22 Aralık 2010 Çarşamba

ŞEFFAF

Tanımlar yaşamın olmazsa olmazı. Hep tanımlarız eğri ya da doğru, iyi ya da kötü.

Kimileri de kendini tanımlar: “Ben çok şeffafım” der biri. Diğeri “dürüst”tür, öteki “yılandan korkmaz yalandan korktuğu kadar” ve bu böyle uzar gider. Bu duruma alt metni oluşturacak  tek bir atasözü geliverir insanın aklına :  “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”

Haberler... Sürekli olarak “ben çok şeffafım” diyen biri vardır ya? Şeffafmış… Sözcük anlamını bilmeyenimiz yoktur tabii. Hani cam gibi. Ön yüzünden bakılınca ardı gözüken.


Gerçekten de çok önemsediğim türden bir haber vardı bugün. Kadın Voleybolu’nda alınmış bir Dünya Şampiyonluğu. Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı Dünya Şampiyonu olmuştu ve bundan tek satırla bahsedildi haberlerde. “Bir Türk takımının kadın sporcularının başarısı” belki de yetişmediğinden, son setin son sayısı izletilmemiş olabilir(!) bizlere... Böyle inanmak istiyorum nedense…

Aynı haberlerin içinde bizler için bir de şirinlik hazırlanmış. Halkın içine gidilip, sokak röportajı yapılmış. İnsanlara “mecliste grubu olan kaç parti var?” diye soruluyordu. Verilen cevaplar içler acısı(!?)… Yirmi otuz diyenler çıkıyor, AKP’nin açılımı yapılamıyor güya vb… Yani Dünya çapında bir başarıdan tek satırla bahsedilirken, halkın cehaletini ön plana çıkaran ve cımbızla çekilip konduğu besbelli olan bir sokak röportajı dakikalarca gösteriliyordu:

“Ne kadar da cahiliz!”

Sormazlar mı adama “Hizmet ettiğiniz medya grubunun televizyon kanallarında bu halka ne veriliyor peki?” diye.


Ben söyleyeyim ne veriliyor:


1)   Aptalca hazırlanmış kadın programları,

2)  Süresi bakımından uzun metraj film gibi, konusu bakımından sığ diziler,

3) Mahalle kıraathanelerinde bile kullanılmayacak bir üslubu benimsemiş yorumcular eşliğinde futbol tartışma programları…
Ki “modern çağın gladyatörleri futbolcular” ve onların özel hayatlarıdır tek mevzuları...



Halk, gününün on ila on iki saatlik zamanını, sadece karnını doyurup, barınmak, ısınmak gibi yaşamsal ihtiyaçlarını gidermek amaçlı bir koşuşturmaya harcamak zorundadır. Trafik teröründen, olası bir kap-kaç cinayetinden, tecavüzden, rüzgarın düşürdüğü bir tabela yüzünden ölmekten “yırtmış”, “muzaffer” bir eda ile girdiği evinde 24 saatinin uyku dışında kalan zamanında da işte seni ve grubuna dahil tüm medya kanallarının  tuhaf programlarını izleyebiliyor ancak.  Kıt kanaat yarı aç yarı tok  hayatında, kitap okumak, sergi, fuar gezmek, sinemaya gitmek, sosyal bir aktivitede bulunmak, yani kısaca insanı insan eden ve estetik değerlerine paralel bilgi donanımını da üst seviyelere çıkartabilecek tüm aktivitelerden de yoksundur  üstelik. Bunu bu röportajı hazırlayanlar da bilmiyorlar mı sanki? Ama “sokak röportajı” diye onca çaba harcanarak hazırlanmış olan  haberin görüntüleri bittikten sonra , başını sağ taraftaki kameraya döndürerek  “ilâhi…” diyor bir de “şeffaf haberci”  alaysı bir tebessümle... Son setin son sayısına minicik bir kareyi bile çok görenler,  dakikalarca bunu gösterebiliyorlar!

Halka ne verdin ki ne istiyorsun? Sunduğun haberin içinde  en azından bir kitabın yazarını tanıttın mı popüler olmayan? Yeni çıkan önemli şairlerin ortaya koyduğu yapıtlardan bahsettin mi hiç?  Bahsedemezsin çünkü  izlenme oranın düşer. Onun yerine Etiler'de açılan bir işkembecidir haber. Açılışa hangi ünlüler  gitmiş, işte halka verilen budur...


Biliyoruz ki bir de Mutlu Türkiye var, “azınlıkların mutlu Türkiye'si.” Tüm bu yaşanan yoksulluğun yanı sıra rahat, huzur dolu hayatlar var. Sinemalar, tiyatrolar, sosyal aktivitenin bini bir para hayatlar… Bu tatlı hayatların sahipleri, çocuklarını özel üniversitelere yollar, diplomalar da diğer satın alınan her şey gibi en kolay şekliyle alınıverir bu yavrulara… İşte bu yavrularımıza da bir şaka hazırlamayı ihmâl etmemiş Uğur Dündar. Kadir Has Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmanın sonunda onlara sürpriz yumurtalar  atmış... Ve Kadir Has'lı gençlere teşekkürü de ihmâl etmiyordu  bu davranışını olgunlukla(?) karşıladıkları için...

Sevsinler!

Siyasetin  cilâlanması gereken yeni aktörleri ile ilgili haberleri de aynı  ustalıkla  tablet tablet  boğazımıza diziyorlar.  Bunları yaparken  kendileri hakkında yaptıkları TANIM  ise hep şu:

İLKELİ, DOĞRULARI SÖYLEYEN,  ŞEFFAF !



2 yorum :

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir yazı... Tebrikler...

Jale Altunel dedi ki...

Teşekkür ederim, şimdi gördüm yorumunu...