14 Şubat 2015 Cumartesi

BİZİ BİZDEN ALIKOYANLAR

“İki lokma bir hırka” islam dininin en güzel öğretilerinden biri bence.
Ama bu söz öbeği birileri para içinde yüzerken diğerlerinin kıta kanaat etmesi anlamına gelmiyor olsa gerek…
Burada kimsenin inancını inançsızlığını ya da vicdanını sorgulayacak değilim. Ola ki son derece mahrem ve boyu aşan bir konu olması yanında saygı gerektirmektedir.
Ancak ne var ki geçen günkü yazımda gayet yozlaştırılmış bir seyirde, toplumun yarısını oluşturan kadın nüfusunun eve kapatılarak atıl hale getirilmesiyle ilgili birkaç satır yazmıştım.
Coğrafi zenginlikleri olan ülkeler potansiyel mazlum ülkelerdir. Sebebi sömürüye açık olmalarıdır. Afrika ve ön Asya dahil orta Asya ve hatta Avustralya açıklarındaki (denizinde petrol olan) ada ülkesinde bile 1950’li yıllardan beri etnik ayrıştırmalar yapılıyorsa varın bu işin büyüklüğünü siz düşünün. Ayrıştırmalar din-mezhep tabanında ya da etnik olarak her yerde karşımıza çıkıyor ve emperyalizmin ulus devletleri parçalayarak emellerine ulaşması yolunda herkese hazırladığı uyguladığı tuzak aynıdır.
Türkiye’de durum bu bakımdan içinden çıkılamaz boyutlara tırmandırılmıştır. Çünkü hem etnik, hem din-mezhep ayrımcılığı coğrafya üzerinde tarihsel öneme sahip.
Sağ ve sol bu ülkede bitti deniliyor. Böyle denme sebebi, sağı ve solu bakış açısı değil ideoloji olarak göstermek ve bu bakış açılarının Türk siyasetinde kimler tarafından nerelere saptırıldığını ört-bas etmektir.
Atatürk’ün ilkelerini bilmeyenimiz yoktur. Ezbere bilir takır takır sayarız değil mi? Ama içerikleri üzerinde durup düşünmek gerek. Halkçılık ve Milliyetçilik birbirinden ayrılmaz iki temel parçadır kanımca. Sol dediğimiz bakış açısı Halkçılıkla, Milliyetçiliği, birbirinden ayırdı. Birbirinden kopardı. Milliyetçiliği sağ bakış açısı gibi gösterdiler. Sağ görüş sermayeden yana olan görüştür. Türkiye’nin bugünkü şartlarında hangi milliyetçi sermayeden yana tavır alabilir bana söyler misiniz? Sermayenin ve halkın olduğu her dönem sağ ve sol olacaktır önce bunu iyice bilmek ve anlamak gerek.
Milliyetçiliğin içine Türk islam sentezi sokularak milliyetçilik deforme edilmiştir. Halkçılığın içine de etnik bölücülük sokularak halkçılık deforme edilmiştir. Bakın memlekette aydınlar katlediliyor. Bahriye Üçok’u, Necip Hablemitoğlu’nu katlederek milliyetçi kanadımız, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’yı katlederek Halkçı kanadımız kırıldı… Uçamaz olduk!.. Bu aydınlar bizim. Hepsi değerli, hepsi önemli şeyler söylediler.
Bize yapılmak istenen açıkça şudur: Sanki halkını düşünen, halkçı olan milliyetçi olamaz, ya da milliyetçi olan, halktan yana tavır alamazmış gibi. Oysa dünya üzerinde hiçbir sol yoktur ki milliyetçi olmasın. Milliyetçilik öncelikle ülke kaynaklarını ve zenginliğini kendi halkının paylaşması demektir. Sömürgecilere, “buyur ben yemiyorum sen ye” demek değil.
Şimdiye bakınca eski milliyetçilerin ”türk islam” sentezi ve (sermayeden yana) sağ görüş tuzaklarından uzaklaşmakta olduklarını, halkçıların da etnikçi siyaset güden tuzaktan uzaklaşarak bu önemli iki grubun birbirleriyle bütünleşmekte olduklarını görüyoruz. Ama sağ ve sol orada duruyor. Yani sermayedar büyük patronlar ve halk…
Atatürk, ilkeleriyle dimdik durmakta. Söylediklerini dosdoğru anlamak bize düşüyor.
Maocu olduk, Stalinist, Leninist, Marksist… Açık pazarlar kuruldu liberal ekonomi modelleri sosyal demokratlık şu bu. Hepsi de ithal malı uygulamalar, düşünce sistemleri. Eh bunlar yapılırken bir de bu memlekette Türkler, yani bizler yaşamıyor muşuz gibi bir hava yaratıldı.
Çünkü bu coğrafyada da, ön Asya’da da, orta Asya’da da emperyalizm için en büyük tehlike Türk unsurudur. Ve dikkat ederseniz kullandıkları yol ve taktik her daim Türk’ü  Türk’e kırdırmak olmuştur, hâlâ aynı taktik devam etmektedir. Ve din, elbette ideolojiler üstü bir boyutta ve önemde olduğu için kullanım araçlarından en önemli olanıdır.
kam
Din ekseninde de ideolojide olduğu gibi uçlar yaratılıyor. Ya radikal dindar ya da tam karşıtı ateist olacaksınız… ya nefret duygularıyla beslenmiş bir Türk ya da etnikçi liberal bir sol düşüncede olacaksınız. İşte şu an bütün Türki Cumhuriyetlerde aynı film sahnelenmekte. Üstelik Gök-tengricilik ve Kam yok sayılarak Şamanizm ve Şaman sanki Türk kültüne ait unsurlarmış gibi önemli bir dezenformasyon da yapılarak. Bu dezenformasyon daha çok Türkleri ateizme çekmek isteyen Ruslar tarafından yapılmakta. Bu konuda da ciddi çalışmaları var. Çünkü Göktengricilik ve İslamın örtüşen yanlarının coğrafyadaki Türk çoğunluk tarafından ayrıştırıcı değil, birleştirici bir unsur olduğu, unutturulmak, yozlaştırılmak ve gözlerden kaçırılmak isteniyor. Ki yeni-Avrasyacılığın temelini de bu yönde oluşturmanın peşindeler.
kam dansı
Bir yanda abd ve israil güdümündeki yeni osmanlıcılık, bir yanda rusya güdümündeki yeni avrasyacılık, bir yanda da bizim olan bizden olan ve düşünce sistemi dünya üzerindeki tüm ezilmiş mazlum Türkleri kapsayan Atatürk var yani.
Bizler eleştiriyoruz. Nefret duygularıyla bezenmiş Türkçüleri eleştireceğiz. Tıpkı etnikçi solcuları eleştirdiğimiz gibi. Etnikçi zırvalardan arınmış halkçılarız çünkü ve merhamet duygusu yok edilemeyecek olan Türkleriz. Bu yüzden derdimiz bizi biz olmaktan uzaklaştırmaya çalışanlarla olacak hep.
Sağlıkla…

