Değerli dostum müzisyen G. Çağlar, aydın bir kadın sanatçının nasıl bir duruş sergilemesi gerektiğini bir paylaşım sitesindeki iletisine şu cümleleriyle aktarmıştır;
“Arkadaşlar, bendeniz hiçbir baskı altında olmadan, kendi karar ve isteğimle bu ülkede Cumhuriyet Bayramı lâyığıyla kutlanmadığı sürece 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor ve Atatürk'ü anma Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı dışında hiçbir bayram ya da özel günü kutlamamaya karar verdim... Bilginize...”
Bu duruşun ve sözlerin altına imza atmamak elde değil...
Ne var ki daha Cumhuriyet Bayramı resmi geçitlerinin iptali kararında Kurban Bayramı'nın büyük bir coşkunlukla kutlanacağını biliyorduk.
Cumhuriyetimiz 11 Kasım 1938'den beri içten içe oyulagelen ve son dokuz yıllık süreçte de gitgide sürreelleşen bir halde değil miydi zaten?
Kavramların nasıl ad değiştirdiğine dair kim bilir ne kadar çok yazdık ve okuduk şimdiye kadar. Ancak öyle kavramlara öyle adlar takıldı ki insan dona kalıyor. Deniz suyu tatlıdır deseler inanacağız günün birinde ki o derece. Tatlı su demişken Atatürkçü geçinen tatlı su sazanlarını da anmadan edemeyeceğim. Hani şehitlerin vardı senin? Hani Van'da yüzlerce vatandaşın can vermişti? Ne o? Perşembe'yi bağlayıverdin Cuma'ya dokuz güne kilitledin yine bayramı -ki Perşembe 10 Kasım- ve tatil plânları yapıyor, bayram(!) sevinci yaşıyorsun? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
Dini Bayram deyince de, nasıl “Din” deyince akan sular buza kesiyorsa aynısı oluyormuş demek ki. Milli Bayramlar mı? Ha onlar olmasalar da olur. Zaten adı bile bir musibet. “Millî”
Millî olan ne kadar kavram ad sıfat ya da benzeri varsa nasılolsa “tu kaka” ilân edilmedi mi? Eh edildi. Milliyetçiliğin adı faşistlik olarak değiştirilmedi mi? Çoktaan... Vatanseverlik vasıfsızlık olarak pazarlanmadı mı? Ezberlendi bile her biri. Ve öyle fazla çürük ezberlerin izdüşümünde eğilip büküldü ki kavramlar, vatan hainliği insaniyet borsasının en çok satan kâğıdı haline geldi. Kapış kapış gidiyor.
Bu ülkede ve diğer islâm ülkelerinde kadının yeri konusunda derinlemesine bir değerlendirme yapabilecek kadar yetkin değilim. Yapılmış olan değerlendirmeleri okuduğumda, Cumhuriyetimizin ilânından ve Atatürk İlke ve Devrimleri’nden sonra Türkiye’de nelerin nasıl değiştiğine dair bilgiler zaten ortadadır. O kadar ortadadır ki kabak gibidir. Arabistan, Afganistan, İran gibi ülkelerdeki kadınlarla Türkiye’deki kadınlar bir değildir meselâ. Ancak son döneme baktığımızda bir’leştirilme gayretini göremeyen yoktur sanıyorum.
“Dekolte giyene tecavüz ederler.”
“Türbanlı bir kadına alkol testi hakarettir.”
“İslâm dininde sevişmek yoktur.”
Gibi akıllara sığmayacak cümleler sarfediyor bir takım zevat, ki neye çabaladıkları ortadadır. Son ve meşhur mahkeme olayında yirmi altı kişi tarafından tecavüze uğrayan on üç yaşındaki kıza yirmi yedinci tecavüzü gerçekleştiren mahkememiz(?) Atatürk Cumhuriyetinin mahkemesi olabilir mi acaba? Bu konuyu bir an bütün çirkinliğine ve vahşetine, caniliğine rağmen kendinden bağımsız bir durum olarak düşünün.
