17 Mayıs 2011 Salı

SEYİR ZIKKIM SEÇİM KO-MEDYASI...

Seçimlere bir aydan az bir zaman kaldı ve umut dolu haykırışlar yükseliyor ağızlardan: “AKP’yi sandığa gömelim!”
Tamam tabii ki gömelim. Gömelim ki şu çılgın proje hayata geçmesin, gömelim ki değersizleştirilmeye çalışılan değerlerimize sahip çıkabilelim. Gömelim ki “Kürt açılımı” diye kafamıza kakılmaya çalışılan bölünme tehlikesini savuşturabilelim, kaynaklarımız bir avuç tefeciye peşkeş çekilmesin, vatanımızı  satılmaktan kurtarabilelim, din adı altında Türk Ulusu'na dayatılmaya çalışılan ucube Arabik kültür artığı zırvalıklardan, yasakçı ve sansürcü zihniyetten kurtulabilelim...

Bunlar iyi temenniler. Ancak 2002 seçimleriyle başlayan “seçim yolsuzlukları”na “sandık hırsızlıkları”na 2007 seçimleriyle de eklenen hokkabazlıklar eklenince, insan sormadan edemiyor. Nasıl? Buna cevap “sandıklara sahip çıkmak” oluyor her daim.

2007 seçimlerini ve referandumu anımsamayan yoktur. Çok kısa bir süre geçti üzerinden. Servis sağlayıcılar çöktü, sağda solda “hayır” dolu sandıklar bulundu, buna benzer yüzlerce saymakla bitmez acayiplikleri izledik. YSK bunların hiçbirini titizlikle incelemedi. Üzerine gidilmedi ve konu kapandı. Böyle konular zaten bu memlekette hep kapanır oldu. Beylikdüzü ve Küçükçekmece'de sandıkları taşıyan belediye otobüsleri ile sandık görevlilerinin arasına “polis” barikat kurdu... “Bu sandıklar nereye götürülüyor” diye diretip, belediye otobüslerini takip etmek isteyen özel araçları polis yolundan zorla alı koydu. Bunun gibi örnekler öylesine çok ki... Emperyalizm bir ahtapot gibi sekizli koldan sarmış memleketi, bütün kurumlar dahili bedhahlar tarafından ele geçirilmiş ve bir kez daha bu şartlarda bir seçim komedyası tertip edilmektedir. Tüm bunlara ek olarak nasıl oluyor da beşte kapanmış olan sandıkların sonuçları zırt diye akşam yedi haberlerine yetiştirilebiliyor buna da akıl sır ermez… Bizde nasıl bir teknoloji varsa artık, Fransa’ymış Almanya’ymış, hepsini ezip geçtik…

Seçmeye koşullandırıldığımız partiler, vekiller var bir de. İçlerinde Atatürk’ten eser bulamadığımız ve siyaset esnaflığına soyunmuş. Bunlar son 3-4 aydır cilalanıyor, parlatılıyor. Kimler tarafından? Bu sistemin ve bu düzenin medya kuruluşları tarafından. Yıllardan beri bu terane hep aynı şekillerde sürüp gidiyor. Halkın “ben seçtim” sanrısı üzerine kurgulanmış ve bu komedyaya meşruiyet kazandırılmış bir biçimde “seyir zıkkım bir seçim ko-medyası...”

Tüm bunlara haksız, hukuksuz, adaleti ayaklar altına almış ve işlerliğini de iyiden iyiye oturtmuş bir sistem bütünlüğünü eklediğimizde devlet=AKP açmazını görmeyenimiz yoktur sanırım.

Ancak ne var ki, korkular da doruklara yükselmiş durumdadır artık. Emperyalist güçler, AKP, BDP ve bu varoluşun uzantısı olan bir avuç tefeci de Türk Ulusu’ndan korkmaktadır. Çünkü insanlar anlatınca anlıyorlar artık ve neyin ne olduğunun da farkına varabiliyorlar. Bundan çok değil sadece bir yıl önce dert tasa yokmuş gibi sabah programlarıyla göbek atan kadınlar bile memlekete dair bir tedirginlik içine girmişse artık, dahili ve harici düşmanlar  da korkmakta son derece haklıdırlar...