Jale Altunel

7 Şubat 2015 Cumartesi

KADIN TÜRKÜSÜ ÇALDILAR BOYDAN BOYA


Hiç düşündünüz mü; bu coğrafyada neden “kadın” üzerinden döner siyaset? Kadın üzerinden sinsi bir şekilde algı operasyonları yapılır? Farklı farklı kadın kimlikleri oluşturulmaya çalışılır?

Bu sorunun yanıtını feminizm üzerinden vermeyeceğim. Zira feminizmin de sadece bir tezin antitezi olduğu gerçeği bir yerlerde duruyor. Başka bir yazının konusu olarak.


Türk Kadını’na dayatılan rol modellere bakınca;
Ya Arap kültürüne bezenmiş çarşaflı, sadece gözleri (ya da yüzü) görünen kadın, ya Kürt aşiret kültürüne bezenmiş kadın, ya da batılı, yani “çağdaş” kadın çıkıyor karşımıza.

Bu arada çağdaş’ın sözcük anlamı: Aynı çağda yaşayan, çağcıl demektir.

Rol modeller arasında Türk Kadını’na rastlayamıyoruz. Neden mi? İşte bunun nedeni üzerinedir bu minik anımsatma yazısı.

Her zaman Türk kültünden bahsederken şunu derim, eğer ben Türk olarak doğmayıp bambaşka bir milletten biri olarak doğmuş olsaydım, yine de Türkler’e büyük bir hayranlık duyardım. Çünkü tarihte bilinen ilk ANAERKİL toplum Türk toplumudur.

Toplumları sosyolojik olarak güçsüz kılmanın iki belirgin yolu vardır. Birincisi yarı-yarıya bir popülasyonu oluşturan kadını yok saymak, ikincisi kadının algılarına ataerkilliği sokarak çocuklarını o şekilde yetiştirmesini sağlamak. Geriye ekonomik olarak güçsüz kılmak kalıyor ki dünya tröstleri ve tefecileriyle yapılagelenler zaten ortadadır. Bu şekilde güçsüzleştirilen toplumlar emperyalistler tarafıdan çok daha kolay lokmalar haline dönüştürülürler. Ön Asya coğrafyasında din üzerinden güdülen kadın siyasetinin temelini oluşturan idea da, dünyanın coğrafi zenginlikleri barındıran bölgelerine sunulan ve dayatılan din misyonerliğinin sebebi de aynıdır. Mesela doğalgaz zengini Türkmenistan’ın da aynı tehlikeyle burun buruna olduğunu söyleyebiliriz. İslam orada da bir sömürü aracı olarak kullanılacak, bunun izdüşümünde kadını yine yok sayan sinsi plan devreye sokulacaktır.

