Mefistofeles'e meydan okuma
okumasının,
A'sıyla Z'si arasında seyirlerdeyiz
rüyalar denizinde.
Boş dalgalarda
loşa kürek çeken
mahkûmlar gibiyiz
düzlere yokuşlar
inişlere yem borusu senfonisi
çizeriz...
"lir çalıp kopmak"
j.ak
18.Mayıs.2014
18 Mayıs 2014 Pazar
7 Mayıs 2014 Çarşamba
`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ
Solaa dön!!! Uygun adım
marş! Bir ki bir ki…
Eskiden yabancı işgal kuvvetlerinin “milliyetçi”
etiketli uzantıları varmış. Şimdilerde yabancı işgal kuvvetlerinin “sol”
etiketli uzantıları var. Ejnebi
çok akıllı. Trend ne yöne doğruysa oraya bir uzantı bir aparat eklemleyiveriyor.
O dönem liboş milliyetçiler vardı. Şimdi liboş solcular var.
Türkiye’de “bir moda akımı olarak siyaset” dersek, bu
türden kavram kargaşalarıyla dolu algısal yanılgıları çok iyi tarif etmiş
oluruz.
Moda nedir? Boynuna halk kardeşliği(!)ni yansıtan bir
poşu takmak, o da olmadı batik desen bir fular. Tarkan da sahneye poşuyla
çıkmıştı. Arap dünyası kullanır. Yaser Arafat’ın da simgesi gibiydi. Ama aynı
zamanda bir Türkmen giysisi olarak da karşımıza çıkıyor poşu ya da poçu. Neyse,
moda diyordum. Moda takılınan yerlerdir misal. Bu yerler hüşû içinde barış
kardeşlik ve özgürlükle dopdolu bir havaya sokulur işletmecileri(?) tarafından.
Solcumuzun aidiyete dair hissiyatı en ufak bir boşluğa düşmez, güvende ve
sürüler halindedir. Aynı zamanda sürreel haldedir. Uçuş her türlü serbesttir.
Bir evrensel bir evrenseldir sorma gitsin! All the people. Enternasyonal. Şönn!
Oysa ondan başka tüm dünya ülkeleri gayetle millidir. Ama o buradan
başlatacaktır ya bu işleri. Dünya yanlış, o doğrudur ya… O tarz.
Dünyanın hiçbir ülkesinde milli olmayan sol yokken [Olanların
coğrafyasına ve siyasi konumuna bakacak olursak herhangi bir sömürü tehtidi
kalmamış ve zaten enternasyonal palavrası için süs bitkisi gibi göstermelik,
sömürgecilerin vitrini konumundaki bir iki ülkedir. Sömürgecilerin “şunun
gibi”, “bunun gibi” diyerek bize dayattıkları ülkelerde, burada yapılmaya
çalışılan bölünmüşlüğü de görürüz. Ancak mevzunun bu coğrafya ve
Cumhuriyetimizin bir tür yazılı belgesi olan Lozan Anlaşması’yla uzak yakın bir
ilişiği yoktur.] bizde milliyetçilik, faşizmle eşdeğer kavramlarmış gibi birbiri
ardınca bir tekerleme gibi kullanılır yeni moda solcular tarafından. Milliyetçi
faşist!!! Ya da “faşist milliyetçi!”. Faşizmin ne anlama geldiğini ya bilmiyordur
bu çok okumuş solcumuz –ki kuvvetle muhtemel olan budur-, ya da, bu da diğer
çarpıtmalarda olduğu gibi söylem’le kulakları alıştırma taktiğidir bir nevi..
Söylem tramvayı
düdüğünü öttüre öttüre gider:
Yaşasın halkların kardeşliği!
Birleşe birleşe kazanacağız!
23 Nisan’ı kutlamayacağız!
Ermeniler’den özür diliyoruz!
Faşist Milliyetçi!
