ey sevgili,
nasıl bir suskunluğa boğdun beni bir bilsen
hani ekmediğim halde üzerinde biten
ayrık otlarını yolmaya çabalarken
yorgun başıma değen öğle güneşine kızıp
ve sonra ellerimle toprağına küsüp
derdimi kısık sesimle anlatıyorum ya şimdi
yılda tek sefer bana açtığın
o bembeyaz, düştü düşecek tek zambağa,
bin asır bekler gibi
tez telâşlarıma boğacak başında
ve ellerimde toprak kokusuyla...
ey sevgili,
köklerinden akan için için gözyaşlarını
duymam mı sanırsın
ellerim kara topraklarına kokarken?
seni yâr etmişler ayrık otlarına
yanmam mı sanırsın?
seni mâl etmişler,
duvaksız kirletmişler, ağlama...
"Açlığında hüküm süren"
kahramanları kadar Galeano'nun
bizlerde de o yürek var
otuz altıdan önceydi, anımsarsın...
ama bu kez acıtarak bastı
toklar yüreklerimize!
doymak bilmez domuzlar bastı
felç edilmiş ellerimize!
kara yazılara kara imzalar attı
korumak için para alanlar
üç kuruşa göz kapattı
tepende komutanlar.
ey sevgili ver elini,
masmavi gözlerin,
Ege'ye bakıyorum şimdi
dinle derdimi
bütün dağların kalem benim,
aç bana bağrını...
yıkamak içindir bilirim
bütün yaralarımızı
sakın esirgemeyesin bizden
o deli ırmaklarını...
sil gözlerini;
bak seherin sabahça çiğleri
tertemiz etmiş bedenini,
sana söz
şu felçli ve bağlı ellerime inat
ayaklarımla direyeceğim,
olmadı dişleyeceğim gövdenden
o piç ayrık otlarını!
ezelim ebedim,
memleketim...
dimdik tut üzerinde yeter ki sen,
kar beyaz zambaklarını...
"Ey Sevgili -Vatan-"
j.ak
23.Temmuz.2011
24 Temmuz 2011 Pazar
15 Temmuz 2011 Cuma
AĞIT
böyle günler yok mu
ölümüne lânetlediğim
bu saatlerinde ihanetin
öylece durur usum yalnız ve tek
ve yata-yalnız durur koskoca bir millet.
bir ses arar başım bir omuz niyetine
bir yüz arar yüzüm dost niyetine
hasretini içti tekrar tekrar yüreğim
al bayrağa sarılı kınalı Şehitlerimin...
uykularındayken kör seherlerin,
bilmediğim âlemlerinde kollarımı kestim
utandım ve kapandım,
bu hain devletin
başsız kalmış omuzları üzerinde
başsız kalmış omuzları üzerinde
bir yüz bile bulamadım
aynalarda duran gözlerime
bu yüzden bakamadım.
aynalarda duran gözlerime
bu yüzden bakamadım.
bilmeden çoğaldı elimde parmaklarım
her bir Şehidin bugün ben,
bir parça anasıydım!
bir parça anasıydım!
öyle kanadı ki bugün gözlerim
bütün televizyon kanallarını lânetledim
öyle acıdı ki bedenim
ya ben de öleyim
ya da bir haini
yok edeyim istedim!
Şehidim, kuzum, vatan evlâdım
sen kızıl-kara toprağısın sevdalarımın,
bilirim ki bağrında,
bu memleket satıcılarının
bu memleket satıcılarının
ne dirisini ne ölüsünü barındıracaksın,
bilirim merhametsizdir bu hainlere
senin şanlı istirahatgâhın.
Şehidim, kuzum, vatan evlâdım!
öyle acıyor ki baharım yazım
ya ben de öleyim
ya da bir haini...
"ağıt"
j.ak
15.Temmuz.2011
GÖLGE OYUNU
Kan emiciler, kandan beslenenler, otuz yıldır terörden geçinen kan tacirleri. Mutlu musunuz? Dün gece yediğiniz yemek boğazınızdan geçti mi? Ben vereyim bu soruların yanıtını. Hepiniz çok mutlu oldunuz ve domuz gibi de yediniz “yemeklerinizi” eminim bundan. Tek bir damla gözyaşı dökmediniz, dökemezsiniz de zaten, yüreklerinizi nasır bağlamış sizin.