1980 darbe sonrası için bir yazımda kürt aşiret kültüründen dem vurmuş ve;

 İbrahim Tatlıses’in beraber olduğu kadınları dövdüğü ve bu kadınların buna rağmen ondan vazgeçmeyip nasıl da kulu kölesi olduğunun bütün boyalı basın ve paparaziler tarafından “aşk” adı altında pazarlandığını yaşı tutan herkes acı bir tebessümle anımsar... “Aşk” adı altında pazarlanan, aşiret düzeninde kadına biçilen değerin meşrulaştırılmasıydı oysa. “Tamam da kardeşim bunun aşkla falan alakası yok” diye başlayan sözleriniz hep ağzınıza tıkılır ve “aşktan anlamayan” ya da “asla yeterince sevemeyecek olan taş kalpli biri” damgası yapıştırılırdı üzerinize. Yine o dönemde birilerinin(!) sanatçı diye üzerimize saldığı zevat aracı edilerek, cehalet kutsanmıştı. Demiştim.

Ya Arap kadınıyız ya kürt, ya da batılı “çağdaş” kadınız yani… Bize her şey dayatıldı. Femen grubu memelerini açtı. Arap kadını camdan baktı, kürt o sırada bacısına yengesine yavşadı, olay duyulmasın diye zavallı kadını öldürdü sonra da. Cezası mı? Yok ceza falan almadı namus cinayeti, töre cinayeti dediler. Yengesi “kuyruk” sallamış.mış…

Orta Asya’da Türk Kadını’nı anlatan yazılı metinleri okuyorum. İnternette bol bulamaç var. Ama işin ilginç tarafı memlekette bir proje partisi olarak peydahlanan partilerin sözde Türkçüleri tarafından Türk islam sentezine kurban gitmiş bir kadındır oralarda anlatılanların bir çoğu. Sadece iffet-namus tabanında işlenmemelidir Türk Kadını. Bu, överek göklere çıkarmanın ardında Araplaşmaya göz kırpan bir kadın olgusu yaratmanın temelini atmak anlamına gelir ki buna karşıyım.

İffet ve namus elbette erkek ve kadın için önemli birer özelliktir. Ancak bir erkeği tanımlarken ilk aklınıza gelen nasıl ki iffet ve namus olmuyorsa, bir toplumun diğer yarısını oluşturan fertleri (kadınları) tanımlarken de konuya buradan girilmesi tuhaftır. Zaten olması gereken özellikler, özellikmiş gibi sayılmazlar çünkü. Ama yozlaşma o kadar ileri bir boyuta taşınmıştır ki yalan söylemiyor olmak bile bir meziyet, özellik haline gelmiştir.

Türk kadını güçlü ve kuvvetlidir. Tek başına kararlar alır, uygular. Sözünü sakınmaz. Erkeğe ne yapması gerektiğini söyler. Savaşırken onun yanında yer alır. İyi ata biner. Çocuklarını en iyi şekilde yetiştirir. İşte bunlar birer özelliktir. Meziyettir. Batılı kadın köle gibi alınıp satılırken, hiç söz söyleme yetkisi yokken, ortaçağ karanlığında sadece kızıl saçlı ve yeşil gözlü diye cadı olarak ilan edilip öldürülürken Türk Kadını bunları yapıyordu. Eşinin yanında savaşıyor, paranın üzerine kağanın önünde katun (hatun) resmi basılıyordu…

                 



Bizler anlamak ve bilmek zorundayız. Bize neden başka kadınlar rol model olarak dayatılıyor?
Neden ya Arap ya da Batılı sözde çağdaş kadın olmamız isteniyor?
Bizler Türk Kadını olmaktan neden alıkonuluyoruz?
Bu soruların tek bir cevabı var. Çünkü güçlü bir toplum olmamız istenmiyor!
Türk kadını silkin ve özüne dön sen olmazsan bu toplum hiçbir varlık gösteremez!