Ve daha bir sürü abuk sabuk, ipe sapa gelmez safsatanın
papağanıdır bizim liberal solcumuz. Şu an esefle kınadığı yürütmenin başı
Tayyip ve şürekâsıyla taban tabana aynı çanağa su taşıdığının farkında
değildir! Ama ondan âlâ hükümet muhalifi de yoktur. “Tayyip istifa” derken ses
tellerinde nodüller oluşmuştur.
Dilinden devrim lafı düşmez liboş solcumuzun! Nasıl
devrimcidir nasıl ah... Ama gelin görün ki tüm Dünya’nın hayranlıkla ve büyük
bir gıptayla andığı büyük devrimci Atatürk’ü bir türlü beğenmez, sevmez! Bir atı
olsa halbuki, o da ne devrimler yapacaktır ama tek eksik attır işte!
Söylemi yarat,
mahalle baskısını kur!
Özür dilemekten tutun da milli bayramlarımızı kutlamama
konusundaki dayatmalara değin, önce internetin güzide oluşumları twitter,
facebook vb. platformlarda pompalanıyor bu söylemler. Sonra da kitleler
peşinden sürükleniyor. Biz millet olarak duygusuz ya da olana bitene kulak
tıkayan insanlar değilizdir. Duygusal baskı, her daim iş görür bu coğrafyada.
Bu yılki 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı öncesi bir çok çocuk ölümü
oldu. – ya da?..-
Düşününce, Van depremi sonrası Cumhuriyet Bayramı
kutlamamak, kutlamak isteyen vatandaşlarımızın üzerine tomalı saldırılar, 19
Mayıs’ların stat gösterilerinin iptali, 30 Ağustos’ta –izinli olmasına karşın,
ki neden ve kimden izin alalım onu da anlamış değilim- Ankara’da yaşadığımız
komedi… Demem o ki birileri(!) bizim milli bayramlarımızı kutlamamızı
istemiyor. Cumhuriyetimizin kuruluşuna altın harflerle yazılmış bu mihenk taşı
tarihler birilerine rahatsızlık veriyor. Çünkü bu Cumhuriyetin kendi
sınırlarını ve kendi milletini tayin eden Lozan Anlaşması’yla taçlanmıştır tüm
o tarihler. Ve küresel eşkiyalar o Lozan’ı ve dolayısıyle bu Cumhuriyeti
geçersizleştirmenin planlarına, bölücü maşalarıyla yön vermektedirler. Cumhuriyetin tüm
getirilerinden nemalanacaksın, sonra Atatürk’ü ve Cumhuriyeti beğenmeyeceksin…
Nerede yaşıyorsun hemşerim sen? Uzayda mı?
Sömürgeci maşalarının eski şekli liberal
milliyetçilikti. Yeni moda şekliyse liberal solculuktur. Sömürgecilerin
çanağına su taşımak birinci ve başlıca görevleridir –farkında olarak ya da
olmayarak.- Milli sol ise memleket çıkarlarını korur. Sömürüye emperyalizme,
bölücülüğe karşıdır. Mış gibi yapmaz!
Asıl faşizm liberal solun intenet platformlarındaki
mahalle baskısıdır ve kendi söylemlerine karşı-söylem üretebilenleri sindirmek,
susturmak ve dışlamak düsturuyla hareket ederler. İşte biz buna liboş sol faşizmi diyoruz!
Bu öyle bir hal almıştır ki, olaylar sorgulanmadan,
tıpkı o hülooğ diye bağırdığı için alay edilen cahil ve biçare kadıncağız gibi,
sözümona ulusalcı geçinen gürühun da bu söylemlerin peşine takılıp aynı
teraneyi koro halinde tekrar etmelerine kadar varılmıştır. Müthiş bir
psikolojik travmadır bu. Gerçeklerin açlık sınırında kıvranmasıdır bu. Alay
ettiğiniz kadıncağızdan ne farkınız kalıyor? Sizler cahil değilsiniz ki her
lafın ardından gidesiniz…
Bir de ikinci grup var tabii. Onlar da ortamını,
arkadaşlarını, çevresini kaybetmek istemeyenler. Etliye sütlüye ve memleket
meselelerine pek karışmayanlar yani. Bu yaptırım karşısında sesi kısılanlara ve
sorgulamadan söylem üzerine atlayanlara diyeceğim sadece iki çift laftır:
Biraz yürekli olun
canlar!