Türkiye’de bir iç savaşı kızıştırmaya uğraşan tacirler bunun leblebi çekirdekle yapılmayacağının farkındalar. El altından yapılacak silâhların ticareti kimlere ne kazandıracak? Aranızda bunun rant hesabını da yaptınız mı? Yapamadıysanız onları da şike yapmaktan tutuklatacak mısınız yoksa? Günlerdir bikbiklenip durdunuz şike diye. Gündeme bakın ne kadar eğlenceli! Peki at yarışlarında yapılan şikeleri neden kimse soruşturmuyor? Yoksa o rantın geliri güzel mi dağılıyor? Ya da “kontrolsüz güç güç değildir” yaklaşımı ile AKP bu ranta da mı göz dikti kim bilir? Öyle bir paranın aktığı her yerdeler ki zira, insana başka türlü düşünme şansını adeta tanımıyorlar zaat-ı muhteremler... Bakırköy’de meşhur bir jokey rahmetli halamların komşusuydu. İyi sporcu ve tertemiz bir ağabeydir. Ama küçükken hiç anlayamazdık neden dev gibi korumalarla gezdiğini, eve bile onlar tarafından getirildiğini... Paranın girdiği her yerde şike vardır. Boşu boşuna futbolcuyu “Modern Çağın Gladyatörü” diye adlandırmıyorum. Milan ve Juventus da aynı sebeple düşmedi mi? Ha sonra ne oldu peki? O ülkelerin futbolu pir-ü pak mı oldu? Yoo... Olmadı tabii. Aynen devam, şikeciler ve şike tüyoları... Ancak ne ki o ülkelerde gündemi bizdeki gibi alabora etmedi bu konu. Suçlular yakalandı cezalar kesildi hepsi bu. Deniz Feneri yolsuzluğu davası gibi sessiz sedasız sürüp gitmişti o davalar o ülkelerde. Ama bizim memleketimizde iktidar işine gelen davayı gizli saklı yürütürken, işine geleni de ayyuka çıkartıp gündemi onunla doldurmayı ve milleti uyutmayı beceriyor. Mevzu paranın büyüklüğü ile alakalıysa Deniz Fenerinde dönen para Fenerbahçeyi kim bilir kaç kez satın alırdı? Kaç kez?! Ama konu bölücülüğü Fenerbahçe Galatasaray’a bile çekmek konusu olunca, hem de şu özerklik ilânı arefesinde, tadından yenmedi doğrusu... Özellikle yazmayıp beklemeyi tercih ettim gelecek olan bombayı. Alın size bomba. On üç şehit ve bir özerklik ilânı. Ama Fenerbahçeydi Galatasaraydı, yöneticilerin yaptıkları zırva açıklamalardı derken bir yandan dalgalar halinde(!) sürüp giden tutuklamalarla dil ve akıl tutulmasının en uyuşturulmuş seyrini yaşıyoruz bir yandan da...
Cambaz bu kez kocaman! Bu cambaz daha ne kadar şişebilir ki acaba? Futbol bile siyasete cambaz edilebiliyorsa bir sonraki bombanın cephanesini merak ediyor insan. Ya cephaneyi fena halde tüketmiş bir AKP vardır ortada ya da... Ya da milleti aptal yerine koymayı şiar etmiş bu leş kargalarının sıradaki mönüsünü afiyetle yiyeceğizdir...
Yeni anayasa, emperyalizmin yeni çanak tutucularının taşeronluğu ile oylanırken cambaz bu kez halkın tamamı yapılmak isteniyor olmalı. Bu senaryonun teorik kısmını saklamanın en güzel yolu küçük gruplar halinde başlatılacak olan bir iç savaştır. Ve bu leblebi çekirdek ya da çakıl taşı ile yapılsa bile işin içinde önemli bir ticaret vardır ki biliyoruz ne leblebi, ne çakıl taşı, ne de karanfille yaptırılacaktır bu kargaşa. Bundan sağlanacak rant, bu ticareti yapanların evlatlarına mezar taşı parası olur inşallah!
On üç evladımız şehit edildi. Hangi ve kaç paranın hesabı daha önemli olabilir ki bundan? Televizyonlar Merih’den yayın yapıyor gibiler. Anlamak mümkün değil. Neredeyse dansöz oynatacaklar. Hangi kanalı açsam yüzsüzlük diz boyu. Pişkin pişkin sırıtan yüzler hiç birşey olmamış gibi. Bir kanalda romantik komedi filmi var, diğerinde bir dizi vs. Sonra birileri çıkıp köyün delisi gibi özerklik ilân ediyor kendi çapında. Ben de dün gece krallığımı kurdum, yarın birkaç kişinin canına kıyıp bu durumumu ilân etmeyi düşünüyorum. Çünkü o kadar kolay. Ya da oralardan öyle gözüküyor. Kim bilir?..
