5 Kasım 2010 Cuma

SESİNTİ

"sözcükler başıboş bırakılmış çocuklarken"


elini tutabildiğim her saniye'nin
bir parça efendisiyim.
içimse,
ikindi güneşleriyle oynaşan
o uzun gölgelerin
sabırsız ve arsız sesi.

düşün ara sokaklarında
geçimsiz bir ukaladır sabah rüzgarı,
bir öpücük
kondurursa yanağıma,
yağmur damlalarıyla sarlak,
o zaman isimsizim.
adı yok başıboş şiirlerimin
bugün ve yarınların
kim bilir kaçıncı tecridiyim.

öğrenmek zaman alıyormuş sesleri
renklerin dansı deymezse söze
kırar canevini,
buz gibi bir son hece.


"sesinti"
j.ak
5/11/2010

AFOROZ

iyilik denen bu meret
neredendir nedir
diye
çok kafalar yordunuz
gecikmeli ayinlerin
o bildiğiniz hapları
esir almış
ayakta uyuyanları.
fakirlik denen illet
zamanla salgın.
görüldü ki zahiri iyi
küskün ve dargın.
küresel ilahlarınız
perşembe pazarındaki
hırdavatlarınız
ve tetikteyken
başucu kitaplarınız,
talandı
ağlayan suratlarınız.
yeni nesil yeniler
bir yandaysa iyiler
maybaşlara taaruz
her daim
levh-i mahfuz!

yollar, kur
yollar, nur
karşı mıydı aynı mı okur?
karşı mıydı aynı mı durur?
aforoz bir gecede bile
siyahın tonları
her zaman
zuhur...


"renga'foroz"
j.ak
5/11/2010

3 Kasım 2010 Çarşamba

SIZINTI

çürürse
yalnızlığın kemikleri,
bir sabah ayazında
bulursun kendini
yokuş yukarı otamalarda.
otuz altı buçuk santigrat dereceli
umutlar dolaşır
ciğerlerinde,
belki sorumsuz
belki biraz sahte.
tavır patlatmak kendine
şöyle dursun,
misafir edalı
toplantılar vardı
sızlayan kemiklerde.
yüreğine dert anlatmak
şöyle dursun,
fıtratı,
zaten sende..


"sızıntı"
j.ak
3/11/2010.

1 Kasım 2010 Pazartesi

GERGEF

"en parlak sesiyle
gökgürültüsü"


yağmayacak yağmurun
düğümü boynumda
ve
vebali,
küllerimden çıkacak
küçücük bir tohumda.
anlatmadım artmadım.
bilirim ki gelecekte
kendime söyleyeceğim
bu şarkıyı.
söz ve müzik vesaire...
kapı aralığında
buzdan bir gölge
duruyor öylece
bilirim ki
durmaz, kalmaz
o sağanağın altında.
seyirde yüz'üm,
seyirde göz'üm
sözcüklerde yaz'ı
bendeki güz sancısı.
renkler var dahası
yaralar
kucak dolusu
isimler oyalanmış kenarında
bir gergefin tonusu...
içim der ki
"kendin değil,
BEN söylerim"
ancak,
ılımlı bir şizofren
yapabilir
böylesi bir fren.
en yorgun saatleri gecenin
en zayıf
en feminen,
sorusuydum ben,

kendime.

"gergef"
j.ak
1/11/2010

31 Ekim 2010 Pazar

AYŞE ANNE'M

yanımda Ayşe anne
Çanakkale'nin Alçıtepe Köyü
Son Ok mevkiinden.
sene kırkdörtken tarlalara
kurşuna gidilirmiş yağmurdan sonra
Sait Bakkal'a satmak için
kilosu on kuruşa...

pazarı pazartesiye bağlayan gece
günler geceler birbirine sürgün
ve diz boyu sohbetimizden tarihçe...
günlerden bugün
yine konuşuyorduk
mahrem konulardan
"düştü" dedi "gözümden edyan
bu bir işkence,
varsa şuranda bir parça vicdan
etmezdin kendine karı,
dokuzundaki kızdan."

anası yatalak kalınca Çanakkale'de
almış götürmüş onu bir öğretmen
gezilmiş okulları köylerin
dümdüz...
vakfı bile var şimdi
adı Züleyha Aytüz.
Ayşe anamın analığı,
öğretmiş besbelli ona
soru sormayı!

