18 Mayıs 2014 Pazar

Lir Çalıp Kopmak

Mefistofeles'e meydan okuma
 
okumasının, 


A'sıyla Z'si arasında seyirlerdeyiz

 
rüyalar denizinde. 


Boş dalgalarda


loşa kürek çeken


mahkûmlar gibiyiz


düzlere yokuşlar


inişlere yem borusu senfonisi


çizeriz...



"lir çalıp kopmak"
j.ak
18.Mayıs.2014

7 Mayıs 2014 Çarşamba

`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ

Solaa dön!!! Uygun adım marş! Bir ki bir ki…

Eskiden yabancı işgal kuvvetlerinin “milliyetçi” etiketli uzantıları varmış. Şimdilerde yabancı işgal kuvvetlerinin “sol” etiketli uzantıları var.  Ejnebi çok akıllı. Trend ne yöne doğruysa oraya bir uzantı bir aparat eklemleyiveriyor. O dönem liboş milliyetçiler vardı. Şimdi liboş solcular var.

Türkiye’de “bir moda akımı olarak siyaset” dersek, bu türden kavram kargaşalarıyla dolu algısal yanılgıları çok iyi tarif etmiş oluruz.

Moda nedir? Boynuna halk kardeşliği(!)ni yansıtan bir poşu takmak, o da olmadı batik desen bir fular. Tarkan da sahneye poşuyla çıkmıştı. Arap dünyası kullanır. Yaser Arafat’ın da simgesi gibiydi. Ama aynı zamanda bir Türkmen giysisi olarak da karşımıza çıkıyor poşu ya da poçu. Neyse, moda diyordum. Moda takılınan yerlerdir misal. Bu yerler hüşû içinde barış kardeşlik ve özgürlükle dopdolu bir havaya sokulur işletmecileri(?) tarafından. Solcumuzun aidiyete dair hissiyatı en ufak bir boşluğa düşmez, güvende ve sürüler halindedir. Aynı zamanda sürreel haldedir. Uçuş her türlü serbesttir. 

Bir evrensel bir evrenseldir sorma gitsin! All the people. Enternasyonal. Şönn! Oysa ondan başka tüm dünya ülkeleri gayetle millidir. Ama o buradan başlatacaktır ya bu işleri. Dünya yanlış, o doğrudur ya… O tarz.

Dünyanın hiçbir ülkesinde milli olmayan sol yokken [Olanların coğrafyasına ve siyasi konumuna bakacak olursak herhangi bir sömürü tehtidi kalmamış ve zaten enternasyonal palavrası için süs bitkisi gibi göstermelik, sömürgecilerin vitrini konumundaki bir iki ülkedir. Sömürgecilerin “şunun gibi”, “bunun gibi” diyerek bize dayattıkları ülkelerde, burada yapılmaya çalışılan bölünmüşlüğü de görürüz. Ancak mevzunun bu coğrafya ve Cumhuriyetimizin bir tür yazılı belgesi olan Lozan Anlaşması’yla uzak yakın bir ilişiği yoktur.] bizde milliyetçilik, faşizmle eşdeğer kavramlarmış gibi birbiri ardınca bir tekerleme gibi kullanılır yeni moda solcular tarafından. Milliyetçi faşist!!! Ya da “faşist milliyetçi!”. Faşizmin ne anlama geldiğini ya bilmiyordur bu çok okumuş solcumuz –ki kuvvetle muhtemel olan budur-, ya da, bu da diğer çarpıtmalarda olduğu gibi söylem’le kulakları alıştırma taktiğidir bir nevi..

Söylem tramvayı düdüğünü öttüre öttüre gider:

Yaşasın halkların kardeşliği!
Birleşe birleşe kazanacağız!
23 Nisan’ı kutlamayacağız!
Ermeniler’den özür diliyoruz!
Faşist Milliyetçi!

Ve daha bir sürü abuk sabuk, ipe sapa gelmez safsatanın papağanıdır bizim liberal solcumuz. Şu an esefle kınadığı yürütmenin başı Tayyip ve şürekâsıyla taban tabana aynı çanağa su taşıdığının farkında değildir! Ama ondan âlâ hükümet muhalifi de yoktur. “Tayyip istifa” derken ses tellerinde nodüller oluşmuştur.