sadece gelmişim, bilmeden
adını ben koymadım attığım çığlıklarımın
büyürken ellerim, saçlarım, yüreğim,
küçüldükçe küçüldü adları,
tüm değerlilerin
ki ben koymadım.
namusun, darağaçlarının, ar ağaçlarının
törelerin, yörelerin, katliamların, savaşların
adlarını ben koymadım.
özgürlüğü özledim durdum,
ve hep peşinden koştum ama
adı vardı yalnızca kitaplarda o da,
ben koymadım.
kaç ağacın hamuruyla
kondu ki benim adım?
bilmiyorum sayamadım,
ki her bir yaprağın kokusunda
kayboldu sözde karanlıklarım.
bir yosun tanıdım, bir deniz, bir gökyüzü,
her bir yaprak,
yakınlaştırırken bana ölümü...
bir zaman tanıdım sonra,
bir de güneş ki, adını ben koymadım.
ben geldiğimde, vardı her biri
gideceğim yeri tarif eder durur kimileri
adını ben koymadım.
kurallar oldum ve kadın
ve anne ve bir çift meme
adını ben koymadım.
oluk oluk din oldu heryer,
kin oldu, öfke, nefret...
adını ben koymadım,
ben koymadım adını!
yürek çarpıntıları oldu sonra içimde
ürkek.
kırıldı can evimdeki
cam, çerçeve,
ağaçların ve yaprakların yalancısıyım
adını ben koymadım aşkın.
ben sadece
bende alıkoydum
en yüce sevdanın adını
dakikada altmış kez
devrim atan bu yüreğe
topyekün doğdum, 
memleket diye...

"adım"
j.ak
11.Nisan.2011

   
KADIN TÜRKÜSÜ ÇALDILAR BOYDAN BOYA /Jale Altunel 06 Şubat.2015








26 Aralık 2014 Cuma

toprağımın gözleri kara

eksilmeye dönmüşken yüzünü karanlık
içimde büyüdü yine o anlık saşkınlık.
dün de bir, yarın da.
örtü olsun istedim düşüm
ahenksiz ruhuma.
zamanı öldürmüştüm bir kez
ki ölümsüzmüş meğer
bir yanım umutsuz
bir yanım beklemeye değer.
dün tarifini sordum
bir büyükada vapuruna
o anlattı gözlerini toprağımın

bana...

tatlı bir gülümseme var yüzümde,
buz olup eridim bu gece
karanlığın ham maddesinde
karıştım ısınıp ay haresine.


acı eşiği, bilir hep gelmeyeceğini
özünde gündüzün toz pembesi
kafamda insan kokusu sinmiş bir sigara izi
ki durmadan söndür-düğüm.

"
toprağımın gözleri kara"
j.ak
23-26/12/014

23 Aralık 2014 Salı

BEDAVAYA...