"ayşe anne"
j.ak
31/10/2010

BİR KADIN Kİ...

ani elektrik kesintileri,

olası kalp sekteleri

ve med-ceziri izlemeye gelen

romantik insan birikintisinin

bir anda deniz suyuna gömülmesi

gibi tesadüfler,

o kadının bu dramatik ve

imkansız durumuna açıklık getirdi.

oyunbozanların değerli bir üyesiyle

pazar kahvaltısında

idrar yolları iltihaplanmalarına karşı

melisotu ve adaçayı söyleşisini,

oyunu masanın altına saklamak suretiyle,

"allahaşkına!!!" efektleriyle süsledi.

oyu oyundan olma koyun,

içinden 3 kez tekrarladı.

”şeytan kulağına-şeytan kulağına…”

dudak hareketlerinden anlaşılıyordu.

Dilini ısırdı en son.

kutsal apış arasını

kadınsal bir bacak bacak üstüne atma şekliyle

"örtmeye" koşulandırdığı

horizantal  dağarcığından  

bedenine serpeledi.

bu haliyle salaktı.


"bir kadın ki"
j.ak
31/10/2010

29 Ekim 2010 Cuma

SENİN İÇİN

şu aciz günlerimde
kaybolanları bulmaya çabalıyorum.
dağınık olmam
aradığımı bulamamam demek değil.
kimi müzik dolabından çıkıyor,
kimi  koltuğun ardından
-hani hep oturduğun-

bulduklarıma inanamıyorum
bir şey ararken başka bir şey bulursun ya
unuttuğun hani.
“sen ve ben” ortak yapım her biri
anılar, diğer evlâtlar.
biz yokken kaybolmamış hiç biri.

bugün bir iyilik yaptım.
kaygıları dolaşmaya çıkardım ön bahçeye
oyuna dalar,
geri dönmezler bakarsın…

gece gözlerini kapadığında
beni düşün 
olmadı dertop et ellerini yanağının altında,
uzan karnıma…

 “senin için”
  jak,
 14,Mart/07

IRAK

“Yaprakları geniş
çiçeğin kıyameti.”
                        
damarında can suyu
dost çığlıklarıyla çalkantılı.

yeşilin en koyusuna
yakınların derin kuyusu yaban.
Mayıs güllerinde
hıdrellez paraları ki
çöl ateşleridir
orada yanan.

temkinli gülüşler, katliamın sağdıcı.
kara sıvıdan
geniş tabanlı çiçeklere
yeşilin en koyusu, aktı.

boya/sızdı gözler.
ana/sızdı
can suyu damarların.

gülüşler domuz kapanı.
gül kokulu meleklerin
nefesleri omuz akını
ve
dost çığlıklarıyla
çalkantılı.

“kahverengilik, topraktan”
Irak için...
j.ak
02,Nisan /07

28 Ekim 2010 Perşembe

KUMUL


daha kaç kez örteceğiz 
kızıl kara geceleri
kaç tarihler gömülü
ekinleri gökten çıkma.
yazarlarsa yalan tarihlerini
sağır kulaklar,
Çin malı gramofonların iğnesinde 
yok olmaya mahkumdur
taş plaklar...
ağırsa yürekler
eller boş kalmaz
taşıyorsa 
binlerce kilometreden bir avaz,
tarih unutmaz.
kimileri ezbere bilir türküleri
kimileri zamandan çalar
kırkları, ellileri
ozanlar karış karış destanlarken
İda'nın platosunu
kimileri model alır
Lykia'nın senatosunu.
hacılar yürürken
kırk kilometrelik dik yokuşu,
en mağdur ve en masum oluverir tabu.  
parlak dişleri ve fikirleriyle
tebessüm ederken,
Ada'nın yavrusu.


