26 Mayıs 2011 Perşembe

MODERN ÇAĞIN GLADYATÖRLERİ


Spor: Müsabakası yapılan oyunlardır. (Ör: basketbol, futbol, tenis, yüzme…)

Egzersiz: Metabolizmanın gündelik yaşamda daha aktif ve zinde kullanımını sağlamak için yapılan düzenli hareketler bütünüdür. ( Egzersiz müsabaka amaçlı yapılmaz ve dolayısı ile bir sağlık kulübüne giderken “spora gidiyorum” gibi acayip bir cümle kurulmaz.)

Beden Eğitimi: Motor gelişimi ve oyun kurabilme zeka ve becerisini kazandırmak amaçlı okul öncesi ve okul çağı çocuklarına öğretilen öğretilerdir.

Her biri diğerine zemin hazırlayan bu mükemmel aktivitelerin hayatın içindeki gerçek anlamları ise gün geçtikçe tüm “normalde olması gerekenler” yanında yerini almış ve maalesef yerle bir edilmiştir.

Beden Eğitimi dersinin önemliliği ile başlamak isterim. Altı on iki yaş arası motor gelişim, çocukların bedensel koordinasyonlarını dengesini düzenleyici aktiviteler barındırır. On üç-on yedi yaş arası ergenlik dönemindeyse performansa ve efora dayalı faaliyetlerle cinsel enerji (libido) tüm bedensel aktiviteler ve beden eğitimi dersleriyle yüksek bir oranda atılır. En kritik dönem olan ergenlik döneminin o beden ve duygulanım arasındaki hassas çizgiyi çocuklar bu faaliyetlerle dengelerler. Karma uygulamalarda yapılan yarışmalar ve oyunlar henüz kuvvet farklılıkları olmadığı için son derece eşitlikçi ve çocukların becerileriyle ön plana çıkabilmelerini sağlayıcı özellikler taşır. Şimdilerde uygulanansa nedir? Bunu hepimiz biliyoruz. Beden eğitimi dersleri tıpkı müzik ve resim dersleri gibi neredeyse rafa kalkmak üzeredir. İstenen nasıl bir toplumdur ve bu ağaçları yaşken eğitmemize neden engel olmak istemektedirler? Bunların yanıtlarını herkesin bildiğini düşünerek uzatmayacağım… Ancak ne var ki bizler çok daha iyi müfredatların yerlerine konmasını hatta çocukların zihinsel ve bedensel gelişimleri için elzem olan bu derslerin evvel ezel uygulanışlarına baktığımızda zaten durum içler acısıdır. Kasalar minderler, çocukları ürküten ve hatta dersten soğutabilen tuhaf öğretmenlerden tutun, işlevselliği ve amacı bakımından son derece saçma müfredat konularına kadar bugüne değin bir açmazın içindeydi bu ders…

Egzersize değinecek olursak...

Egzersizin çıkışı; İsveçli Peter Henrik Ling’in (1776-1839) jimnastik hareketlerini akıcı ve ritmik bir hale getirmesiyle olmuştur… Bu uygulama tüm dünyada geniş bir yankı bulmuş ve diğer ülkelere de dalga dalga yayılmıştır. Ülkemize bu “sağlıklı yaşam için” olan aktiviyeti sokan kişi Selim Sırrı Tarcan’dır (1874-2 Mart 1957)
Selim Sırrı Tarcan; Beden eğitimi öğretmenliği yaptığı yıllarda İsveç jimnastiğini polis okullarında ve askeri okullarda da uygulamıştır.

Almanya’da ise kitlesel egzersiz tabanında ele alınmıştır. Nedir? Bel boyun gibi çok önemli yaşam kalitesini orta yaşlarda olumsuz etkileyen ve ülke ekonomisinde total olarak düşünüldüğünde çok büyük zararlara neden olan  bu rahatsızlıkların “koruyucu hekimliği” yapılacak, hem halkın ileriki yaşlarında yaşam kalitesi artırılacak hem de ülke ekonomisine katkıda bulunulacaktır...

Tabii ki işin ucunda güzellik çekicilik ve albeni olunca kapitalizm rahat durur mu? Durmamış. Egzersiz denilince eminim herkesin düşüncelerinde reklâm ve boyalı basının algılarınızda oluştura geldiği üzere bir “kilolu (yani çirkin)” ve bir de “çekici (yani birilerinin ideal ölçü diye dayattığı)” ölçülerde taytlarını giymiş ha gayret çabalayan “kadınlar” oluştu. Eminim egzersiz deyince hiç kimse önce sağlığını düşünmüyordur. Algılara yerleştirilmiş olan o “fit” olmak dürtüsü çoktan kalıcı bir hale gelmiştir. Kapitalizmin belirlediği bir ideal ölçü algısı yaratılır ve insanların bunun peşinde birer maymun olması sağlanır.

Egzersizin Türkiye’de sağlık boyutunda işlerliğini kazandığı yıllar olmuştur 1990’lar. İlk kez Türkiye’de 1992 yılında belediyelerden yer tahsisi istenerek halka ücretsiz olarak yaptırılması planlanmış ve tarafımdan altı yıl boyunca uygulanmıştır. Sponsorsuz ve tamamen pilot bir uygulama olsun, örnek teşkil etsin istenilmiştir. Egzersiz salonları adeta birer mantar gibi hemen her mahallede olmak üzere açılmış ve o yıllar egzersizin altın yılları olmuştur.