Dün gece güzide spor kulübümüz Beşiktaş’ın maçı vardı. Tottenham Hotsbur’la…
Endüstriyel furbola karşıyız desek de, bu şekliyle; spor emekçilerinin göstermelik bir sarı sendika değil, “faal” bir sendikaları olması dileklerimiz sürüp gidecek.
Dün akşam, internet platformlarından birine hem yabancı maç olması nedeniyle, hem de sakatlanan oyuncuların bu önemli maçta görevlerini yapamayacak olmalarından dert yanar bir şekilde maçın başlamasına dakikalar kala;
“Dembaba’nın ayak parmağı kırık üç hafta yok,
Mustafa Pektemek burun kemiği ve elmacık kemikleri kırık, üç ay yok,
Attiba cezalı,
Veli Kavlak adelesinde 1. Derecede yırtık var, sakat.
Sivok sakat,
Gökhan Töre sakat,
Oğuzhan, sakat,
Kaleci Cenk Gönen sakat…
Bence zor bir maç olacak. Bunlar ilk on birde forma giyenler ve rakip kuvvetli. BJK yenerse grup liderliğine oturacak. Allahtan üst turu garantiledik. Ama ülke puanı bakımından kazanmak da önemli, zira Yunanistan ensemizde. Bu akşam Beşiktaş’la Trabzon’a çok iş düşüyor. Hayırlısı bakalım…”
Diye yazmıştım. Beşiktaş’lı mıyım? Hayır. Hiçbir takımlı değilim, her takımlıyım. Yerine göre Mersin İdman Yurdu’luyum, Yerine göre 3. Ligden Maltepesporlu, yerine göre Altay’lı. Çünkü Spor Akademi’liyim. Refleks takipler bunlar. Hele konu dış maçlar olunca.
Neyse maçın başında koskoca Arena Olimpiyat Stadı’nın (AOS) elektrikleri kesildi. Avrupa’nın bir çok ülkesinin naklen izlediği bir maçın öncesinde  “New Turkey”, bu rezaleti yaşıyordu. Sonra maçın ortalarında bir yerinde yine elektrikler kesildi, yine jeneratörlerin devreye girmesi beklendi, stat ışıkları patlamasın diye yine yavaş yavaş aydınlatıldı ortalık. Bu kepazeliği tüm Avrupa izledi, izledi…
Yıl 2014 ve bizim ülkemizde hâlâ daha elektrik kesintileri yaşanmakta. Hele şu son 7-8 aydır, durum iyice arttı bilmem farkında mısınız?
Belli saatlerde huy haline gelmiş kesintileri yaşları tutan nesil iyi bilir. Bunun nedeni tam olarak ülkenin enerji tasarrufu için kesinti yoluna gidilmesidir. Memleketin içinde bulunduğu fukaralığa bakınca kesintilerin nedenini yalnızca buna bağlayabilir miyiz? Eh bağlarız elbette. Ama siz bu işgâl hükümetinin şimdiye kadar hiç tek taşla tek kuş vurduğuna tanık oldunuz mu? Ben olmadım.
Ve açıkçası hükümet; koskoca AOS’nda Avrupa’ya ve tüm Dünya’ya dün yapmış olduğu “Memleketi rezil rüsva etme gösterisi”ni bilmem kaçıncı kez yine yeniden sahneye koydu. Rezil olan bizleriz dostlar. Memleketçe, Türk Halkı olarak her birimiz tek tek rezil oluyoruz. Kimse kendini İsviçre vatandaşı falan sanmasın. Kabuğumuz belli, yurdumuz belli…
Elektrik kesintilerini tıpkı AOS’nda dün gece yaşanan kepazelik gibi başka dev organizasyonlarda da göreceğiz. Bunlar konserler, uluslar arası kongreler falan olacaktır örneğin. Ve önümüzdeki aylarda memlekette bir “enerji yetmiyor” söylentisi-algısı yaratılacaktır. Ola ki son dönemde büyük şehirlerde yapılan devasa yeni binaları görüyorsunuz. Yani bizim ağaçlardan oluşan ormanlarımız, canımız ciğerimiz katledilerek onların yerine ektikleri beton ormanları… görüyorsunuz!
İşte bu adına kentsel dönüşüm dedikleri devasa projeler için doğru düzgün alt yapıyı da yapmıyorlar. Sizce bu teknoloji bizde olmadığı için mi? Bence değil… Bence altyapılar özellikle yapılmıyordu son 5-6 yıldır. Sebebi; elektrik kesintilerini bilinçli olarak artırarak NÜKLEER SANTRAL konusunda halkı daha rahat ikna edebilmenin algısının yaratılıyor olmasıdır…
Yani yine ölümle korkutup sıtmaya razı edileceğiz. Rezil rüsva olarak, tüm dünyanın alay konusu olarak. İçimiz acıyarak ve utanç içinde!
Sonra gelsin Osmanlıca, gitsin fıkralar espiriler…
Bir arkadaşım hayıflanarak bahsetmişti reis-i cumhur’umuzun yaptırdığı şu üzerinde çok konuşulan saray hakkında ejnebiler alaysı bir program yapmış. Bizim yüksek IQ’lu İsviçre vatandaşı olduğunu sanan Türk’ümüz de bu videoyu sosyal ağlarda paylaşarak buna gülüyor, bununla eğleniyormuş…
Ya hu arkadaşım adamlar reis-i cumhur nezdinde hepimizle alay ediyor bunu farkedemiyorsan 180 IQ’n ne işine yarayacak? Eyvallah çok zekisin, espiritüelsin de onu anladık! Ama sen o adamın baktığı pencereden Türksün. Ne eksik ne fazlasın.
Kendini bu halktan ayrı (elit, farklı) görenlerin sıkıntısının, aslında psikoloji biliminde bir adı varmış. Ben de az önce anlattığım malûm videodan bahseden arkadaşımdan öğrendim:
ETNO-MAZOŞİZM miş bu illetin hastalığın adı…
Etnomazoşizm: kısaca kendi gibi olanlara karşı öznefret geliştirmek olarak tanımlanıyormuş. Ve kendini bu memleket kozasındandan çıkmış bir kelebek sananların adı da ETNOMAZOŞİST’miş.
Bu arkadaşlara tavsiyem olaylara Türkiye’de ne yaşadıklarının ve kendilerine ne yaşatıldığının farkında olarak bakabilmeyi öğrenmeleridir.
Sporla başladık, sporla bitirelim madem. Aynı takımın oyuncularıyız işte. Sevseniz de sevmeseniz de. Beğenseniz de beğenmeseniz de. Dün gece Cenk bir gol attı! Aynı takımda oynayan arkadaşı ona tam topla buluşma anında çelme takar mıydı sizce? Ya da tersten soralım Cenk gol atamasaydı, o pozisyonu değerlendiremeseydi takım arkadaşları ondan ömür boyu nefret mi edeceklerdi?
Türk takımındayız arkadaşlar. Peki siz hangi takımda oynuyorsunuz?
Yabancı takıma transfer mi oldunuz yoksa?
Kaç paraya oynuyorsunuz peki?
Söylemeyin, durun tahmin edeyim:
Bedavaya!
Bedavaya!!!