Dilinden devrim lafı düşmez liboş solcumuzun! Nasıl devrimcidir nasıl ah... Ama gelin görün ki tüm Dünya’nın hayranlıkla ve büyük bir gıptayla andığı büyük devrimci Atatürk’ü bir türlü beğenmez, sevmez! Bir atı olsa halbuki, o da ne devrimler yapacaktır ama tek eksik attır işte!

Söylemi yarat, mahalle baskısını kur!

Özür dilemekten tutun da milli bayramlarımızı kutlamama konusundaki dayatmalara değin, önce internetin güzide oluşumları twitter, facebook vb. platformlarda pompalanıyor bu söylemler. Sonra da kitleler peşinden sürükleniyor. Biz millet olarak duygusuz ya da olana bitene kulak tıkayan insanlar değilizdir. Duygusal baskı, her daim iş görür bu coğrafyada. Bu yılki 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı öncesi bir çok çocuk ölümü oldu. – ya da?..-

Düşününce, Van depremi sonrası Cumhuriyet Bayramı kutlamamak, kutlamak isteyen vatandaşlarımızın üzerine tomalı saldırılar, 19 Mayıs’ların stat gösterilerinin iptali, 30 Ağustos’ta –izinli olmasına karşın, ki neden ve kimden izin alalım onu da anlamış değilim- Ankara’da yaşadığımız komedi… Demem o ki birileri(!) bizim milli bayramlarımızı kutlamamızı istemiyor. Cumhuriyetimizin kuruluşuna altın harflerle yazılmış bu mihenk taşı tarihler birilerine rahatsızlık veriyor. Çünkü bu Cumhuriyetin kendi sınırlarını ve kendi milletini tayin eden Lozan Anlaşması’yla taçlanmıştır tüm o tarihler. Ve küresel eşkiyalar o Lozan’ı ve dolayısıyle bu Cumhuriyeti geçersizleştirmenin planlarına, bölücü maşalarıyla  yön vermektedirler. Cumhuriyetin tüm getirilerinden nemalanacaksın, sonra Atatürk’ü ve Cumhuriyeti beğenmeyeceksin… Nerede yaşıyorsun hemşerim sen? Uzayda mı?

Sömürgeci maşalarının eski şekli liberal milliyetçilikti. Yeni moda şekliyse liberal solculuktur. Sömürgecilerin çanağına su taşımak birinci ve başlıca görevleridir –farkında olarak ya da olmayarak.- Milli sol ise memleket çıkarlarını korur. Sömürüye emperyalizme, bölücülüğe karşıdır. Mış gibi yapmaz!

Asıl faşizm liberal solun intenet platformlarındaki mahalle baskısıdır ve kendi söylemlerine karşı-söylem üretebilenleri sindirmek, susturmak ve dışlamak düsturuyla hareket ederler. İşte biz buna liboş sol faşizmi diyoruz!

Bu öyle bir hal almıştır ki, olaylar sorgulanmadan, tıpkı o hülooğ diye bağırdığı için alay edilen cahil ve biçare kadıncağız gibi, sözümona ulusalcı geçinen gürühun da bu söylemlerin peşine takılıp aynı teraneyi koro halinde tekrar etmelerine kadar varılmıştır. Müthiş bir psikolojik travmadır bu. Gerçeklerin açlık sınırında kıvranmasıdır bu. Alay ettiğiniz kadıncağızdan ne farkınız kalıyor? Sizler cahil değilsiniz ki her lafın ardından gidesiniz…
Bir de ikinci grup var tabii. Onlar da ortamını, arkadaşlarını, çevresini kaybetmek istemeyenler. Etliye sütlüye ve memleket meselelerine pek karışmayanlar yani. Bu yaptırım karşısında sesi kısılanlara ve sorgulamadan söylem üzerine atlayanlara diyeceğim sadece iki çift laftır:

Biraz yürekli olun canlar!

Ve sorgulayın! Siz sazan değilsiniz, hele cahil, hiç değil…


`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ…
                                                                                                          Jale ALTUNEL



25 Nisan 2014 Cuma

insanî


Geçirmişler boynuna 
insani boyutlu yularımsı ipi,
farkında mısın? 

Ağzından çıkan renk, edilgen mavi…

“insanî”
j.ak
25.Nisan.2014




17 Nisan 2014 Perşembe

serde kadim

Alın çizgilerime verdiğim paye,
inanç ihtiyacına verilmiş cevap.
Yüzüme,
 yeni bir harita çizmiş zaman.
Aynada bir kazı
gerçek,
sırrında kadem.
Damgalanmış,
el dokuması halı deseni
yerde duran o atın
koşunmuş yelesindeyim.
Bir sevda düşmüş gibi okum
yerde gökte taşta
ve her yerde.
En çok da
ak memeli kızın yüreğinde.
Gerçek, serde kadim
aynadaysa,
yalan bir tarihi
yazıyor da yazıyor yüzüme.