2002’de  AKP’nin gelişiyle beraber, spor ve egzersiz konularında inanılmaz yasalar çıkarılmıştır. Amatör Spor kulüpleri sponsorluk yasasının ağır ve tuhaf şartlarından dolayı birer birer kapanmak zorunda kalmışlardır. En büyük yıkım amatör kız takımlarında olmuştur. Egzersiz salonları için de getirilen havuz sistemi ve ağır vergi uygulamaları nedeniyle mahalle arası salonlar kapatılmış, bunun yerine kara para aklayıcılarının büyük holding isimlerinin anlı şanlı milyonlarca dolar akıtarak yaptıkları oluşumlar sarmıştır dört bir yanı. Buralar egzersiz amacından çok uzakta adeta birer sosyal kulüp, birer partner bulma yeri gibi lanse edilmişlerdir. Bizzat böyle yerlerden birinde çalışmış biri olarak yaşadığım şudur: “Jale Hanım, üye ile fazla ilgilenmiyoruz, ilk ay ilgilenin, daha sonra kendi haline bırakın, gelmeyen üye en iyi üyedir.” İşte sizden yıllık peşin ödenek alan o cafcaflı yerlerin uyguladığı egzersiz anlayışı bundan ibarettir. Göz göre göre o saçmalığa sadece iki ay tahammül edebilmiştim. İşte egzersizin de günümüz Türkiye’sinde gelmiş olduğu komik nokta burasıdır.

Gelelim spora…

Yoksa futbola mı demem gerekiyordu? Çünkü spor denilince de akla gelen ilk futbol maalesef. Neden futbol bu kadar ön planda hiç düşündünüz mü? Çünkü stadı büyük. Hepsi bu. Yani etken değil edilgen bir durumun içine alır sizi futbol. “SEYİCİSİNİZ”dir orada. Bu sistem sizin seyretmenizi ister. Ya da en fazla küfredip bağırmanızı. Taraftar olmanızı ve hatta fanatik birer taraftar olmanızı ister, siz de kuzu kuzu olursunuz…

Konunun en başında ne demiştik? Müsabaka demiştik değil mi? Yani yenişmek denen bir kavram var ortada. İşin içinde çok fazla para var, güçlü olanı kendi takımı için “satın almak” var, puro içen yöneticiler(patronlar) var. Bir işletme şeklini almış spor kulüpleri var, televizyonlar, özel para ödenerek evlere alınan şifre çözücüler şunlar bunlar. Tüm bunlar bu sisteme eklemlenmiş ve bizi uyutmaya programlanmış bir halde bu işin sanayisidir. Öte yanda fahiş fiyatlara satılan takım amblemli formaları şunları bunları (hatta bebek zıbınlarını falan) hiç saymıyorum…

Her spor kulübünün futbol branşı da dahil olmak üzere, alt yapısı mevcuttur. Altyapı sporcuları okul taraması yapılır ve yetenekli çocuklar okul takımlarından seçilir ve hatta okul takımlarıyla kulüplerin antrenmanları eşzamanlı olarak faaliyet gösterir kulüp ve okul maçları fikstürlerde çakıştırılmamaya gayret gösterilerek el birliği içinde o branşın sporcusu yetiştirilirdi. Şimdilerdeyse durum “ne olursan ol gel” minvalinde, altyapı spor branşlarına gelen çocuklardan “aidat parası” alınması halini almıştır. Neden? Çünkü o kulüp artık bir işletmedir. Hadi bunu da geçelim bir kalem, şimdi bana oyuncularının tamamının kendi altyapı sporcularından çıkmış olan bir futbol kulübü söyleyin! Yok değil mi? Evet birinci ligde maalesef yok. Hatta ikinci üçüncü liglerde bile çok zor. Durmadan yabancı oyuncu sayısını artıran yeni yönetmelikler çıkartıp duruyor bu komedyenler. Yani nerede kalıyor Fenerbahçe? Nerededir Trabzon, Beşiktaş, Cimbom şu bu? Sporun o profesyonel olsa bile “amatör ruhu” nerededir? Yoktur yok!

İşte bu kuvvetli çevik, özendirici, zımba gibi milyon dolarlık adamlar, MODERN ÇAĞIN GLADYATÖRLERİDİR!


Şimdi beden Eğitiminden itibaren tüm bunları düşününce her birinin ucuca bağlandığı bu aktiviteler zinciri içerisinde taraftarı olunan şey tıpkı Partilerin taraftar gibi desteklenmesi durumunu andırmıyor mu? Partilere bakın bakalım hangi partinin milletvekili adayları komple altyapıdan (parti tabanından) geliyor? Yanıt: Hiçbirinin. Ve ne gariptir ki orada da tıpkı futbolcularda olduğu gibi “transferler” var! Siyaset ve futbolun paralel gittiği bir nokta işte bu “RUHSUZLUK” tur…





Hiç yorum yok :