16 Aralık 2014 Salı

gökyüzünde hapis

umutlar, işgal altında
işgal altında kaygılar
zamanlar eğildi zamansızlığa
kör tohumlar ekildi kafalara,
feryatlar kondu onay rampasına. 
kapıyı kilitledi atıl yalnızlara
ve kilitler yetmedi kale gibi konaklara,
yabancılaştık. 
ve renklerimiz yıkandı, 
renkli sokaklarda...

sararmış çoktan arsadaki maç
yanar döner imansız borsadaki hac
aşk; terketmiş gözü kulağı
idam etti hesli ırmak gölü otağı, 
dostluk işgal edildi ve sabırlar,
gökyüzüne hapsedildi yağmurlar.

"gökyüzünde hapis"
j.ak
16.Aralık.2014




sokak çağrısı

buharlı ütüyle kıvrımları ütülenmiş
düz beyinler üzerine
"gel vatandaş gel" yazabilmişler tek.
sokağa canlı davetiye basmışlar güderek
şuursuz ve eserek.

"(tkp'den) sokak çağrısı"
j.ak
16. Aralık.2014




25 Kasım 2014 Salı

harfleriniz ve siz

I-
kömür tozları sindi yaşlara
sildikçe bulaştı 
altmış sekiz yıllık eski yanağımıza
eksildikçe eksildik, yüzümüz kapkara
ve bir yüz aradık durduk yakınımızda,
binlerce harf döküldü ağızlarımızdan
yan yana.
ve yana yana içerken utancı, 
saklıyordum kendimi; 
uyku, üç günlük firarcı
alkole beni yudumlatırken o gün o acı,
harfleriniz çökmüştü yüreğimdeki madene, 
harfleriniz ve siz...

II-

barut tozları sindi canım ateşli, sinsi
uzun yalnızlığımıza yeni kurşunlar indi 
tüm dünya izlerken kıyımımı ve katlimi
Arap'larda bayraklar yarıya inmedi
yüz yüze yudumlarken utancı,
kaldırdım evdeki aynaları
alkole beni yudumlatırken siz,
gizleriniz çökmüştü 
dizlerimin bağına
dizelerim ve siz...

III-

ve bir bayram sabahıydı...
yeni demlenmiş çayın kokusu 
karışmışken baba ocağımdaki 
pamuk yorganların ve
babamın kokusuna;
son kez karışmışım meğer o gece
sohbetine ve göğsündeki sıcaklığa...
yana yana yaşarken; hakkında 
dili geçmiş zaman eki kullanma utancı,
uyku kim bilir kaç gündür firarcı.
babamı yudumlatırken bana acı, 
harfleriniz aktı, 
göz kapaklarımı hafifleten 
mütemadiyen.
göz kapaklarım ve siz...

"harfleriniz ve siz"

j.ak
11-25.Kasım.2014



26 Ekim 2014 Pazar

ait

Elinde şarap şişesi.
Belediye, 
bedava şarap dağıtıyor sanki
Edebiyatın fukaralıkla imtihanında şarabî mağdur(!) 

Gazdan çok önce, 
yirmi metrekarede açlığa direnen 
onun için hayali bir karakter ki; 
üzerine yazaroğlu yazar...

Sorsan aç da kalmıştır –görece-
Belki bir kaç günlüğüne! çok dokunaklı.
En azından yemeğini sokak kedisiyle paylaşmak: 
vapurdan martıya simit atmak ve
sokakta yaşayan bir garibanın yanına oturup 
muhabbet bağına girmekle, 
eşdeğer romantizmde.

“İnsanlık öldü mü be?”
#direninsanlık!

Onaylanmak önemli zahir!
Onay, 
aidiyeti yanında taşır. 
Ki sorsan hiçbir 'şey’e ait  değil.  
Ki-bir yazıda patlayacak. 
Egoya iyilik. Fanzinhar!

ve parasızlık pornografik, 
parasızlık pornografik!
Yokluksa şiirsel.

"ait"
j.ak
29.Eylül.2013



2 Ekim 2014 Perşembe

Son Çıkış

Süt vermeyen ineği keserler…

Bir arkadaşımla 2010 senesinde yaptığımız bir sohbette işgâl kuvvetlerinin topraklarımızı “postallarıyla çiğneme” tehlikesi var, bölünme ancak o şekilde gerçekleşebilir demiştim. O da bana buna hiç gerek olmadığını, istediklerini nasıl olsa aldıklarını, bizi sağmal inek gibi sağdıklarını, sözünü ettiğim şeye ihtiyaçları olmadığını söylemişti.

Kapitalizm üretmeyen bir toplumda işlerliğini yitirir. Şu an gelinen durum sömürülmekten verilebilecek hiçbir şeyin kalmaması ve sıranın toprak vermeye gelmiş olduğunu işaret ediyor. Kürt realitesi bahane, deli gömleği şahanedir. Yukarıdaki sözü ettiğimde memleket sıcak para bağımlısı haline çoktan gelmişti ve üretime dayalı bütün enstrumanlarımız işlerliğini aynı şekilde kaybetmişti.