“serde kadim”
j.ak
17.Nisan.2014



12 Nisan 2014 Cumartesi

imzasız sözleşme

Huzuruma çıkıyorum bu ara izinsiz
kara parçalarımın küçük dağlarına
inen sis, kara.
Huzurdayım, yol yorgunu,
çakıllarla minareler çekilir
her dalgada
Işıklara bakan yüzünden şehrin,
kayıt dışı.
Düşünmeye fırsat olmaz
düşerken aşka,
yokluğa, ya da umuda.
Öğrenmiş oluruz belki de 
ne beklediğimizi,
son solukta.
Huzuruma çıkıyorum atalet iştahlısı
yanımda imzasız bir sözleşme
yalnızlığın ıslak ışığında okuyabildiğim
kendime.
Huzurumdayım
rahatsız edilmeyi beklercesine
ormanla deniz arasında
bakımsız bir evde.

"imzasız sözleşme"
j.ak
12. Nisan. 2014

7 Nisan 2014 Pazartesi

haberimiz yokken

Geçtiğimiz yıllardan çağır beni
burası uzak.
Yanmış basamaklarından bahsedelim
merdivenin,
yıkanmış ve
yazılmamış olsun rolleri.
Dilsiz çocuğu aşk olsun sansürün
pandomim serbest
ve geçtiğimiz asırdan mirasmış meğer
azla yetinmek.
Haberimiz yokken haberleşelim
bunca yaraya bürünmüşken
şehrin göz değmeyen gölgeleri
ve dönüşürken sokaklar, topraklar,
leylak ağacını köküyle eve alan Zehra’nın
ihtiyaç listesindeki ilaç olalım
kaçıncı önceliği o hastalık, bilmeden.
Hep yaz olan mevsimlerden çağır beni ki
ısınmış olsun ellerim,
bunca zaman geceye
ve bunca gece bürünmüşken sessizliğe,
körfezden göğe ışıyan yakamozun
sesi olup,
haberleşelim…

“haberimiz yokken”
j.ak

7.Nisan.2014

4 Nisan 2014 Cuma

ruhlarımız memnun oldu

aynı yağmurdan içtik kör kütük
güneşi farklı açılardan gördük
acılardan  yaprak açtık
balta girmemiş rüyalarda taş olduk.

su olduk sonra bir vakit, yetmedik,
kuru dudaklarımızdan içtik.
kara budaklarımızdan içtik.
karalar bağlanmış
–ki-
topu topu üçte iki.
tanıştığımızda ölü müydük?
ruhlarımız memnun oldu,
kör kütük yanmıştık.

kara sularından çocuklar uçtu
birleşik masumiyet cumhuriyetinin
kimlikler sorulduğunda
güneşin kör karanlığında
ayaktaydılar.

sorulduğunda kimlikler
ay tozu serpilmişti çıplak bedenime
ve sevişmeyi bekliyordum özgürlükle.

uçmagda bulmuş çocuklar sonra,
aşkımızı.

“ruhlarımız memnun oldu”
j.ak
24.Mart/2014

27 Şubat 2014 Perşembe

döne döne


dolaysız türküler yandı, 
puslarda yürüdü bakış. 
sesime sarptı boynumda dik yokuş. 
bir düzlükte rastladım uykulu halime, 
konuşmazken içimden bile kendimle. 
ağırlanırken biz dolu şarapla, 
dönerek yankıdı semahî... 
ve gerçek, açlık sınırındaydı, 
öyle sağ-sakin. 

"döne döne"
j.ak
24.Şubat.2014

12 Aralık 2013 Perşembe

koyu kahve

Beni bırakma Yaz. 
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin. 
Yalınlık derecemiz dona çekmiş, 
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere 
ebruli, koyu kahve 
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...