Ve sorgulayın! Siz
sazan değilsiniz, hele cahil, hiç değil…
`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ…
Jale ALTUNEL
25 Nisan 2014 Cuma
insanî
Geçirmişler
boynuna
insani boyutlu yularımsı ipi,
farkında mısın?
Ağzından çıkan renk, edilgen mavi…
“insanî”
j.ak
25.Nisan.2014
insani boyutlu yularımsı ipi,
farkında mısın?
Ağzından çıkan renk, edilgen mavi…
“insanî”
j.ak
25.Nisan.2014
17 Nisan 2014 Perşembe
serde kadim
Alın
çizgilerime verdiğim paye,
inanç
ihtiyacına verilmiş cevap.
Yüzüme,
yeni bir harita çizmiş zaman.
Aynada
bir kazı
gerçek,
sırrında
kadem.
Damgalanmış,
el
dokuması halı deseni
yerde
duran o atın
koşunmuş
yelesindeyim.
Bir
sevda düşmüş gibi okum
yerde
gökte taşta
ve
her yerde.
En
çok da
ak
memeli kızın yüreğinde.
Gerçek,
serde kadim
aynadaysa,
yalan
bir tarihi
yazıyor
da yazıyor yüzüme.
“serde
kadim”
j.ak
17.Nisan.2014
12 Nisan 2014 Cumartesi
imzasız sözleşme
Huzuruma çıkıyorum bu ara izinsiz
kara parçalarımın küçük dağlarına
inen sis, kara.
Huzurdayım, yol yorgunu,
çakıllarla minareler çekilir
her dalgada
Işıklara bakan yüzünden şehrin,
kayıt dışı.
Düşünmeye fırsat olmaz
düşerken aşka,
yokluğa, ya da umuda.
Öğrenmiş oluruz belki de
ne beklediğimizi,
ne beklediğimizi,
son solukta.
Huzuruma çıkıyorum atalet iştahlısı
yanımda imzasız bir sözleşme
yalnızlığın ıslak ışığında okuyabildiğim
kendime.
Huzurumdayım
rahatsız edilmeyi beklercesine
ormanla deniz arasında
bakımsız bir evde.
"imzasız sözleşme"
j.ak
12. Nisan. 2014
7 Nisan 2014 Pazartesi
haberimiz yokken
Geçtiğimiz yıllardan
çağır beni
burası uzak.
Yanmış
basamaklarından bahsedelim
merdivenin,
yıkanmış ve
yazılmamış
olsun rolleri.
Dilsiz
çocuğu aşk olsun sansürün
pandomim
serbest
ve
geçtiğimiz asırdan mirasmış meğer
azla
yetinmek.
Haberimiz
yokken haberleşelim
bunca
yaraya bürünmüşken
şehrin göz
değmeyen gölgeleri
ve
dönüşürken sokaklar, topraklar,
leylak ağacını
köküyle eve alan Zehra’nın
ihtiyaç
listesindeki ilaç olalım
kaçıncı
önceliği o hastalık, bilmeden.
Hep yaz
olan mevsimlerden çağır beni ki
ısınmış
olsun ellerim,
bunca zaman
geceye
ve bunca
gece bürünmüşken sessizliğe,
körfezden
göğe ışıyan yakamozun
sesi olup,
haberleşelim…
“haberimiz
yokken”
j.ak
7.Nisan.2014
4 Nisan 2014 Cuma
ruhlarımız memnun oldu
aynı yağmurdan içtik kör kütük
güneşi farklı açılardan gördük
acılardan yaprak açtık
balta girmemiş rüyalarda taş olduk.
su olduk sonra bir vakit, yetmedik,
kuru dudaklarımızdan içtik.
kara budaklarımızdan içtik.
karalar bağlanmış
–ki-
topu topu üçte iki.
tanıştığımızda ölü müydük?
ruhlarımız memnun oldu,
kör kütük yanmıştık.
kara sularından çocuklar uçtu
birleşik masumiyet cumhuriyetinin
kimlikler sorulduğunda
güneşin kör karanlığında
ayaktaydılar.
sorulduğunda kimlikler
ay tozu serpilmişti çıplak bedenime
ve sevişmeyi bekliyordum özgürlükle.
uçmagda bulmuş çocuklar sonra,
…
aşkımızı.