Terörden beslenen besleme köpekler söyleyin bana hangi ve kaç para on üç canı öldürmeyi mübah kılıyor gözünüzde? Memleket on üç askerden mi ibaret sanıyorsunuz? Malum basın bu ölümlerden TSK’yı sorumlu tutmuş. Savaş uçağımız bombalamış askerimizi. Bunlar birer hain klâsiği olarak tarihe geçmeli. Ne yapıldıysa TSK yaptı zaten değil mi? Gladyo yaptı, derin devlet yaptı. Yani eli kanlı terör örgütü PKK neredeyse kimseyi öldürmeden otuz yıla yakın bir süreyi geride bıraktı. Yani otuz beş bin civarında askeri ve onca sivili hatta Serap Eser’i falan hep TSK ve derin devlet öldürdü. G.Doğu’da el kadar bebeklerin eline taşları da TSK veriyordur kesin. Taksim’de kreşe molotoflu saldırı yapmak, Mersinde anaokulu bombalamak hep derin devletin işi. E madem öyle de bu gerizekâlılar neden dağdaki hainlere özgürlük savaşçısı gerilla gibi isimler takıyorlar? Bu ne yaman çelişkidir böyle? Her lâfa bir yanıt zinciri artık saçmalığın doruklarına tırmanmıştır. Öyle ki neredeyse kaleşlerinden çıkanların mermi değil karanfil olduğunu savunacaklar.
TSK için ise hep şunlar deniliyor. “Bi’ bitiremediler şu terörü ah şu TSK!!!” Terör kan emicilerin gelir kapısıdır. Kolayla bitmez. Silâh ve uyuşturucunun ticaret zincirindeki besili hain tosuncuklar, hep şike yapılsın ister çünkü. Hakem Amerika olduktan sonra şikenin biri bin para. Terör yasası derler bitmez. Kurşun sıkan teröristi vurdu diye askere dava açılır, “neden belden aşağıya ateş etmedin” diye soruşturulur ve hatta suçlu falan ilân edilir. Ama öte yanda eli kanlı katiller davul zurnayla karşılanıp çadır mahkemelerince serbest bırakılır. TSK’nın Kandil’e girmesine izin verilmez, neredeyse TSK’nın nefes alıp vermesi bile yasakken bir de yüzsüz yüzsüz TSK bir türlü terörü bitiremedi lâf ebeliği yapılır.
Verin bakalım TSK’ya tam yetkiyi sonra oturup gün sayalım birlikte... Acaba çift haneli rakamlara gelebilir miyiz?
Hiç zannetmiyorum. Ama birileri kan içmeye devam edecek, şamar oğlanı olmaya meraklı PKK ve onun sevicileri Amerika’ya o koca götünü yaslayacak ve bir de üstüne “Biz özerk olmuşak” edebiyatı yapacak! Tam bir komedidir bu. Ama trajikomedi...
Ey kan içerken kahkahalar atabilen hain!
Bu millet o koca götünü dayadığın Amerika’yı falan tanımayacak günün birinde. O zaman da gülebilecek misin böyle? Kork! Türk Milleti’nin neler yapabileceğini iyi bilirsin sen. İşte o yüzden kork! Değil on üç asker, bin üçyüz onüç askeri de şehit etsen bu millet dimdik duracak. Ama sen iyi hatırlarsın ey hain! Hani o gerilla dediğin dağdaki çapulcu topluca öldüğü vakit leşleri hiç bir yere sığmayıp top sahasında teşhir edilince nasıl tırstığını anımsa! Terörün nasıl da şıp diye bitiverdiğini. Çünkü sen korkaksın! Arkanda Amerika olmasa bir bok beceremezsin! O gerilla dediğin pespayenin o yıllarda nasıl da korkup teker teker teslim olduğunu anımsa ve kork!
Hiç tanıyasım yoktur o özerkliği bunu iyi bilesin! Kalıcı olsun diye ağlaşıp duruyordunuz geçenlerde şu sözde özerklikten bahsederken. Nasıl da biliyorsunuz ama değil mi? Nasıl da iyi bellemişsiniz Türk Milletini?
Çünkü o dediğin şey kalıcı ol-ma-ya-cak! O yüzden çok sevinme, biliyorsun ki er ya da geç...
9 Temmuz 2011 Cumartesi
Şerh-i Yurt
Şerh-i Yurt...
Gün dünden sorulur ki, ''ardına bakar gün...'' Yâr olur topraklar, bağrına basar insanları. Kahramanlıktan ve sevdadan kopar türküleri ozanların. İnançlar ve dogmalar her ne olurlarsa olsunlar sevdaya dairdir hep yazılanlar ve sevdadan olma acılara, hasretlere koşulur o yazmalar. İnsana ve doğaya titremiyorsa gönüllerin o en tiz teli, ne yurt ne de bir ilâh alıp götürebilir vicdanların seslerini. Her daim derim ki, insan ve doğa sevgisidir miras. Bunlar yoksa ne vatana beslenir kara sevdalar ne de kalemin o kurşunî soğuğunu ısıtır, yürekten akla kurduğumuz köprülerdeki barajlar.