"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013

8 Ekim 2013 Salı

boş kovan

Kuru sıkı atışlardan düşen güven,
söze dair zamanlara  delil, boş kovan.
Yüzlerce kez kayıp gitmiş olmalı
kenetlenip tutunulan
ki koca bir tedirginlik kalmış, onca savaştan.
Güçsüzlük,
kronikleşebilen hastalığı insanın
farketmeden dik durmayı öğrenir gözyaşların
ve artık süt analığıdır o, dışarıda kalmışlığın.
Her şey para değil diye başlar lafa,
yeterince aç kalmamış biri,  
oysa üç kuruşun tecavüzcüsüdür 
on saatlik mesai.
Neyse dağılmasın konu,
tedirginlik diyordum,
tedirginlik…

“boş kovan”
j.ak
8.Ekim.2013


            

7 Ekim 2013 Pazartesi

İncir Ağacı


Anam öldü.
Anlamadım.
Gittim bir incir ağacıyla konuştum.
Anlattı sessizce,
Anladım, bu sefer de inanmadım.
Ölene kadar da inanmam.


          Cemal Can Özdemir





















iki numaralı emektar

Karanlık gibi süzüldüm odanın her yerine.
Dağılmanın ön şartıydı
kalanları der top etmek birkaç bavula.
Güçsüzlük hüzün taşır,
ve hüzün yok eder direnci
durumlara kızacak hal kalmadı.
Duygula sesler gibi sıkıştı
karanlık köşelere.
Üstelik benimdi o derme çatma doku
sinmişti üzerime.  
Bir süre kibir akıtmak gerek.
ucu açık merdivenin.  
Çıkmak istedikçe çekilir, yalnızlık. 
bir parmak burukluk çalar damağıma,
dağınıklığım ve acı.
Bu yalnızlık,
öylece iyi geliveren ev yapımı bir kocakarı ilacı.
Ve şairin dediği gibi, 
herkesin evinde eksikmiş bir odası.
Çıkmalıymışım buradan,
yoksa eksilirmiş gri hücreler ön frontumdan.
Zor oysa çıkmak,
derlediğim dağınıklıktan.
Ve korkuyorum, 
küçük ama önemli bir anıyı 
unutmaktan, duvarımda öylece, 
asılı duran.
Özlemi yorarken tutku,
okulun arka bahçesine bir kapı aralanır
iki numaralı emektar formasıyla,
derin markaja gömülür 
sabır.

“iki numaralı emektar”
J.ak
7.Ekim.2013


*"Kime sorsan evinde bir oda eksik." Ö.Asaf


3 Ekim 2013 Perşembe

mutluluk

tutuklu hayallerim firar ettiler
aşk şiirlerimin demir parmaklıklarından.
mutluluğu yutkunurken,
iki büklüm ezilişini hissettim içimde.
gözlerim kim bilir kaç hüznün cehenneminden
izliyordu cenneti,
sayamadım.

"mutluluk"
j.ak
3.Ekim.2013 


yarım Nisan

eski bir kokunun sağdıcı rüzgâr
savaş zamanından kalma enkazını içimin, 
korumaya aldı bahar 
bir yanım toz duman,
bir yarım Nisan. 
şimdi omuzlarımdan 
yapraklarca bildiri uçuşuyor yollara
üzerinde, 
anarşist bir yazı barındıran.

“yarım Nisan”
j.ak
3.Ekim.2013





23 Eylül 2013 Pazartesi

GÖZ GÖRE GÖRE!

22 Eylül Pazar günü Olimpiyat Stadında oynanan Beşiktaş-Galatasaray Maçı, kendilerini 1453 Kartal diye adlandıran bir grup tarafından provoke edildi ve maç tatil edildi.

Başta Beşiktaşlı çArşı taraftarı olmak üzere herkes bu iğrenç oyunu anında gördü ve on yaşındaki çocuklar dahil, kimse yemedi. Ee? Peki yemedi de ne oldu? İşte artık memlekette asıl durum bu “göz göre göre” yapılan provokasyonlar, göz göre göre tutuklanan insanlar, aylarca yıllarca suçları ıspat edilememiş bunun yerine sahteliği ayan beyan gözler önünde olan belgelerle insanların hapislerde çürütülmesi ve daha nice göz göre görelikler…

Kaşımak kızıştırmak, insanları galeyana getirmek ve böylece iç karışıklığı tırmandırmak, iç karışıklığı tırmandırdıkça gündemi bu suni ve alakasız konularla doldurup, sıcak para bağımlısı patlamış ekonomik gidişatı ve sınırlarda olup biteni gözlerden kaçırmaktır işin makro boyutu.