“ruhlarımız memnun oldu”
j.ak
24.Mart/2014
27 Şubat 2014 Perşembe
döne döne
dolaysız türküler yandı,
puslarda yürüdü bakış.
sesime sarptı boynumda dik yokuş.
bir düzlükte rastladım uykulu halime,
konuşmazken içimden bile kendimle.
ağırlanırken biz dolu şarapla,
dönerek yankıdı semahî...
ve gerçek, açlık sınırındaydı,
öyle sağ-sakin.
"döne döne"
j.ak
24.Şubat.2014
12 Aralık 2013 Perşembe
koyu kahve
Beni bırakma Yaz.
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin.
Yalınlık derecemiz dona çekmiş,
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere
ebruli, koyu kahve
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...
"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin.
Yalınlık derecemiz dona çekmiş,
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere
ebruli, koyu kahve
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...
"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013
8 Ekim 2013 Salı
boş kovan
Kuru
sıkı atışlardan düşen güven,
söze
dair zamanlara delil, boş kovan.
Yüzlerce
kez kayıp gitmiş olmalı
kenetlenip
tutunulan
ki koca
bir tedirginlik kalmış, onca savaştan.
Güçsüzlük,
kronikleşebilen
hastalığı insanın
farketmeden
dik durmayı öğrenir gözyaşların
ve artık süt analığıdır o, dışarıda kalmışlığın.
Her
şey para değil diye başlar lafa,
yeterince
aç kalmamış biri,
oysa
üç kuruşun tecavüzcüsüdür
on saatlik mesai.
on saatlik mesai.
Neyse
dağılmasın konu,
tedirginlik
diyordum,
tedirginlik…
“boş
kovan”
j.ak
8.Ekim.2013
7 Ekim 2013 Pazartesi
İncir Ağacı
Anam öldü.
Anlamadım.
Gittim bir incir ağacıyla konuştum.
Gittim bir incir ağacıyla konuştum.
Anlattı sessizce,
Anladım, bu sefer de inanmadım.
Ölene kadar da inanmam.
iki numaralı emektar
Karanlık gibi süzüldüm odanın her yerine.
Dağılmanın ön şartıydı
kalanları der top etmek birkaç bavula.
Güçsüzlük hüzün taşır,
ve hüzün yok eder direnci
durumlara
kızacak hal kalmadı.
Duygula sesler gibi
sıkıştı
karanlık köşelere.
Üstelik benimdi o derme
çatma doku
sinmişti üzerime.
Bir süre kibir akıtmak
gerek.
ucu açık merdivenin.
Çıkmak istedikçe çekilir, yalnızlık.
bir parmak burukluk çalar damağıma,
bir parmak burukluk çalar damağıma,
dağınıklığım
ve acı.
Bu yalnızlık,
öylece iyi geliveren ev
yapımı bir kocakarı ilacı.
Ve şairin dediği gibi,
herkesin evinde eksikmiş bir odası.
herkesin evinde eksikmiş bir odası.
Çıkmalıymışım buradan,
yoksa eksilirmiş gri
hücreler ön frontumdan.
Zor oysa çıkmak,
derlediğim dağınıklıktan.
Ve korkuyorum,
küçük ama önemli bir anıyı
unutmaktan, duvarımda öylece,
asılı duran.
küçük ama önemli bir anıyı
unutmaktan, duvarımda öylece,
asılı duran.