Çünkü son dönemde bizler hep gerçek Atatürkçülükten bahsediyoruz ve Atatürk devrimlerinin Lâisizmden ibaret olmadığını anlatmaya çabalıyoruz! Sanırım bu tehlike sezildi ve Lâikliği ön plâna çıkartacak sazanlara ihtiyaç duyuldu yine... Yoksa bir mahkeme kör göze değil parmak kolunu sokmazdı! Yine konu dönüp dolaşıp “Türkiye lâiktir lâik kalacak!” diye bağrışan kitlelere gelecek ki aynı kitle içi oyulmuş bir kovuk olan Cumhuriyet penceresinin önündeki bahçede güle oynaya Kurban Bayramı kutlamalarını eda etmeyi de kendine borç edinecek!
Kimse kendine sormayacak,
Bu nasıl bir Atatürk Cumhuriyeti ki;
Aydınları Silivriye,
Terörle mücadele etmiş kahraman askerleri Hasdal’a tıkılmış...
Sahte belgeler sahte kasetler havada uçuşuyor ama yine de suçlarının ne olduğu bilinmeyen, söylenmeyen insanlar yıllardır içerdeler...
Cumhuriyet Bayramımız’ın resmî geçit törenleri iptal ediliyor.
Gerçek teröristler ellerini kollarını sallaya sallaya sokaklarda dolaşıyor.
Bağımsızlık elden gitmiş, borç gırtlağa kadar, küresel çetenin dayattığı tüm antlaşmalara kuzu kuzu imzalar atılmış ki bu bayramın kurbanı olmaya aday toraman bir koç misali sıcak paralarla besleniyor memleket!
Bu nasıl Atatürk Cumhuriyeti ki Millî Eğitim’deki millî sözcüğüne bile kanca takılıyor, Atatürk ilke ve devrimleri’ne bağlı yurttaş yetiştirme maddesi kanun hükmünde kararname ile saf dışı bırakılıyor.
Çocuklarımıza Atatürk’ü anlatmak için sadece güzel bir fırsat olarak değerlendiriyorum bu hükmü. Zira bu durum belki de çok daha iyi olacak ve çocuklarımız gitgide güdükleştirilmiş o samimiyetsiz bilgilere maruz kalmayıp Atatürk’ü çok daha derin ve iyi tanıyacaklar! Bizlerin sayesinde... Velhasılı yok öyle bir yağma! Meydanı ve çocuklarımızı boş bırakacağımız sanılıyorsa ne büyük bir yanılgıdır bu! Asla...
Hâlâ kendini kandıranlar ve hamaset yapanlar da var tabii. Hâlâ derin gaflet uykularında olanlar ve hâlâ kapılarının tokmağına “rahatsız etmeyiniz” yazısını asmış kendi rahatı için yanıp tutuşan, herşeyin domuz gibi farkında olmasına rağmen, kulağının üzerine yatmış tatlı su kurnazları da var.
Ama durum gayet açık ortadadır işte. Hilkat garibesi gibi doğmuş olan eciş bücüş bir ılımlı islâm cumhuriyeti, büyütülme çabasındadır. Öylesine çirkin, temelsiz ve sakattır ki ve öylesine bu memlekete tecavüz edenlerin piçidir ki...
Onu büyümeden öldüreceğime namusum ve şerefim üzerine ant içebilirim. Ancak biliyorum ki bunu benim yapmama gerek kalmayacak. Bu milletin yüreğinde Atatürk sevgisi varoldukça öylesi hilkat garibeleri asla büyüyemez, kavruk kalır ve kendiliğinden ölür giderler...
Kutlamayacağım bu yıl Kurban Bayramı’nızı. Neden mi?
İptal kararı aldım!
JALE ALTUNEL...