Bu ve benzeri iktidarların siyasetlerine tıpkı dini alet ettikleri gibi, zamanı geldiğinde heybelerinden çıkararak gündemi oyalayacakları çeşitli oyuncakları vardır ve endüstriyel futbol da tüm dünyada olduğu gibi bizde de zaman zaman hop diye o heybeden çıkartılıverilir. Futbol şu anki haliyle, siyasetçilerin gündem meşgul etmek için kullandıkları araçlardan biri olmayı uzun yıllar daha sürdürecek.

çArşı Taraftarı Gezi Parkı direnişi süresince sergilemiş oldukları vatanperver duruşları ve direnişin en organize grubu olma özellikleriyle tüm yurtseverlerin gönlünde taht kurmuşlardı. Zekice sloganları ve dik duruşlarıyla iktidarın iyiden iyiye canını sıkmışlardı. Bir şekilde bu grubun biletinin kesilmesi gerekiyordu. Dün gece oynanan tiyatroda da aynen bu gerçekleştirilmiştir.


İktidar ne istiyor?

Emin olun ki iktidar uslu durmuyor diye kesmedi bu cezayı çArşı’ya. - ki henüz cezanın ne olacağını tam olarak bilmiyoruz, sanırım yarın açıklanır. Ama ben diyeyim yarım sezon, siz deyin bu sezon komple, BJK maçlarının seyircisiz oynanması olacaktır ceza. - Bilakis bu grubu daha da kızıştırmak için yapıldı bu çirkefçe provokasyon.

İktidar kargaşa istiyor! Daha fazla kargaşa, daha fazla kavga dövüş, daha fazla sertleşen bir sokak hatta sokaklar istiyor. Çünkü pislikler arttıkça daha büyük örtülere ihtiyaç duyulur.

Ne yapmalı?

Yapılması gereken iki şey var. Eğer Ceza yukarıda belirttiğim şekillerde gerçekleşirse, Fenerbahçe Galatasaray Trabzonspor başta olmak üzere, tüm birinci lig takımlarının taraftarlarının çArşıya destek olmaları ve hiçbir maça gitmeme kararı almaları gerekiyor. Eğer bu büyük boykot gerçekleşirse o zaman iktidar da Federasyon da şapa oturur. Maçlara gitmeyin. Gitmeyin ki tüm statlar bomboş kalsın. Gitmeyin ki futbolu siyasi amaçlarına alet edemeyeceklerini görsünler. Gitmeyin ki halka karşı yapılan bu kötülük, iyi bir şeyin başlangıcı olup insanımızda boykot bilincini oluştursun. Gitmeyin ki daha fazla salak yerine koyamasınlar. Unutmayın biz halkız. Biz kuvvetliyiz onlar zayıf. Aynısı AVM’ler için, yabancı mallar için de geçerli elbette. Ama halk ne yazık ki gücünün farkında değil.

İkincisi ağır bir sorumluluk ve bu da çArşı taraftarına düşüyor. Verilen ceza her ne olursa olsun, vakur duruşunuzu asla bozmayın ve sizden istenildiği gibi kızışmayın. Onların oyununda figüran değil, kendi destanınızda  baş rol olun!

Özetle artık göstere göstere oynanıyor oyunlar. Yersen.
Ha yemedik de ne olacak peki? 
E zaten adamlar ye diye yapmıyorlar ki, daha da kızıştırmak için. Çünkü  yemeyince sinirler tırmanır. İstenen budur.
Kısacası koskoca memleket hâlâ 3F ile yönetiliyor, eğlence, din ve futbol.

Yeter! 






21 Eylül 2013 Cumartesi

yine de aşk

akşamdan kalma bir şehirden
ve düşümdeki üst geçitten,
fikir suçları aktı.
dün sabah kan şekeri,
acı açlığa uyandı.
duyulmamıştı o gün
gece şiirlerinin şarkısı,
mağrurdu sonbaharda
sabahın altısı.
yine de aşk bıraktı
en güzel sözleri yola
soluklanırken sıcak çay,
kahvaltı masasında.
ayazla tanıştırdım sonra
anlatamadıklarımı
o ayaz ki görmedi hiç
giden canlarımızı.

“yine de aşk”
j.ak
21.Eylül.2013   

              




17 Eylül 2013 Salı

taşınmaz yazılar

dublörsüz oynanırken  
gidiş sahneleri
çaresizdir ara sokak,
gösterir ters istikametleri.
belki yalnızım duvarda
bağışlanmış merak gibi
nöbet tutar belirsizlik
taşınmaz yazılar gibi.
portatif bir özlem katlanır
o an mütemadiyen
ve bir kat daha sıkışır
acıtarak büyüten.