Bir şerhimiz var, bir açıklamamız. Bu diyar bizim candan olma tek yârımız. Yaramız var. Soğuklardan üşümüş yaşlarımız. Yaslarımız var bizim, karalar bağlatmış kan kırmızı topraklarımız, şerhimiz var bu topraklarda, son sözü söylemektir en doğal hakkımız. Sözlü anlatımlarla başlar bizim edebiyatımız. İslâmiyet’in çok öncesinden gelir taşı gediğine koyma sanatımız, taşlara yazıldı ilk yazıtlar ki hepsi bizim yazılarımız, şerhimiz var! Memlekettir bizim yârımız sevdamızın olmadığı yerde çünkü biz, her dem yarımız...
Bir şerhimiz var bir mektubumuz, vatandır dostumuz ve halktır tek umudumuz, bu kısrağın en doğusundan gelir, ortasında çağlar ozan soyumuz ve destanlar içirir kana kana binlerce yıldan getirdiğimiz berrak suyumuz. Dilimize şeker çalmış sevdalarımız. Kızılca bir kıyamet gibi düşünce bir genç kızın gür memesine yemenisindeki al oyası, divâne bir aşığı oyalar elindeki gül ağacı bağlaması, gök kubbeye seğirir o an aşık nefesi, yürekleri dağlar binlerce yıllık yanık ve gür sesi...
***
Nereden gelir nereye giderizin yanıtları; Edebiyat denen uçsuz bucaksız denizlere çağlayan pınarları izlemekte saklanır.
Türk Edebiyatı tarihinde uzunca bir zamandır bilinen en eski metinler olarak çıktı karşımıza Göktürk Devleti zamanının Orhun Yazıtları... (Bilge Kaan, Kültigin ve Vezir Tonyukuk anıtları.)
Ancak bildiğimiz üzere ne ilk yazılı metinler, ne de ilk yazılı edebiyattır Türk bodununa ait olan o yazıtlar. Zira otuz sekiz harften oluşan bir dizge vardır Orhun Yazıtları’nda ve a-o-u-ı kalın seslileri ayrımsanarak sessiz harflerle bir uyum dahilinde (ses uyumu ) kullanılır.
Anlatımalar hem akıcı ve mükemmel, hem de şiirsel bir dille aktarılmaktadır. Bir yazılı anlatım bu seviyelere kolay kolay gelemez. Yüzlerce yıl o dilin akıcı bir şekilde kullanılıyor ve yazılıyor olmasını gerektirir dil bilgisi kurallarını oluşturmak. Yani Türkler batılıların herdaim empoze etmeye çalıştığı gibi cahil barbarlar topluluğu değillerdi. Yazın, uygarlığın en açık kanıtıdır çünkü. Savaşmak barbarlık olarak adlanıyorsa ilk taşı en günahsız olanlar atmalıdır yüzyıllar öncesinin Türk Devletleri’ne... Yenilmezliğin adı barbarlıksa, varsın çelişedursun batı kendi yalanlarıyla, koskoca bir uygarlık vardır ortada. Türk hitabe sanatının ilk ve en mükemmel örnekleri olan bu eserlerde yalın ve keskin üslubuyla Türkçe'nin zengin ifade gücünü görürüz.
Edebiyat dili yüzlerce yıl Türk Milleti'nin zevkiyle işlenmiş, ortak söyleyiş değeri kazanmış ve bir kavmi millet olma bilincine ulaştırmıştır.
Sosyal bakımdan insanlık tarihinin en anlamlı mezar taşlarıdır. Bazen kuvvetli bir hitabe diliyle bazen bir tarihçi anlatımıyla bazen de lirik bir söyleyişle Türkçe'nin o dönemdeki tüm renkliliğini yansıtırlar.
Türk Edebiyatı'nın yazılı örnekleri olan bu eseler, sağlam cümle yapısı, zengin sıfatları ve fiilleri, köklü, güçlü tamlamalarıyla Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına götürebilecek kalıntılardır.
Sözcüklerin zenginliği, oturmuş cümle yapısı, yeni oluşmuş bir dil kimliğinden çok uzak; Aksine yüzyıllardır işlenerek şekillenmiş köklü bir dil görüntüsündedir.
Hatıra türündeki bu eserler taşlar üzerine yazıldğı için kısa ve etkili ve bir biçimde yazılmış, nice tarih kaynaklarının aydınlatamıyacağı kuvvetli tarih çizgileriyle yeni nesillere uyarılar ve öğütler aktarmıştır.
