Türk…
Bu sözcüğü kullanmamız ne zaman yasaklanacak diye bekliyorum. Türk, Türk, Türk… Yasaklanmadan bolca kullanmalı. Türk dili ile uğraşıyorlar. Neymiş efendim, kelime hazinesi zayıfmış Türkçe’nin, bilmem hangi dilin kelime hazinesi kadar engin değilmiş. Türklüğümüzle ve ulusal kimliğimizle alakalı ne kadar değer varsa ezberlenmiş repliklerle ve fazlaca bağırarak öne çıkan bu sesleri dinledik ve dinledik. Savunmaya geçtik tabii, faşist diye damgalandık. Kemalist’iz diye haykırdık, vatan dedik, karşımızdaki güruh “memleket” sevdamıza burun kıvırdı, dünya insanı olmaktan dem vurdu. E iyi de madem dünya insanısın ve Atatürk’ün “Türk Milleti” tanımını algılamaktan bu kadar imtina(!) ediyorsun o zaman bu ulus devletin karşısına ne yüzle ve hangi hakla bir başka ulus devletin planlarıyla çıkmaya kalkışıyorsun? Türk Dilinin kelime hazinesini zayıf(!?) bulan zihniyet, kuş dilinden hallice bir dili nasıl “anadilde eğitim” safsatasıyla pazarlamaya kalkışıyorsun? Akıl var izan var! Ben Türk Ulusu deyince faşist oluyorum da, sen “benim Kürdüm” deyince ne oluyorsun peki? Hele de bu “senin Kürdün” Atatürk’ün vurguladığı Türk Ulusu kavramının yanından bile geçmezken? Bunun adı şizofrenidir. Tabii ki buna kızıp alınanlar çıkabilir ama bu benim gönlümden esen gayet şairane ve iyi niyetli bir tanım. Şizofreni hastalığını reddediyorsa bu birileri o halde hem Kürt faşisti, hem de vatan hainidirler…
Bu vatan, üzerinde yaşayan herkesin vatanıdır. Adı Türkiye’dir. Üzerinde yaşayanlar Türkiyeli değil Türk’tür. Etnik kimliği ne olursa olsun. Türk Milleti kavramının içini boşaltamayacaklar. Artık buna ne iznimiz vardır ne de onayımız. Türklüğe, Atatürk’e ulusal kimliğimize, tekerleme tadında ezberlenmiş palavralarla yapılan saldırılar, yavuz hırsızlıktır. Halk artık bu palavraları ve sosyalizm sosuna bulayıp halk halk diye naralar atılarak yapılan dezenformasyonları yemiyor.
* * *
Cem Yağcıoğlu'nun gayet yerinde ve zamanında bir yazısı vardı “Aykırı ve Soyut” diye. Tabii bu yazıyı anımsayanlar sözü nereye getirmek istediğimin farkındadır. Kısa bir anımsatma yapacak olursak, Sayın Yağcıoğlu bu yazıda gençliğin rock müzik ile nasıl uyuşturulduğundan gayet doğru bir dille bahsediyordu.
Konuyu buraya getirmemin sebebi şudur ki; Yukarıda kısa bir özetle bahsettiğim bu sosyalizm sosuna bulanmış ve kafası karışmış bazı sol fraksiyonların üniversite gençliği tarafından Marksist-Leninist çizgide korkunç bir algı yanılgısı ile ete kemiğe bürünmesi “dünya insanı olma” şeklindeki süslemelere kolayca inanmalarıdır.
Rock müzik her şeyden önce protesttir. Karşı durur. Neye karşı durur peki? Öncelikle anamalcı sisteme, sömürüye ve eşitsizliğe karşı durur. Dönem itibarıyla baktığımızda rock'n roll denen swing sonrası (ki buna savaş sonrası desek daha doğru olur) müziğin kalıplarından ilham alır. Big Mama Thornton “Hand Dog” adlı parçayı -ki bu parça gerçekte blues ritimleri taşımaktaydı- Elvis'e armağan eder ve Elvis sayesinde bu siyah kadının yazmış olduğu parça dünya üzerinde herkesçe bilinir hale gelir. Swing ise İkinci Dünya Savaşı'nın Amerika'sına hareketli caz orkestralarıyla (ör:Glenn Miller Jazz Band) eşlik ediyordu.
İşte rock bu kalıpları kapsayan ve daha sonra çeşitlenecek olan türevleriyle doğdu. Hard rock daha sert vurguları ve sözleriyle ayrıştı, derken glam rock makyajlı adamlar ve seksist sözlerle çıktı karşımıza. Daha sonra düzene karşı durmak adeta küfretmek Heavy Metal ve onun türevleriyle çıktı... Konu detaylı ve her bir detayda ayrı ayrı yutturmacalar gizlidir tabii.
Müziğin evrenselliğine vurgu vardır. İyi tamam tabii ki evrenseldir bu müzik ama bana kakalanan o sözler faşist ve ırkçı ise Heavy Metal denen türün erkek egemen topluma hizmet edercesine kadını aşağılayan sözler içermesini hangi evrensellikle bağdaştıracağız? Ya da sistemin budalası Manowar konserine benim Marksist geçinen güllerim bir asgari maaş kadar parayı bayılırken sonra nasıl bana “halk adamı” ağızları yaparak bir de üzerine “sosyalizm” tekerlemesini papağan gibi söyleyecek?