"kumul"

j.ak

28/10/2010

25 Ekim 2010 Pazartesi

1-0


onlar ne kadar emin
ahenksiz bir sunu
hadi al bunu
geride kalana bakmayın
orada duran
ırzına geçilmiş

                 beyin
gözyaşları.
toparlanın gidiyoruz
taş misali suda
umutlar sabrın adaşı
devam et yolcu katlin sıra dışı...

"1-0"
jak,
3/kas/99

DAR ALANDA ZARAFET

Daraldı çember
“Meğer”,
kurulan bütün cümlelerin kapı kulu askeri.
Ezberim,
Kırk iki kilo metre maratonu
Su gibi içmek iken,
İnsansı acısını
yürüyen uzvumun yürürlükteki yerine
batırınca diken
kol boyu mesafeden cirit atmaktan tut
dirsek temasında
geri ödemesiz sevgi ve anlayış kredisi dağıtmaya kadar
                         
                                                                  yoğruldum,
                                                                  yoruldum.
Alan dar.
Dar alanda garabetin
Baş rolünde ben.
Yitik alan hesaplamalarının
Saygı taşımacılığındaki
Arsız temerrüdü.
Tehir edilmiş agu’ların
Asabi i’m broken’ı Pantera’dan.

Git gide dar.
Ve Gökçe’nin en sevdiği yemek
                                                    pilav.

Alan, evin turistik yerleri.
Ve keşifler Gökçe’yle sınırlı değil.
Evle,
Evet.
Mesela bir kalorifer böceği
Saatte neredeyse yirmi kilometre hız yaparken                                  
keşfetmek onun gücünü.
parlayan tensi kabuğunu.

Dar alanda harareti
Kasaveti
Paylaşmak evle.


Gülce’mi özledim çok.
telefonda dersim yok dedi
ve ekledi
“gelirim,
Arnavut böreği isterim” 
İhtiyaç duyulmak.

O’nun eve dönüşü,
Muhtemel hayat öpücüğü.
Son raundda yıkılmak üzereyken,
Muhtemel patlayıcı kuvvet.
tam da dirsek temasını  aşmıştı aralık…
sözcükler bile hatta
laf olsun diye çıkıyordu ağızdan
ihtiyaç gidermek amaçlı

tam da sözcüksüz monologların
çapaklarıyken aklım
göz akında kıpırdanan,
…o geldi.

 -    Anlat Gülce!!!
       -    Gel bak anne. 
"Sana Yavuz Çetin’den
Sahil’in solosunu çalacağım şimdi,"
...
Bu mızıka soloyla
yerden on bin fit yüksekte
gururdan olma kale’m
ve
mutluluk bu diyorum
bu.
Evlatların kokusu.

  -Hook’un solosunu da atacağım
    -Ufak at.
  -Normale döndün anne.

 “Dar alanda zarafet”
  jak,  13 Mart,07



üç ay uzun bir süredir.
üç ay uzun bir süredir,
üç ay uzun bir süredir
amin.

GİDİŞLER PARANTEZLERDE SAKLI

Nabzımda müsabık ruhları
bir süreliğine esirken
 kayıp zamanların,

çelimsiz düdük sesleri
 
başka sularında rafting yapmaya çağırıyor
azgın ırmakların.

Kurallar değişmiş
Krallar değişmiş

Nabzımda arıbalıkları uçuşuyor.
Kanatları otuz beşten kalma
 

Bombalar deydi uçurtmalara.
Zamanın hırıltısı
Patlama sanıla.

Sessizlik...

Adı konmamış mezar taşları
Rejim/deymiş göz yaşları
Yalanlığı şahadete,
yılanlığı cehalete sunaklanmış,
doyumsuz odaları,
Bir damak ziyafet hazırlığı
kafi gelir kendi yağı.

Ölü rakkaseleri gecenin
...

İğreti sanrılar dolaştı duvarlarda
Yalanlar, mazlum ve ört/bas.

Gidişler tanların parantezleri
bekle ki anlayasın.

kanatsızdır iğreti geceler.
sabahında,
posta kodu bilinmeyen yerlerine
eşref saatleri
gezmeye gider.