Özlemi yorarken tutku,
okulun arka bahçesine bir kapı aralanır
okulun arka bahçesine bir kapı aralanır
iki numaralı emektar formasıyla,
derin markaja gömülür
sabır.
sabır.
“iki numaralı emektar”
J.ak
7.Ekim.2013
*"Kime sorsan evinde bir oda eksik." Ö.Asaf
*"Kime sorsan evinde bir oda eksik." Ö.Asaf
3 Ekim 2013 Perşembe
mutluluk
tutuklu hayallerim firar
ettiler
aşk şiirlerimin demir
parmaklıklarından.
mutluluğu yutkunurken,
iki büklüm ezilişini
hissettim içimde.
gözlerim kim bilir kaç hüznün
cehenneminden
izliyordu cenneti,
sayamadım.
"mutluluk"
j.ak
3.Ekim.2013
yarım Nisan
eski bir kokunun sağdıcı rüzgâr
savaş zamanından kalma enkazını içimin,
korumaya aldı bahar
bir yanım toz duman,
bir yarım Nisan.
şimdi omuzlarımdan
yapraklarca bildiri uçuşuyor yollara
üzerinde,
anarşist bir yazı barındıran.
“yarım Nisan”
j.ak
3.Ekim.2013
savaş zamanından kalma enkazını içimin,
korumaya aldı bahar
bir yanım toz duman,
bir yarım Nisan.
şimdi omuzlarımdan
yapraklarca bildiri uçuşuyor yollara
üzerinde,
anarşist bir yazı barındıran.
“yarım Nisan”
j.ak
3.Ekim.2013
23 Eylül 2013 Pazartesi
GÖZ GÖRE GÖRE!
22
Eylül Pazar günü Olimpiyat Stadında oynanan Beşiktaş-Galatasaray Maçı,
kendilerini 1453 Kartal diye adlandıran bir grup tarafından provoke edildi ve
maç tatil edildi.
Başta
Beşiktaşlı çArşı taraftarı olmak üzere herkes bu iğrenç oyunu anında gördü ve on
yaşındaki çocuklar dahil, kimse yemedi. Ee? Peki yemedi de ne oldu? İşte artık
memlekette asıl durum bu “göz göre göre” yapılan provokasyonlar, göz göre göre
tutuklanan insanlar, aylarca yıllarca suçları ıspat edilememiş bunun yerine
sahteliği ayan beyan gözler önünde olan belgelerle insanların hapislerde çürütülmesi ve
daha nice göz göre görelikler…
Kaşımak
kızıştırmak, insanları galeyana getirmek ve böylece iç karışıklığı
tırmandırmak, iç karışıklığı tırmandırdıkça gündemi bu suni ve alakasız
konularla doldurup, sıcak para bağımlısı patlamış ekonomik gidişatı ve
sınırlarda olup biteni gözlerden kaçırmaktır işin makro boyutu.
Bu
ve benzeri iktidarların siyasetlerine tıpkı dini alet ettikleri gibi, zamanı
geldiğinde heybelerinden çıkararak gündemi oyalayacakları çeşitli oyuncakları
vardır ve endüstriyel futbol da tüm dünyada olduğu gibi bizde de zaman zaman hop
diye o heybeden çıkartılıverilir. Futbol şu anki haliyle, siyasetçilerin gündem
meşgul etmek için kullandıkları araçlardan biri olmayı uzun yıllar daha sürdürecek.
çArşı
Taraftarı Gezi Parkı direnişi süresince sergilemiş oldukları vatanperver
duruşları ve direnişin en organize grubu olma özellikleriyle tüm yurtseverlerin
gönlünde taht kurmuşlardı. Zekice sloganları ve dik duruşlarıyla iktidarın
iyiden iyiye canını sıkmışlardı. Bir şekilde bu grubun biletinin kesilmesi
gerekiyordu. Dün gece oynanan tiyatroda da aynen bu gerçekleştirilmiştir.
İktidar ne istiyor?