***
"Kaan bilge imiş, cesur imiş; buyrukları bilge imiş, cesur imiş. Beyleri de kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler. Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi olmadığı, oğul babası gibi olmadığı için, bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, fena imiş... Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler."
"Türk budunu... sen aç olduğun zaman tokluğunu düşünemezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün. Müstakil hanlığına karşı kendin yanıldın. Doğuya gittin, batıya gittin, kutlu yurt Ötüken'i terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın. Kemiklerin dağlar gibi yığıldı. Türk budunu, kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına giren Türk budunu öldü, mahvoldu."
"Çin kavminin sözü tatlı, hediyesi güzel imiş. Tatlı sözü, güzel hediyesi, uzak kavimleri yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayar imiş. İyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, güzel hediyesine kapılan çok Türk kavmi öldü." (Orhun Abideleri-Muharrem Ergin)
***
Bilge Kaan yazıtında, tarihin tekerrürden ibaret olduğu gerçeği yüzümüze bir tokat gibi çarpar.
Yazıtlarda radikal bir şekilde göze çarpan bir başka konu ise halk ile yapılan mertçe hesaplaşmadır. Tüm kusurlar ve eleştiriler keskin bir dille açık açık söylenir. ( Tamamı okunup incelenmeli tabii, burada belirgin örneklere yer verilmiştir.)Üçüncü alıntıda anlatılan ise, bir verip on almak isteyen sömürücü devletlere karşı uyanık olmak öğretisidir ki, şimdilerde de tarihsel önemini korumaktadır. Ancak ders alanlar olmadığından olsa gerek, bir alıp on vermeye devam ediyoruz...
Tabii ki ders almak isteyenin yüzlerce yıl öncesine Göktürk-Orhun yazıtlarına gitmesine de gerek yoktur. Yakın tarihimiz yanı başımızda duruyorken ve tüm dünyaya ders olmuş bir destan olan İstiklâl Savaşımızı tarihe yazmışken bir tek bizim işbirlikçilere pek birşey ifade etmiyor olmalı bu durum... Canımız ise yürümesine hâlâ izin verilmeyen bilgelerimize, aydınlarımıza yanmaktadır bir taraftan! Emperyalizmin en çirkin yüzü de bu değil mi zaten?
Kül Tigin yazıtında :
“Türk, Oğuz Beyleri, milleti, işitin: Üstte gök çökmezse, altta yağız yer delinmezse Türk Milleti, senin ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk Milleti vazgeç, pişman ol!” diye seslenir Kültigin.
Bir Türk Devleti, ancak doğal afetlerle yok olabilir deniliyor yani. Bir de birbirine düşürüldüğünde.
Şimdi de durum yüzlerce yıl öncesiyle aynı değil mi? Türk adından utananlar, kimliği ile ilgili aşağılık duygusuna kapılanlar, hüküm altına girme meraklıları, ihanet ve acz içinde olan işbirlikçiler şimdi de yok mu? Türk askeri şimdi de başka devletlerin çıkarları için NATO adına savaşmıyor mu? Türk’ün ancak içeriden kışkırtılırsa çökeceğini gayet iyi bilen dış mihraklar, bu yüzden casuslarını hiç eksik etmemişlerdir içimizden...
Ancak yazıtlar bize aynı zamanda şunu da söyler ki; Her defasında küllerinden doğmayı bilmiş olan bir kültürü barındırmaktadır bu millet. Her ne kadar ‘’bodun’’ sözcüğünün halk sözcüğüyle aynı anlama gelmeyip, kavim anlamına geldiğini savunanlar olsa da, bu saptırmaların hangi amaca hizmet ettiği gün gibi aşikârdır. Düşünün bir, Göktürk Devleti olarak adlandırılacaksınız ama aynı dili yüzlerce yıldır konuşabilen koskoca bir halk, niceliği azımsanarak küçük bir kavim olarak algılatılmak istenecek. Olacak iş mi? Zaten yazıtlar bulunup deşifre edildiğinde de uzunca bir zaman o dilin Vikingler’e ait (slav dili) olduğu savunulmuştur. Tıpkı Anadoluya göçün 1071’e kilitlenmesi gibi. Oysa bu ve benzeri dayatmaların maalesef elle tutulur hiç bir yanı yoktur... Göktürkler döneminin meşhur Ergenekon Destanı da sözlü edebiyatımıza ait önemli örneklerden biridir . Temasının ise Türk Devletleri’ne karşı hile ve kalleşlik yapılmadan herhangi bir galibiyet sağlanamayacağı ve her ne olursa olsun Türkler’in kaybettiği yurt topraklarını geri alması olmasının şimdiki iç ve dış düşmanlarımızda nasıl bir etki yarattığı, koskoca bir Ergenekon yurduna (destanına) çaldıkları karadan anlaşılmıyor mu?