Sağdan birincisidir
Zamanın çıkmaz sokağı
alkolü yüksek oturumların
çoğul esrimesi.

çizgilere katık
sözümdür tek azığım
kapansa da
bu uçucu saflığım
yayılır dalga dalga,
kokusu;
memleket...

“Gidişler parantezlerde saklı”
j.ak
18/Mart, 07

SEYİR

bir gemi var seyirde
içi tıklım tıklım insan
ve yayılır kar kokusu.
sular düz sular uz,
ses çıkarmasın
kılavuz.

isimler şimdi rumuz
onlar ki,
gidenleri uğurlarken
gayet kendilerinden emin,
iskelesindeydi
bu geminin.

seyre dalmış giderken
az kuruntulu
ve çok avuntulu, insandanlardan
sessiz çığlıklar
duyuldu.
kimsesizdi nefesler
ve müziksizdi
türkülü sözler
kimsesizdi sesler,
yalandan sıratlarda.

öyle bir seyir ki bu
sahnesiyle dekoru var
giydirilmiş kostümü
seçtirilmiş
ölümü.

öyle bir seyir ki bu
suçsuz yere yatanı
düşünürken vatanı
alkışlar patlar
kıyamet kopar
falanca televizyon
dizisine...


"seyir"
J.ak
25/10/2010

LİMON YAPRAĞI

bu günlere yabancı,

bir mektuptu okunan.

içinde bir şeyler arasam

bulamamak

bana dokunan.



boşluklar inatçı,

korkular sinsi

parlamıyorsa şayet

gecenin ertesi,

"sil yırt at."

ayrılıktan kenar süsü

yaptığın o yerde,

içini rahatlat.

nasılolsa gözler

bir kol boyu mesafede.

çok görme

limon ağaçlarından topladığın

taze yaprak kokusunu.

ve üç kez aşındırıp

tortulu tuzunu zamanın,

her şeye inat

gözlerinden bile olsa

dışarı at.



rahat vermez,

bir türlü

rahat vermezdi boşluklar.

şimdiyse

korkarım.

yok olsam ve

içinde birşeyler arasam

bulamamaktır

bana dokunan.


"limon yaprağı"
j.ak
24/10/2010

24 Ekim 2010 Pazar

GECE YALNIZLARINDIR

içinden eller geçer
içinden sel
ruhu bağışlanmış
koca bir gökyüzü,
kabahatinden büyüktür özrü
ki,
içinden ölüm geçer.

hayatla yolları ayıralı
uzunca bir zaman olmuş.
gece hiç sönmeyen ışıklar var
benim gibi senin gibi.

sürüklenmek zaman doldurmakmış
belki zamanla dolup çoğalmakmış.
kitaplar ki yaprak yaprak,
vadeleri doldurmakmış.

yalnız ölmekten korkmayan
sever yalnızlığı
karanlık sakindir
sever yalnızları.

kalabalık gürültülerden
gün götürmedim
Salacak'taki deniz kuşlarına.
onlar ki,
tüm aşkların
atlı süvarileri,
onlar ki
iki koca mavinin yüreğinde,
ala ve mor renkte.

içinden bulut geçer
içinden iz
kapanmamış yaralar
koskoca bir deniz.

"gece yalnızlarındır"
j.ak
Mayıs-2008

23 Ekim 2010 Cumartesi

BEŞ VAKİTTEN ARTAN

kısalmış sahneler
algı,
oyundan önce.
şaşırmak yok
geçmişten dönünce.
karışık olsa da oyun
düzlenmiş artık eşik
sevgililer hep NALAN
nefret kahvede pişpirik.

