26 Kasım 2010 Cuma

HANGİ SOKAK?

Kuvvetli olmak, insan hayatına uygulanan şiddet ve onun buna karşı durabilmeye olan duruş yeteneği bir çeşit. Bu şiddete herkesin aynı kuvvette bir duruş sergileyebilmesiyse imkansız. Kimilerine çok yorucu gelen, kimilerine kolay gelir. Duygusal boşluklar zaman zaman yeri doldurulamayacak çırpınışlara sürükler. Hayat her olgusuyla birlikte kesintilere uğrar ve ne iş ne zaman çarpılıp da gücü toparlayabilir hayatın "yoldaki" o çarkında...Düşünmekse bulunduğunuz eksende ancak daha sofistik çıkarımlar yapmayı beraberinde getirir. Düşünceler derinleştikçe daha da zorlaşır gücü üretebilmek ve bu durumda duygular sakatlanır.

Kapitalizmin dayatması olan tüketim çılgınlığı insanları anlık heveslere sürüklemek bakımından dizilerle reklamlarla ve hatta sokaklarla soslanır. Son yıllarda yaşamın anlamı "anı yaşamak" olarak algılanmıyor mu birçoklarına göre? Evet anı yaşa gitsin. Kolayca üretmeksizin ve düşünmeden. Sadece anı yaşa. "carpe diem"...

Geçenlerde çok güzel bir yazı okudum. "Facebookla kalkıp, yatamayanlar" başlığını taşıyordu bu yazı Cem Yağcıoğlu Edebiyat gazetesinde yayınlamış. Yazıya genelde anlatmak istedikleri bakımından katılmamak elde değil. İnsanların "an be an" değişen paylaşımlara değişken beğenilerle "bir anda, birdenbireliğine" haklı serzenişler yapmış yazısında.

Doğrular ve doğru bir hayatı "doğru yaşamak", bir taraftan da Cenk Taner'in "Yanlış bir hayatı doğru yaşamak, kaç yazar şimdi suda balık olsak" diye devam eden, sözlerini de kendisinin yazdığı o güzel bestesi geliverdi aklıma. Tebessümlerim gıpta etmekle karışık değişik duygulara sevketti.

Hayat zaman zaman hem ekonomik hem duygusal açmazlara sürükler insanı. Ben bu durumda Okan Bayülgen'in de "HEEYYY UYUMA TÜRKİYEE HAYAT SOKAKLARDA!!!" tarzı şahane söylemini son derece elitist ve duyarsız bulurum. Tamam Okan Bey çıkalım sokağa da nereye çıkıyoruz gecenin o saatinde? Siz bugün Türkiye'de gece gece sokağa çıkmanın bedelini biliyor musunuz ki? Cem Yağcıoğlu'nun da -gerçekte son derece hak verdiğim yazısında- bize kırlara gitmemizi, sokaklara çıkıp bir duvar ustasına "kolay gelsin" dememizi salık verdiğini okuyunca aynı o "doğru hayat" ve aynı elitist yaklaşımı hissettim. Ben İstanbul'da oturuyorum. Bulunduğum yerle kır arasında bir saatlik yol mesafesi var. Oraya gidersem içeceğim çay ancak bir "yorgunluk çayı" olacaktır. Fare kovalamaya gelince, tarlaya ne gerek var belediyelerin yıllardır "bir türlü alamadıkları sel önlemleri" sayesinde emin olun her yağmurda caddelerde kovalıyoruz kedi büyüklüğündeki lağım farelerini!!! carpe diem yani...

Hal bu iken hayat tüm kesintilere rağmen birşekilde yaşanır. Nereye bakarsam bakayım düşünmekten ziyade sadece "nefes alıp verebilen" ve temel ihtiyaçlarını "ancak" karşılayabilen ve buna mukabil "anı yaşayan" insanlar görüyorum heryerde. Facebook, sokaklar, işyeri, heryer!

Yaşamak Türkiye'de çok uzun zamandan beri insanların "sadece ve ancak" temel ihtiyaçlarını giderebilecekleri oranda yaşamalarını dayatan ekonomik dayatmalardadır. Bu durumda facebook "ucuz tarafından" SAKATLANMIŞ RUHLARIN malesef buluşma ve "yalandan da olsa" biribirlerine omuz vermeye çabaladığı bir paylaşım(!) ortamı kahretsin ki. İyi ki bu güzel yazıyı facebook sayfamı (tam da yazıdan birkaç gün evel) kapattıktan sonra okumuşum...

Sözün özü Türkiye'de yaşıyoruz. Sokaklarda ya da evlerde bir kır kahvehanesinde ya da internette. Durum "insanlar" boyutunda malesef aynı. Herkes anlık ve perakende bir formda kat kat örtündüğü tüllerin içinde nefes alıp verebilmek gayretinde. Sevgiye saygıya ne zaman ne de mekansal anlamda yer kalmış yüreklerde. Varsa yoksa yaşamak, ama eğri ama doğru. Temel doğruların yerini pragmatik düşünce tarzı ve hatta oportünizm almış. Bu durumda "hangi sokak?"

Hiç yorum yok :