Konu gereksiz yere hamaset yapmak değil, tarihten ders alabilmektir.
Doğru olan ne tarih öncesinde yaşayarak büyüklük kompleksleriyle esrimek, ne de bu koskoca tarihi yok saymak ve unutturulmasına izin vermektir. Edebiyat kendi naifliğinde dil ve uygarlık dersleri vererek gönül telini titretirken, tarihe de ışık tutar...
Doğru olan ne tarih öncesinde yaşayarak büyüklük kompleksleriyle esrimek, ne de bu koskoca tarihi yok saymak ve unutturulmasına izin vermektir. Edebiyat kendi naifliğinde dil ve uygarlık dersleri vererek gönül telini titretirken, tarihe de ışık tutar...
Jale ALTUNEL,
06.Temmuz.2011
5 Temmuz 2011 Salı
ARDINA BAKTI...
gün ardına baktı,
''ardına baktı''
j.ak
05.Temmuz,2011
renkleri kurtarılmış bir gurup
kızıl serüvenin altında
mordan düz çizgiye oturup,
haber verir ertesi günün rüzgârını
dağlara.
dağlara.
rüzgâr koparıp alacak gibi
o ebru düşlerimizi
o ebru düşlerimizi
selâm dururken ufuk,
aynılıklara
aynılıklara
umutlar yapışır
yürekteki yaşlı dallara
yürekteki yaşlı dallara
savrulana dek rüzgârla,
ilk ışıklarıyla durular gün
karanlıkları.
gözlerinde damlacıklar sürgün yapraklar
güneş siler tüm yaşları
dokunmadan.
dokunmadan.
saatler yıllarla,
gün ufukla inatlaşırken
gün ufukla inatlaşırken
ardına bakıyor yine gün
nicedir sürgün...
nicedir sürgün...
YANGIN
gece vatmanlarının sirenleri
şamar üstüne şamar çalar
demokrasi tramvayında
ve koskoca bir memleket
yangınlarda...
kıyametin borusu
yakar koynumu koyu siyaha
yakar al beyaz renkleri sözcüksüz,
talan çığlıklarıyla!
ciğerlerimize sıçramışken kanserli virüs,
bu günler cümlemize iki Temmuz!
çalakalem süngü olmuş
Son Ok Mevkiinde düşün,
yanıyor karakalem yazgıları düşlerin
Silivri’de var yine
Sivas yangınları...
nefes alan yerleri is karası
resimlerin
bir devran ki us fukarası
ileri demokrasinin
avuçları gökle bir
gözleri iz karası bütün milletimin
kör dövüşlerdedir körebeler gibi
ki gönül yarası...
‘’yangın’’
j.ak
2.Temmuz.2011
23 Haziran 2011 Perşembe
TERSİNİ SÖYLEME SANATI!
Ne yapıyorsan tersini söyle...
Hain misin?
O halde özgürlük de, barış de.
Terörist misin?
Sivillere bombalı saldırılar yapıp çoluk çocuk demeden öldürüyor musun? Gerilla deyiver kendine. ''Özgürlük Savaşçısı'' de, Amerikan filmlerinin de insanlar üzerinde yarattığı o etkiyle romantik ol... ''Halkların Kardeşliği'' diye bağır. İnanıyor nasılolsa millet.
Faşist misin?
O zaman ileri demokrasi diyeceksin. Tam tersini söyleyeceksin yani yaptığının. Ne de olsa demokrasi bu, ''Dadından yenmez'' bir merettir bu demokrasi. Hele ileri demokrasiyse bal kaymak... Zübükler ve onların demokrağsileri...
Hırsız mısın, yolsuz ve karanlık mısın?
O zaman çok kolay, ''Dindarım'' diyeceksin, kimse bulaşamayacak. Kadınsan kafana bir poşet geçir, erkeksen bir badem bıyık bırakıver ve Cuma namazlarına icabet ile soruna kökten bir çözüm getir. Bir iki de gözyaşı döktün mü olay tamamdır. Bir anda senden masumu senden temizi olmaz. Bol bol inşallah, maşallah, Allahın izniyle gibi söz dizinlerini kullan. Zaten bir kaç kullanımdan sonra taşlar yerine oturacak, iki lafın başında ''ölümlü dünya'' de. Böylece insanlar senin bu dünya nimetleriyle işin olmadığı sanrısına kapılacak. Sen de o arada malı götürürsün zaten.
Emperyal güçlerin emellerini gerçekleştirmelerinde çanak tutuculuk mu yapıyorsun?