Emin
olun ki iktidar uslu durmuyor diye kesmedi bu cezayı çArşı’ya. - ki henüz
cezanın ne olacağını tam olarak bilmiyoruz, sanırım yarın açıklanır. Ama ben
diyeyim yarım sezon, siz deyin bu sezon komple, BJK maçlarının seyircisiz
oynanması olacaktır ceza. - Bilakis bu grubu daha da kızıştırmak için yapıldı
bu çirkefçe provokasyon.
İktidar
kargaşa istiyor! Daha fazla kargaşa, daha fazla kavga dövüş, daha fazla
sertleşen bir sokak hatta sokaklar istiyor. Çünkü pislikler arttıkça daha büyük örtülere ihtiyaç duyulur.
Ne yapmalı?
Yapılması
gereken iki şey var. Eğer Ceza yukarıda belirttiğim şekillerde gerçekleşirse,
Fenerbahçe Galatasaray Trabzonspor başta olmak üzere, tüm birinci lig
takımlarının taraftarlarının çArşıya destek olmaları ve hiçbir maça gitmeme
kararı almaları gerekiyor. Eğer bu büyük boykot gerçekleşirse o zaman iktidar da
Federasyon da şapa oturur. Maçlara gitmeyin. Gitmeyin ki tüm statlar bomboş
kalsın. Gitmeyin ki futbolu siyasi amaçlarına alet edemeyeceklerini görsünler.
Gitmeyin ki halka karşı yapılan bu kötülük, iyi bir şeyin
başlangıcı olup insanımızda boykot bilincini oluştursun. Gitmeyin ki daha fazla salak yerine koyamasınlar. Unutmayın biz halkız.
Biz kuvvetliyiz onlar zayıf. Aynısı AVM’ler için, yabancı mallar için de
geçerli elbette. Ama halk ne yazık ki gücünün farkında değil.
İkincisi
ağır bir sorumluluk ve bu da çArşı taraftarına düşüyor. Verilen ceza her ne
olursa olsun, vakur duruşunuzu asla bozmayın ve sizden istenildiği gibi kızışmayın.
Onların oyununda figüran değil, kendi destanınızda baş rol olun!
Özetle
artık göstere göstere oynanıyor oyunlar. Yersen.
Ha
yemedik de ne olacak peki?
E
zaten adamlar ye diye yapmıyorlar ki, daha da kızıştırmak için. Çünkü yemeyince sinirler tırmanır. İstenen budur.
Kısacası
koskoca memleket hâlâ 3F ile yönetiliyor, eğlence, din ve futbol.
Yeter!
Yeter!
21 Eylül 2013 Cumartesi
yine de aşk
akşamdan kalma bir şehirden
ve düşümdeki üst geçitten,
fikir suçları aktı.
dün sabah kan şekeri,
acı açlığa uyandı.
duyulmamıştı o gün
gece şiirlerinin şarkısı,
mağrurdu sonbaharda
sabahın altısı.
yine de aşk bıraktı
en güzel sözleri yola
soluklanırken sıcak çay,
kahvaltı masasında.
ayazla tanıştırdım sonra
anlatamadıklarımı
o ayaz ki görmedi hiç
giden canlarımızı.
“yine de aşk”
17 Eylül 2013 Salı
taşınmaz yazılar
dublörsüz oynanırken
gidiş sahneleri
çaresizdir ara sokak,
gösterir ters istikametleri.
belki yalnızım duvarda
bağışlanmış merak gibi
nöbet tutar belirsizlik
taşınmaz yazılar gibi.
portatif bir özlem
katlanır
o an mütemadiyen
ve bir kat daha sıkışır
acıtarak büyüten.
“taşınmaz yazılar”
j.ak
16.Eylül.2013
9 Eylül 2013 Pazartesi
asosyal devlet
Zafer yürüyüşü için
Ethem Sarısülük Parkı’nda
toplandık
dört döndüler etrafta
başkent tomaları.