AKP hükümetiyle yaşanan II.Lâle Devri’nin son demlerini yaşıyoruz. Saltanatını sürdürmek isteyenlerin memleket üzerine oynadığı oyunun son perdesidir TESKERE.

Bir çok belirsizliği içinde barındıran ve memleketi postallarıyla çiğneyecek askerlerin hangi yabancı ülke/ler’e ait olduğu bile açıklığa kavuşmamış, içinde PKK, HPG ve YPG ile ilgili hiçbir tanımın yapılmadığı, bir ülkenin meclisi önüne asla konamayacak derecede niteliksiz bir belgeye ne hakla ve neye istinaden onay verilebileceği tartışmalı hatta şaibeli, şikelidir. Şikeyi yapan kasti foulleri de görmez nasıl olsa değil mi?

Neler olup bittiğini artık hepimiz görebiliyoruz, en kaba perspektiften en ince detaya. Kimlerin torunları Türk Milleti adına kararlar veriyor, uygulayabiliyor, demokrasi ve özgürlük diye gırtlağı patlayanların gerçek amaçları nedir? Demokrasi tramvayına ne zaman binilir ne zaman inilir –hatta çoktan inildi bile- açık kart oynanıyor her biri artık…

Sorun şimdi ve sonrasında neler olabileceğini görebilmemize dairdir. Borçlandırılma yüzünden elimizden çıkmak durumunda kalan Makedon topraklarında yaşanan sürecin az farklarla aynını yaşamaktayız. Orada da İngilizler Osmanlı’yı borçlandırdıktan sonra çetecileri kışkırtmış, silahlandırmış ve Osmanlı ordusunun bölgeye asker ve mühimmat desteği yapmasına duyun-u umumiye kararlarıyla engel olmuştu. Mühimmatsız ve desteksiz bırakılan Osmanlı Paşaları’nın yaşadıkları, tarihimizde büyük trajedilere sahne olmuştur.

Bugünlerde memleket bir çok tehlikeyle burun buruna. 

Meselâ geçenlerde elime bir broşür geçti. Yahudiliği tebliğ ediyor bu eflâtun renkli minik broşür. Hem de ne zaman yapılıyor bu tebliğ? IŞİD sayesinde(!) İslâm’a karşı başlatılmış olan büyük bir uluslar arası kampanya ile, insanlar gün be gün islâm dininden soğutulurken, uzaklaştırılırken. Broşürde insanlara rahat bir yaşam vaad ediliyor. Ufak örnekler vermek gerekirse, “Tanrı dünyamızı nasıl daha iyi bir hale getirecek?” sorusunun altına “özdeyişler 2:21, 22 ve DANİEL 2:44” referans olarak verilmiş… Örnekleri çoğaltmayacağım. Çünkü her dine saygım var, inançlar üzerine yargıda bulunacak falan da değilim. Ama? Aması var işte.

Karşımızda II. Dünya Savaşı’ndan Aşkenaz Türklerini katlettirerek büyük mağduriyeti yaratmış ve İsrail’i ülke olarak kapatmış bir insan topluluğu var. Şimdi yapılan tebliğin bir parça altını kazıdığımda din değiştirenlere on bin (10.000) TL. verileceği vaatleri de yer alıyormuş. Biz son 12 yılda garibanı fazlasıyla artmış bir ülkeyiz. Memleketin yarısından çoğu açlık sınırında yaşıyor ve bu vaatler karşısında Yehova’ya inanan(!) sayısında ciddi bir artış olacağı aşikârdır. 

Acaba bu islâmdan dönen Türk Yahudiler IŞİD için yeni birer hedef tahtası oluşturuyor olabilirler mi? Şeklindeki sorumu da usülen sormuş olayım bu durumda. Bence olabilir. Almanya’da katledilen insanlar da Hazar Türkleri’ydi sonuçta. Dinleri yahudilikti. Ama biz Hazar Türkleri katledildi diye bağırmadık hiç. Ama Yahudiler katledildi diyerek İsrail’e göz dikenler dünya çapında ağlıyor ve istediklerini de alıyorlardı.

Başından beri BOP’un Kürdistan’la bir ilgisi olmadığını, bunun büyük İsrail ve Ermenistan projesi olduğunu söylemiyor muyuz ve hedefin de Türkiye’nin sadece Doğu ve Güneydoğusu değil, tamamı olduğunu? AKP’nin islâm diniyle alakasının olmadığını, bunların tamamının yapılmak istenenlere birer örtü ve kılıf görevi gördüğünü…

Sanırım dünya üzerindeki en tuhaf din para. Çünkü en inançsızını bile birden bire imana getiriveriyor. Para yeşil sermayeyle AKP yandaşlarının eline geçerek el değiştirdiğinden beri, zengin koca bulmak için türban kuşananlarla doldu memleket. Evlilik programlarına çıkan kadınlardan birini izlemiştim yazın, “evlenince örtünebilirim” diyordu. İlginç.