Bu da basit... Sosyalistim diyeceksin. Enternasyonal marşını ezbere öğren gerisine karışma. Gerisi çorap söküğü gibi gelir. Ama evine bir şark köşesi, duvara bir bağlama ve bir halı asmayı da unutma. Bir de heybe tak yan duracak şekilde. '' Bacı, gardaş, ekmek, hak, eşitlik'' falan de, aman sakın detaya girme yuvarlak cümleler kur. E mi benim açılmamış sosyalist gonca gülüm? Bir de bol bol Fikret Başkaya oku. Arada paradigmayı çökertir halaya katarsın. Bu da bonus...
Vaktiyle Atatürk düşmanlığı yapmış olabilirsin, vatanın bölünmez bütünlüğüne kast etmişlerle kolkola girmişliğin vardır, methiyeler düzmüşlüğün, kuyrukçuluğunu yapmışlığın...
Bak bu en kolayı işte. Şimdi en çok Atatürkçü sen ol. Şan olsun!
Biliyorum senin düşüncelerin asla değişmez ama diyorum ya tam tersini söyleyeceksin diye? İşte senin şimdi iki lafın başı Atatürk deme zamanın. Tıpkı o AB ve Soros fonlarıyla beslenen diğer Atatürkçü(?) rol arkadaşların gibi...
Tabii ''yaptıklarının tam tersini söyleme sanatı'' benim değil, sizin keşfiniz olduğu için tereciye tere sattığımın farkındayım. Zaten hep yapılan bu değil mi yıllardır? Kırk lâf bir büyü. Ama siz dört bin dört yüz kırk kez de söyleseniz artık bu palavralarınızı yemiyoruz. Yiyene da mani OLUYORUZ... İşte bu yüzden de çirkin saldırıların hedefine oturtmuş kör atışlar yapıyorsunuz foyanızı ortaya dökenlere... Oluyor mu peki? Hayır olmuyor gayet başarısız!
***
Memleket pazara çıkmış adeta elimizden kayıp giderken, bir de lâle devri çocukları var. Hayran olunası(!) bir vurdum duymazlık, hiç bir şey olmuyormuş gibi dünynın merkezine kendi hayatlarını ve gerçeklerini koymuşluklarıyla ve yüzlerindeki o salak tebessümle Türkiye gerçeklerine yaşamın caz penceresinden bakadururlar. Bir daha mı geleceklerdir canım şu yalan dünyaya?! Boş işlerdir bu memleket meseleleri falan. Felsefe; ''sen kendine bakacaksın, kendi paranı kzanacaksın, memleket bizim olmuş bir başkasının olmuş önemli mi?'' felsefesidir. Sıra asla kendilerine gelmez sanırlar. Ama er ya da geç sıra herkese gelir... Bunu akılları almaz.
''Ezilmişlerin yanında olmak'' ve ''önce insan olmak''tan dem vuruldu durdu. Ezilmişlik ve mağduriyete bir de ''ötekileştirilme'' edebiyatı eklendi. İyi de etnik kimliğini sivrilterek ve daima ön plâna çıkararak ''kendi kendini ötekileştiren'' ben miyim? Çocuk mağduriyetinden dem vurup, 11 yaşındaki kız çocuklarını gelin eden ben miyim? Tıpkı bir koyun sürüsü gibi panzerlerin önüne sürüp o küçücük bedenleri, ellerine taş ve molotof kokteyllerini tutuşturan ben miyim? Seksenli yıllarda etnik kökenlerinin çoğu Kürt olan köyleri yakıp kundaktaki bebekleri katleden ben miyim? Okul yok diye bağırıp yapılan okulları bombalayan ve öğretmenleri katleden ben miyim? Doktor yok deyip gelen doktorları öldüren? Aşiret ve kadın konusunaysa hiç girmeyeceğim...
’’İnsan olmak’’ Taksim'de kreşe molotoflu saldırı yapmak mıdır? Yoksa Mersin'de anaokulu bombalamak mı?
Ama kolay bir yanıtı var değil mi tüm bu soruların? Gladyo yaptı, Türk askeri yaptı, provokatörler yaptı der, bebek katillerini de ‘solun lideri’’ gibi akıllara zarar bir tanımla ilân eder, dumura uğratırsınız milleti...
Sola bak hizaya gel!
Son yıllarda
Emperyalizmin maşaları, kuyrukçuları,..
Bölücü teröristler, vatan hainleri,..
Emperyalizmin maşaları, kuyrukçuları,..
Bölücü teröristler, vatan hainleri,..
Din taciri liboşlar,.. -ki kendini sosyalist ilân eden bölücüyle kol kola girmişlikleri meşhur bir klâsiktir!