Rock kültür evrenseldir ama gerçekte asla evrensel bir tabana oturamamıştır. Hâlâ daha “yer altında” yaşar. Çünkü sözleri kimsenin işine gelmez. Hiç bir plâk şirketi o albümleri yapmaya yanaşmaz. Yanaşanlarda da zaten reklâm yapabilecek bütçe yoktur. Ki zaten de bu rockçılar o reklâmı istemez. John Lennon Imagine dedi ve öldürüldü. Niye acaba? Öldürürler tabii. Kitleleri peşinden sürükleyebilen bu güzel adam ne diyordu,
“hayal edin sınırlar yok, hayal edin dinler yok, hayal edin ırklar yok!”
Bu adamı kim yaşatır ki? Bu minvalde yine söz söylemek isteyen biri daha (ateistti) sahnede öldürüldü... Öldürülenlerin hepsini de güya bir hayranı öldürmüşmüş… Çizilen imaj yaratılan algı böyle. Oldu biz de yedik! Rock yıldızlarına bakın, hepsinin ya kolunda ya boynunda bir haç kolye ya da bileklik vardır. Evet rock müzik evrenseldir ama Lennon'ın dediği koşullar sağlanırsa. Sağlanmamış neler olmuş peki? Adam konsere Amerikan bayraklarıyla çıkıyor, sen onu alkışlıyorsun. E bravo benim sosyalist gencime. Manowar'lara saydığın o milyonlarca lira da feda olsun ne diyeyim. Dini imanı para olmuş, sarayı andıran villasından çıkmayan o adamlar rock adı altında neye hizmet eder?
Her konuda olduğu gibi ulus devletlerin gençlerini de kolay yoldan nasıl avucunun içine alması gerektiğini gayet iyi bilir küresel güçler. Rock ve 68 kuşağı ile bağlantılı bir tema vardır bence son derece de önemlidir “savaşma seviş” teması. Bunun çıkışını hepimiz biliyoruz, savaş hangi savaştı, gençlik bunu nasıl protesto etti…
Ancak “Beat kuşağı” ile belli başlı temalar şekillenir felsefi bir tabana da oturur. Beat jenerasyon bir edebiyat akımıdır aslında ve rock felsefesini tanımak için beat kuşağı yazarlarının iyi incelenmeleri gerekir. Bunlar William S. Burroughs, Allen Ginsberg, Neal Cassady ve Jack Kerouac'dan oluşur ana grup olarak. Tabii sonradan ilâveler vardır kadın beat yazarı olarak adını anmadan edemem Diane di Prima da katılmıştır mesela... Bu yazarların okunmaları ve beat kuşağının bizlere ne anlatmak istediği bilinmelidir ki bazı oyunlara gelmeyelim... Rock diye kakalanmak istenen şeyin gerçekte ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini bilelim. Çünkü işte bu yazarlar gerçek anlamda evrensel olanı işaret ediyorlar zaten…
Ancak ne var ki ülkemizdeki söz sahibi kurumlar geçtiğimiz günlerde Burrougs'un kitaplarına ve Sel yayıncılığa dava açtılar.
Milletin ahlâkını bozuyormuş. Oysa bu milletin ahlâkını hiç bir şey yetmiş yaşında bir adamın 14 yaşındaki bir kıza tecavüzünden daha fazla bozamaz (Hüseyin Üzmez). Bu milletin ahlâkını tecavüzü normalleştiren televizyon dizileri kadar hiç bir şey bozamaz, sofrada birbirine küfür boyutunda hakaterler etmenin normalleştirilmesi kadar hiç bir şey deforme edemez. Silâhların şiddetin, hakaretin nefretin gırla gittiği televizyon dizileri filmleri cayır cayır oynayacak ama beri tarafta kült olmuş bir edebiyatçının kitapları sansürlenecek, basımları engellenecek. Yapılan bu hadsiz sansür, toplumun ahlâki değerleri çok umursandığından değil, gençlerin uyanmasını engellemek için getirilmiştir.
Memlekette palavra tek değildir. Kaç koldan kaça ayrılmıştır bilince bile fark etmesi birkaç gününü alıyor insanın. Kafamızı kaldırıp bir bakıyoruz, o da ne? Bir üçüncü tür yaratılmış. O üçüncü tür kendi söylemini palavralar üzerine yoğurmuş ve kendisi de inanmış.
Ona göre vatan burun kıvrılması gereken bir şey, olmasa da olur yani, ama gel gelelim facebookta Nazım’ın şiirlerini paylaşır çünkü nedir sıkı sosyalist! Bak sen şu işe yahu!
Müzik?: “Hee o mu evrensel ağabey”,
Ulus devlet?: “faşistsiniz”,
Türk Milleti?: “Bizden bi’ cacık olmaz”,
Bölücü hain?: “Aa kardeş Kürt halkı! Gerilla, özgürlük savaşçısı”
Hadi oradan!