"beş vakitten artan”
jak,
nisan,2001

BİR YUDUM MÜZİK



gündüzler boş birer yaprak
hani çok yaşanmış da
uyku olmuş karanlıkta
ve mumlanmışız...
mim olmuşuz,
resimlerden resim
aynı rüyada.

eğmek istemişler başımızı,
ardı hüzün
yalnızlık...
ömürboyu boylamında
şafak ardı mumlanmışız
diyorum ya
resimlerden resim olmuşuz.

sezon sonu
ucuzluk pazarında
boş yapraklara
yazı olmuşuz
dolmadan dumanımız
kaşifler trenine dolmuşuz.

bilmemişler telaşımızı,
ardı hüzün
yalnızlık...
allegro keman solosunda
hareler üstü mumlanmışız
sonra, bir yudumda bir müzik.
bir adımda bir dost.
sohbetler olmuşuz
rakı soframızdaki aynalar...

bilmemişler aşımızı,
ki inatçıydı gürdü
toprağımızın kasımpatı.
sonrası,
boş yapraklardaki
okul öncesi çizgiler
hani basitçe
kolayca...
dedimya işte
resimlerden resim olmuşuz.

 "bir yudum müzik"
  jak,
  21, Ocak/08

22 Ekim 2010 Cuma

EDİLGEN YANITLAR

Kış uykusuna yatmış düşler
kılcal bir sığınak aradım,
karanlık.
içinde karamsarlık kokusu var
tanıdık.

çaresiz ve isteksiz
bir gergedan gözyaşı,
nasılsa öyle bilsinler
bu sahte hasatı.

herkes kendi korkusunda 
ben kendi.
korkular yine eski, yine kadın.
ve 
birazı mahalle
birazı Türk filmlerindeki
Aliye Rona
yediğimiz o cahil tokadın.

Ne nefesler aldık biz
ne gölgeleri olduk
ışıksız oyunların.
ne aldandık sonra,
ne ağladık,
adı kaldı
günyüzü görmüş,
o sapsarı buğdayın.

yeryüzüne inmişti çoktan Kronos
ben bunları düşündüğümde
bir taziye mektubu yazdım
yedi güzel çocuğun
Niobe'sine...

"edilgen yanıtlar"
J.ak
22/10/2010

21 Ekim 2010 Perşembe

AHMET TANER KIŞLALI ANISINA

gözlerinde emek
içinde,
mangal gibi binlerce yürek..
ayıpları yok sayıp
orada senden hariç bir kalabalık
kayıp
...
ve hayırlı günün ezan vaktiydi,
kına kokan beyaz bir entari giydi.
saflar sıklaşsın şimdi
çok seslidir senfoni.

saflar dokuz sekiz
saflar aksak!

emin misin şef
doğru çaldıklarına?
şarkıyı biliyorlar ama
eslerde hep vuruyorlar!
bir albüm yapacaklarmış
öyle biliyorum
söylenir mi aynı şarkı?
bilen-i yorum.

eller havaya, rüzgar beriye
dudak kımıldatmak serbest
tek ses.

halk kızacak bu duruma
diyecekler: "karışma sen
ve ayakta durma"

koca orkestra dağılır mı?
saz heyeti gelir mi doğudan
Arap yaylar ve kanunlar,
hangi batıdan?
geride kalanlar
sağ kalanlar
sağ duyanlar
olur mu müziği?

Bilim-i yorum


"çörek otu attık beyazlara"
j.ak,
11/kasım/99


20 Ekim 2010 Çarşamba

GİTMEK

gitmek
oyuna dalar gibi
uzun uzun izlemek
yolu, sınırları,
dünyaları.


aklımdan bir köprü yüreğime
sevgiler akar altından sessizce
birikir göğsümün
isimsiz geçimsiz
büyük barajında.

tersine akmıyor sular
oysa ben
kabarcıklar içinde nefes alıyordum.
soruyordum kendime
gerçek nedir diye
olanlar arasında.

umutsuzluklar vardı.  
ve duyguların en ahmağı,
gelir beni tanırdı.  
sevgiler durulmadan
gün yüzüne çıkmazdı
gökyüzünden hafif
benden ağırdı.             

gözyaşları hep vardı
gizlice savurduğum
ve kendimce duyduğum
onlar yere inmeden
neden diye sorduğum

tersine akmıyor sular
oysa gitmek ölümsüz şehirlere  
düşlerin bittiği tam o yerde                                      
sorular kaza
cevaplar ağır ceza...     

J.ak   
Nisan/2008