9 Haziran 2014 Pazartesi

DAHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLAR

Dahili ve harici bedhahlar –düşmanlar-!

Kimdir bunlar ve bizden ne istiyorlar? Bu memleketin başına örmeyi düşündükleri çorap nedir/nelerdir?

Dış düşmanların istediği yüz küsür yıldan beri hiç değişmediği için artık ezbere biliyoruz. Memleketi bölmek istiyorlar. Büyük İsrail için Büyük Ermenistan için. Kürt(?)’leri çok düşündüklerini hiç zannetmiyorum/z. Etnisite üzerinden uygulanan aşı nihayet tutmuş ve Fars-Arap-Türkmen karışımı coğrafya halkı tarafından bambaşka bir etnik kimlik oldukları gerçeği öne çıkarılarak ana dil ve özerklik sonrasında bağımsız devlet palavralarıyla kalkışmaları sağlanmıştır yıllar içinde. Dış düşmanlarımız, bugünün sömürgeci devletleri ve tröstleridir.

İç düşmanlarımız Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nden beri aynıdır. Gericilerdir. Yapmak istedikleri, Atatürk Cumhuriyeti’ni devirip kendi II. İslâm Cumhuriyetleri’ni kurmaktır. Kim olduklarını söylemeye gerek var mı?

Kurumlar süratle dincileştiriliyor. Milli Eğitim’den Atatürk ilkelerine bağlı yurttaş yetiştirme maddesi çıkarıldı. Yaşam şeklimize ciddi müdahalelere son 2 yıldır büyük bir ivme kazandırıldı. Televizyonlar iyice izlenmeyecek hale getirildi. Başına türbanını takan kanaat önderi gibi konuşuyor. Televizyonlarda artık cinler periler büyüler tartışılır oldu. Bilim kurumu Tubitak dahil tüm kurumlar din kisvesi altında sürreel hurafelerle doldu taştı. LGS’de sınav kazanamayan çocuklar zorunlu olarak imamhatiplere gidecekler artık. İç kargaşamız tırmandıkça neler olup bittiğini gözümüzden kaçırıyor olabiliriz ama gerçekler ortadadır.

Memleket fizikî bir bölünmeyle eş zamanlı –son 30-40 yıldır- düşünsel anlamda da ayrı düşen öbek öbek insanlarla doldu. Dezenformasyona uğramış tanımlar, tarihsel köprülerin bir türlü kurulamayışı, eksik ve hatalı bilgilenme ve yanı sıra tüm bu dezenformasyonun;  entelektüel, sanatçı, fikir adamı, en asil duygu insanı şeklinde tarifleyebileceğimiz kişilere “hümanizm” üzerinden söylem olarak benimsetilmesi ve bolca tekrar edilmesi korkunç bir bilgi kirliliğine neden olmuştur.

Milliyetçilik ayıplı ve yasaklı olmuş, bayrak vatan aşkı ile alay edilmeye başlanmıştır. “Milliyetçilik günahtır” bile diyenler çıkmıştır. Ne olarak doğacağımızı seçemediğimiz için günahmış. İyi de sormazlar mı adama annenizi seçebiliyor musunuz? O halde annenize… Neyse uzatmak istemem bu bahsi çünkü son derece abuk sabuk yerlere gider bu mesele.

Şu anki konumuz çok daha trajik ve önemli. AKP başta olmak üzere meclisteki tüm partiler, bölücü terör örgütü ve ordu (TSK demiyorum, Türk gibi düşünmeyen bir ordu tsk olamaz çünkü) birlik olmuşlar, sömürgecilerden aldıkları talimatlarla iç savaşı körüklemektedirler.

Bu körüklemenin iki sebebi vardır:

    1-  Güneydoğu’da etnik kalkışmayı ve karışıklığı alevlendirerek İKİZ YASALAR’ı devreye sokmak uluslar arası tanınmayı sağlamak.

    2-  Dahili düşmanların Atatürk Cumhuriyetini yıkarak II. Cumhuriyeti (ılımlı islâm cumhuriyeti) fiilen hayata geçirebilmek. İşte karışıklığın tüm yurtta çıkartılmak istenmesinin nedeni budur.