Ve bir de Atatürkçülük, maskesini takmış AB/D'ciler...
Ve bir de Atatürkçülük, maskesini takmış AB/D'ciler...
Bu güruhun dışında kim varsa kim yoksa ki geriye Kemalistler, gerçek yurtseverler kalıyor, hepsi gladyo zaten ve hatta CIA'ya çlışıyor! Değil mi?
E adam kitlemiş bu tersini söyleme edebiyatına yapacak bir şey yok...
E adam kitlemiş bu tersini söyleme edebiyatına yapacak bir şey yok...
ölüm emri verildi, sevgi çiçeklerime...
koca bir mevsim bitti
yarı sarhoş zamanlarla
acı yeşili uykular
kayıt dışı ayrılıkları
bu boşlukta eritti.
bir mevsim ve binlerce yıl,
benim için ağladı
yaşlı sekoya ağaçları.
ağzına kadar doldu
tıka basa boşluğum
ve içimdeki çiçekler,
birer birer öldüler.
kanmaktı günahları
iklimsiz yağmurlara,
açmaktı suçları
hoyrat gün ışığına...
koca bir mevsim
beni söktü her sabah şafak
seni söktü gözyaşlarımdan
ve ayrılık dolu
boşluklarımdan.
kırdığın günden beri
infaz kalemini
her ayazda şafak
o narin boyunlarına
bir ilmek daha geçirdi
bir ilmek daha
günahsız çiçeklerimin
ah!.. sevgi dolu çiçekleri
yüreğimin...
her gün ve her şafakta
sıra sıra can verir
dolar dururlar şimdi
karanlık boşluklara,
dolar dururlar şimdi
şafak ayazlarına
masumca...
''ölüm emri verildi, sevgi çiçeklerime''
j.ak
22.Haziran.2011
yarı sarhoş zamanlarla
acı yeşili uykular
kayıt dışı ayrılıkları
bu boşlukta eritti.
bir mevsim ve binlerce yıl,
benim için ağladı
yaşlı sekoya ağaçları.
ağzına kadar doldu
tıka basa boşluğum
ve içimdeki çiçekler,
birer birer öldüler.
kanmaktı günahları
iklimsiz yağmurlara,
açmaktı suçları
hoyrat gün ışığına...
koca bir mevsim
beni söktü her sabah şafak
seni söktü gözyaşlarımdan
ve ayrılık dolu
boşluklarımdan.
kırdığın günden beri
infaz kalemini
her ayazda şafak
o narin boyunlarına
bir ilmek daha geçirdi
bir ilmek daha
günahsız çiçeklerimin
ah!.. sevgi dolu çiçekleri
yüreğimin...
her gün ve her şafakta
sıra sıra can verir
dolar dururlar şimdi
karanlık boşluklara,
dolar dururlar şimdi
şafak ayazlarına
masumca...
''ölüm emri verildi, sevgi çiçeklerime''
j.ak
22.Haziran.2011
21 Haziran 2011 Salı
ZERK-İ CÜRÜM
ben değil,
yüreğimin yarası mağdur
ben değil,
doğrularımdır mağrur.
bir yara ki,
bilirim benimle beraber
geçip göçecek
doğrularsa su gibidir
yatağını bulur.
bir gün anlarsın ve
aynalarda bakarsın
o iftiracı yüzüne,
suçu beş geçe.
yem edildiğimde ben
yelkovan ve akrebe,
zehir içti masumiyet
ve müsrifçe harcandı
koskoca bir emek...
yüreğimin halay başı mağdur
deli geçitlerinde deli kanımın
kendine bir dem
umut dansları yapadurur...
gökyüzü acıtır şimdi
içimdeki suçsuzluğu.
bir kahin edasıyla
lekeler çalarken maystro,
reddediyorum ben;
bu denli onursuzluğu!
faydasız güzellemeler yazdı düşüm,
bütün sevdalarıma dair yazdı kışım
en önde koştu her daim dava
umurumdaydı memleket yokuşum
aldırış etmeksizin
içimdeki şu cılk yaralara,
aldırış etmeksizin
yakışıksız iftiralara!
bilirsin;
ne kadar saf değilse bir şiir,
o denli iyileşir içinde
topallayan bir esir.
ezberlerin bozulması hani,
zarar verirya alışkanlıklara,
işte sırf bu yüzden
kanatlandım;
taş misali dupduru bir suda,
işte sırf bu yüzden
gocunmadım
suça zehire ve acıya!
sahipse yürek
böyle bir sevdaya,
başbaşa bırakır
yolda dostu
o karanlık aydınlıkla...
''zerk-i cürüm''
j.ak
21.Haziran.2011
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)