Işid de tıpkı diğer islâmi terör örgütleri gibi acımasız katillerle dolu bir örgüt. Sureler hakkında “bakara makara” diye alay ederek konuşan AKP’liler bir yandan, sahtece örtünenler, gayet kalbî bir konuyu paraya endeksleyen din esnafları bir yandan ve daha önemlisi eli kanlı terör örgütleri de diğer yandan. 

Tanıdığım insanların en maneviyatı yüksek olanlarında bile bir tiksinti uyandırmış durumdadır bu unsurların tamamı. Bu sadece benim gözlemim tabii. Ama bugünlerde aklımıza mantığımıza ve inançlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor her şeye inat! Eşimizi dostumuzu, komşumuzu bu türden tebliğler konusunda bilgilendirmeliyiz, uyarmalıyız. İsrail bizim topraklarımız üzerinde söz sahibi olabilmek için bir yahudi mağduriyet plânının hazırlığına kalkışmış olabilir ve Türkiye’deki Yahudiler’i katlediyorlar diye dövünebilir yakında.

Yine olabilirlikler üzerinden yürümek istiyorum. Teskere MHP evet derse çıkacak. Ki der diyorum. Bu durumda TSK kendisine denileni mi yapacaktır yoksa kendi halkının yanında mı olacaktır? İşte bu sorunun yanıtı da Bülent Arınç’ın geçenlerde “askeri yargıda idam cezası halen yürürlüktedir” demesinde gizlenmiştir diye düşünüyorum. Arınç’ın bu sözleri Hükümetin TSK’dan ötürü tedirginliğini ortaya koyan önemli bir beyandır bana göre. Kendileri TSK’nın üst rütbeli askerlerden ibaret olmadığının farkındadırlar. Bu sözleriyle Arınç TSK’ya aba altından sopa göstermiştir. Teskere çıkarsa ve TSK içindeki askerlerden hükümet kanadından gelecek emirlerin dışına çıkan olursa idam cezasına çarptırılabileceğini belirtmiştir üstü kapalı.

Ancak yazımın başında da söylediğim gibi borçlandırılmakla elimizdeki tüm işler üretim araçlarımız en önemlisi de yıkıcı kanunlarla tarım ve hayvancılığımız bitirilmiştir. 

En zayıf ve en eli kolu bağlı olduğumuz dönemleri yaşıyoruz bu sancılı yıllarda. Uğur Mumcu nur içinde yatsın, bir kitabı vardı sancılı yıllar diye. Şu yaşadıklarımızı görse nasıl tanımlar nasıl ifade ederdi bu yılları bilmiyorum. 

Memleket niçin bu şekilde üretimsiz bir hale dönüştürülür, neden adeta süt vermez bir inek haline getirilir, cevabı çok açıktır. El koyabilmek için tabii… ve teskere çıkarsa bu milletin tek şansı II. Kurtuluş Savaşı’nı yine yeniden yedi düvele karşı kazanmaktır.

Teskere çıkması olasılığı köprüden önce son çıkış levhasıdır!





1 Ekim 2014 Çarşamba

can yangını

yağmura karışır yakında
o son model telefonun
taksitlerini düşünen adımlar.
adımlarla arşınlanır, çaresiz iş yolları,
ve güz çıkmazında  düş pişirir aş yorgunları.

göz göze gelmeme gayretiyle eğreti,
yağmur değmeyen metrolarında İstanbul’un
üst üste karşılanacak soğuklar yine  
kış güvertesinde, bir Eminönü vapurunun.

kış hiç gitmemişçesine geldi bu yıl, inatçı kara!
ve kapkara ölmüştük Mayıs’tan  Ağustos’a
Kömür olup Soma’da
Cehennem olup Telafer  Kerkük  ve Musul’da!

sınırdaki çirkefi yutkunamamışken daha
kara bir yazı yazdılar ki kapkara,
güz telâşı yeni bir kapı araladı okul masraflarına
dişi olarak bakarmış  mollalar, kız çocuklarımıza!

kendisine değmeyince bu işlerin ucu
hep başkalarına attı kimisi suçu.
kimi sustu, kimi uçtu, kimi uç’tu, uzak,
kimi farketti özgürlük-demokrasi dedikleri  birer tuzak
kana kana içerken kanmanın bedelini,
kimileri öderken anlayacak can yangınıyla bağırarak!..

“can yangını”
j.ak
25.Eylül.2014