Şimdi ver kurtulcu, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncı hümanizmle bozmuş sevgi pıtırcıkları; yani kendilerine hiçbir şey olmayacağını sananlar var ya hani? İşte iç ve dış düşmanların plânları gerçekleşirse bunda sizlerin şuursuzluğunuzun da payı çok çok büyük olacaktır! Haberiniz olsun.

Uyarımı yapıyorum.

Tarih sizleri de yazacak bir kenara, bunu unutmayın!




2 Haziran 2014 Pazartesi

sim'leri sürülü

Yarı gerçeğinde ömrün,
Düşlerini yaşadık çoğu
Yer gök maviydi ya hani, 
Iskotasız uyunan sandallarda.
Gözlerimize değdi pa Tak-
Sim'leri sürülü sürülere sır.
Anlaşmalarına bakıyorduk toprağın,
Devriklerin sarı kağıtlarından.
Büyüklerinizi büyüteçle,
Görünmez mikroplarınızı çıplak gözle 
Gördük, ayıkken.
Elimdeki kadehte aşk vardı o an, 
sek ve duble!
Devirmek dürtüsüyle, 
yudumlamış bulundum.
İz?
İndeymiş kimisi, 
Gözyaşları `çok sesli`
Hiç farkında değildim oysa,
Fazla mesaideyken Soma'da, 
O madende kaybolup,
pınarımı kuruttum.
Yarı gerçeğinde şu ömrün,
Kâbusuna tırmandım.
Yer kök adresken memlekete,
Bir Taksim üç, eşittir kana.
Madem oturduk bu sofrada,
Bütün hesap benden!
Madem oturduk bu sofrada,
Hesaplar sizden sorulsun...

“sim'leri sürülü”
j.ak
2.Haziran.2014

30 Mayıs 2014 Cuma

SAHİPLER VE KANAAT ÖNDERLERİ - 2014

Aradan tam bir yıl geçti;

Geçen sene, 31 Mayıs’ta geceyarısı tamamen kişisel bir panikle Gezi Park’ta neler olup bittiğine dair bir yazı yazalı tam bir yıl oluyor. Eksik gedik dilim döndüğünce, geçen seneki kalkışmanın “Kanaat Önderleri”nden dem vurarak, yapılmak istenenin aslında neler olabileceğine dair bazı öngörülerde bulunmuştum. Hemen hemen hepsinin aynen söylediğim gibi çıktığını şu geçen bir yıl bana doğruladı. Fal gibi. Ama işte ben falcı falan değilim. Memlekete yalın bir gözle bakmasını bilen herkesin hele de siyasi tarihçilerimizin çok daha net bir biçimde bunları gördüklerinden de adım gibi eminim.

2011’den beri milli bayramlarımızı kutlamamız şu veya bu biçimde engelleniyor. 29 Ekim Van depremi bahane edilerek, 23 Nisan çocuk ölümleri bahane edilerek, 19 Mayıs Soma katliamı bahane edilerek kutlanmadı. Kutlanmayı geçelim elbet, anılmadı bile neredeyse. Birileri aklımızla adeta alay ediyor. Söylem kumkumaları sokaktaki aktivistlerin ta kendileridir. Bir arkadaşım onlar için “dil polisi gibiler” demişti. Dil eşkiyası desek daha doğru olacak sanırım.

Karşı görüşlere asla tahammül etmeyip, sürekli demokrasiden ve özgürlükten bahsetmelerine rağmen, bir karşı söylem duyunca derhal “susturuculuk” yapıyorlar.

İnsaniyet ve merhamet duygularını ajite ederek toplumsal baskı oluşturuyorlar ve kitleleri sanal bir algı üzerinden hareketlendiriyorlar.

Kendi aklıyla düşünebilen bir cahili, başkalarının fikirlerini kendisininmiş gibi inanarak söyleyen bir okumuşa tercih ediyorum bu ara/bu yüzden.

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde;
Gözyaşlarımızı basamak yaptılar! 
Duygularımızı çiğneneyerek  devleti yok etme merdivenini hızla tırmanıyorlar!

Önümüzde duran tehlike hem bölünerek Doğu ve Güneydoğu’daki bereketli toprakları kaybetmek, hem de şu anki rejimle sıkıntısı olan dahili unsurların Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkma, yerine kendi II.Cumhuriyet’lerini dayatma emelleridir.

Bu emeller konusunda dış mihraklar yıllardır milimetrik bir şekilde çalıştılar ve içeride destekledikleri Zübükzadeler’i, ancak gdümlü bir siyasete malzeme olup, iktidarıyla muhalefetiyle buna gerekli zemini hazırladılar. AKP dönemi Marshall ve Nato’dan beri gelmiş geçmiş en yüksek ivmeyi sağlamıştır,maddi-manevi; kayıplarımız, borç girdabına saplanmamız ve Atatürk ilkelerinden verdiğimiz tavizler konusunda…

Şu an devletçiliğe bakıyoruz devletçilik ilkesi diye bir şey var mı? Yok. Özal’lı dönemle başlayan özelleştirmeler son hükümet dönemi zirve yaptı. Maden çöktü, özelleştirmeye hayır diye bağrıştılar. İyi bir şey tabii bazılarının ağzından bunları duymak. Hele devleti yıkmak parçalamak girişimlerine su taşıyanlar için şahane bir oksimoron. 

Milliyetçiliği etnosantrizmle karıştırıp faşizmle bulamaç edip önümüze koymuş dil eşkiyaları. Ve tabii bu zırvaların peşine takılan romantik de alabildiğine çok. Kafası karışmış, Türk yurdunda bir Türk. Ama olayların asla öznesi değil. Başkalarından bahseder gibi bahsediyor “diğer” tüm vatandaşlardan ve kendinden. Çıkarlarını korumak gibi bir şuuru yok. Geçmişte , bir arada yaşamış mıyız? Evet. Gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında mıyız? Eh sorduğunuzda evet diyor.  Aynı vatana sahip, dil, kültür ve duygu birliğimiz var mı? Var. Türkçe edebiyat yapıp nobel bile alıyor bu zevat. Ee derdin nedir o zaman?

Cumhuriyetçilikte durum vahametini katlanarak artırıyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti ufaltıldı ufaltıldı teecee yapıldı. Cumhur yabancılaşma efektleri vermekte, rejimse tıpkı saltanatlık gibi.
Halkçılık, Hükümetlerin Atatürk’ten sonra asla olmaya yanaşmadıkları bir ilke. “Halk kim ki zaten!.. yüzde bilmemkaçı şöyle böyle” uzantılı bir öznefreti de sözde aydınlar tarafından yine bu halka söyletilmiş -söyleyene kendini iyi mi hissettirir bilinmez- ve halktan kopuk siyasi anlayışla tam aksi yaratılmıştır. Ulusal egemenlik milletindir ilkesi oldu mu size “ulusal egemenlik Allah’ındır”?!
Konu dönüp dolaşıp Laikliğe gelmedi mi ta Menderes’ten beri? Dini kullanmayan bir parti var mı bu memlekette? Kadınların türbanının ve eteklerinin altına girmeyen? Özgürlük diyerek hem de. Demokrasi diyerek. Şu an din ve devlet işleri birbirinden ne kadar ayrıysa ben de o kadar şimendiferim. 

Tam bağımsızlığaysa sustum. Buna bir şey demeyeceğim…

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, şu an sadece kağıt üzerindeliğini korumaktadır. İlkeleri hayatımızdan koparılmış olmasına karşın teknik olarak varlığını sürdürüyor.

Gezi Park’a ve yarınki eylemlere dönecek olursam, bir yıl önce ne düşünüyorsam şimdi de düşüncelerim, “yurt dışından ithal bir kalkışma” için değişmedi. Çünkü Gezi direnişi hiç de öyle –bu ara sıkça tekrar edilip durulduğu gibi- kendiliğinden falan olmuş değildir. Ön Asya’da Arap Baharı diye adlandırılan kalkışmaların tümünde occupy organizasyonu görmedik mi? Diren diren! Hazırlıkları gördüm geçen yıl, Cumartesi günüydü. Taksim’deki duvarlarda occupy, yumruk, şablonlanarak yazılmıştı. Siviller kol geziyorlardı ve provokasyon-fısıltı gazeticiliği yapıyorlardı.

Geçen yıl gezi olayları, yaz boyu devam ederken, Güneydoğu’da BOP’a uşaklık edenlere kalan, “ilan” etmek oldu sadece. Analar ağlamasın deniliyordu on yıldır. Ağlak ağlak. Bir yandan analar ağlamasın deniliyor, bir yandan olağan her yılki dağa çıkışı PKK silah bıraktı’ya bağlıyorlardı. Bu arada medya ve TV.’da, orada şehit olan korucu ve vurulan askerlerin haberleri de halka hiç duyurulmuyordu.

Bugün 30 Mayıs. Son 2 haftadır deli divane sosyal medya operasyonu sürdürülüyor. Geziyi hatırla, geziyi unutma şeklinde. Yahu unutulacak bir şeymiş gibi!!! Üzerinden 40 yıl falan geçer de farkındalık yaratırsın. Daha polisin katlettiği çocuklarımızın acısı dinmemişken ne hatırlaması ne unutması?! Duyarsız olmakla suçlanmak da var tabii.

Ama asıl duyarsızlık memleket giderken, rejim dahil her şey tehlikedeyken Güneydoğu’da sıcak gelişmeler yaşanırken, kamuoyunun dikkatini Taksim’e çekmek ve yüzlerin o tarafa çevrilmesine “hükümet ve dış mihraklar eliyle” destek olmaktır…
Yarın memleket yeni bir kargaşaya ve bu kargaşa ardına gizlenecek olan sinsi planlara gebedir. Böyle konuşunca AKP’yi desteklemekle bile suçlayanlar oldu. Yapmayın etmeyin! Bir düşüncenin peşine takılmıyor olmak, o düşüncenin karşıtı olmak demek değildir. Karşısında değil çaprazındayım canım kardeşim! Çapraz ateşlerdeyim. Memleketi başkalarının sana layık gördüğü ucube bir planla kurtaramayacaksın. Occupy organizasyonun girmiş olduğu hangi ülke şu an refah içinde “özgür” ve “demokratik” olmuştur sorarım! Libya mı? Tunus mu? Fas mı? Mısır mı? Suriye mi? Sudan mı?

Occupy organizasyon ve aktivistler neden 3. Köprü yapımında katledilen hektarlarca arazi için eylem planlamadılar?

Siyanürle maden aranırken ve oralardaki binlerce insanımızın hayatı tehlikedeyken?

Eğitim sistemimiz 4+4+4 olurken?

Bize İsrail’in kör GDO’lu tohumları dayatılırken?

Neden dev pankartlarla yumruk şablonlarıyla faşing havasında o muhteşem organizasyonlarını yapmadılar?

Listeyi uzat uzatabildiğin kadar! Yapmazlar! Çünkü bunlar seni beni doğrudan ilgilendiriyor. Onları değil. Onları ilgilendiren Türkiye’yi diğer Ön Asya ülkeleri ve Ukrayna gibi bitirmektir. 

Taksim, bu memleketin siyasi geçmişindeki en büyük mitinglerin yapıldığı yer olması nedeniyle önemli bir meydandır. Mayıs 1969'da California'daki park eyleminden beri benzer tezgahlar hazırlanıp sahneleniyor dünya üzerinde. 

Yarın sloganlar atan aktivistler, saldırılar başlayınca her zaman olduğu gibi çil yavrusu gibi dağılacaklardır. Çevir kafanı bir bak, Güneydoğu’da polis bölücülere elini sürebiliyor mu? Haşa! Yine biz öleceğiz, yine biz kırılacağız. Üstelik neden? Büyük İsrail ve büyük Ermenistan kurulabilsin diye, yeni sınırlar çizilsin diye!

Başkalarının oyunlarında figüran olma! Kendi oyununu yazıp yönetebildiğin an Devrim de senin vatan da senin olacaktır!

Jale Altunel- “Sahipler ve Kanaat Önderleri 2014”


18 Mayıs 2014 Pazar

Lir Çalıp Kopmak

Mefistofeles'e meydan okuma
 
okumasının, 


A'sıyla Z'si arasında seyirlerdeyiz

 
rüyalar denizinde. 


Boş dalgalarda


loşa kürek çeken


mahkûmlar gibiyiz


düzlere yokuşlar


inişlere yem borusu senfonisi


çizeriz...



"lir çalıp kopmak"
j.ak
18.Mayıs.2014

7 Mayıs 2014 Çarşamba

`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ

Solaa dön!!! Uygun adım marş! Bir ki bir ki…

Eskiden yabancı işgal kuvvetlerinin “milliyetçi” etiketli uzantıları varmış. Şimdilerde yabancı işgal kuvvetlerinin “sol” etiketli uzantıları var.  Ejnebi çok akıllı. Trend ne yöne doğruysa oraya bir uzantı bir aparat eklemleyiveriyor. O dönem liboş milliyetçiler vardı. Şimdi liboş solcular var.

Türkiye’de “bir moda akımı olarak siyaset” dersek, bu türden kavram kargaşalarıyla dolu algısal yanılgıları çok iyi tarif etmiş oluruz.

Moda nedir? Boynuna halk kardeşliği(!)ni yansıtan bir poşu takmak, o da olmadı batik desen bir fular. Tarkan da sahneye poşuyla çıkmıştı. Arap dünyası kullanır. Yaser Arafat’ın da simgesi gibiydi. Ama aynı zamanda bir Türkmen giysisi olarak da karşımıza çıkıyor poşu ya da poçu. Neyse, moda diyordum. Moda takılınan yerlerdir misal. Bu yerler hüşû içinde barış kardeşlik ve özgürlükle dopdolu bir havaya sokulur işletmecileri(?) tarafından. Solcumuzun aidiyete dair hissiyatı en ufak bir boşluğa düşmez, güvende ve sürüler halindedir. Aynı zamanda sürreel haldedir. Uçuş her türlü serbesttir. 

Bir evrensel bir evrenseldir sorma gitsin! All the people. Enternasyonal. Şönn! Oysa ondan başka tüm dünya ülkeleri gayetle millidir. Ama o buradan başlatacaktır ya bu işleri. Dünya yanlış, o doğrudur ya… O tarz.

Dünyanın hiçbir ülkesinde milli olmayan sol yokken [Olanların coğrafyasına ve siyasi konumuna bakacak olursak herhangi bir sömürü tehtidi kalmamış ve zaten enternasyonal palavrası için süs bitkisi gibi göstermelik, sömürgecilerin vitrini konumundaki bir iki ülkedir. Sömürgecilerin “şunun gibi”, “bunun gibi” diyerek bize dayattıkları ülkelerde, burada yapılmaya çalışılan bölünmüşlüğü de görürüz. Ancak mevzunun bu coğrafya ve Cumhuriyetimizin bir tür yazılı belgesi olan Lozan Anlaşması’yla uzak yakın bir ilişiği yoktur.] bizde milliyetçilik, faşizmle eşdeğer kavramlarmış gibi birbiri ardınca bir tekerleme gibi kullanılır yeni moda solcular tarafından. Milliyetçi faşist!!! Ya da “faşist milliyetçi!”. Faşizmin ne anlama geldiğini ya bilmiyordur bu çok okumuş solcumuz –ki kuvvetle muhtemel olan budur-, ya da, bu da diğer çarpıtmalarda olduğu gibi söylem’le kulakları alıştırma taktiğidir bir nevi..

Söylem tramvayı düdüğünü öttüre öttüre gider:

Yaşasın halkların kardeşliği!
Birleşe birleşe kazanacağız!
23 Nisan’ı kutlamayacağız!
Ermeniler’den özür diliyoruz!
Faşist Milliyetçi!

Ve daha bir sürü abuk sabuk, ipe sapa gelmez safsatanın papağanıdır bizim liberal solcumuz. Şu an esefle kınadığı yürütmenin başı Tayyip ve şürekâsıyla taban tabana aynı çanağa su taşıdığının farkında değildir! Ama ondan âlâ hükümet muhalifi de yoktur. “Tayyip istifa” derken ses tellerinde nodüller oluşmuştur.

Dilinden devrim lafı düşmez liboş solcumuzun! Nasıl devrimcidir nasıl ah... Ama gelin görün ki tüm Dünya’nın hayranlıkla ve büyük bir gıptayla andığı büyük devrimci Atatürk’ü bir türlü beğenmez, sevmez! Bir atı olsa halbuki, o da ne devrimler yapacaktır ama tek eksik attır işte!

Söylemi yarat, mahalle baskısını kur!

Özür dilemekten tutun da milli bayramlarımızı kutlamama konusundaki dayatmalara değin, önce internetin güzide oluşumları twitter, facebook vb. platformlarda pompalanıyor bu söylemler. Sonra da kitleler peşinden sürükleniyor. Biz millet olarak duygusuz ya da olana bitene kulak tıkayan insanlar değilizdir. Duygusal baskı, her daim iş görür bu coğrafyada. Bu yılki 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı öncesi bir çok çocuk ölümü oldu. – ya da?..-

Düşününce, Van depremi sonrası Cumhuriyet Bayramı kutlamamak, kutlamak isteyen vatandaşlarımızın üzerine tomalı saldırılar, 19 Mayıs’ların stat gösterilerinin iptali, 30 Ağustos’ta –izinli olmasına karşın, ki neden ve kimden izin alalım onu da anlamış değilim- Ankara’da yaşadığımız komedi… Demem o ki birileri(!) bizim milli bayramlarımızı kutlamamızı istemiyor. Cumhuriyetimizin kuruluşuna altın harflerle yazılmış bu mihenk taşı tarihler birilerine rahatsızlık veriyor. Çünkü bu Cumhuriyetin kendi sınırlarını ve kendi milletini tayin eden Lozan Anlaşması’yla taçlanmıştır tüm o tarihler. Ve küresel eşkiyalar o Lozan’ı ve dolayısıyle bu Cumhuriyeti geçersizleştirmenin planlarına, bölücü maşalarıyla  yön vermektedirler. Cumhuriyetin tüm getirilerinden nemalanacaksın, sonra Atatürk’ü ve Cumhuriyeti beğenmeyeceksin… Nerede yaşıyorsun hemşerim sen? Uzayda mı?

Sömürgeci maşalarının eski şekli liberal milliyetçilikti. Yeni moda şekliyse liberal solculuktur. Sömürgecilerin çanağına su taşımak birinci ve başlıca görevleridir –farkında olarak ya da olmayarak.- Milli sol ise memleket çıkarlarını korur. Sömürüye emperyalizme, bölücülüğe karşıdır. Mış gibi yapmaz!

Asıl faşizm liberal solun intenet platformlarındaki mahalle baskısıdır ve kendi söylemlerine karşı-söylem üretebilenleri sindirmek, susturmak ve dışlamak düsturuyla hareket ederler. İşte biz buna liboş sol faşizmi diyoruz!

Bu öyle bir hal almıştır ki, olaylar sorgulanmadan, tıpkı o hülooğ diye bağırdığı için alay edilen cahil ve biçare kadıncağız gibi, sözümona ulusalcı geçinen gürühun da bu söylemlerin peşine takılıp aynı teraneyi koro halinde tekrar etmelerine kadar varılmıştır. Müthiş bir psikolojik travmadır bu. Gerçeklerin açlık sınırında kıvranmasıdır bu. Alay ettiğiniz kadıncağızdan ne farkınız kalıyor? Sizler cahil değilsiniz ki her lafın ardından gidesiniz…
Bir de ikinci grup var tabii. Onlar da ortamını, arkadaşlarını, çevresini kaybetmek istemeyenler. Etliye sütlüye ve memleket meselelerine pek karışmayanlar yani. Bu yaptırım karşısında sesi kısılanlara ve sorgulamadan söylem üzerine atlayanlara diyeceğim sadece iki çift laftır:

Biraz yürekli olun canlar!

Ve sorgulayın! Siz sazan değilsiniz, hele cahil, hiç değil…


`LİBERAL SOL` FAŞİZMİ…
                                                                                                          Jale ALTUNEL



25 Nisan 2014 Cuma

insanî


Geçirmişler boynuna 
insani boyutlu yularımsı ipi,
farkında mısın? 

Ağzından çıkan renk, edilgen mavi…

“insanî”
j.ak
25.Nisan.2014




17 Nisan 2014 Perşembe

serde kadim

Alın çizgilerime verdiğim paye,
inanç ihtiyacına verilmiş cevap.
Yüzüme,
 yeni bir harita çizmiş zaman.
Aynada bir kazı
gerçek,
sırrında kadem.
Damgalanmış,
el dokuması halı deseni
yerde duran o atın
koşunmuş yelesindeyim.
Bir sevda düşmüş gibi okum
yerde gökte taşta
ve her yerde.
En çok da
ak memeli kızın yüreğinde.
Gerçek, serde kadim
aynadaysa,
yalan bir tarihi
yazıyor da yazıyor yüzüme.

“serde kadim”
j.ak
17.Nisan.2014



12 Nisan 2014 Cumartesi

imzasız sözleşme

Huzuruma çıkıyorum bu ara izinsiz
kara parçalarımın küçük dağlarına
inen sis, kara.
Huzurdayım, yol yorgunu,
çakıllarla minareler çekilir
her dalgada
Işıklara bakan yüzünden şehrin,
kayıt dışı.
Düşünmeye fırsat olmaz
düşerken aşka,
yokluğa, ya da umuda.
Öğrenmiş oluruz belki de 
ne beklediğimizi,
son solukta.
Huzuruma çıkıyorum atalet iştahlısı
yanımda imzasız bir sözleşme
yalnızlığın ıslak ışığında okuyabildiğim
kendime.
Huzurumdayım
rahatsız edilmeyi beklercesine
ormanla deniz arasında
bakımsız bir evde.

"imzasız sözleşme"
j.ak
12. Nisan. 2014

7 Nisan 2014 Pazartesi

haberimiz yokken

Geçtiğimiz yıllardan çağır beni
burası uzak.
Yanmış basamaklarından bahsedelim
merdivenin,
yıkanmış ve
yazılmamış olsun rolleri.
Dilsiz çocuğu aşk olsun sansürün
pandomim serbest
ve geçtiğimiz asırdan mirasmış meğer
azla yetinmek.
Haberimiz yokken haberleşelim
bunca yaraya bürünmüşken
şehrin göz değmeyen gölgeleri
ve dönüşürken sokaklar, topraklar,
leylak ağacını köküyle eve alan Zehra’nın
ihtiyaç listesindeki ilaç olalım
kaçıncı önceliği o hastalık, bilmeden.
Hep yaz olan mevsimlerden çağır beni ki
ısınmış olsun ellerim,
bunca zaman geceye
ve bunca gece bürünmüşken sessizliğe,
körfezden göğe ışıyan yakamozun
sesi olup,
haberleşelim…

“haberimiz yokken”
j.ak

7.Nisan.2014

4 Nisan 2014 Cuma

ruhlarımız memnun oldu

aynı yağmurdan içtik kör kütük
güneşi farklı açılardan gördük
acılardan  yaprak açtık
balta girmemiş rüyalarda taş olduk.

su olduk sonra bir vakit, yetmedik,
kuru dudaklarımızdan içtik.
kara budaklarımızdan içtik.
karalar bağlanmış
–ki-
topu topu üçte iki.
tanıştığımızda ölü müydük?
ruhlarımız memnun oldu,
kör kütük yanmıştık.

kara sularından çocuklar uçtu
birleşik masumiyet cumhuriyetinin
kimlikler sorulduğunda
güneşin kör karanlığında
ayaktaydılar.

sorulduğunda kimlikler
ay tozu serpilmişti çıplak bedenime
ve sevişmeyi bekliyordum özgürlükle.

uçmagda bulmuş çocuklar sonra,
aşkımızı.