Başbakanın asabi çıkışları, durmaksızın oluşturmaya çalıştığı yeni gündemleri ve son olarak malum internet filtreleme girişimleri bu ciddi boyutlara tırmanmış korkunun tezahürleridir. Bunlara her daim medya tarafından eklenen “bu milletten adam olmaz” minvalindeki sokak röportajlarını ve aptal televizyon dizilerini de ekleyince resim zaten kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Bakın BDP eş başkanı Aysel Tuğluk bile “Kürtlerin artık sabrı da bitmiştir, tahammülü de, devletle olmuyorsa Kürt halkımız kendi demokrasisini kuracak ve kurduğu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Kötü şeyler olacak. Ancak bir statü kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun korunacaktır.” Gibi bir cümle kurabiliyorsa, bu korkuların izdüşümüdür işte bu. Bir statü kazanmak ve ne pahasına olursa olsun bunun korunması? Aysel Tuğluk böylesi bir statünün kazanılsa dahi korunamayacağının öyle güzel bilincindedir ki, bunu söylemlerinde bu şekilde açıkça ifade edebiliyor. Bunlar refleks ifadelerdir. Zavallılığın çaresizliğin göstergeleridir. “Kendi demokrasisini kurabilecek kadar örgütlü olmaktan” bahsediyor bir de. Yahu insanda biraz utanma biraz sıkılma olmaz mı? Yüzlerce yıldır neredeydiniz diye sormazlar mı adama? Sonra da çıkıp “Orta Asya’dan gelip Anadolu’da devlet kurma hakkı” diye serzenişlerde bulunur hatta ağlaşırlar…

“Hak değil yetenektir oysa bu. Devlet kurabilme kültüründen gelme halklar yüzlerce yıl öncesinde bunu hep yaptılar. İngiliz’i gitti Amerika'da devlet kurdu, Pers’i gitti Yunan topraklarında devlet kurdu. Türkler geldiler ve Anadolu’da devlet kurdular…

Bunu kendi azmi kendi kararlılığı ve kendi tarihi birikimiyle yaptı. Savaştı kazandı edebiyatı yapmak istemiyorum. Çünkü savaş kazanmak devlet kurmak anlamına gelmemiştir her zaman. O birikime ve o kültüre sahip olmakla eşdeğer bir kavramdır bu.

Ancak bazıları bu konuda yüzlerce yıldır süregelen yeteneksizliği yanı sıra, hem ulus devlete karşı bir başka ulus devlet kurmak gibi paradoksal bir alemde uyku sayıklamaları ve nöbetler geçirirken, hem de bu işi kendi aklı ile değil ancak birilerinin güdümü ile, o birilerine sırtını yaslayarak yapma girişimi gösterirler. Ki o birileri de kendi yüz yıllık planını uyguluyordur sadece.” (26.03.2011 Jale Altunel)

Ey dahili bedhahlar,

Size bir iyi bir de kötü haberim var…

Önce iyiden başlayalım. Emperyalizm rüzgârını arkanızdan sağlam almışsınız. Tam gaz. “Aganta burina burinata” derler. Rüzgârınız bol olsun demekmiş bu söz Latince... (kullanıldığı yer: yelkencilik, denizcilik)

Kötü haber ise şu ki, o rüzgâr sertse bir anda orsalar insan. Dümeni kırmazsa maazallah ne yelken bezi kalır ne de direk, ya da dümen elinden kayıverir adamın ve bumbayı (direkle dümeni birleştiren ana hat)  yer kafasına... Rüzgâr bu. Dikkat etmek lâzım.


Bu yüzden de sandıktan kim çıkmıştan çok daha önemli bir konu vardır artık, o da bu milletin sabrıdır ve daha fazla zorlanmamalıdır!




2 yorum :

byrsx dedi ki...

güzel ablacım, parnaklarına sağlık, kendin gibi güzel yazmışsın. :)

lakin, seçim komedyası tanımına katılmıyorum. hatırlarsan bunlar 2002'de dahi tek başına iktidar olarak gelmişlerdi. sandık oyunlarına pek ihtiyaç duyacaklarını sanmıyorum, toplum dinamiklerini, sağ-sol seçmen oranını az çok biliyoruz sonuçta, değil mi..

sandık oyunu olarak, güneydoğu bölgelerinde çok ciddi şaibeler var yalnız. sandık gözetmenlerinin malum örgüt nedeniyle pasif kalması söz konusu...

sandıktan yine bunların çıkacağı kesin, hepimiz biliyoruz. ortada başka alternatif yok çünkü. öyleyse, yapılması gerken düzgün ve etkili muhalefetle bunların memlekete zarar vermesinin önüne geçmeye çalışmaktır.

Jale Altunel dedi ki...

Bence tanımıma katılmalısın. Zira yazıda sadece sandık oyunlarından bahsetmemiştim;)

Yüzyüze ve uzun uzun konuşuruz bir ara. Kahve içmeye beklerim kardeşimi...