Anıttepe’de yürüyüş
sonrası,
ıslattı fener alayını şiddetli
sağanak
kesin yağmur bombası
attılar dedi
hemen önümde duran bir paranoyak.
gözlerinin içine bakarak;
“Allah’ın toması yok!” dedim,
güldük…
sonra Kenedi Caddesi’nde
bir bara geçip oturduk.
dışarıda o tek perdelik
oyun yine sahnelendi
takım elbiseli ve eli
haydarlı bir grup, caddeye indi.
millet izledi ayaküstü ve inanmış
gözüktü.
toma-2, toma-3, toma-4,
toma-7
ve bir akreple otuz kadar çelik
yelekli.
Bestekâr Sokak’tan
Kenedi’ye
kaç kez dönüp indiler,
saymadım
sonunda nişan aldılar
üzerimize,
Voodoo Bar dem rehavetinde.
üstelik sular kesikken fatura
yüzünden evde,
yaşam tarzımıza bolca sıkıldı
yok yere.
kiminin kolu-bacağı
kesildi
kırılıp saçılan bardak
çanaktan,
kimi lanet edip bıktığını
haykırdı
böyle yaşamaktan.
on saniyede harabeden farksız
kaldı orası
ve boşalıverdi kaç kişinin
ekmek kapısı.
başını almış giderken koca
memleket
herkesle düşman oldu
bu asosyal devlet.
“asosyal devlet”
j.ak
3. Eylül. 2013
21 Ağustos 2013 Çarşamba
Muhtar'ın Yeri
belirli,
saatler ve mevsimler
yatışlar kalkışmalar
kalkışlar
oyunlar kışlalar alkışlar
bilgiler haberler tatiller.
bir ara koyun boku kokan
yerlerin
sezonluk efendileri,
şezlonglarını güneşe
çevirsinler diye
günde bilmem kaç kere
emirler yağdırıyor sezonluk
kölelere
oysa on saatlik kölelik
onlar için de başlayacak,
tatilden eve dönünce.
o sırada telefonda konuşuyordu
sezonluk efendilerden biri;
o bir çalışmadan duramam
insanıydı besbelli
bağırıyordu banka
görevlisine anlaşılmayan dilde
ki ben izlemek istemiştim
o an
çay ve tütün eşliğinde
güneşin nazlı inişini
karşı sahile.
statosfere yükselirken ses,
anladım ki zaman hâlâ alabildiğine
çömez
bir uyanıklık uykusunda neredeyse
herkes.
tekneye doluştu toz duman kalabalık,
istikametleri Bitez.
belirli,
silâhlar ve mermiler
mikroplar hastalıklar
ilaçlar
gazeteler dergiler sanatlar
sınırlar düşmanlar
kazananlar.
Sürmeli Hanım’ın erkek
arkadaşı çıkageldi,
ki o plajın en sakini
köpekler giremez
levhasının yanından
denize girdi önce,
sonra sağ arka bacağını
kaldırarak
sınırlarını işaretledi:
üç şezlong, köşedeki
palmiyenin dibi
ve Muhtar’ın çimleri.
“Muhtar’ın Yeri”
j.ak
21.Ağustos.2013 / Küçükbük
19 Ağustos 2013 Pazartesi
sessiz
üzerinde dumanlı mesainin
ağırlığı
yarıya indi gözkapakları
bir yoksunluk nöbetine sarılıp
öylece uzandı.
barıştı bir ara rüya,
özgür uykularda.
bir koku çalındı burnuma
atonal, nefesli sazlarla
Hekimköy’e giden dolmuşta
uğurlu sayılara inancım
yoktu ama
tapardım bir zamanlar
forma numarama.
bir soru vardı, can
çekişen eski zamandan
yüzünde eski yaralar,
boğazında kurumuş kan.
ne zaman dönüp içime
baksam
göz göze geliyorduk hiç yoktan
cevapsızlar mezarlığına göm
beni dedi
son nefesinde,
korkmayı keşfetmediğim
yıllara dairdi soru,
karanlıktan.
“sessiz”
j.ak
19.Ağustos.2013
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)