler, at görünümlü piyonlar gerçekle yüzleşecekler.
Ben de sağlık hizmeti alamıyorum bu arada,
eğitimde fırsat eşitliğinden falan çocuklarım faydalanamıyor. İçinden hukuk
çıkarılmış ve bir kefesi ağır çeken adalet terazisi
benim de hiçbir işime yaramıyor! Üstelik zarar gören yoksul kesimin
olduğu bir taraftayım, doğal olarak eleştirinin ağababasını yaparım, da devlete
değil… İçini boşaltanlara! Tırpanlayanlara, kemire kemire yok etmeye çalışanlara yaparım!
Kurumların içlerini
dolduranlar nasıl ki insanlarsa, Atatürk'ün ardından deli gibi devleti yıpratıp kanunları delik deşik edenler, halkın gözünden düşürenler de yine niyeti bozmuş, (ya da tam tersi niyetini yerine getirme telaşında) ahrarcı
artığı kuklalar olmuştur. Ceplerini doldurmak, dünyalıklarını yapabilmek
esasıyla davranan bu siyaset esnafları, her daim hınçla, nefretle, kinle ve
intikam alabilme ihtirasıyla yaptılar yapacaklarını.
Kavramların bu kadar iç içe girdiği
bir coğrafyada devletle zoru olanların gerçek sıkıntısı üzerini kedi gibi örttükleri Cumhuriyet rejimidir elbette. Çünkü devletin geleneksel(klasik) ve iktisadi(modern) politikalarını belirlemede aslolan, rejimin ta kendisidir. Kahrolsun devlet’in ardından 2002’lerden sonra bölücü
ağızlara “kahrolsun tece, işgalci tece” kalıbının söyletilmesi de hiç tesadüf değildir.
Monarşi rejimi
yerine anayasamızla inşa edilen ve 29 Ekim 1923’te yürürlüğe giren “egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur” tanımı alt üst olalı yıllar oluyor. Seçim
sistemimizdeki “millet vekillerini yalnızca parti başkanı aday gösterebilir” kuralı, seçimlerde demokrasinin
asla işlemediğinin apaçık göstergesidir.
Ama vatandaş her seçimde “vatandaşlık
görevimi yapıyorum” şiarıyla koca bir kandırmacanın içinde olduğundan bîhaber
gibi, gider “tıpış tıpış” oyunu kullanır.
Kafasına göre bir aday çıkmadı mı? O
zaman olanların içinden seçeyim bari der… Cb seçimlerinde en acayip şekliyle yaşamadık mı bunu? Hatta tam dokuz köyden kovulup da onuncu köylere gelen şeffaf habercilerimiz, muhalif(!) tv kanallarından tavuklarını yemler gibi yemlemediler mi koskoca halkı? Sonra oy kullanmayanları da vatan haini ilân etmediler mi?
Halkın katılım oranı bir seçimi meşru
kılma konusunda en belirleyici faktördür. Bu yüzden oyunu kullanmayacak olanlar
için para cezası türü uygulamalarla korkuturlar ve hep de tutar bu taktik. Sihirli sözcük: vatandaşlık görevi'dir. Yeterli katılım
oranının sağlanmış olmasına kendi aralarında verdikleri isim: Demokrasi Şöleni’dir
hatta… Her seçim sonrası dönemin reis-i cumhuru kim ise, o çıkartılır tv’ye ve:
“Bugün halkın büyük bir çoğunluğunun katılımıyla bir demokrasi şöleni
yaşanmıştır, vatana millete hayırlı olsun!” der.
Oysa içlerinden geçen şudur:
“Bu sefer de yediler!”
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder