Şerh-i Yurt...
Gün dünden sorulur ki, ''ardına bakar gün...'' Yâr olur topraklar, bağrına basar insanları. Kahramanlıktan ve sevdadan kopar türküleri ozanların. İnançlar ve dogmalar her ne olurlarsa olsunlar sevdaya dairdir hep yazılanlar ve sevdadan olma acılara, hasretlere koşulur o yazmalar. İnsana ve doğaya titremiyorsa gönüllerin o en tiz teli, ne yurt ne de bir ilâh alıp götürebilir vicdanların seslerini. Her daim derim ki, insan ve doğa sevgisidir miras. Bunlar yoksa ne vatana beslenir kara sevdalar ne de kalemin o kurşunî soğuğunu ısıtır, yürekten akla kurduğumuz köprülerdeki barajlar.
Bir şerhimiz var, bir açıklamamız. Bu diyar bizim candan olma tek yârımız. Yaramız var. Soğuklardan üşümüş yaşlarımız. Yaslarımız var bizim, karalar bağlatmış kan kırmızı topraklarımız, şerhimiz var bu topraklarda, son sözü söylemektir en doğal hakkımız. Sözlü anlatımlarla başlar bizim edebiyatımız. İslâmiyet’in çok öncesinden gelir taşı gediğine koyma sanatımız, taşlara yazıldı ilk yazıtlar ki hepsi bizim yazılarımız, şerhimiz var! Memlekettir bizim yârımız sevdamızın olmadığı yerde çünkü biz, her dem yarımız...
Bir şerhimiz var bir mektubumuz, vatandır dostumuz ve halktır tek umudumuz, bu kısrağın en doğusundan gelir, ortasında çağlar ozan soyumuz ve destanlar içirir kana kana binlerce yıldan getirdiğimiz berrak suyumuz. Dilimize şeker çalmış sevdalarımız. Kızılca bir kıyamet gibi düşünce bir genç kızın gür memesine yemenisindeki al oyası, divâne bir aşığı oyalar elindeki gül ağacı bağlaması, gök kubbeye seğirir o an aşık nefesi, yürekleri dağlar binlerce yıllık yanık ve gür sesi...
***
Nereden gelir nereye giderizin yanıtları; Edebiyat denen uçsuz bucaksız denizlere çağlayan pınarları izlemekte saklanır.
Türk Edebiyatı tarihinde uzunca bir zamandır bilinen en eski metinler olarak çıktı karşımıza Göktürk Devleti zamanının Orhun Yazıtları... (Bilge Kaan, Kültigin ve Vezir Tonyukuk anıtları.)
Ancak bildiğimiz üzere ne ilk yazılı metinler, ne de ilk yazılı edebiyattır Türk bodununa ait olan o yazıtlar. Zira otuz sekiz harften oluşan bir dizge vardır Orhun Yazıtları’nda ve a-o-u-ı kalın seslileri ayrımsanarak sessiz harflerle bir uyum dahilinde (ses uyumu ) kullanılır.
Anlatımalar hem akıcı ve mükemmel, hem de şiirsel bir dille aktarılmaktadır. Bir yazılı anlatım bu seviyelere kolay kolay gelemez. Yüzlerce yıl o dilin akıcı bir şekilde kullanılıyor ve yazılıyor olmasını gerektirir dil bilgisi kurallarını oluşturmak. Yani Türkler batılıların herdaim empoze etmeye çalıştığı gibi cahil barbarlar topluluğu değillerdi. Yazın, uygarlığın en açık kanıtıdır çünkü. Savaşmak barbarlık olarak adlanıyorsa ilk taşı en günahsız olanlar atmalıdır yüzyıllar öncesinin Türk Devletleri’ne... Yenilmezliğin adı barbarlıksa, varsın çelişedursun batı kendi yalanlarıyla, koskoca bir uygarlık vardır ortada. Türk hitabe sanatının ilk ve en mükemmel örnekleri olan bu eserlerde yalın ve keskin üslubuyla Türkçe'nin zengin ifade gücünü görürüz.
Edebiyat dili yüzlerce yıl Türk Milleti'nin zevkiyle işlenmiş, ortak söyleyiş değeri kazanmış ve bir kavmi millet olma bilincine ulaştırmıştır.
Sosyal bakımdan insanlık tarihinin en anlamlı mezar taşlarıdır. Bazen kuvvetli bir hitabe diliyle bazen bir tarihçi anlatımıyla bazen de lirik bir söyleyişle Türkçe'nin o dönemdeki tüm renkliliğini yansıtırlar.
Türk Edebiyatı'nın yazılı örnekleri olan bu eseler, sağlam cümle yapısı, zengin sıfatları ve fiilleri, köklü, güçlü tamlamalarıyla Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına götürebilecek kalıntılardır.
Sözcüklerin zenginliği, oturmuş cümle yapısı, yeni oluşmuş bir dil kimliğinden çok uzak; Aksine yüzyıllardır işlenerek şekillenmiş köklü bir dil görüntüsündedir.
Hatıra türündeki bu eserler taşlar üzerine yazıldğı için kısa ve etkili ve bir biçimde yazılmış, nice tarih kaynaklarının aydınlatamıyacağı kuvvetli tarih çizgileriyle yeni nesillere uyarılar ve öğütler aktarmıştır.
***
"Kaan bilge imiş, cesur imiş; buyrukları bilge imiş, cesur imiş. Beyleri de kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler. Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi olmadığı, oğul babası gibi olmadığı için, bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, fena imiş... Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler."
"Türk budunu... sen aç olduğun zaman tokluğunu düşünemezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün. Müstakil hanlığına karşı kendin yanıldın. Doğuya gittin, batıya gittin, kutlu yurt Ötüken'i terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın. Kemiklerin dağlar gibi yığıldı. Türk budunu, kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına giren Türk budunu öldü, mahvoldu."
"Çin kavminin sözü tatlı, hediyesi güzel imiş. Tatlı sözü, güzel hediyesi, uzak kavimleri yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayar imiş. İyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, güzel hediyesine kapılan çok Türk kavmi öldü." (Orhun Abideleri-Muharrem Ergin)
***
Bilge Kaan yazıtında, tarihin tekerrürden ibaret olduğu gerçeği yüzümüze bir tokat gibi çarpar.
Yazıtlarda radikal bir şekilde göze çarpan bir başka konu ise halk ile yapılan mertçe hesaplaşmadır. Tüm kusurlar ve eleştiriler keskin bir dille açık açık söylenir. ( Tamamı okunup incelenmeli tabii, burada belirgin örneklere yer verilmiştir.)Üçüncü alıntıda anlatılan ise, bir verip on almak isteyen sömürücü devletlere karşı uyanık olmak öğretisidir ki, şimdilerde de tarihsel önemini korumaktadır. Ancak ders alanlar olmadığından olsa gerek, bir alıp on vermeye devam ediyoruz...
Tabii ki ders almak isteyenin yüzlerce yıl öncesine Göktürk-Orhun yazıtlarına gitmesine de gerek yoktur. Yakın tarihimiz yanı başımızda duruyorken ve tüm dünyaya ders olmuş bir destan olan İstiklâl Savaşımızı tarihe yazmışken bir tek bizim işbirlikçilere pek birşey ifade etmiyor olmalı bu durum... Canımız ise yürümesine hâlâ izin verilmeyen bilgelerimize, aydınlarımıza yanmaktadır bir taraftan! Emperyalizmin en çirkin yüzü de bu değil mi zaten?
Kül Tigin yazıtında :
“Türk, Oğuz Beyleri, milleti, işitin: Üstte gök çökmezse, altta yağız yer delinmezse Türk Milleti, senin ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk Milleti vazgeç, pişman ol!” diye seslenir Kültigin.
Bir Türk Devleti, ancak doğal afetlerle yok olabilir deniliyor yani. Bir de birbirine düşürüldüğünde.
Şimdi de durum yüzlerce yıl öncesiyle aynı değil mi? Türk adından utananlar, kimliği ile ilgili aşağılık duygusuna kapılanlar, hüküm altına girme meraklıları, ihanet ve acz içinde olan işbirlikçiler şimdi de yok mu? Türk askeri şimdi de başka devletlerin çıkarları için NATO adına savaşmıyor mu? Türk’ün ancak içeriden kışkırtılırsa çökeceğini gayet iyi bilen dış mihraklar, bu yüzden casuslarını hiç eksik etmemişlerdir içimizden...
Ancak yazıtlar bize aynı zamanda şunu da söyler ki; Her defasında küllerinden doğmayı bilmiş olan bir kültürü barındırmaktadır bu millet. Her ne kadar ‘’bodun’’ sözcüğünün halk sözcüğüyle aynı anlama gelmeyip, kavim anlamına geldiğini savunanlar olsa da, bu saptırmaların hangi amaca hizmet ettiği gün gibi aşikârdır. Düşünün bir, Göktürk Devleti olarak adlandırılacaksınız ama aynı dili yüzlerce yıldır konuşabilen koskoca bir halk, niceliği azımsanarak küçük bir kavim olarak algılatılmak istenecek. Olacak iş mi? Zaten yazıtlar bulunup deşifre edildiğinde de uzunca bir zaman o dilin Vikingler’e ait (slav dili) olduğu savunulmuştur. Tıpkı Anadoluya göçün 1071’e kilitlenmesi gibi. Oysa bu ve benzeri dayatmaların maalesef elle tutulur hiç bir yanı yoktur... Göktürkler döneminin meşhur Ergenekon Destanı da sözlü edebiyatımıza ait önemli örneklerden biridir . Temasının ise Türk Devletleri’ne karşı hile ve kalleşlik yapılmadan herhangi bir galibiyet sağlanamayacağı ve her ne olursa olsun Türkler’in kaybettiği yurt topraklarını geri alması olmasının şimdiki iç ve dış düşmanlarımızda nasıl bir etki yarattığı, koskoca bir Ergenekon yurduna (destanına) çaldıkları karadan anlaşılmıyor mu?
Konu gereksiz yere hamaset yapmak değil, tarihten ders alabilmektir.
Doğru olan ne tarih öncesinde yaşayarak büyüklük kompleksleriyle esrimek, ne de bu koskoca tarihi yok saymak ve unutturulmasına izin vermektir. Edebiyat kendi naifliğinde dil ve uygarlık dersleri vererek gönül telini titretirken, tarihe de ışık tutar...
Doğru olan ne tarih öncesinde yaşayarak büyüklük kompleksleriyle esrimek, ne de bu koskoca tarihi yok saymak ve unutturulmasına izin vermektir. Edebiyat kendi naifliğinde dil ve uygarlık dersleri vererek gönül telini titretirken, tarihe de ışık tutar...
Jale ALTUNEL,
06.Temmuz.2011