“taşınmaz yazılar”
j.ak
16.Eylül.2013


9 Eylül 2013 Pazartesi

asosyal devlet

Zafer yürüyüşü için
Ethem Sarısülük Parkı’nda toplandık
dört döndüler etrafta
başkent tomaları.

Anıttepe’de yürüyüş sonrası,
ıslattı fener alayını şiddetli sağanak
kesin yağmur bombası attılar dedi
hemen önümde duran bir paranoyak.
gözlerinin içine bakarak;
“Allah’ın toması yok!” dedim, güldük…

sonra Kenedi Caddesi’nde bir bara geçip oturduk.
dışarıda o tek perdelik oyun yine sahnelendi
takım elbiseli ve eli haydarlı bir grup, caddeye indi.
millet izledi ayaküstü ve inanmış gözüktü.

toma-2, toma-3, toma-4, toma-7
ve bir akreple otuz kadar çelik yelekli.
Bestekâr Sokak’tan Kenedi’ye
kaç kez dönüp indiler, saymadım
sonunda nişan aldılar üzerimize,
Voodoo Bar dem rehavetinde.
üstelik sular kesikken fatura yüzünden evde,
yaşam tarzımıza bolca sıkıldı yok yere.
kiminin kolu-bacağı kesildi
kırılıp saçılan bardak çanaktan,
kimi lanet edip bıktığını haykırdı
böyle yaşamaktan.
on saniyede harabeden farksız kaldı orası
ve boşalıverdi kaç kişinin ekmek kapısı.

başını almış giderken koca memleket
herkesle düşman oldu
bu asosyal devlet.

“asosyal devlet”
j.ak
3. Eylül. 2013


21 Ağustos 2013 Çarşamba

Muhtar'ın Yeri

belirli,
saatler ve mevsimler
yatışlar kalkışmalar kalkışlar
oyunlar kışlalar alkışlar
bilgiler haberler tatiller.
bir ara koyun boku kokan yerlerin
sezonluk efendileri,
şezlonglarını güneşe çevirsinler diye
günde bilmem kaç kere
emirler yağdırıyor sezonluk kölelere
oysa on saatlik kölelik
onlar için de başlayacak, tatilden eve dönünce.
o sırada telefonda konuşuyordu
sezonluk efendilerden biri;
o bir çalışmadan duramam insanıydı besbelli
bağırıyordu banka görevlisine anlaşılmayan dilde
ki ben izlemek istemiştim o an
çay ve tütün eşliğinde
güneşin nazlı inişini karşı sahile.
statosfere yükselirken ses,
anladım ki zaman hâlâ alabildiğine çömez
bir uyanıklık uykusunda neredeyse herkes.
tekneye doluştu toz duman  kalabalık,
istikametleri Bitez.
belirli,
silâhlar ve mermiler
mikroplar hastalıklar ilaçlar
gazeteler dergiler sanatlar
sınırlar düşmanlar kazananlar.
Sürmeli Hanım’ın erkek arkadaşı çıkageldi,
ki o plajın en sakini
köpekler giremez levhasının yanından
denize girdi önce,
sonra sağ arka bacağını kaldırarak
sınırlarını işaretledi:
üç şezlong, köşedeki palmiyenin dibi
ve Muhtar’ın çimleri.

“Muhtar’ın Yeri”
j.ak
21.Ağustos.2013 / Küçükbük







19 Ağustos 2013 Pazartesi

sessiz

üzerinde dumanlı mesainin ağırlığı
yarıya indi gözkapakları
bir yoksunluk nöbetine sarılıp
öylece uzandı.

barıştı bir ara rüya, özgür uykularda.

bir koku çalındı burnuma
atonal, nefesli sazlarla
Hekimköy’e giden dolmuşta
uğurlu sayılara inancım yoktu ama
tapardım bir zamanlar forma numarama.
bir soru vardı, can çekişen eski zamandan
yüzünde eski yaralar,
boğazında kurumuş kan.
ne zaman dönüp içime baksam
göz göze geliyorduk  hiç yoktan
cevapsızlar mezarlığına göm beni dedi
son nefesinde,
korkmayı keşfetmediğim yıllara dairdi soru,
karanlıktan.

“sessiz”
j.ak
19.Ağustos.2013