16 Nisan 2011 Cumartesi

Ağızdaki Sakız Kadar Değeri Olmayan Sanat...

Sanat iktidarın iki dudağı arasında ve cakkada cakkada çiğnenen bir sakız kadar değeri yok. Ertuğrul Günay, Sümeyye Erdoğan'ın tiyatro krizinden sonra, yeni inciler yumurtlayarak, heykel krizinde düşmüş olduğu basiretsiz durumdan, iyi bir çıkışla kurtulma çabasında ve o melun ansıdan kurtulabilmenin peşinde sanırım.

 

Yine bir taşla iki üç kuş. Edilen lâflar çok çarpıcı. Mesela "Devlet sanatçılığı Sovyetler'den kalma" gibi. Şimdi düşününce sadece tiyatrocular mıdır bu Devlet Sanatçılarımız?

 

Devlet Opera ve Balesi var mesela. Bu oluşum, içerisinde operacıları baletleri balerinleri birçok klâsik batı müziği  sanatçılarını da barındırır. Tiyatrolardan dem vurarak, "zaten özel tiyatrolara destek veriyoruz" demiş Ertuğrul Günay. İyi demiş de, hangi özel tiyatroların devletten yardım aldıkları ortadadır.

 

Devlet tiyatroları dünya klâsiklerini döndüre döndüre oynarlar.  Bu son derece evrensel oyunlar ufuk açan ve estetik değerleri artıran özellikler taşımasının yanısıra politik anlamda da kafa açarlar. Peki ya şu devletin her yıl destek verdiği özel tiyatrolar ne yapar? Hâlâ daha vodvil türündeki o sığ ve belden aşağı kalın hatlı mizah anlayışıyla ya da seksist belirleyicilikler üzerinden dram içeriğine sahip oyunları oynarlar. Etliye sütlüye karışmazlar yani pek. Tam da günümüzün faşist siyasetinin istediği doğrultuda oyunlar yazılır ve oynanır. Hatta iktidara beğendirme kaygısı taşıdığını bile görürüz zaman zaman...

 

Opera ve Baleye gelecek olursak, estetik değerleri yücelten, son derece çağdaş ve ruhu tamamlayıcı sanatların, içiçe girmiş halini görürüz. Müziklerle danslarla ve seslerle... Peki bunların özelleri var mı? Elbette var. Ancak son derece yetersiz ve olması gereken disiplinden çok uzaktadır. 


Tabii bu konuyla uzantılı akla hemen bu sanatçıların yetiştiği Devlet Konservatuarları geliyor. Devlet Tiyatrolarının kapatılması durumunda bu okullara da ihtiyaç kalmadığı öne sürülebilir ve bu eğitimin de özel üniversiteler tarafından verilmesi gibi bir inci ile karşılaşabiliriz ikinci üçüncü hamle olarak. Kaçınılmazdır bu trafik...

 

Ancak memlekete biçilen kıyafetin siyasal islâm oluşundan yola çıkacak olursak, o balerinlerin, baletlerin kostümlerini düşünün bir. Mesela bir Ay Işığı ya da Kuğu Gölü, zaman zaman partnerlerin sevişmelerini, son derece nahif ve zarif bir biçimde anlatan temaları da içerir. Bu görsel şölen, insan bedeninin hareket mühendisliğiyle, estetik değerlerde buluşma noktasıdır ki seyrine doyum olmaz...

Ancak şöyle bir yumurtlanılan incilere bakıyoruz ki biri çıkıyor:

"Müslümanlıkta sevişmek yoktur" diyor mesela. 

Diğeri çıkıyor:
 
"Dekolite giyene tecavüz ederler" diyor.

Sonra başka birileri çıkıyor:
 
"Osmanlılarda öpüşmek yoktur" diyor.

Şimdi tabii insanın aklına bunlar yığılınca Devlet Tiyatrolarında oynanan o çağdaş oyunlardan tutun da, o Mavi Tuna'nın eşsiz ikliminde bir sevişmenin estetik mucizesinin sahnelenmesini düşünün bir... 


Olacak iş mi!?


Çok mu paranoyakça oldu bu yaklaşımım bilmiyorum ama, lâflar ortada, bahane hazır, Ertuğrul Günay'ın bu bahaneye atlaşyış şekli de ortada... 


Bu yasaklanmaların ardı arkası kesileceğe benzemiyor. En azından bir yol haritası belirlenmiş durumdadır. Önce söyleniyor, dillendiriliyor,  sonra yavaş yavaş tepkilere göre hayata geçiriliyor. Seyirci olmaya devam edildiği sürece de yaşamsal alanların sınırları siyasal islâm temelleri üzerinden belirlenmeye devam edilecektir. 




                                            
                                     Durmak yok, yola devam!

 


Sanat sosyolojisinin, coğrafya ve din sosyolojisiyle  iç içe girmiş tarihsel yürüyüşü ve günümüze gelişi konusunda hep Avrupa rönesansının o asla yakalanamayacak olan güzelliklerine gıpta eder dururdum. Şimdiden sonra oyunları da dansları da kitaplardan okuyup, videolardan izleyeceğiz sanırım.

Bu nasıl bir çöküş, nasıl bir yok oluştur ki, sanat faşizmin ağzındaki sakızdan bile daha değersiz?
  


Çok yazık!

Hiç yorum yok :