“ruhlarımız memnun oldu”
j.ak
24.Mart/2014

27 Şubat 2014 Perşembe

döne döne


dolaysız türküler yandı, 
puslarda yürüdü bakış. 
sesime sarptı boynumda dik yokuş. 
bir düzlükte rastladım uykulu halime, 
konuşmazken içimden bile kendimle. 
ağırlanırken biz dolu şarapla, 
dönerek yankıdı semahî... 
ve gerçek, açlık sınırındaydı, 
öyle sağ-sakin. 

"döne döne"
j.ak
24.Şubat.2014

12 Aralık 2013 Perşembe

koyu kahve

Beni bırakma Yaz. 
İçimdeki seslere en yakışan göz rengi senin. 
Yalınlık derecemiz dona çekmiş, 
uyku bastırdı, sonsuz gezmelere 
ebruli, koyu kahve 
şekersiz ki, kendi tadında Yaz...

"koyu kahve"
j.ak
12.Aralık.2013

8 Ekim 2013 Salı

boş kovan

Kuru sıkı atışlardan düşen güven,
söze dair zamanlara  delil, boş kovan.
Yüzlerce kez kayıp gitmiş olmalı
kenetlenip tutunulan
ki koca bir tedirginlik kalmış, onca savaştan.
Güçsüzlük,
kronikleşebilen hastalığı insanın
farketmeden dik durmayı öğrenir gözyaşların
ve artık süt analığıdır o, dışarıda kalmışlığın.
Her şey para değil diye başlar lafa,
yeterince aç kalmamış biri,  
oysa üç kuruşun tecavüzcüsüdür 
on saatlik mesai.
Neyse dağılmasın konu,
tedirginlik diyordum,
tedirginlik…

“boş kovan”
j.ak
8.Ekim.2013


            

7 Ekim 2013 Pazartesi

İncir Ağacı


Anam öldü.
Anlamadım.
Gittim bir incir ağacıyla konuştum.
Anlattı sessizce,
Anladım, bu sefer de inanmadım.
Ölene kadar da inanmam.


          Cemal Can Özdemir





















iki numaralı emektar

Karanlık gibi süzüldüm odanın her yerine.
Dağılmanın ön şartıydı
kalanları der top etmek birkaç bavula.
Güçsüzlük hüzün taşır,
ve hüzün yok eder direnci
durumlara kızacak hal kalmadı.
Duygula sesler gibi sıkıştı
karanlık köşelere.
Üstelik benimdi o derme çatma doku
sinmişti üzerime.  
Bir süre kibir akıtmak gerek.
ucu açık merdivenin.  
Çıkmak istedikçe çekilir, yalnızlık. 
bir parmak burukluk çalar damağıma,
dağınıklığım ve acı.
Bu yalnızlık,
öylece iyi geliveren ev yapımı bir kocakarı ilacı.
Ve şairin dediği gibi, 
herkesin evinde eksikmiş bir odası.
Çıkmalıymışım buradan,
yoksa eksilirmiş gri hücreler ön frontumdan.
Zor oysa çıkmak,
derlediğim dağınıklıktan.
Ve korkuyorum, 
küçük ama önemli bir anıyı 
unutmaktan, duvarımda öylece, 
asılı duran.
Özlemi yorarken tutku,
okulun arka bahçesine bir kapı aralanır
iki numaralı emektar formasıyla,
derin markaja gömülür 
sabır.

“iki numaralı emektar”
J.ak
7.Ekim.2013


*"Kime sorsan evinde bir oda eksik." Ö.Asaf


3 Ekim 2013 Perşembe

mutluluk

tutuklu hayallerim firar ettiler
aşk şiirlerimin demir parmaklıklarından.
mutluluğu yutkunurken,
iki büklüm ezilişini hissettim içimde.
gözlerim kim bilir kaç hüznün cehenneminden
izliyordu cenneti,
sayamadım.

"mutluluk"
j.ak
3.Ekim.2013 


yarım Nisan

eski bir kokunun sağdıcı rüzgâr
savaş zamanından kalma enkazını içimin, 
korumaya aldı bahar 
bir yanım toz duman,
bir yarım Nisan. 
şimdi omuzlarımdan 
yapraklarca bildiri uçuşuyor yollara
üzerinde, 
anarşist bir yazı barındıran.

“yarım Nisan”
j.ak
3.Ekim.2013